DELİLLERİYLE BİRLİKTE GERÇEK DARBE PLANINI AÇIKLIYORUM
Hikmet Yavaş
Türkiye’de yürürlüğe sokulan gerçek darbe planının, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile çok sıkı bir ilişkisi vardır. Bu nedenle, Büyük Ortadoğu Projesini anlamadan, Türkiye’de yürürlüğe sokulan gerçek darbe planını anlamak mümkün değildir.
Günümüzde; Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerin sanayileri büyük ölçüde petrole bağımlıdır. Bu gibi sanayi devlerine olan petrol akışı kesilirse, o ülkenin sanayisi ve ekonomisi felç olur.
Şimdi, aşağıdaki haritaya dikkatle bakın:
Bu harita, Dünyadaki petrol rezervlerini göstermektedir.
Dikkat ederseniz, haritadaki Ortadoğu (Middle East) bölgesi ile haritanın solundaki en uzun sütun, koyu kırmızı renkle gösterilmiş olup, Dünyadaki petrol kaynaklarının %66’sının Ortadoğu’da olduğunu göstermektedir. Mavi renkli bölge ve sütun ise, Dünyadaki petrol rezervlerinin %7’sinin Kuzey Afrika’da bulunduğuna işaret etmektedir. Bu duruma göre; Dünya petrol rezervlerinin dörtte üçe yakını yani %73’ü Kuzey Afrika ile Ortadoğu Bölgesindedir.
Eğer herhangi bir ülke, Ortadoğu ile Kuzey Afrika’daki petrol kaynaklarını kontrol altına alırsa, rakibi olan diğer sanayi devlerini de kontrol altına almış olur ve gerekirse onları felç edebilir.
Bu nedenle petrol, sanayileşmiş ülkeler için hayat demektir. Petrol uğruna her türlü oyunları tezgâhlarlar ve gerekirse gözlerini kırpmadan savaşa girerler.
Şimdi, aşağıdaki Dünya Haritalarına dikkatle bakın:
Soldaki haritada:
a. Çok koyu yeşil renkle gösterilen ülkeler topluluğu, bütün herkesin bildiği Ortadoğu’yu göstermektedir.
b. Amerika Birleşik Devletleri, G-8 devletleriyle yaptığı toplantıda, Kuzey Afrika ülkelerini de Ortadoğu’ya dâhil etmiş ve “Büyük Ortadoğu” olarak isimlendirmiştir.
c. Bazen, çok açık yeşille gösterilen ülkeler de “Büyük Ortadoğu” ile ilişkilendirilmektedir.
d. Görüldüğü gibi; Dünya petrol rezervinin %73’üne sahip olan Büyük Ortadoğu bölgesini kontrol altına alan devlet, bütün rakiplerini ve bir bakıma Dünyayı kontrol eder.
Sağdaki harita ise:
a. Şanghay İşbirliği Örgütüne üye ülkeleri göstermektedir.
b. Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan asli üyelerdir.
c. Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan ise gözlemci üyelerdir.
d. Ekonomileri hızla büyüyen Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve Hindistan’ın petrole olan bağımlılıkları artmıştır.
Şimdi yukarıdaki iki Dünya haritasına tekrar bakın:
a. Solda yeşil renkle gösterilen “Büyük Ortadoğu” bölgesini, Amerika ve Avrupa Birliğinden oluşan “Batı Dünyası” kontrol altına alırsa, sağdaki mavi renkle gösterilen “Şanghay İşbirliği Örgütüne” üye “ Doğu Bloğu” ülkelerin ekonomilerini felç edebilir.
b. Eğer, Şanghay İşbirliği Örgütü, Büyük Ortadoğu bölgesini kontrol altına alırsa, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği ekonomilerini çökertebilir.
c. Görüldüğü gibi, Büyük Ortadoğu Bölgesinde Amerika ve Avrupa Birliği ile Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve Hindistan başta olmak üzere Şanghay İşbirliği ülkelerinin menfaatleri çatışmaktadır. Eğer, bu mücadele taraflardan bir grubun ekonomilerini göçertebilecek dereceye ulaşırsa, bu paylaşım mücadelesi 3ncü Dünya Savaşına dönüşebilir.
