ÖZEL KUVVETLER
Türk Milleti, ne vakit yükselmek için adım atmak istemişse bu adımların önünde daima baş olarak, daima yüksek milli ideali gerçekleştiren hareketlerin önderi olarak kendi kahraman çocuklarından kurulu ordusunu görmüştür. - Gazi Mustafa Kemal Atatürk-(1931)
------------------------------------------------------------------
Son günlerde kozmik bürosundaki gizli evraklarına hakim incelemesi ile gündemde olan Özel Kuvvetler Komutanlığı, ülkemizin en önemli ve en özel birliğidir. Bu birliğin özelliği alacağı zorlu görevler dolayısıyla çok özel eğitim almış, genellikle rütbeli profesyonel askerlerin istihdam edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Özel Kuvvetler; ülkemizin herhangi bir bölgesi düşman işgâli altına girdiği takdirde bu topraklarda kalacak Türk vatandaşları tarafından işgâl kuvvetlerine karşı örgütlü ve plânlı olarak karşı konulması ve cephe gerisinde uygulayacağı gerilla eylemleri ile düşmana azami zarar verdirilmesi için barış zamanından yapılacak hazırlıkları yürüten askeri bir birliktir. Bu görevi yürütecek sivil kadroların seçilmesi, teşkilatlanması, eğitilmesi, silahlandırılması gibi gizlilik içeren faaliyetleri yerine getiren bu birlik görevinin tabiatı gereği gizlilik seviyesi yüksek şartlarda çalışır.
Çok seçkin subay-astsubay ve uzman personelden oluşan birlik yukarıda belirttiğim ana görevi dışında herhangi bir askeri birliğin kabiliyetini aşan özel görevleri de yerine getirir. Uçak kaçırmalar, sabotajlar, anarşi ve terör örgütlerine karşı düzenlenen kritik nokta operasyonlarında başarı ile görev alan Özel Kuvvetler halk arasında “Bordo Bereliler” olarak isim yapmışlardır. Bu birliklerde görev alma ayrıcalığına erişmiş rütbeli personelin kamuoyu nezdinde kendilerine ve ailelerine gurur verecek haklı bir yeri üstün yeri vardır.
Kuruluş yıllarındaki adı ile Özel harp Dairesi ; Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatının(TMT) kurulmasında ve 1974 Barış Harekâtına kadar Kıbrıs Türk toplumunun can ve mal güvenliğinin sağlanmasında başarı ile görev yapmışlardır. Bilahare yurt içinde ve Irak’ın kuzeyinde PKK terör örgütüne yapılan operasyonlarda görev almış ve önemli başarılar göstermiştir. Bu birlik büyük Türk cengâverliğini ve Ordu-Millet kavramını en üst düzeyde temsil eden gurur kaynağımızdır.
NATO içinde görev yaptığımız müttefiklerimiz kendi birlikleri ile mukayese ettiklerinde Türk özel kuvvetlerinin her bakımdan diğerlerine üstünlüklerini dile getirmekten çekinmemişlerdir.
Daima göz önünde başarılı hizmetler üreten bu birliğimize karşı Türkiye üzerinde emelleri olan küresel mihrakların saldırıları kaçınılmazdı. Sonunda saldırı yolunu da çok iyi buldular. Biz biliyoruz ki, küresel mihrakların son otuz beş yıldır terör ortamına sürükledikleri ülkemizde çeşitli grupların birbirileriyle çatıştığı ortamda pek çok insan kimliği belirlenemeyen kişi ve kuruluşlarca hunharca katledilmiştir. İşte bu kargaşa ortamını fırsat bilerek görevi gereği gizli çalışan bu güzide kuruluşumuza haksız ve mesnetsiz bir şekilde saldırarak bu birliğimizi faili meçhul cinayetlerin faili gibi göstererek halkımızın gözünde küçük düşürmeye çalıştılar. Kafalarda oluşturdukları birtakım soru işaretleri ile bu birliğimizi Kontrgerilla, Gladio, Derin Devlet gibi adlarla karalamaya çalıştılar.
