TÜM VATANSEVERLERE VE BEN MÜSLÜMANIM DİYEN HERKESE AÇIK ÇAĞRI.
Hikmet YAVAŞ (İZMİR)
Yeni Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, 10 Ekim 2012 günü, “Teşekkürler Arkadaşlar” başlığı altında yayımladığı köşe yazısında:
a. Herkesi; 28 Şubat ve daha önceki darbe girişimleri ve haksızlıklar karşısında, başlarından geçeni ve yaşadıklarını, sivil toplum kuruluşları ve medya ile paylaşmaya çağırıyor.
b. Cami derneklerini, Kur’an kurslarını, İmam Hatip derneklerini, Meslek odalarını, Vakıfları, Sendikaları, Cami cemaatlerini ve özellikle askerde, emniyette, istihbaratta, özel ve stratejik kurumlarda görev yapan İNANMIŞ İNSANLARI bu konuda bir şeyler yapmaya davet ediyor.
c. O dönemde HALKA ve HAKKA ihanet eden; memurları, sivilleri ve muvazzafları şikâyet etmeye çağırıyor.
d. Şikâyetlerinizi; “Gazetelere, yazarlara, medyaya, internet medyasına, Emniyet Müdürlüğüne, Türkiye Büyük Millet Meclisine, savcılıklara, Yargıtay Başkanlığına, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna, Cumhurbaşkanlığına ve Başbakanlığa bildirin” suç duyurularında bulunun diyor.
e. Ayrıca; “Eğer kendi kimliğinizi gizlemek istiyorsanız, internet üzerinden şikâyetinizi belli adreslere gönderebilirsiniz. Bu işin 40 tane yolu var. İmzasız bir bilgisayar çıktısı ile bazı olaylarla ilgili bildiklerinizi ilgilisine iletebilirsiniz” şeklinde akıl da veriyor. Yani, isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarıyla her türlü yalan, dolan ve iftiraya kapı açıyor ve bunu mubah görüyor.
f. Bu arada, sürekli Müslüman kardeşlerimizin dini hassasiyetlerine hitap ediyor ve “Bilginiz cesedinizle birlikte mezara gitmesin. Sonra o bilgi mezarda bedeninizi saran ve beyninizi kemiren bir yılan gibi ruhunuzu muazzep eder” diyor. Yani, o kadar mübarek bir adam ki, ahrette de ne olacağını biliyor.
g. Bu çağrıdan önce yazdığı bazı yazılarında da; “Herkes ayağını denk atsın… Daha tutuklanacak yüzlerce değil binlerce insan var” diyerek, adeta ülke çapında linç kampanyası başlatıyor.
Bütün haksızlıkları ve hukuksuzlukları ortaya çıkarmak iyi, güzel de; Abdurrahman Dilipak, her nedense:
a. Bu halkı “Allah adıyla aldatarak” soyup soğana çevirenlerin,
b. Tüyü bitmedik yetimlerin hakkının bulunduğu devlet malını eşe dosta peşkeş çekenlerin,
c. Belki imam nikâhı kıymıştır diyerek torunu yaşındaki kız çocuklarının ırzına ve namusuna tasallut edenlerin,
d. Camilerde topladıkları yardım ve zekât paralarını cebe atan “Müslüman maskesi takmış din tüccarlarının”
e. Siyasal çıkarları için “Ağızlarını Allah adıyla eğip bükenlerin”,
f. Kendilerini Allah’ın ortağı yerine koyarak, bu halkı; “İnananlar-İnanmayanlar, Dindar-Din karşıtı” şeklinde bölüp parçalayanların yedikleri nanelere hiç değinmiyor. Bunların ortaya çıkarılıp, sorumlularından hesap sorulması yönünde de çağrıda bulunmak hiç aklına gelmiyor.
Gelin, Abdurrahman Dilipak’ın noksan bıraktığı çağrıyı; O’nun kullandığı şablonu ve cümlelerin benzerini kullanarak tamamlayalım.
Öncelikle, dünyevi olayları değerlendirirken, Yüce Rabbimizin Kur’an da koyduğu ölçüleri, mütedeyyin Müslüman kardeşlerimize hatırlatmak istiyorum. Daha sonra maddeler halinde sıralayacağım konularda halkımıza çağrıda bulunacağım:
1. Yüce Rabbimiz, ENFÂL suresi 22nci ayette : “… Yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır dilsizlerdir” diyor. Ayrıca; MÜMİNÛN suresi 80nci ayette, EN’AM suresi 32nci ayette ve YÛNUS suresi 100ncü ayette de “Aklımızı kullanmamızı” emrediyor.
2. FÂTİHA suresi 5nci ayet; “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” sözleriyle, sadece Yüce Allaha ibadet edilmesi ve sadece Rabbimizden yardım dilenmesi gerektiğini vurguluyor. NİSA suresi 48nci ayette de : “Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, onun dışında kalanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiştir” deniyor. ZÜMER suresi 65nci ayet ise: “…Eğer şirke saparsan amelin kesinlikle boşa çıkar ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun” buyuruyor. Görüldüğü gibi; Allah-u Teâlâ’ya gizli veya açıktan şirk koşulması asla affedilmeyecek en büyük günahlardan birisidir.