Bu tablodan hareketle “ Büyük Ortadoğu Projesine” gelecek olursak:
Bu proje, yukarıdaki Dünya Haritasında yeşil renkle gösterilen coğrafyadaki İslam ülkelerinin; politik, ekonomik ve sosyal yapıları ile rejimlerini ve gerekirse sınırlarını, Batı çıkarlarına uygun olarak dönüştürmek suretiyle, petrol kaynaklarını kontrol altına alma projesidir.
Aslında bu proje; Donald Rumsfeld, Dick Cheney, Paul Wolfowitz, Richard Perle ve William Kristol gibi Amerika’nın önde gelen devlet görevlilerin öncülüğünde, 1997 yılında hazırlanan “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesinin” bir bölümüdür.
11 Eylül 2001 tarihinde El Kaide tarafından kaçırılan yolcu uçaklarıyla Amerikan Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a yapılan terör saldırılarından sonra “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” geliştirilerek “Ortadoğu’da Amerika Birleşik Devletlerinin Ulusal Güvenlik Stratejisi- Bir 11 Eylül Sonrası Analizi” adı altında “ Büyük Ortadoğu Projesinin” esaslarını belirleyen resmi strateji belgesi haline getirilmiştir.
17 Eylül 2002 tarihinde, o zamanki Başkan George W. Bush tarafından NSS 02 kod numarasıyla onaylanarak resmileşen bu strateji; : Önleyici Savaş, Askeri müdahale ve öncecilik, Yeni karşılıklılık ve Demokrasiyi Yayma başlıkları altında dört bölümden oluşmuştur.
Bu stratejiyle; “Önleyici Savaş” adı altında yeni bir kavram getirilmiştir. Buna göre, terör örgütleri ile teröre başvuran haydut ve başarısız devletler, öncelikli tehdit kapsamına alınmıştır. Amerika, haydut veya başarısız devlet olarak değerlendirdiği bir devletten tehdit geleceğini hissederse, o haydut devletin herhangi bir şey yapmasını beklemeden saldırarak tehlikeyi önleyeceğini ilan etmektedir.
“Önleyici savaş ve demokrasiyi yayma” kavramları, Afganistan ve Irak işgali ile Arap Baharı adı altında Büyük Ortadoğu bölgesindeki devletlerde başlatılan “ Dış Destekli İç İsyan ve İç Savaşları” meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmaktadır.
Bu kapsamda, askeri müdahalelerin önü açılmakta, tüm bu askeri operasyonlar ve işgaller, sonunda “Demokrasiyi Yayma” kılıfı altında meşrulaştırılmaktadır.
Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili diğer bir açıklama da, ABD’nin eski güvenlikten sorumlu danışmanı ve o zamanki Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 7.Ağustos.2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısında görülmektedir.
“Ortadoğu’yu Dönüştürmek” (Transforming The Middle East) başlığını taşıyan yazısında Condoleezza Rice, özet olarak;
Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devlette, Arap aydınları, özgürlük eksikliklerinin giderilmesi için Arap hükümetlerine çağrıda bulunuyorlar. Muhalefet liderleri; daha fazla siyasi katılım, liberal ekonomi ve serbest ticareti kapsayan reformların yapılmasını talep ediyorlar. Amerika Birleşik Devletleri, bu adımları destekleyecek ve bölgedeki dost ve müttefikleriyle birlikte, daha fazlasının yapılması için çalışacaktır.
Ortadoğu’nun dönüşümü kolay olmayacak ve zaman alacak. Bu, insan özgürlüğünün gücüne olan inancımızı paylaşan bölgedeki yaşayanlarla (muhaliflerle) tam bir işbirliği içinde çalışmayı gerektirir .
Burada, askeri taahhüt öncelikli değildir ama politik, ekonomik ve kültürel olmak üzere milli gücümüzün tüm unsurlarını kullanmamız gerekir” diyor.