Dış kaynaklı psikolojik harekât operasyonları ile kuruluş amacı ve görevleri kanunen belli olan özel kuvvetlerin mevcudiyetini ve faaliyetlerini illegal olarak göstererek adeta ülkemizdeki her türlü karanlık ve yasadışı işleri plânlayıp uygulayan bir suç örgütü olarak göstermeye çalıştılar.
Burada elde edilmek istenen hedef; ordumuzun en güzide birlikleri böyle ise diğerleri kim bilir ne durumdadır? Sorusunu kafalarda yerleştirmektir.
Saldırılarda Özel Kuvvetler, özellikle ele alınmasına rağmen asıl hedef doğrudan doğruya Türk Silahlı Kuvvetleridir. Orduya karşı yürütülen saldırılarda küresel psikolojik savaş uzmanları tarafından kullanılan temalar özetle şunlardır;
- Askerler mafyalaşmıştır. Faili meçhul cinayetler içinde parmağı vardır.
- Ordu içinde çeteler vardır ve bunlar kendi başına buyruk illegal işler yapmaktadır.
- Ordu mensupları kara para aklama,uyuşturucu ve silah ticaretine bulaşmıştır. Bu işleri görev gereği gizli çalışan birimler gizlilik ve dokunulmazlık örtüsü altında yapmaktadır.
Bu temaları ihtiva eden suçlamalar her plâtformda kullanılarak; Türk halkının ordusuna olan güvenini sarsmak, milleti birarada tutan Ordu-Millet kavramını zayıflatarak devleti sırtında taşıyan orduyu güçsüzleştirmek ve görev yapamaz hale getirmek amaçlanmıştır. Çünkü güçsüz bir orduya sahip Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu coğrafyada yaşaması asla mümkün değildir.
Bu birliğin faaliyetlerini sorgulayanlar; uyguladıkları psikolojik savaş metotları ile pekçok önemli kişiyi bu birliklerin yasadışı faaliyet yaptığı hususuna inandırdılar. Ve uyguladıkları yoğun propaganda ile ülkemizin bu müstesna birliğini suçlu göstermeye çalışanlar arasına devletin en üst kademelerinde görev yapanları katmayı başardılar.
Nitekim son elli yılın siyasetine damgasını vuran merhum Bülent Ecevit dahi her fırsatta Özel Kuvvetler Komutanlığını silahlı kuvvetler içinde illegal görev yapan bir birlik şeklinde nitelendiren talihsiz beyanatlar vermiştir. Ordu üst yönetimince gerçekleştirilen bütün bilgilendirme brifinglerine rağmen Ecevit ve onun gibi düşünen siyaset adamlarını bu fikirlerinden döndürmek mümkün olmamıştır. Çünkü küresel psikolojik savaş uzmanları çok iyi çalışıyorlar ve kimlerden nerede ve nasıl yararlanacaklarını iyi biliyorlardı.
Susurluk olayı ile birlikte yeniden gündeme gelen bu birliğimiz hakkında medyamız da çeşitli karalama kampanyaları yürütmüştür. Başka E.Yarbay Korkut Eken olmak üzere bu birlikte görev alan pek çok kişi basın yolu ile karalanmaya çalışılmıştır. Bu kişiler; aldıkları eğitim, devlet kavramına olan yeminli bağlılıkları, yaptıkları görevin ülke yararına olduğunun bilinci ile yapılan suçlamalara hiç cevap vermediler. Devlet gizliliğini ortaya çıkartacağı gerekçesi ile suçlamaların cevapsız bırakılması ve verilen cezaların kabullenilmesi psikolojik harp plânlamacılarının planlı oyunlarını bozdu. Çünkü şimdi yakaladık dedikleri suçluları yine bulamamışlardı. Buna rağmen saldırılar ve suçlamalar durmadı.
Kontrgerilla-Gladio-Derin Devlet gibi yakıştırma kavramlarla bu birlikleri halkın gözünde küçük düşürme ve halkın ordu hakkındaki düşüncelerini olumsuz olarak etkilemek amacı ile yürütülen faaliyetleri Türk toplumu hiç sahiplenmedi ve her saldırıda ordusuna sahip çıktı.
Nitekim çeşitli sivil toplum kuruluşlarının yaptıkları ciddi kamuoyu araştırmalarına göre Türk Ordusu hâlâ Türk halkının en güvendiği kesim olma vasfını açık farkla sürdürmektedir.