3. RÛM suresi 32nci, ŞÛRA suresi 13ncü ve EN’AM suresi 159ncu ayetler; “…dini yalnız Allaha özgüleyerek dosdoğru tutmayı ve onda bölünüp fırkalara ayrılmamayı…” emrediyor. Ayrıca, KEHF suresi 102nci, MÜMİN suresi 14ncü, ZÜMER suresi 3ncü, 11nci ve 66ncı ayetler ile SEBE suresi 40ncı ve FÂTİHA suresi 5nci ayetler ise; “ İnsanlardan veli edinmemelerini, yalnız Allaha ibadet ve kulluk etmelerini ve yalnız Allahtan yardım dilemelerini” emrediyor.
4. EN’AM SURESİ 117nci ayet : “ Kendi yolundan kimin saptığını en iyi senin Rabbin bilir. Hidayete ermiş olanları en iyi bilen de o’dur” diyor. MÂİDE suresi 99ncu, RA’D suresi 40ncı, ANKEBÛT suresi 18nci, NAHL suresi 35nci, ŞÛRA suresi 48nci, EN’AN suresi 107nci, YÛNUS suresi 49ncu, A’RAF suresi 6ncı ve SÂD suresi 86ncı ayetlere göre;
“…Resule düşen, açık bir tebliğden başka bir şey değildir.” ve Yüce Allah Peygamberimize “…o halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer” buyuruyor. Ayrıca, KEHF suresi 26ncı ayet de: “…O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.” Demek suretiyle; Yüce Rabbimiz “kullarının imanını yargılama hakkını sevgili peygamberine bile vermemiştir.” Bu nedenle insanları; dindar veya din düşmanı veya dini duyguları zayıf gibi kategorilere ayırarak damgalamak açıkta şirktir.
5. Yüce rabbimiz, LUKMAN suresi 33ncü ayette : “…dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın” buyuruyor.
Ayrıca; HADİD suresi 14ncü ayette, ÂLİ İMRAN suresi 78nci ayette, FUSSILET suresi 40ıncı ayette ve FÂTIR suresi 5nci ayette de “Bizleri, Allah adını kullanarak aldatmaya çalışanlara karşı dikkatli olmamızı” emrediyor.
6. Yüce Rabbimiz, SÂD suresi 86ncı ayette Aziz Peygamberimize hitaben; “ Tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum…” demesini buyuruyor. ŞUARA suresi 109ncu ayette de Allah-u Teâlâ, Peygamber olarak gönderildikleri topluluklara; “Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbi’ne aittir” demelerini emrediyor. Görüldüğü gibi, Yüce Allah’ımız; “Din üzerinden maddi kazanç sağlamayı, sevgili Peygamberimize bile yasaklamıştır.” Ayrıca; ÂLİ İMRAN suresi 187nci ayette, BAKARA suresi 174ncü ayette, NAHL suresi 95nci ayette ve BAKARA suresi 79ncu ayette de “ İslam dinini istismar ederek basit bir ücret karşılığında satanları” lanetlemiştir. Görüldüğü gibi Yüce Allah; Dini istismar ederek maddi, siyasi ve her türlü çıkar sağlamayı kesinlikle yasaklamıştır. Yani, İslam’da “Din tüccarlığı yapan sahtekârlara asla yer yoktur.”
7. Yüce Rabbimiz ÂLİ İMRAN suresi 161nci ayette; “Her kim hıyanet eder, kamu malından bir şey aşırırsa, aşırdığını kıyamet günü yüklenip getirir” diyor. Açıkça anlaşıldığı gibi; siyasi nüfuzunu ve makamın verdiği yetkiyi kullanarak kedisine, çocuklarına ve akrabalarına çıkar sağlamak ve tüyü bitmedik yetimlerin hakkı olan devlet malını zimmete geçirmek veya ona buna peşkeş çekmek, Yüce Rabbimiz nezdinde en büyük günahtır.
8. NİSA suresi 112nci ayette Allah-u Teâlâ; “Kim bir hata yahut günah işler de, sonra onunla bir suçsuzu itham ederse hiç kuşkusuz, büyük bir iftira ve açık bir günah yüklenmiş olur” diyor. ENBİYA suresi 70nci ayette de; “Ona tuzak kurmak istediler de biz onları hüsranın en beterine uğrayanlar yaptık” deniyor. Ayrıca, Kuran’ı Kerim’in pek çok yerinde de “ İftira atanlar ve Tuzak kuranlar” lanetleniyor.