Böylece; Kuzey Afrika’dan İran Körfezine kadar olan Büyük Ortadoğu bölgesindeki 22 devletin rejimlerinin gerekirse askeri güç de kullanılarak, Amerikan çıkarları doğrultusunda dönüştürüleceğini açıklamaktadır.
Büyük Ortadoğu projesiyle ilgili en çarpıcı açıklama ise; Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetler Dergisinin (Armed Forces Journal) Haziran 2006 tarihli sayısında yayınlanan “Kanlı Sınırlar” (blood Borders) başlıklı makalede yapılmıştır. Bu makalede:
a. Afrika ve Ortadoğu’daki sınırların; Avrupalıların çıkarlarına uygun olarak, etnik yapılar dikkate alınmadan çizildiği ve bu nedenle bölgedeki çatışmaların ve istikrarsızlığın sürdüğü belirtiliyor.
b. Bölgeye huzur, barış ve istikrarın gelmesi için etnik kimlikler dikkate alınarak sınırların yeniden çizilmesi gerektiği savunuluyor.
c. Bu kapsamda yapılacak sınır ve rejim düzenlemeleri sonucunda, bazı ülkelerin kazanıp bazılarının kaybedeceği vurgulanıyor ve Türkiye kaybedecek ülkeler arasında sayılıyor. Ayrıca, aşağıdaki iki harita yayınlanıyor.
Bu harita, Ortadoğu devletlerinin bugünkü sınırlarını göstermektedir.
Aşağıdaki harita ise, sınırlar yeniden düzenlendikten sonra Ortadoğu’nun alacağı şekli göstermektedir.
Dikkat ederseniz, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesi ile İran, Irak ve Suriye’den toprak alınarak “Özgür Kürdistan” (Free Kurdistan) adı altında yeni bir Kürt Devleti kurulmaktadır.
Sonuç olarak, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP):
a. Dünya petrol kaynaklarının %73’ünü topraklarında bulunduran Büyük Ortadoğu bölgesindeki petrolü kontrol altına alma projesidir.
b. Bu bölgedeki devletlerin sınırlarını Amerikan çıkarlarına uygun olarak, gerektiğinde silah kullanarak veya iç isyanlar çıkararak değiştirme projesidir.
c. Amerika ve Avrupa Birliği çıkarlarına uymayan yönetimlerin “Dış Destekli İç İsyanlarla” devrilmesi ve rejimlerinin dönüştürülmesi projesidir.
d. Böylece; Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve Hindistan gibi süper güç olmaya aday Şanghay İşbirliği Örgütü Üyesi devletlerin önünü kesme ve Amerika’nın liderliğini devam ettirme projesidir.
e. Bu haliyle Büyük Ortadoğu Projesi (BOP); Ortadoğu’daki Amerikan ve Avrupa Birliği çıkarlarıyla bağdaşmayan yönetimleri devirmeyi, rejimleri değiştirmeyi, toprak bütünlüğünü bölüp parçalamayı öngören bir “Darbe Planıdır.”
Kaynaklarını da göstermek suretiyle Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili yapılan bu açıklamalardan sonra, Türkiye’ye gelecek olursak:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 8 Haziran 2005 tarihinde, gazete ve televizyonlara şunları söylüyordu;
“Geniş Büyük Orta Doğu Projesi’nde demokratik ortak olarak bir görev üstlendik. Şu anda Orta Doğu coğrafyası üzerindeki ülkelere yapmış olduğumuz ziyaretler de, bunun açık, net örnekleridir.”
4 Mart 2006 tarihinde de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan;
“Türkiye’nin Orta Doğu’da bir görevi var. Biz BOP’ un Eş Başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz” diyordu.
14 Mart 2006 tarihinde Gül, Radikal Gazetesi'ne konuşuyor ve:
"BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz. Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye'nin dış politika ilkelerine uygun, ABD ile ortak hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek" diyor.