4-6 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de esir alınan 11 askerimiz de bu birliğin mensuplarıydı. Irak’taki ABD işgal güçleri çuval operasyonu ile Irak Türklerinin umudu ve PKK’nın korkulu rüyası olan Türk askerlerini bu 11 asker nezdinde karalayarak milletin gözünde küçük düşürmeye çalıştı ve Irak Türklerine de “Bunlar kendilerini korumadan acizler. Sizi nasıl koruyacak” mesajını verdi.
ABD’nin psikolojik harekât yöneticilerinin güdümünde görev yaptıkları açıkça belli olan yandaş medyamız, bu 11 askerin herhangi çatışmaya girmeden teslim olmasına çok sevindiler. Yazılarında işledikleri ortak tema; “Herhangi bir yanlışlık yapmadan ABD askerlerine karşılık verilmemesi çok yerinde bir davranıştır. Eğer cevap verilse idi orada 11 askerimizle birlikte en az 100 ABD askeri ölebilirdi. Bu durumda tezkere dolayısıyla zaten bize kızgın olan dostlarımızla aramız iyice açılacaktı ve bunun intikamını bizden fazlasıyla alacaklardı. Bu basit bir olaydır ve üzerinde durulmaya değmez” şeklindeydi.
Aslında 11 askerin çarpışarak şehit olmaları Türk milletinin ortak beklentisi idi. ABD ordusu da Türklerin silahla karşılık vermesini bekliyordu ve kendisini bunun sonuçlarına hazırlamıştı. Fakat Türk askerleri üstlerinden aldığı emirle silahlarını teslim edip kafalarına çuval geçirilmesini kabul ettiler. Bunun üzerine ABD tarafı, planlarını psikolojik savaş uzmanlarının kullanabilecekleri malzemeleri temin edecek şekilde sürdürdüler. Yani Türk milletinin asla hazmedemeyeceği görüntüleri maharetle hazırladılar.
Süleymaniye’deki küçük birlik nezdinde Türk askerini ve dolayısıyla Ordu-Millet karakterli Türk milletini aşağılamak ve gururunu kırmak için her türlü iletişim araçlarını kullandılar. Sonunda bu konuda plânladıkları hedeflerinden daha fazla başarı elde ettiler. Çünkü burada askerimize verdikleri zarar fiziki olarak çok fazla değildi, ama beyinlerde yarattığı hasar çok büyüktü ve tamiri kolaylıkla mümkün değildi.
Süleymaniye baskını günlerindeki Türk medyasını inceleyenler, bu yazılar arasında “ABD’nin kıtalar ötesinden gelerek bu bölgede bulunmasını meşru gören ve Türk Askerinin güvenliği için dahi olsa başka bir ülkede bulunmasını kınayan” yazılar olduğunu görürler. Bu husus yapılan ABD psikolojik savaş operasyonunun ne derece başarılı uygulanmış olduğunu kanıtlamaktadır.
Hiç ilgisi ve gereği yokken özel kuvvetlerin geçmişinde karanlık ilişkiler olduğunu iddia edenlerin kullandığı “GLADIO” sözcüklerinin de basında yer alması plânlı saldırı hareketinin bir başka boyutunu işaret etmektedir. Bütün saldırılara rağmen Özel Kuvvetler Komutanlığı bilinen gizlilik kavramı içinde söylenenlerden hiç etkilenmeden, bir adım geri çekilmeden eskisinden daha ciddi bir vazife anlayışı içinde görevlerine devam etmektedir.
Bu birlik üzerinde yapılan sürekli propaganda ve aşağılama çabalarına rağmen istenildiği ölçüde başarılı olunamamasının bir tek geçerli sebebi vardır. Ecevit , Erdoğan veya bir başka önemli isim dahi bildirse halkımız bu güzide birliğimiz hakkında söylenen olumsuz açıklamalara inanmamaktadır. Yani yöneticilerimiz ve aydınlarımız kandırılmasına rağmen halkımızı kandırmak mümkün olamamaktadır. Aksine halkımız bu çok özel askerleri ile gurur duyduğunu açıklayarak bütün karalama çabalarının boş olduğunu vurgulamaktadır. Saldırganlar yeni taktikler ve hiç kullanılmamış orijinal metotları uygulamalarına rağmen daima başarısız olmuşlardır. Çünkü Ordu-Millet kavramı milletimizde bütün canlılığı ile yaşamaktadır.