Şimdi, Abdurrahman Dilipak’ın yaptığı çağrıda noksan bıraktığı veya görmezden geldiği hususları tamamlamadan önce, Yüce Rabbimizin biz kullarına verdiği emirleri ve olayları değerlendirirken uymamız gereken ölçüleri, özetle tekrar hatırlayalım:
1. Aklımızı kullanacağız.
2. Allaha şirk (ortaklık) koşmayacağız.
3. Yalnız Allaha kulluk edeceğiz. İnsanlardan veli edinmeyeceğiz ve dinde bölünüp fırkalara ayrılmayacağız.
4. Rabbimizin kullarının imanını yargılamaya kalkmayacağız.
5. Allah adını kullanarak kimseyi aldatmayacağız.
6. Dini kullanarak maddi ve siyasi çıkar sağlamayacağız.
7. Kamu (devlet) malını çalmayacağız. Ona buna peşkeş çekmeyeceğiz.
8. İftira atmayacağız ve tuzak kurmayacağız.
Şimdi, Abdurrahman Dilipak’ın yaptığı çağrıdaki aynı cümleleri kullanarak; Cami derneklerine, Kur’an kurslarına, İmam Hatip derneklerine, Meslek odalarına, Vakıflara, Sendikalara, Cami cemaatlerine ve özellikle emniyette, istihbaratta, özel ve stratejik kurumlarda görev yapan VATANSEVERLERE VE İNANMIŞ İNSANLARA çağrıda bulunuyorum.
Aşağıda maddeler halinde örneklerini vererek sıralayacağım konularda bilgisi ve belgesi olanların; “Ankara ve İstanbul Barolarına, Gazetelere, yazarlara, medyaya, internet medyasına, Emniyet Müdürlüğüne, Türkiye Büyük Millet Meclisine, savcılıklara, Yargıtay Başkanlığına, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna, Cumhurbaşkanlığına ve Başbakanlığa bildirmelerini” diliyorum:
1. Ortalıkta, ne idiğü belirsiz fakat ettiğinden belli olan; ahlaksız, namussuz, şerefsiz, hak, hukuk ve adalet tanımayan, Allahtan korkmayan, kuldan utanmayan ve vicdanı olmayan bir suç şebekesi var. Bu şebeke:
a. İnsanların özel konuşmalarını yasa dışı olarak dinliyor ve kaydediyor.
b. Vatandaşın yatak odalarına varıncaya kadar gizli kamera yerleştirip görüntülerini çekiyor.
c. Kaydettikleri konuşma ve görüntüleri kesiyor, biçiyor ve yeniden monte edip, sahte suç kasetleri yaratıyor.
d. Bu kasetleri internete ve belirli medyaya sızdırıp, kamuoyuna yansıtıyor.
e. Sahte belgeler üretiyor ve sahte ihbar mektupları düzüyor.
f. Gerektiğinde, itibarsızlaştırmak istedikleri kişi ve kurumlar hakkında, bir anda milyonlarca iftira mesajlarını halkımızın cep telefonlarına gönderebiliyor.
g. Her ne hikmetse, polis tutanaklarını ve savcılar tarafından alınan gizli ifadeleri hep bu şebeke ele geçirip, daima ayni medya kuruluşlarına sızdırıyor.
h. Malum şebeke tarafından yazılı ve görsel medyaya servis edilen iftira haberlerini, o medyanın köşe yazarları ve TV yorumcuları, sanki doğruymuş gibi alıyor, yorumluyor ve yıpratmak istedikleri kişi ve kurumlara hayâsızca saldırılıyorlar.
i. Bu konuda bilgisi veya belgesi olan inanmış vatanseverlerin, Yüce Rabbimizin belirttiği “günahlara, atılan iftiralara ve kurulan tuzaklara” ortak olmamalarını veya göz yummamalarını diliyorum.
2. Bugüne kadar Allahtan korkmayan, kuldan utanmayan ve ar damarı çatlamış bazı insanların; ağızlarını din, iman, peygamber ve Allah adıyla eğip bükmelerine kanan mütedeyyin Müslüman kardeşlerimiz soyulup soğana çevrildi. Örneğin:
a. Almanya’daki Frankfurt Mahkemesi; Deniz Feneri (av) Derneğinin, fakir fukaraya yardın edeceğiz vaadiyle, camilere gidip, ağızlarını Allah adıyla eğip bükerek 45 milyon Euro topladığını tespit etti. Bu paraların, bavullarla Türkiye’ye taşındığını ve zimmete geçirildiğini belgeledi:
1) Almanya’da mahkeme; önüne çıkarılan zanlıların “maşa” olduklarını saptayıp ona göre cezalar verdi. Ama “asıl suçluların Türkiye’de” olduğunu Ankara’ya bildirdi.
2) Türkiye’deki savcılar, iddiaları ciddiyetle inceledi. Bazı tutuklamalar yaptı. Konunun, iktidardaki bazı siyasilere de uzanacağı şüphesi doğunca, söz konusu savcılar alelacele görevden alındı ve haklarında soruşturma açıldı.
3) Yerlerine atanan yeni savcılar, tutuklu sanıkları derhal tahliye etti. Ayrıca, isnat edilen suçun niteliği değiştirilerek çok daha hafif bir şekle çevrildi.