Delilleriyle birlikte açıklandığı üzere, Büyük Ortadoğu Projesi:
a. Bir Amerikan projesidir.
b. Amerikan çıkarlarıyla uyuşmayan yönetimleri ve rejimleri iktidardan uzaklaştırmayı öngören bir darbe planıdır.
c. Üstelik bu proje kapsamında, Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün parçalanarak Kürt Devleti’nin kurulması da vardır.
Şimdi şu sorular, Türk Milletini tatmin edecek şekilde yetkililer ve sorumlular tarafından cevaplandırılmalıdır:
a. Başbakan; “Türkiye’nin Orta Doğu’da bir görevi var. Biz BOP’ un Eş Başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz” diyor.
1) Büyük Ortadoğu Projesi Amerika Birleşik Devletlerine ait çok riskli bir projedir. Amerikan Hükümeti, kendi eyalet valisine görev verir gibi, Türkiye’ye bu projede görev verdim diyebilir mi?
2) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı; devlet organlarında görüşülüp tartışılmadan, kapalı kapılar arkasında, ben bu projenin Eş Başkanlığı görevini aldım kabul ettim diyebilir mi?
b. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; “Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye'nin dış politika ilkelerine uygun, ABD ile ortak hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek” diyor.
1) Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye’yi bölüp parçalayarak bir Kürt Devletinin kurulmasını da öngörüyor. Ülkemizin bölünmesi, Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun mu?
2) Bu proje, Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarıyla uyuşmayan yönetimlerin iktidardan uzaklaştırılmasını ve rejimlerinin dönüştürülmesini de kapsayan bir darbe planıdır. Bu darbelere ortaklık yapmak suretiyle komşularımızla kanlı bıçaklı olmanın neresi Türkiye’nin Dış Politika ilkelerine uygundur?
3) Bu proje; Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya gibi Şanghay İşbirliği Örgütü devletleriyle Türkiye’yi karşı karşıya getirebilecek bir projedir. Bu ateşle oynamak değil midir?
4) Dış destekli iç isyanları kotararak, yabancı güçlerin işgaline davetiye çıkararak, Irak’ta olduğu gibi, milyonlarca Müslüman’ın ölümüne sebep olarak, Arap ülkelerine özgürlük ve demokrasi götürmek taşeronluğu bize mi düştü?
c. Amerika tarafından, Amerikan çıkarlarına uygun olarak hazırlanan Büyük Ortadoğu projesi içinde görev alma konusu Milli Güvenlik Kurulunda görüşüldü mü?
d. Bir devletin başka bir devletin plan ve projeleri içinde görev alabilmesi için o devletler arasında ikili anlaşmaların yapılması gerekli değil mi?
e. Özellikle askeri müdahale ve savaş riski taşıyan ikili anlaşmaların, Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması gerekmiyor mu?
f. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Başkanlarının söz konusu projeden ve ortaklıktan haberi var mı? Bu konu Mecliste görüşüldü mü?
Bugüne kadar, Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili uygulamalara, Allah aşkına tamamen tarafsız bir gözle, aklınızın ve vicdanınızın sesine kulak vererek bakar mısınız?
Kuzey Afrika’dan başlayıp tüm Arap Yarımadasına yayılan “Amerikan ve Batı yanlısı olmayan yönetimlere karşı isyanları” Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi Batılı güçler destekliyorlar.
Bu destek; İsyancılara para, gıda, ilaç ve silah yardımının daha da ilerisine geçiyor ve Batılı güçlerin silahlı kuvvetleri ile NATO bizzat isyancılar safında çarpışmalara katılıyorlar.
Böylece söz konusu ülkelerde; “Dış destekli birer iç savaş” sürdürüyorlar. Muhalif devletlerin yönetimlerine darbeler düzenliyorlar. Ülkeleri, kendi çıkarlarına uygun olarak bölüp parçalıyorlar ve sınırlarını değiştiriyorlar. Binlerce Müslüman’ın ölümüne sebep oluyorlar. Lütfen Irak, Afganistan, Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’ye de olanları hatırlayın.
