Cumhuriyetin İki Temel Değeri Saldırı Altında…
Prof Dr Ramazan Demir
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde tarihsel değeri olan iki kurum var: 1-ordu, 2-yargı.
Bunlar, cumhuriyetin iki temel kurumudur.
Neden temel kurumlardır?
Çünkü cumhuriyet rejimini koruyacak olan ordudur.
Bu koruma ister iç, ister dış tehlikelere karşı olsun...
Yargı ise, vatandaşın hakkını koruyacak olan kurumdur; halka güven getirecek, güven verecek kurumdur…
Cumhuriyet idaresi halka dayanan bir sistemdir; bunu böyle bildik; cumhuriyet idare sistemlerinde halkı kandırarak yanlış yönlendirmek mümkündür; örnekleri tarihte çok; totaliter rejimden faşizme kadar denenmiştir; hem de halkın desteğiyle denenmiş!
**
Çoğunluğun her onayı doğru mu?
Bu soruya “evet” dersek, yukarıda belirttiğimiz “yanlış yönlendirme” riskine ters düşeriz. Tarihteki örnekler ve günümüzde yaşanan “yönetim yanlışları” dikkate alındığında, çoğunluğun her söylediği ya da her onayladığı doğru değildir diyebiliriz...
Eğer “doğrudur” diyorsak o zaman %92 evet onayı ile kabul edilen 82 Anayasasını neden beğenmiyoruz?
Neden “yaramaz Anayasa” diyoruz?
Bu bir çelişki değil midir?
**
Zedelenen halkın-bireyin haklarını da hukuk korur, yargı korur...
Çünkü halkın kendisi cumhurdur, cumhurun hakkını savunacak ve koruyacak olan da yargıdır.
Onun için de susma, konuş, yaz, anlat ve oyuna sahip çık…
Birey olduğunu, yurttaş olduğunu hatırla…
Sonra her şey için çok geç olabilir…
**
Neden cumhuriyet savcısı denilmiş?
Burada kastedilen “cumhur” bir rejimi ifade etmez, yani cumhuriyet savcısı demek, rejimi koruyan ve kollayan hukukçu değildir, halkın hakkını ve hukukunu savunan makamdır, makamı temsil eden hukuk mensubudur...
Bu bakımdan yargının önemli görevi vardır. Yargı, vatandaşın hakkını-hukukunu savunacak, koruyacak, haksızlığı engelleyecek yegâne kurumdur.
Yürütmenin haksızlık yaptığı vatandaşın hakkını ancak ve ancak yargı savunabilir, koruyabilir; varlığını o sağlayabilir, devam ettirebilir...
Yargı, her zaman yürütmenin de yasamanın da üstünde kontrol-denetleyici-hak ve hukuk koruyucu mekanizmadır.
Bunu anlamak istemeyen ya da vatandaşın hakkını istediği gibi “gasp etmek” isteyen diktatör heveslileri, her dönemde yargıyı yürütmenin emrine almak istemişlerdir. Örneklerini günümüzde de görürsünüz…
**
Kuvvetler ayrılığı rejimin işlemesini sağlar...
Kuvvetler ayrılığını oluşturan üç temel öğe; 3Y olarak bilinen yasama, yürütme ve yargıdan ilk 2Y bir siyasi iradenin emrinde olursa ve her istediğini yapmaya kalkarsa, vatandaşın hak ve hukukuna aykırı yasama ve yürütmeler yaparsa ne olacak?
Basit bir örnekleme ile konuyu açalım; yürütme (icra-hükümet) yanlış yaparsa, vatandaş hakkını kimde ve nerede arayacak veya vatandaşın hakkını kim koruyacak?
Tek kurum var; yargı...
Çünkü başka merci, güç yok…
Yanlış kanun çıkaran bir yasama (meclis) ve bu yanlış yasayı uygulayan yürütmeye (hükümet) karşı vatandaşın hakkını işte o “etkisiz-yanaşık” hale getirilmeye çalışılan yargı koruyacak, başka hiçbir güç olamaz...
