Adı konulmamış ve İlan Edilmemiş Sivil Darbe
Suay Karaman Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri
İLK KURŞUN
19 Eylül 2011
Toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan “ihtilal”, bir grubun yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve sosyal yapısında oluşan ani ve şiddetli değişikliklerdir. Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. 27 Mayıs 1960 sabahı, Türk ordusunun aşağıdan yukarıya doğru ve Atatürk devrimleriyle demokrasiye sahip çıkmak için giriştiği bu hareketi, tartışmasız bir “ihtilal” olarak tanımlamak gerekir. Bu işe soyunanlar eğer başarısız olsalardı, bunu hayatlarıyla öderlerdi.
Toplumun sosyal ve siyasi yönden gelişmesinden rahatsızlık duyan tutucu çevrelerin yönetime el koymasıyla “darbe” adı verilen oluşum gerçekleşmektedir. 12 Mart 1971 tarihinde ve 12 Eylül 1980 tarihinde, Türk ordusunun yukarıdan aşağıya doğru sadece komuta kademesi ile ve emperyalist güçlerin istekleri doğrultusunda giriştikleri bu hareketleri, tartışmasız bir “darbe” olarak tanımlamak gerekir. Bu işe soyunanların, başarısız olma gibi bir seçenekleri bulunmamaktadır. Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir. 1961 Anayasası’yla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla, 27 Mayıs 1960 tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır. 1961 Anayasası ile kazanılan tüm olguların, önce 12 Mart 1971, ardından 12 Eylül 1980 ile yok edilmesi, bu hareketlerin devrim karşıtı olan bir darbe niteliği kazanmasını açıklamaktadır.
Darbe yalnızca askerler tarafından yapılmamaktadır; sivillerin de yaptıkları darbeler vardır. İtalya’da Benito Mussolini, Almanya’da Adolf Hitler, Portekiz’de Antonio de Oliveira Salazar gibi sivil diktatörlerin darbeleri, ülkelerini karanlıklara boğmuştur. Ülkemizde dokuz yıldır AKP iktidarı ile sistemli ve bilinçli bir şekilde sivil darbe uygulanmaktadır. Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturmaktır. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, kendi ülkesinin ordusuna düşman ise, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, ülkenin parlamentosu yerine kanun hükmünde kararnamelerle yasama görevini yerine getiriyorsa, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşen AKP iktidarının, bu karara karşın ülkeyi yönetmesi bir sivil darbedir.
İhtilal sonucunda oluşan devrim, topluma aydınlık ve özgürlük sunarken, darbeler topluma zulüm, baskı ve işkence vermektedir. 21 Nisan 1967 tarihinde Yunanistan’da darbeyle işbaşına gelen Albaylar Cuntası döneminde, binlerce yurtsever insan, Atina’ya 100 km uzaklıktaki Yaros adası’nda hapishaneye kapatılmıştı. Bu insanların suçu, ülkelerini sevmek, cuntacılara karşı olmak ve demokrasi istemekti. Ülkemizde ise sivil darbeciler, yurtsever insanlarımızı Silivri’de hapishaneye kapatmaktadırlar. Bu yurtsever insanların da suçları aynıdır: ülkelerini sevmek, sivil darbeye karşı olmak ve gerçek demokrasi istemek.
Günümüzde 12 Eylül 1980 darbesiyle hesaplaşacaklarını söyleyenler, hukuku kendilerine bağımlı hale getirerek, bu darbenin sivil görünümlü olanıyla ülkeyi yönetmektedirler. Siyasi iktidar, 12 Eylül 1980 darbesinin yapamadıklarını da, bir bir yapmaktadır. 12 Eylül 1980 darbesinde hukuk yoktu ama yasa vardı. Halbuki bugün ne hukuk, ne yasa var; sivil darbe tamamlanmaktadır. Günümüzde 12 Eylül 1980 darbesiyle hesaplaşmak için uğraşanlar, demokrasi mücadelesi verdiklerini sanmaktadırlar. Ancak bugünkü durumu görememektedirler ya da görmek istememektedirler, “yetmez ama evet” söylemiyle demokrasicilik oynamaktadırlar.
Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. Bu yüzden ülkemizde gerçek demokrasi etkin ve egemen kılınmalı, hukukun üstünlüğü gerçek anlamda sağlanmalıdır.