İşte böyle bir ortamda, sadece Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanı; sanki dünyayı hizaya sokmaya çalışan süper güç ayaklarında sağa sola ahkâm kesiyorlar ve başrol oyuncusu gibi gözüküyorlar. Örneğin:
Cumhurbaşkanı ve Başbakan; Mısır, Libya ve Suriye yönetimlerine “Halkın sesine kulak ver ve İktidarı terk et” gibi çağrılarda bulunuyorlar.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; Bingazi’yi ele geçiren ve ülkeyi ikiye bölen isyancıların lideri Libya Ulusal Geçici Konsey Yürütme Kurulu Başkanı Mahmud Cibril ile ekonomik konularda görüşmelerini yoğunlaştırdıklarını söylüyor ve:
"Bugün de Bingazi'deki görüşmelere müteakip 100 milyon dolar nakdi kredi, 100 milyon dolar proje kredisi konusunda mekanizma hususunda mutabakata vardık. Bu konuda da görüşmelerimizi sürdüreceğiz. Libya ekonomisinin tekrar canlılığa kavuşması için neler yapabileceğimiz birlikte planlayacağız" diyor ( YENİŞAFAK 7Temmuz 2011)
Türkiye’nin Suriye’deki isyancılara silah yardımında bulunduğuna ilişkin, Dünya kamuoyunda dolaşan iddialar var.
Bütün bunlar, Büyük Ortadoğu bölgesindeki hükümet darbelerine resmen ve alenen ortaklık etmektir. Komşularımıza karşı dolap çevirmektir. Ülkemizin bölünerek yeni bir Kürt Devletinin kurulmasına onay vermektir. Kazık attığımız komşularımız tarafından PKK’nın beslenerek azdırılmasına sebep ve ortam hazırlamaktır. Türkiye’nin başını belaya sokmaktır. Örneğin, daha şimdiden:
a. İran; “Eğer Amerika ve NATO, Suriye’yi bombalarsa, Türkiye’deki Amerikan üslerini vururuz” diye tehdit ediyor.
b. Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti başta olmak üzere, Şanghay İşbirliği Örgütü Üyesi devletler de; “Ortadoğu’daki çıkarlarının zedelenmesine kayıtsız kalamayacaklarını” ilan ediyorlar.
c. Ayrıca, Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da yaşanan istikrarsızlık konusunda endişelerini dile getiren Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet Başkanları;
“Bölgede acil olarak istikrarın sağlanması gerektiğini, ülkelerin kendi kültürel ve tarihsel özelliklerine göre demokratik gelişme yolunda adımlar atacağına inanıldığını ve buna destek olacaklarını kaydediyor ve ülkelerin iç işlerine karışmama ilkesine vurgu yapıyorlar”
Amerika Birleşik Devletleri; Büyük Ortadoğu projesinin amacının “Diktatörlükle yönetilen bölgedeki devletlere demokrasi götürmek” olduğunu iddia ediyor
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da;
“Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye'nin dış politika ilkelerine uygun, ABD ile ortak hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek” diyor.
“Demokrasi götürmek” gerekçesiyle, Amerika ve Avrupa Birliği yandaşı olmayan Irak ve Afganistan işgal ediliyor. Mısır, Fas, Libya ve Suriye’de ise, çıkarılan iç savaşlarla ve NATO’nun bombalamalarıyla kan gövdeyi götürüyor.
Ama Amerikan ve Batı yanlısı; Sudan, Suudi Arabistan, Umman, Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Yemen ve Ürdün'de demokrasiden eser olmamasına rağmen, bu ülkelerdeki yönetimler, ABD ve müttefiki Batılı ülkeler tarafından korunuyor.
Görüldüğü gibi, Büyük Ortadoğu projesinin bölgeye demokrasi götürmekle alakası yoktur. Bu proje:
a. Dünya petrol kaynaklarının %73’ünü kontrol altına alma senaryosudur.
b. Kuzey Afrika'dan Basra Körfezi'ne kadar olan Müslüman coğrafyasında Batı çıkarlarına uygun yeni bir düzen kurma senaryosudur.
c. Başta Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve Hindistan olmak üzere, Şanghay İşbirliği Örgütünün, Amerika ve Avrupa’ya rakip olarak süper güç haline gelmesini önleme senaryosudur.
d. İsrail’in yanında, Batı çıkarlarının jandarmalığını yapacak yeni bir Kürt Devleti Kurma senaryosudur.
e. Türkiye’nin bölünme senaryosudur.
f. Amerika, İngiltere, Fransa ve İsrail'in çıkarlarının örtüştüğü bir senaryodur.