Ordumuzun tarihteki kahramanlık menkıbeleri ile yetişen insanlarımız bu askerleri gerçek birer kahraman gibi görmekte ve bunu çekinmeden dile getirmektedir. Milletin askerleri hakkındaki düşüncelerini değiştirmek kolay değildir. Bugün yapılan bütün kışkırtmalara, satın alınan basının yaygaralarına, televizyonlarda nerede ise kendi askerlerini halk düşmanı ilan edecek kadar ileri giden aydın kılıklı gafillerin sanal programlarına rağmen halkımız yine oyuna gelmemektedir.
Dünyada küresel güçlerin ele geçirip kontrol altında tutmak için büyük çabalar harcadığı ve bu çabaların Afganistan-Irak işgâlleri ile fiiliyata döküldüğü bir coğrafyada konuşlanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvenliğini sağlayacak yegâne kuruluşu Türk Silahlı Kuvvetleridir.
Dünyada bir benzeri bulunmayan Türk Ordusu; 12.000 yıldır tarih sahnesinde yer alan Türk milletinin Ordu-Millet vasfı ile karakterize edilmiş bir bölümüdür. Türk Ordusu; Türk devletinin belkemiğidir. Onsuz bu coğrafyada yaşamamız mümkün değildir. Bugün ülkemize yönlendirilmiş küresel saldırılar karşısında her zamankinden daha güçlü ve her an harbe hazır bir orduya olan ihtiyacımız ortaya çıkmıştır. Çünkü sadece ülkemize değil, çevremizdeki ülkelere karşı yürütülen küresel saldırılarla meydana gelen sıcak gelişmeler dahi bize bunu dikte ettirmektedir.
Ordumuz Cumhuriyetin bekasının gerçek teminatıdır. Hangi mevki ve makamda olursak olalım bu yüce kuruma gözbebeğimiz gibi bakmalıyız. O’nu korumalı ve kollamalıyız. Aksi halde cumhuriyeti koruyup kollamamız mümkün değildir.
Türk ordusunun devlet ve milletimiz içindeki önemini iyi kavrayan küresel güçler, içerideki yardakçılarını da kullanarak,”Barış - Demokrasi - İnsan Hakları” gibi değerlerin arkasına sığınarak bu gücü tamamen etkisiz kılmayı ve sonucunda ülkemizin tamamını hiç direniş görmeden teslim almayı hedefliyorlar. Bu alçakça yönetilen oyunu milletimiz görerek bu konudaki her türlü saldırıyı elinin tersi ile itmesini bilmiştir.
Neden hep saldırılarda Özel Kuvvetler gündeme geliyor?
Geçen yüzyıl içinde Türk Silahlı Kuvvetleri yaptığı muharebelerin çoğunda klasik savaş yöntemlerini değil, özel hallerde muharebe teknik ve taktiklerini kullanmıştır. Dolayısıyla halkımız ordusunu daha çok bu yüzü ile tanımıştır. Bu konuyu biraz açalım.
19’uncu yüzyıl sonlarında istiklâl için ayaklanan Balkan milletlerine karşı Osmanlı subayları Balkanların her köşesinde tipik bir gerilla muharebesi vermişlerdir. Bu mücadeleler efsanelere, roman ve filmlere konu olmuştur. Bu mücadeleleri yapan askerler halkın gözünde gerçek birer kahraman olarak görülmüşlerdir. Günümüzde zevkle dinlediğimiz Rumeli şarkı ve türküleri bu kahramanları ölümsüz kılmıştır.
Trablusgarp’ta, Balkanlarda ve Arap yarımadasında Türk askerlerinin savaşları arasında nizami harpler çok azdır. Çanakkale haricinde ordunun bir kısmı cephede organize kuvvetlerle muharebe yaparken büyük bir kısmı da cephe gerisinde isyanlarla ve çetecilerle savaşmıştır. Bu mücadelelerde Türk Ordusu milis kuvvetleri gibi savaştığından askerlerimiz klasik muharebeden çok özel hallerde harekât konusunda tecrübe sahibi olmuştur.