4) Böylece “Asrımızın en büyük zekât soygunu” yapanların yanına kâr kalabilecek bir sürece girildi.
b. İhlâs, Kombassan, Yimpaş ve Jetpa gibi İslami holdingler; Faizsiz yüksek kâr payı vereceğiz vaadiyle, camilerde dualar eşliğinde, gurbetçi 200 Bin kardeşimizden milyonlarca Euro topladılar. Bu paralar, tarikat şeyhleri ve bazı cemaatler ile halkımızı Allah adıyla aldatanların kasalarına aktarılarak buharlaştırıldı. Böylece, siyasilerin de yardımıyla, bu pisliklerin üstü örtüldü. Sadece, faizsiz yüksek kâr payı bekleyen mütedeyyin Müslümanların “ahı” ortada kaldı.
c. Bosna’da savaşan din kardeşlerimize yardım yapacağız vaadiyle, camileri dolaşarak, Avrupa’daki gurbetçilerden yardım toplandı. Toplanan bu paralar Erbakan Hocanın muteber kabul ettiği Süleyman Mercümek’e ve bazı kişilere elden verildi. Daha sonra, Bosna’ya yardım yapılmadığı gibi, toplanan paraların da buharlaştığı ortaya çıktı.
d. Necmettin Erbakan’ın vefatından sonra; kızı Zeynep Erbakan, kardeşlerinin mirastan mal kaçırdığı iddiasıyla Cumhuriyet Savcılığına şikâyette bulundu. Bunun üzerine, partinin 2 numaralı adamı olan Oğuzhan Asiltürk, 11 Eylül tarihinde Bursa İl Örgütünün düzenlediği toplantıda; “Erbakan Bey zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti” dedi. Daha sonra bir katılımcının “Hoca cihat paralarını zimmetine mi geçirdi” sorusu üzerine “Hoca değil çocukları zimmetine geçirdi” cevabını verdi. Böylece, mütedeyyin Müslümanlardan toplanan cihat paralarının da; ağızlarını din, iman, Allah, Peygamber adıyla eğip bükenlerin ceplerine gittiği anlaşıldı.
e. Üzülerek belirteyim ki, bu gibi dini duygu sömürülerine, bu siyasi iktidar da, 2004 yılında çıkardığı kanunlarla “ Gıda Bankacılığı” adı altında katkıda bulunmaktadır. Örneğin:
1) 3065 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 40 ve 89uncu ve Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 17nci maddelerine göre; gıda, temizlik, giyecek ve yakacak yardımı yapan derneklere yapılan bağışlar, Gelir Vergisi Kanunu’nun 40ncı maddesi gereğince gider kaydediliyor. Yani, bağışta bulunan şirketin devlete ödemesi gereken vergiden düşülüyor.
2) Hangi dernek ve vakıflara “Gıda Bankacılığı” yetkisinin verileceğini Bakanlar Kurulu belirliyor.
3) Ayrıca “Bu lâik devlete vergi öderseniz günaha girersiniz, bunun yerine gıda bankacılığı yapan bizim dernek ve vakıflarımıza yardım yaparsanız hem vergi vermezsiniz ve hem de sevaba girersiniz” şeklinde el altından telkinde bulunuluyor.
4) Eğer, bir işadamı; Kızılay’a, Çocuk Esirgeme Kurumuna ve Mehmetçik Vakfına bağışta bulunursa, yaptığı bağışın ancak %5ini vergiden düşebiliyor. Ama söz konusu derneklere bağış yaparsa, tamamını vergiden düşebiliyor.
5) Böylece, kaçırılan vergilerin ne kadarının fakir fukaraya ve ne kadarının ise, bazı tarikat ve cemaatler ile yandaşların ceplerine aktarıldığı bilinmiyor.
6) Bu suretle; Allah adıyla aldatan Müslüman maskesi takmış din tüccarlarına açık kapı bırakılıyor.
3. Bu siyasi iktidar döneminde; Dini kullanarak maddi ve siyasi çıkar sağlandığı ve kamu mallarının ona buna peşkeş çekildiği iddiaları ayyuka çıkmıştır. Her fırsatta din, iman, Allah ve Peygamber adlarını dillerinden düşürmeyenlerin yaptıkları yolsuzluklara ilişkin iddiaları sağır sultan bile duymuştur. Örneğin:
a. Daha önce çalıştığı özel kurumda naylon fatura düzenlemekten yargılanan o zamanki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı kurtarmak için; naylon fatura düzenleyenlere getirilen af kanunu Meclisten geçti. Böylece, devlet kasasına girmesi gereken vergi paraları, sahte fatura düzenleyerek vergi kaçıranların cebine girdi.
b. 17 Nisan 2003 tarihinde, mısır ithalatından alınan gümrük vergisi %20’ye düşürüldü. Ağustos 2003 tarihinde, Kemal Unakıtan’ın oğlu 4 bin ton mısır ithal etti. İthalat işlemleri tamamlanır tamamlanmaz, mısır ithalatından alınan gümrük vergisi %45’e çıkarıldı. Böylece, devlet kasasına girmesi gereken vergi, Bakan çocuğunun cebine aktarıldı.
