TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NİN BULUNDUĞU DURUM
DOĞU PERİNÇEK
Doğu Perinçek, Aydınlık gazetesindeki köşesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bulunduğu durumu ve nedenlerini kaleme kaldı. Türk Subayı'nın Atlantik sistemine göre eğitildiğini belirten Perinçek, sorunu ideolojik olarak tanımladı. Perinçek, "Türk subayı önce kendi kimliğini öğrenmeli, İttihatçıların devrimci mirası olmasa ne Mustafa Kemal olurdu, ne İstiklal Savaşı ve ne de Türk subayı" dedi.
2. Balyoz davasında hakkında yakalama kararı çıkarılan 7 generali de sayarsak tutuklu general sayısı etti 41.
"Sehpalar bu adamlara layık değildir, koparılması lâzım gelen bu kafalar, kütükler üzerinde kesilip günlerce ibret taşında kalmalı."
Koparılan kafalar sergisi
Beşiktaş Adliyesi kapısından sırayla içeri alınan generallere ve subaylara baktıkça, Refii Cevat'ın bu sözleri akla geliyor. 12 Mart 1919 günü Alemdar gazetesinde İttihatçılar için böyle yazıyordu (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, TTK yayını, c,I).
Manzara, işgal yıllarındaki kadar acıdır. Generallerin "koparılan kafaları ibret taşında" sergileniyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Milleti, bu "demokrasi" sergisini derin bir sessizlikle izliyor.
TSK niçin bu hallere düştü
TSK, niçin bu hallere düşmüştür, bunun tahlil edilmesi gerekiyor.
Çok nedenler sayılabilir, hepsinde gerçeklik payı vardır. Ancak belirleyici neden, ideolojiktir. Evet her yıl Harp Okulu'nda Mustafa Kemal'in okul numarası okunduğu zaman, Harbiyeli hep birden ayağa kalkarak "burda" diye seslenmektedir. Ancak Mustafa Kemal, ideolojik varlık olarak gerçekten orda mıdır?
NATO konseptine uyumlu "Atatürk"
Eskiden beri önemi nedeniyle TSK'nın yayınlarını dikkatle izlerim; Harp Akademileri'nin kitaplarını okurum. Orada Atatürkçülük diye anlatılan, devrimcilik değil tutuculuktur. Atatürk, NATO "konsepti"ne uyumlu hale getirilmiştir. Atatürk Devrimciliğinin yerine, Atlantik sistemine itaat ruhu konmuştur.
13 Mart 2011 günü Kara Harp Okulu'nda Atatürk'ün Büyük Nutkunun sonundaki devrimci görev çağrısının sansür edilmesi, gelinen noktayı belirler.
Devrimle gelen vatan, millet ve hürriyet
Türk subayı ya devrimcidir; ya da subay değildir. Arkamızda kalan iki yüzyıl bunu kanıtlar. Türk Zabiti, bu devrim sürecinde, vatan, millet, hürriyet, çağdaşlık kavramlarıyla birlikte oluşmuştur. Bunlar, Fransız Devriminin ideolojik değerleridir. Türk Ordusu, padişahın kulları olan Yeniçeri, Sipahi veya Anadolu Azap askeri değildir; Türkiye'nin milli demokratik devrim sürecinde yeniden kurulmuş, yeniden örgütlenmiştir. Mehmetçik de bu devrim tarihi içinde ortaya çıkmıştır. (Bkz. Oktay Yıldırım, Mehmetçik, Kaynak Yayınları)
Vatan, millet ve hürriyet, devrimle geldi. 1876, 1908 ve 1920 devrimleri birbirini izledi ve tamamladı. 27 Mayıs 1960 da, o çizgidedir. O devrimci köklerinden kopardığınız zaman, Türk subayı başkalaşır; kimliğini kaybeder.
Kimlik bunalımı
Atlantik sürecinde Türk subayının bir kimlik bunalımı içine sokulduğu bir gerçektir. Bu kimlik bunalımının esası, Türk subayının devrimci karakterinin tahrip edilmesidir. Vatanseverlik, millet fedailiği ve hürriyet aşkı, ancak o devrimci kimlikle yaşayabilirdi. Atlantik sistemi Türk subayının ideolojik genleriyle oynamıştır.
Vurun Mustafa Kemal'in devrimci köklerine!