Daha şimdiden bölgeyi kan gölüne çeviren bu çok tehlikeli darbe senaryosunu yazanlar ne kadar vebal altındaysa ve darbeciyse, bu çıkar örtüşmesine göre pozisyon alanlar, taşeronluk ve figüranlık yapanlar da o derece vebal altındadır, darbecidir ve ateşle oynamaktadır.
Şimdi, aklımızı ve mantığımızı kullanarak ve elimizi vicdanımıza koyarak kendi kendimize soralım; Türkiye’nin bölünmesine, komşularımızda iç isyanlar çıkarılmasına, yönetimlere karşı darbeler yapılmasına ve Arap ülkeleri ile Şanghay işbirliği üyesi sanayi devlerinin şimşeklerinin üzerimize çekilmesine sebep olacak böyle bir projeye Türkiye’de kimler karşı çıkar ve çıkıyor?
Allah aşkına ayan beyan ortada değil mi? Akıl tutulmasına mı uğradık? Görmüyor muyuz?
Amerikan yapımı ve Avrupa Birliği ile NATO destekli Büyük Ortadoğu Projesine, Türkiye’de;
a. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan, yurtta sulh ve cihanda sulh ilkesine inanan ve komşularının içişlerine karışmayan Kemalist/Atatürkçü aydınlar karşı çıkıyor.
b. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve bu Cumhuriyetin birlik ve bütünlük içinde sonsuza kadar yaşamasına kendisini adayan Türk Silahlı Kuvvetleri karşı çıkıyor.
Peki, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği, buna izin verir mi?
Vermedi, vermiyor ve vermeyecek. Bunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok:
a. İşte bu nedenle; Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesine balıklama dalmasına ve ateşle oynanmasına muhalefet eden Türk Ordusu’nun General ve mensuplarının tasfiye edilmesine karar verildi.
b. İşte bu nedenle; Türk Ordusu’nun başına çuval geçirildi.
c. İşte bu nedenle; ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük taraftarı Kemalist/Atatürkçü aydınların silinip süpürülmesi kararlaştırıldı.
d. İşte bu nedenle; Türkiye Cumhuriyeti’ni, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük temelleri üzerine oturtan ve topraklarımız üzerinde yeni bir Kürt Devleti’nin kurulmasına engel olan, Kemalizm’in yok edilmesine karar verildi.
e. İşte bu nedenle; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez üç maddenin, anayasadan çıkartılmasına karar verildi.
f. İşte bu nedenle; Silivri tezgâhları kuruldu.
Bütün bunları gerçekleştirebilmek için, öncelikle Türk Ordusu ile Kemalist aydınların yıpratılması, direnenlerin tutuklanması ve böylece BOP karşıtı engellerin temizlenmesi gerekiyordu.
Bu maksatla, şöyle bir psikolojik harp yöntemi uygulamaya sokuldu:
a. Öncelikle;
1) Bağımsız bir Kürt Devleti peşinde koşan bölücülerin,
2) Ilımlı İslam halifeliği hayalini gerçekleştirebilmek için Kemalizmi kendilerine engel gören bazı tarikat ve cemaatlerin,
3) Siyasi ve maddi çıkarlarını din istismarı yoluyla sağlayabilmeleri için laikliği kendilerine engel gören din tüccarlarının,
4) Anadan doğma Cumhuriyet düşmanı İkinci Cumhuriyetçilerin,
5) Kendilerini para babalarına satmış olan uşakların, Kemalizm’e düşman cephede toplanmaları sağlandı.
b. Bu arada, BOP’a karşı çıkan Türk Ordusu mensupları ile Kemalist aydınları tasfiye edebilmek için gerekli hukuki altyapı, şöyle hazırlandı;
1) Özel yetkili mahkemeler kuruldu.
