Bir nesli nasıl aldattılar?
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Siyaset ve saltanat dincileri insanımızı yıllardır, Allah ile aldatıyor. Kur’an, ısrarlı bir biçimde “Allah ile aldatılmayın” diye uyarmasına rağmen aldatılıyor. Din adına işletilen en verimli tezgâh işte bu ‘aldatma tezgâhı.’
Asırlardır böyle…
Bu aldatmanın ne anlama geldiğini bu millet artık görmüş olmalıdır. Ne yazık ki görmüyor, görmek istemiyor, görmemesi için her türlü tedbir alınıyor.
Allah ile aldatmanın açtığı boşluk, zarar bakımından ondan asla geri kalmayan bir başka tehdit yaratmıştır:
Sahte dinin açıklarını bahane eden inkârcı aldatma. Bu ikinci aldatmanın açtığı yaralar, birinciden hiç de geri kalmamaktadır.
Bu ülke için en büyük tehlike ve tehdit, andığımız bu iki başlı aldatmanın ortaklaşa yarattığı tahriptir. Bunun çaresini ivedilikle bulmamız gerekir.
Bu tahrip hem ülkeyi felakete götürüyor hem de dinimize, ruhsal hayatımıza kötülük ediyor. Kötülüğün boyutlarını büyüten olgulardan biri de şu:
Bu tehdit içerideki dinci odaklar tarafından değil, Türkiye üzerinde asırlık emelleri olan emperyalist haçlı odaklar tarafından kotarılıyor.
Haçlı odaklar habire sahte İslamlar yaratarak dinden nefreti hızlandırıyor. Bunun sonucu, inkârcılığın tasallutu oluyor. Bu gidişle, tek çare, aynen bir zamanlar Batı’da olduğu gibi, vicdan ve akıl sahibi kitlelerin deizme (Allah’ı kabul edip dini ve din sınıfını reddeden düşünce) sığınmak olacaktır.
İslam'dan nefreti hızlandırmada siyaset dincileriyle Hıristiyan Batı güçleri tipik bir beraberlik sergiliyorlar. İlginç bir ortak kotarım içindedirler.
ABD ve AB’nin içerdeki hizmetçileriyle kurdukları ittifak bu ortak kotarımın ürünüdür.
Dışarıdakiler stratejiyi belirliyor, içeridekiler uyguluyor.
İMAM-HATİP OKULLARINA OYNANAN OYUN
Siyaset dinciliğinin bu milleti ve bir ölçüde tüm Müslümanları Allah ile aldatmasının en çarpıcı göstergelerinden biri, imam-hatip okullarının saltanat dinciliği tarafından mahvedilmesidir.
İmam-hatip okullarını mahveden ve milletin göz bebeği olmaktan çıkarıp Cumhuriyet, çağdaşlık ve aydınlık için bir problem gibi algılanır hale getiren, siyaset dinciliğinin ta kendisidir.
Bu okullardan yetişip gelen ve sonuçta 27 yıl ilahiyat fakültesi hocalığı, dokuz yıl ilahiyat fakültesi kurucu dekanlığı yapmış bir Anadolu çocuğu olarak söylüyorum:
İLMİN YERİNİ KULLUK ALINCA…
İmam-hatipler, bilgi (din bilimleri ve Arapça) bakımından tam bir yetersizlik içine itilmişlerdir. Siyaset dinciliği, bu okullarda ilmi en yüce değer olmaktan çıkarıp onun yerine kendisine sadakati, daha doğrusu kulluğu koymayı esas aldı.
Ve bu okullarda ilim ‘en yüce değer ve amaç’ olmaktan çıkarıldı. Hiç kimse bunu inkâr veya tevile kalkmasın.
Millet bu okulları, yetkin din görevlisi ve din âlimi yetişsin diye açtı. Siyaset dinciliği ise bu okulları esas amacın dışına çekip kendi siyasal çıkarlarına âlet etti.
İslamî hassasiyet ve Müslüman vicdanı böyle mi olur?
Eğer adına siyasal İslam dedikleri anlayış, bu okulları siyasetin ve sokak kavgalarının dışında tutma akıl ve basiretini gösterebilseydi, kendisi açısından da en etkili ve yararlı siyaseti üretmiş olurdu.
Ama nerede?
Siyaset dinciliğinin inat, hırs ve küçük hesapları akıl ve feraseti daima boğmuştur.
Ve boğmaya devam etmektedir.
Böylesine tutarsız ve bencil zihniyetlerin Allah-İslam-iman diye bir meselelerinin olduğuna nasıl inanacağız?