c. Rahmetli Necmettin Erbakan; siyasi partilere devlet kasasından yapılan yardım paralarını yok ettiği iddiasıyla yargılandığı trilyon davasında mahkûm oldu. Bunun üzerine; siyasi iktidar, Erbakan’ın cezasını deniz kenarındaki villasında geçirmesi için bir kanun çıkardı. Bunun hemen arkasından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, Erbakan’ın cezasını tamamen affetti.
d. Kuyumcu Remzi Gür tarafından sağlanan bursla okuyan Başbakanın oğlu Burak Erdoğan; Bir arkadaşıyla ortak olarak “Bumerz Denizcilik” şirketini kurdu. Sonra, 2008 yılının Nisan ayında 2milyon 350 bin Dolara bir gemi satın aldı. 25 Ağustos 2006 tarihinde de, tapu değeri 1 milyon YTL gözüken bir villa almıştı. Eski kanuna göre, Başbakan’ın oğluna; “Sen bursla okuyabilen 28 yaşında genç bir delikanlısın. Bu gemiyi ve villayı nasıl satın aldın. Parayı nereden buldun. Şimdiye kadar kaç lira gelir vergisi ödedin?” diye sormak mümkündü. Ancak, AKP iktidarı döneminde kabul edilen 4783 sayılı Kanunun 7nci ve 9ncu maddelerine göre, Başbakan’ın oğluna bu soruları sormanın önü hukuken kapatıldı.
e. Aynı şekilde, babaları iktidara geldikten sonra; birdenbire zenginleşerek 30 milyon Euro değerinde fabrikalar kuran, gayrimenkuller alan, şirketlerin sahipleri olan Bakan çocuklarına da “ Son 4-5 yılda kaç lira kazandın, ne kadar vergi ödedin, 50-100 milyon Dolarlık serveti nasıl yaptın?” diye sormak mümkün değil.
f. Rakiplerini yıpratmak için Meclis kürsüsünden “Allah kelamı olan KÂFİRÛN suresini” okuyan siyasal iktidar mensupları, bu soruların sorulmasından neden korkar? Neden hukuken kapıları kapar?
g. Sümerbank’ın 50 yıl önce kurduğu “Pamuklu Mensucat Anonim Şirketi” 13 Temmuz 2005 tarihinde, Özelleştirme İdaresi tarafından, 3 milyon 751 bin Dolara, bir gruba satıldı. Şirketi alan bu grup; Sümerbank’ın 90 dönümlük arazisinin sadece 55 dönümlük bölümünü KİPATESKO şirketine 13 milyon 750 bin Dolara sattı. Böylece şirket, arsanın bir bölümünü satarak 4 ay içinde yatırdığı paranın 4 katını kazandı.
h. Tüpraş’ın %14,76’lık hissesi, kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklarla, yasadışı olarak İsrailli işadamı OFER’e ihalesiz olarak 446 milyon Dolara satıldı. 6 ay sonra, Tüpraş’ın %51’lik hissesi ihale yapılarak satıldığında, gerçek fiyatın bunun çok üzerinde olduğu ortaya çıktı. Böylece Hükümetin, İsrailli işadamına 755 milyon dolar kazandırdığı anlaşıldı. Danıştay, OFER’e yapılan ihalesiz satışın kanunlara aykırı olduğuna karar verdi. Ama iş işten geçmişti.
i. Özelleştirme ve yabancılara satışlar konusunda yapılan usulsüzlüklere pek çok örnekler verilebilir. Eğer internete girip kısa bir araştırma yaparsanız, bunların tümünü görebilirsiniz. Cumhuriyetin 90 yıllık birikimlerinin çoğu, Kemal Unakıtan’ın deyimiyle “Babalar gibi yabancılara satıldı”
4. Medyada, Allah’tan korkmaz ve kuldan utanmaz bir grup insan; siyasi ideolojilerine ve maddi çıkarlarına İslam Dinini alet ederek, işine gelmeyenleri “din düşmanı” olarak karalamayı adet haline getirdi. Örneğin:
a. Lâikliği benimseyenlerin karşısına; “Gördünüz mü, lâiklik dinsizlik demektir. Lâik olan Müslüman olamaz” diyerek, hemen Lâikliğin karşısına dini koyup, insanları dinsiz olmakla itham ediyorlar. Oysaki laiklik din ve vicdan özgürlüğünün garantisidir. Din başka şeydir, lâiklik ise başka şeydir. Mesela ben, hem Lâiklik taraftarıyım ve hem de elhamdülillah Müslüman’ım.