Burada İttihatçı düşmanlığına özel bir işlev yüklenmiştir. Başlangıçta Mustafa Kemal'i doğrudan ve açıkça hedef alamayan Atlantik sistemi, açık veya sinsi piyonlarını seferber ederek, Mustafa Kemal'in devrimci köklerine saldırmıştır. Yazımıza o nedenle İngilizperestlerin o işgal yıllarındaki İttihatçı düşmanlığıyla başladık.
Hatırlayalım, İstiklal Savaşında düşmanın psikolojik savaşının aslında tek bir teması vardı: Anadolu'da teşkilatlanan İttihatçı zabitler milleti yeniden savaş felaketine sürüklüyorlardı. Bunlar "İttihatçı sergerdeler", "asiler", "eşkıyalar" idi.
Doğruydu, Anadolu'da emperyalizme ve Padişaha asi olanlar, İttihatçı gelenek ve örgütten gelenlerdi. Vatansever subay, hürriyetçi subay, her zaman onlardı. Padişahın Kuvayı İnzibatiyesi ise, İngiliz işbirlikçisi itilafçılardan oluşuyordu. Yani AKP'nin geldiği soydan!
Subay ve milli siyaset
Atatürk'ün Orduyu siyasetin dışına çıkarması, hep yanlış anlatılmıştır. Atatürk, Türk subayını, İstiklali savunma ve Cumhuriyet Devrimini "arasız devrimler"le sürdürme siyasetinin dışına çıkarmadı. Tam tersine Cumhuriyet, vatan, millet, hürriyet, halkçılık gibi Türk subayının kültürel kimliğini oluşturan bütün değerler; devrimci milli siyasetin değerleridir. O değerleri tahrip ettiğiniz zaman, Türk subayını da tahrip edersiniz. Atlantik siyaseti, bunu yapmıştır.
Tarihin ön ve arka odaları
Arkamızda kalan yakın geçmişi şöyle bir hatırlayalım. Televizyonlarda, gazetelerde birden tarih programları, tarih sayfaları açıldı. Ve ana tema, hep İttihatçı düşmanlığı idi. Karen Fogg'un "Türk tarihinin hakkından nasıl geleceğiz" sorusuyla başladı bu "tarih" merakı! Saraya ve hanedana hayranlık yayan ve Türk Devrimi'ni itibarsızlaştıran bir tarih kampanyası yürütüldü. Ve İttihatçı düşmanlığı darbeci suçlamasıyla özdeşleştirildi.
İttihatçıları biçen 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri
12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbecileri, İttihatçı devrimciler değildi; Kuvayı İnzibatiye geleneğini sürdüren NATO'cu generallerdi. Üstelik o Amerikancı cuntalar, 1971'de 1500, 1980'de 2000 devrimci subayı ezmiş, yüzlercesini işkencelerden geçirmiş ve Ordudan tasfiye etmişlerdi.
İttihatçı düşmanı komutanlar gördük
Bu ideolojik ve kurumsal başkalaşma sürecinde, en sonunda genelkurmay başkanları İttihatçıları suçlayan Atlantik korosuna katıldılar. Org. Yaşar Büyükanıt'ın İttihatçılara vuran açıklaması, Dolmabahçe'deki karanlık buluşmadan daha hafif bir suç değildir. Neyse ki, geçen aylarda Org. Işık Koşaner, İttihatçı yurtseverleri yerli yerine oturtan Kara Harp Okulu konuşmasıyla, Türk Ordusunun tarihsel mirasını ayakları üzerine oturtur gibi oldu.
O miras olmasaydı
Geldiğimiz bu karanlık tabloya elbette teslim olacak değiliz. Bizim İşçi Partisi olarak, kararlılığımız daha da bilenmiştir.
TSK ve Türk subayı da Atlantik'ten gelen bu ideolojik taarruza en sonunda direnecektir. Kimlik yozlaşmalarına rağmen, o birikim vardır ve zor günlerde canlanacaktır.
Türk Ordusunun savaş yeteneğini yeniden güçlendirmek ve Türk subayının tarihsel kişiliğini yeniden ayağa kaldırmak için, Türk Ordusunun kendi devrimci tarihini yeniden incelemesi şarttır. İttihatçıların devrimci mirası, bu açıdan merkezi önemdedir. Çünkü o miras olmasa, ne Mustafa Kemal olurdu, ne İstiklal Savaşı ve ne de Türk subayı!
Türk subayı, önce kendi kimliğini öğrenmelidir. Atlantikçilerden değil elbette.