Günlük hayattan basit örnekler verelim; yürütme bir sürü yanlış uygulamalar yapıyor, vatandaş haksızlığa uğruyor, vatandaş yargıya gidiyor. Hakkını geri alabiliyor… İşte işin püf noktası buradadır. Eğer siz yargıyı yürütmenin (hükümetin) emrinde, onun siyasi ideolojisine göre karar veren bir kurum haline getirirseniz rejim “cumhuriyet” olmaktan çıkar…
Bugün duyulan endişe, yapılan yanlışa karışıdır; eğer yargı yürütme ve yasamanın etki alanına girerse vatandaşın vay haline…
Sonucu tahmin etmek çok güç; varın onu da biraz siz düşünün...
**
İki değer saldırı altında…
Ülkemizde bugün, maalesef, bu iki değer yani ordu ve yargı tartışmaya açılmıştır. Vatanın bekçisi ordu, milletin koruyucusu yargı üzerinde sınırsız bir baskı vardır. Her taraftan saldırılmaktadır. Yerli ve yabancı düşmanlar, dönekler, yanaşmalar, köşe kapıcıları, ekran gülleri bu iki kuruma saldırıyor… Bu iki kurumu sindirmek, işlemez hale getirmek, görevini yapamaz duruma sokmak, ya da siyasi erkin emrine sokmak için müthiş bir baskı uygulanmaktadır. Ne gariptir ki bunu yapanlar da ülkenin güya eğitimli kadrolarıdır. Galiba bu ülkenin kaderidir; eğitimlilerden en çok zararı görmek! Boşuna denmiyor ki, haini en bol olan ülke Türkiye…
**
Herkesin oyu eşit midir?
Cumhuriyet tarihimizde belli aşamalar yaşanmıştır. Bu aşamalardan biri de demokrasiye geçiştir. Demokrasi cumhuriyetle paralel yürütüldükçe toplum refaha kavuşur, mutlu olur...
Son yıllarda ortaya atılan bir soru var; herkesin oyu eşit değerde midir? Örneğin, siyasi tercihi yapacak olan eğitimli insanla eğitimsiz insanın oyu eşit bir değerde midir? Diye soruluyor.
Normal demokrasilerde, karnını çöplükte doyurmayan, sadaka paketleriyle geçinmeyen, düşünebilen ve sorgulayan toplumlarda, evet, etki faktör derecesi eşittir herkesin oyu... (burada kastedilen kantitatif eşitlik değil, etki faktör derecesi eşitliğidir). Yani karnı tok çiftçinin de, ay sonunu düşünmeyen öğretmenin de, siftah etmeden kepenek kapatan esnafın olmadığı toplumda herkesin oyu eşit etki faktör derecesindedir.
Fakat ekonomik bağımsızlığı olmayan, eğitimsiz, sorgulamayan, karnını doyurma telaşında olan toplumlarda herkesin oyu eşit etki faktör değerde değildir diyebilirsiniz. Kantitatif olarak 1oy=1oydır, fakat sonucu değiştiren “etki faktörü” aynı değerde ve derecede değildir.
Değildir diyorum; çünkü oyunu ekonomik çıkara feda edebilecek düşük ekonomik zafiyet içinde olan bir toplumun sağlıklı oy kullanması beklenmemelidir. Ekonomik ve sorgulama boyutunda mağdur olan vatandaş, kaynağı karanlık meblağlarla ya da metalarla rahatlıkla kandırılabiliyor…
Onun için diyoruz ki bir toplumda kişi başına milli gelir 25bin doların üzerine çıkmadığı müddetçe, herkesin oy verme bilinci eşitlenemez... Herkesin oyunun etki faktör derecesi eşit olamaz...
Karnı tok olan insanlar ancak demokrasi ve cumhuriyet endişesi taşır... Yarı tok ve aç olan insanlar değil…
**
Milletin vekillerinin seçimi...
Her parti kayıtlı üyeleriyle milletvekili seçse neler olur?
Devleti idare etmeye talip siyasi partilerin belli sayıda üyesi vardır. Her kayıtlı üye vekil seçme hakkını kullanırsa nasıl olur, diye bir sorgulama yapalım.
İyi bir şey mi, yanlış bir şey mi olur?
Her şey mümkündür...
Ve onların oyu ile sıralama yapılsa...
Eğer toplum aç ise, herhalde rüşveti veren ilk sıraya çıkar.
Onun için ekonomi ile rey kullanma bilinci arasında doğru orantı vardır.
Rejimin sağlıklı işlemesi de sağlıklı seçim tercihiyle mümkündür.