b. Askerlik bir yaşam tarzıdır diyorsunuz. Karşınıza; “Askerlik yaşam tarzı olarak görülüyormuş. Bu bir bakıma askerliğin din olarak görüldüğü algısını oluşturuyor” diyerek, hemen bunu söyleyenleri, din karşıtı olmakla karalıyorlar. Bu gibi; dinden, imandan, akıldan, mantıktan, izandan ve ahlaktan yoksun bir yakıştırmayı yapmaktan utanmıyorlar. Evet, askerlik bir yaşam tarzıdır. Çünkü fedakârlık ister. Asker eşi ve çocuklarının bu fedakârlığa ortak olmalarını ister. Gerektiğinde ülken ve milletin için canını vermeye hazır olmanı ister. Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum inancına iman etmenizi ister. İşte bu nedenle “ askerlik bir yaşam tarzıdır” demek, İslam’a yaklaşmak demektir.
c. “Subay ailelerinde; ağırlıklı olarak ilköğretim ve lisede zorunlu olarak okutulan ve haftada bir iki saatten ibaret olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile yetinildiği görülüyor” diyerek, sanki Allah ile ortakmış gibi, yüce rabbimizin kullarının imanını yargılamaya cüret ediyorlar.
Böylece; şirke giriyorlar, dinimizi fırkalara bölüyorlar, iftira atıyorlar ve tuzaklar kuruyorlar.
d. Allah’tan korkmayan ve kuldan utanmayan, din maskesi takmış bu sahtekârlar yalan ve iftirada da hiç ölçü tanımıyorlar. Örneğin; “Akçakale'ye düşen Balyoz mermisi… Pervasızca Balyoz planının icraya geçirildiğini ispatlıyordu… O bomba mermisi, Suri-ye'den mi atılmıştır? … Yoksa derindekiler mi, müsait bir yerden fır-latmışlardır?” diyerek akılarınca, Suriye’den atılan top mermisini, Balyoz davası tutuklularının üzerine sıvamaya çalışıyorlar.
e. Bununla da yetinmiyorlar; “hükümeti zora sokmak için vesayetin elinde sadece PKK terörü kaldı… Silahlı kuvvetler içindeki cunta, Fırat'ın doğusunda hâlâ varlığını devam ettiriyor… Vesayet sıkıştıkça PKK terörü ona hayat öpücüğü veriyor, PKK sıkıştıkça cuntacılar onun imdadına yetişiyor… Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, bakanlar, kuvvet komutanları Ankara'da Kocatepe Camii'nde aynı safta bir bayram namazı kılsalar. Ne olur? "diyerek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hem PKK ile işbirliği yaptığını ve hem de Türk Ordusu Komutanlarının dinden uzak olduğunu ima edebilecek kadar hayâsızlaşıyorlar.
Ama kendileri, İmralı’daki terörist başı ile görüşmek için aracılar koyuyorlar. İstedikleri kişilerin Bakan yapılması ve Türk Ordusundan istemedikleri kişilerin emekli edilmesi yönünde siyasal iktidara baskı yapıyorlar. Yeri zamanı gelince hükümeti tehdit ediyorlar. Adeta, devlet içinde devlet gibi davranıyorlar. Din maskesi arkasında; Harun gibi ortaya çıktılar, Karun gibi kayıtsız kuyutsuz milyar Dolarlara hükmeder hale geldiler. Kendi kafalarına göre “Ilımlı İslam” adı altında “Hıristiyanlık ve Musevilikle uyumlu” bir din yaratmaya çalışıyorlar.
f. Din maskesi arkasında; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temellerine saldırıyorlar. Milli Mücadele kahramanlarına saldırıyorlar. Türk Ordusuna saldırıyorlar, Yandaş olmayan yargıç ve savcılara saldırıyorlar. Tarafsız devlet memurlarına saldırıyorlar ve işlerine gelmeyen aydınlara saldırıyorlar. On parmaklarında on kara, önüne gelen herkese kara çalıyorlar. İftira atıyorlar ve tuzaklar kuruyorlar.
5. Yüce Rabbimizin, ZÜMER suresi 3ncü ayette : “ Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır. O’ndan başkalarını veliler edinerek, biz onlara yalnız bizi Allaha yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz” demesine rağmen, maalesef saf ve temiz birçok din kardeşimizin; tarikat şeyhlerini, cemaat hoca efendilerini, hacı ve hocaları veli edindikleri görülmektedir. Şeyhine, şıhına, hoca efendisine, hacısına ve hocasına biat etmiş müritler; kendilerince din büyüğü olarak kabul ettikleri bu kişilerin isteklerini, dinimizin emri gibi kabul ediyor ve uyguluyorlar.
ÂLİ İMRAN suresi 78nci ayet : “ Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap’tan olmayan bir şeyi siz Kitap’tan sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde, bu Allah katındandır, derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler” diyerek, bunları yapanları lanetlemesine rağmen, bunları yapanlar hem kendilerini ve hem de onları veli edinen müritlerini şirke sokmaktan korkmuyorlar. Örneğin:
a. Yakın bir dostum “Camideki hoca, filan partiye oy verin diye cemaate yemin ettirdi. Bu nedenle, mecburen o partiye oy verdim” dedi. Bir cami hocası; siyasetin yolsuzluklarına, yalan ve dolanına İslam dinini alet etmekten utanmıyor. Halbuki:
ENFÂL suresi 22nci ayet : “…yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır dilsizlerdir” diyor.