İstiklâl Harbinde ise önce dış güçlerin kışkırtması ile başlatılan isyanlar bastırılmıştır. Bu isyanlar eski askerlerin komuta ettiği Kuvvay’i Milliye (sivil milis güçleri) tarafından bastırılmıştır. İstiklâl Harbi’nin askeri gücü olarak önce her bölgede halkın bizzat oluşturduğu milis birliğinden meydana gelen Kuvvay-i Milliye güçleri ile Yunan ordusuna karşı konulmuştur.
Güneydoğuda ise bölge halkının destansı direnişi sonunda Fransızlar bölgeyi terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bu direnişi ödüllendirmek üzere Urfa, Maraş ve Antep şehirlerine Şanlı- Kahraman- Gazi unvanları verilmiştir. Daha sonra bu milis güçleri nizami ordu birlikleri haline dönüştürülerek İstiklâlimiz kazanılmıştır..
Türk askerinin özel muharebe görevleri cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. 1925’te Şeyh Sait isyanı ile başlayan isyanları (Ağrı, Tunceli, Zilan Deresi, Hakkâri ayaklanmaları gibi) bastırmak üzere düzenli ordu güçleri kullanılarak gayri nizami unsurlara karşı savaş verilmiştir.
1968-1980 arasında iç savaşa dönüşme ihtimali olan teröre karşı sıkıyönetim uygulaması ile mücadele eden askerlerin uyguladıkları hep özel harekât türü muharebeler olmuştur. 1980’ li yıllarda başlayan PKK terör örgütüne karşı yapılan harekât ise, “Düşük Yoğunluklu Savaş” olarak nitelendirilen tamamen özel hallerde muharebe taktik ve tekniklerinin kullanıldığı savaş şeklidir.
Olağanüstü Hal uygulamaları ile birlikte Doğu ve Güneydoğuda yoğunlaşan teröre karşı yeniden yapılanmaya gidilmiş ve kurulan Asayiş Kolordu Komutanlığı emrinde görev yapacak koruculuk sistemi oluşturulmuştur. Bu arada Silahlı Kuvvetler mensuplarının tamamına yakını özel harekât konusunda ihtisaslaşmıştır. Yani, cumhuriyetin kuruluşundan sonra orduda görev alan subaylar muvazzaf hizmetleri içinde özel hallerde muharebe yapan birliklere komuta etmiştir.
Bu arada yeniden teşkilatlanarak Kolordu seviyesine çıkartılan özel kuvvetlerimiz teröre karşı kullanılabilecek dünyanın en iyi yetişmiş birliği konumunu korumuştur.
İşte bu kısa tarihi çerçeve içinde konuya bakarsak Türk ordusunun en güçlü yönünün 21’inci asırda bütün insanlığın büyük tehdidi olan terör olaylarına karşı koyma, yani özel hallerde muharebe alanında olduğu açıkça görülmektedir.
AB ve ABD destekli PKK örgütüne karşı en iyi savaşan askerlerimiz Özel kuvvetler mensuplarıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılan küresel saldırıların neden özellikle bu birliğimiz hedef alınarak yapıldığı bu sistem içinde değerlendirilmelidir. Aslında burada asıl hedef olan Özel Kuvvetler değildir. Hedef önce Türk Silahlı Kuvvetleri ve bilahare bağımsızlığını bu kuvvete borçlu olan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Bunu bilerek tedbirlerimizi buna göre almak gerekmektedir. Çünkü sadece yurdumuzda değil, Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu’yu içine alan dünyanın merkezi konumundaki bu coğrafyada küresel hedefleri engelleyecek tek örgütlü yapı Türk Silahlı Kuvvetleridir. Bu gücü önce yıpratmak ve sonra görev yapma azim ve iradesini kırmak maksadıyla her türlü psikolojik savaş metotları Türk ordusu üzerinde acımasızca kullanılmaktadır.
Bunu bilerek gözbebeğimiz ordumuza sahip çıkmalıyız.
Unutmayalım. Güçlü Türkiye ancak Güçlü bir ordu ile ayakta durabilir..
*Alıntıdır.