Bir ülkede rejim giderse en az 3 nesil gerekir ki geri gelebilsin; tabii ki o da gelebilirse...
Bu, her zaman mümkün de olmayabilir.
Rejimin sağlam yürümesi ve gerektiğinde geri gelebilmesi için ordu ile yargının mutlaka sağlam olması ve dik durması gerekiyor...
Şu anda ülkede bu iki kuruma çok cepheden saldırı var...
Adeta suratına yediği darbelerle ayakta sallanıyor bu iki kurum...
**
Egemenlik kimin?
Egemenlik milletindir tabii ki...
Milletin doğru kararı, İstiklal Savaşında verdiği karardır.
Topyekûn varlığıyla düşmana karşı birlik olmasıdır.
Maddi varlığının %40nı Orduya vererek savaşı kazandı.
Bu, milli şuurun ifadesidir.
Tabii ki egemenlik ulusundur; gökten indirilmedi ki sonradan göklere çıkarılsın... Milletin egemenliğine dayanan bir rejim olan cumhuriyet onun için tercih edildi. Cumhuriyet rejimi, ondan daha iyi bir rejim oluşuncaya kadar mutlaka yaşatılmalıdır, zaafa uğratılmamalıdır. Cumhuriyet yeni nesille yaşar; bunu da milli eğitimle sağlarsınız ancak, Mustafa Kemal ilk milli eğitim şurasını bunun için topladı.
Cumhuriyetle demokrasi iç içe gelişti; tıpkı cumhuriyetle kalkınmanın iç içe oluştuğu-geliştiği gibi; Mustafa Kemal hem cumhuriyeti kurdu hem de yurttaşlarına kalkınmayı, modernleşmeyi, sanayileşmeyi, sermaye kazanmayı, demokrasi için ne yapması gerektiğini öğretti... Milli şuur şahlandı, milletin değerleri, kültürü, gelenekleri ortaya çıktı. Gelenekler, milli değerler kaybolmasın diye ulusal bilinç yeniden güç kazandı. Bunun en iyi örnekleri eğitim alanlarında verildi...
**
Batının değerleri...
Cumhuriyetimizde Batıya ait olan kavramlar var; örneğin devlet şekilleri...
Genel hatlarıyla 3 devlet modeli var Batıda, bunlar;
1-Fransız devlet modeli: ihtilallardan sonra burjuvazi var ve ardından laisizmi getiren model.
2-Anglosakson devlet modeli,
3-ABD devlet modeli olmak üzere...
Bir modeli benimsetmek için çeşitli yöntemler kullanılmıştır. Fransız devlet modeli hariç diğerleri it-hardal hikâyesine benzetilir. Meşhur benzetmedir, özetleyelim; ite hardalı normalde yedirmek mümkün olmaz, fakat itin “kıçına” hardalı sürerseniz, it onu yalayarak yer... Böylece hardalı ite zorlamadan yedirmiş olursunuz...
İşte ABD ve Anglosakson devlet modeli buna benzer… Varın gerisini siz yorumlayın...
Atatürk ve arkadaşları Türk milleti için Fransız devlet modelini seçmiş; hardalla uğraşmamış, aklını kullanmış ve bilinçli bir modeli, laik bir modeli seçmiştir... Çünkü akıl ve mantığın egemenliğine öncelik veren bir sistemin bir an önce halkına sunulması ve anlatılması gerekiyordu. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin buna ihtiyacı vardı. O da bunu çok başarılı şekilde yaptı da ve uyguladı...
Onun ilkelerini benimsemeyen, ona düşman kesilenler çeşitli bahanelerle cumhuriyete saldırmaktalar. Onun temel kazanımlarında kaleler fethetmekteler. Bu saldırılar en başta “numaralı cumhuriyetçiler” tarafından yapılmaktadır...
Yeni numaracılar da çıkmaya başladı... Bunlar bildik numaracılardan değiller; tam anlamıyla “aldatıcı” damgasına layık takiyecilerdir... Yeni numaralar, cambazlıklar yaparak halkı kandırmaya devam etmekteler. Eğer bu halk, bu cumhur, kendi adını taşıyan rejime sahip çıkmayacaksa denecek fazla bir şey de yok demektir! Kendi düşen ağlamaz!?
05.05.2010