YÛNUS suresi 100ncü ayet : “ …Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır” diyor.
EN’AM suresi 32nci ayet ve MÜMİNÛN suresi 80nci ayet; “…Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?” diyor.
Yüce Rabbimiz, bunun gibi Kuran’ın pek çok yerinde “kendi aklımızı kullanmamızı emrediyor.” Dikkat edin, başkasının aklını kullanın demiyor. Bu yeminleri ettiren cami hocaları bütün bunları bilmez olurlar mı? Nasıl olur da “ Yüce Rabbimizin kullarının, kendi akıllarını işletmesinin önüne” yemin ettirerek ipotek koyarlar?
b. Referandumdan birkaç gün önce pek çok vatandaş umreden döndü. Vatandaşların çoğu, mikrofon uzatan TV muhabirine; “ Başbakanımız oy kullanmamızı istedi biz de umreyi yarıda kestik veya hocamız referandumda oy kullanmak umreden daha sevaptır ve vaciptir dedi erken döndük” dediler.
Bunu söyleyen hoca; referandumda oy kullanmanın, Umreden daha sevap olduğunu nereden çıkarıyor? ÂLİ İMRAN suresi 78nci ayeti tekrar hatırlayalım: “ Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap’tan olmayan bir şeyi siz Kitap’tan sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip bükerler” diyordu. Bunu yapan hoca, bunları bilmiyor mu? Bal gibi biliyordur. Ama gırtlağına kadar pisliğe batmıştır.
c. Ev temizliğine gelen yardımcı hanım; “ Cuma günleri, dini ev sohbetleri düzenleyen molla abla, laiklerin İslam düşmanı olduğunu söyledi, biz de oyumuzu ona göre kullandık” dedi.
Bunu söyleyen molla abla, Yüce Rabbimizin; MÂİDE suresi 99ncu, RA’D suresi 40ncı, ANKEBÛT suresi 18nci, NAHL suresi 35nci, ŞÛRA suresi 48nci, EN’AN suresi 107nci, YÛNUS suresi 49ncu, A’RAF suresi 6ncı ve SÂD suresi 86ncı ayetlere de;
“…Resule düşen, açık bir tebliğden başka bir şey değildir.” ve Yüce Allah Peygamberimize hitaben“…o halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer” KEHF suresi 26ncı ayet de: “…O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez” dediğini bilmiyor mu? O halde, Yüce Rabbimiz “kullarının imanını yargılama hakkını sevgili peygamberine bile vermemişken” bu hanım “laiklerin İslam düşmanı olduğunu” söylemeye nasıl cüret ediyor?
d. Hatırlayalım, Fetullah Gülen, referandum öncesinde; “Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın” diyerek, müritlerine çağrıda bulundu.
Allah aşkına, bu ne demek? Milyarlarca dolarlık sermayeyi yönlendiren cemaatinde, gerekirse ölülere bile sahte oy kullandırın algısı oluşturmuyor mu? Nitekim referandumdan sonra, mezarlıktaki ölülerin bile seçmen kütüklerine kaydettirildiklerini televizyonlardan, belgeleriyle birlikte seyretmedik mi?
Din adamı geçinen birisi, her yöne çekilebilecek böyle bir çağrıyı nasıl yapar ve “ Yüce Rabbimizin kullarının, kendi akıllarını işletmesinin önüne” ipotek koyar?
e. Müslüman maskesi takmış sahtekârlar, din tüccarları ve zekât hırsızları, halkımızın ırzına ve namusuna da sarkıntılık etmekten çekinmiyorlar. Örneğin:
1) Hatırlayalım; Televizyon ekranlarını dolap beygiri gibi dolaşarak, onu bunu dinsizlikle karalayan ve köşe yazılarında din, iman, Allah ve Peygamber adını dilinden düşürmeyen 77 yaşındaki meşhur bir yazarın; Bursa’da, 2008 yılının Nisan ayında 14 yaşındaki B.Ç. adlı kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıktı ve tutuklandı.
Bunun üzerine; Müslümanlığı hiç kimseye bırakmayan sahtekâr takımından hiç kimse bu rezilliği kınamadığı gibi, üstüne üstlük “Belki imam nikâhı kıymıştır” diyerek, utanmadan arlanmadan tecavüze dini kılıf uydurmaya kalktılar.
2) Bursa’da “Kırklar Dergâhı" denilen bir evde 47 yaşındaki bir şeyhin, müritleriyle cinsel ilişkiye girdiği ortaya çıktı ve tutuklanarak cezaevine kondu.
Söz konusu şeyh mahkemede; "Ben müritlerimle ilişkiye girmem, müritlerim zikir sırasında cezbelendiğinden dolayı benimle cinsel ilişkiye girerler. Benim pir olarak cezbelenen müridim ile istediği zamanda cinsel ilişkiye girmek istemiyorum deme gibi bir durumum yoktur. Ben bu müridim ile ilişkiye girmezsem, mürit zikir durumundan dolayı yanmaya başlıyor, iş ve gücünden kesiliyor ve deli durumuna geliyor" dedi.
3) Önceki hayatında Veysel Karani olduğunu söyleyen bir şeyhe inanan ve bu şeyhin sürekli Allah'tan bahsetmesinden ve kedileri dua ederek masadan uzaklaştırmasından etkilenen bir kadın hâkim, bu şeyhe 1 milyon TL parasını kaptırdı.
4) Kütahya'da ortaya çıkan "sahte peygamber" Hatice Benlioğlu'nun erkek müritlerine “Gökyüzünde nikâhımız kıyıldı” diyerek, erkek müritlerinle cinsel ilişkiye girdiği, onları soyup soğana çevirdiği ve aile sadetlerini bozduğu ortaya çıktı.
5) Eğer, internet yoluyla gazetelerin arşivlerine girerseniz, bunlara benzer yüzlerce örnek bulabilirsiniz.
6. Sonuç olarak, bu yazının başındaki çağrımı tekrarlıyorum:
a. Ey Cami dernekleri, Kur’an kursları, İmam Hatip dernekleri, Meslek odaları, Vakıflar, Sendikalar, Cami cemaatleri ve özellikle emniyette, istihbaratta, özel ve stratejik kurumlarda görev yapan İNANMIŞ İNSANLAR, aydınlar ve vatanseverler; gelin, bu çağrının başından sonuna kadar örneklerini verdiğim konularda İslam dinine musallat olan bu pisliklerin temizlenmesine yardımcı olun.
b. Yukarıda maddeler halinde örneklerini vererek sıraladığım tüm konularda bilgisi ve belgesi olanların; “Ankara ve İstanbul Barolarına, Gazetelere, yazarlara, medyaya, internet medyasına, Emniyet Müdürlüğüne, Türkiye Büyük Millet Meclisine, savcılıklara, Yargıtay Başkanlığına, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna, Cumhurbaşkanlığına ve Başbakanlığa bildirmelerini” diliyorum. Bunları yaparken; sakın ola ki hiç kimseye iftira atmayın, tuzak kurmayın, bazı namussuzların yaptığı gibi sahte bilgi ve belge üretmeyin.
c. Ayrıca:
1) Ey cami hocaları, gezici vaizler ve bütün din görevlileri; İslam dinini; siyasetin yolsuzluklarına, yalan ve dolanına alet etmeyin.
2) Ey cami cemaati; güzelim dinimizi siyasete alet eden ve siyasi propagandalar yapan din görevlilerine tepki gösterin.
3) Camilerde, mescitlerde ve çeşitli toplantılarda; “Ağızlarını Allah adıyla eğip bükerek” kayıtsız kuyutsuz, senetsiz sepetsiz, resmi belgeli olmadan para toplamaya çalışan din tüccarlarına artık kanmayın. Sizleri “Allah adıyla aldatmalarına” izin vermeyin. Yüce rabbimizin; “Din üzerinden siyasi ve maddi çıkar sağlanmasını yasakladığını” unutmayın.
4) Yüce Rabbimizin, ZÜMER suresi 3ncü ayetteki : “ Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır. O’ndan başkalarını veliler edinerek, biz onlara yalnız bizi Allaha yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir” emrini unutmayın. Şeyhi, şıhı, hoca efendiyi, hacıyı ve hocayı veli edinmeyin. Onların taleplerini “Allah kelâmı” olarak kabul
etmeyin. Şirke ortak olmayın. Yüce Rabbimizin dediği gibi “Kendi aklınızı kullanın.”
5) Rabbimizin, kullarının imanını yargılamaya yeltenen, insanları inananlar, inanmayanlar, lâikler ve dindarlar gibi kategorilere ayırarak dini fırkalara bölen ve “Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır” diyen Allah-u Teâlâ’nın dinine “Ilımlı İslam” adı altında Hıristiyanlıkla uyumlu alternatif bir din yaratmaya çalışan din maskesi takmış sahtekârlara tepki gösterin.
6) ARAF SURESİ 179ncu ayet; “And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir” diyor.
İslam Dinine musallat olan bu pislikleri; artık kalplerimizle anlamalı, gözlerimizle görmeli ve kulaklarımızla duymalı ve tepki göstermeliyiz. Lütfen, futbol takımı tutar gibi bir partinin kulu kölesi olmayalım. Siyasi ve ideolojik görüşlerimizi bir kenara bırakalım. Halka ve hakka ihanet eden, İslam dinini siyasi ve maddi çıkarları için kalkan olarak kullanan, Müslüman maskesi takmış sahtekârlara ve din tüccarlarına karşı çıkalım. Onların gizli veya açık şirkine ortak olmayalım. Artık bizleri “Allah adıyla aldatmalarına” dur diyelim.
Eğer bu çağrıya katılıyorsanız; e-posta yoluyla mümkün olduğu kadar çok kişiye yaymanız ve belirli zamanlarda hatırlatarak gündemde tutmanız dileğiyle selam ve saygılar sunarım.