2) Bu mahkemelerin hâkim ve savcılarına; “Şüpheli olarak gördükleri kişileri 10 yıla kadar sorgusuz sualsiz tutuklamak dâhil” çok geniş yetkiler verildi.
3) 5237 Sayılı yeni “Türk Ceza Kanunu” kabul edildi ve bu kanunun 312nci maddesine;
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir” hükmü kondu.
Böyle her yöne çekilebilecek bir madde sayesinde, istenirse “hükümete muhalefet eden herkese bir kulp takarak, müebbet hapisle yargılama imkânı yaratıldı.”
4) Terörle Mücadele Kanunu’nun 10ncu maddesi (d) fıkrasında;
“Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir” şeklinde değişiklik yapıldı.
Böylece, Türk hukuk sistemine “GİZLİ DELİL” kavramı sokuldu ve sanığa “suçu ve neyle suçlandığı” söylenmeyerek savunma hakkının kısıtlanması sağlandı.
Bu arada; “Terörle Mücadele Kanunu'nda Anayasal düzenin değiştirilmesi için örgütün silahlı örgüt olması şartı getirildi.” Böylece:
I. Tarikat ve cemaatlerin; Cumhuriyet Anayasasının öngördüğü anayasal düzene karşı yürüttükleri eylemler, suç kapsamı dışına çıkarıldı.
II. İktidarda olmanın verdiği gücü kullanarak; Silah kullanmaya gerek kalmadan, ülkenin anayasal düzenini “Sivil darbe yoluyla Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne ve tek adam diktasına dönüştürmek” müebbetlik anayasal suç olmaktan kurtarıldı.
III. Buna karşılık; Anayasal görevi ve doğası gereği, silahla donatılmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını, istendiği zaman bir kulp takılarak, kolayca “ Anayasal düzeni değiştirmek için silahlı örgüt kurdular” ithamlarıyla yargılamanın yolu açıldı.
5) 5 Temmuz 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunuyla, hukuk sistemimize “GİZLİ TANIK” müessesesi sokuldu. Buna göre; aleyhinize şahitlik yapan kişi veya kişilerin;
“Yüzleri saklanıp, sesleri değiştirilip ve kimlikleri gizlenerek duruşma sırasında veya duruşma salonu dışında ses ve görüntü akarımı yoluyla şahitlik yapmalarına” imkânı sağlandı.
6) TBMM’de kabul edilen yasa gereği, terör ve çete suçları ile 10 yıl ve üzerinde hapis cezasını gerektiren suçlarda gizli tanık kullanılabilmenin önü açıldı.
Böylece; “Etkin pişmanlık yasasından faydalanmak veya sanıklardan intikam almak isteyen terörist eskileri ile pek çok cinayetin faili olduğu belirlenen kişilerin bile, Tanık Koruma Kanunundan yararlanarak temize çıkmak için yalancı şahitlik yapmalarının” yolu açıldı.
7) 27 Haziran 2009 Gece yarısında çıkarılan bir yasayla:
15
“Anayasal düzene karşı suçlar” ile “terör” ve “çete” suçları doğrudan özel yetkili sivil savcılıklar tarafından soruşturulacak hükmü getirildi.
Bu değişiklik, askeri bölgede bile işlenmiş olsa (disiplin suçları hariç) muvazzaf subayların sivil yargı tarafından yargılanmalarının yolunu açtı.
8) Ayrıca, Askeri Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nun 3ncü maddesine şu fıkra eklendi:
“Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanunu'nda veya diğer kanunlarda yer alan bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır” dendi.
Buna göre işlenen suç ne olursa olsun, sivil kişilerin artık askeri mahkemelerde yargılanmaları son buldu.
Ayrıca, üst düzey rütbeli personelin, emekli olmadan önce işledikleri iddia edilen suçları nedeniyle, askeri mahkemede yargılanma isteklerinin de önü kesilmiş oldu.
Böylece; bir taraftan askerlere sivil yargı yolunu açarken, diğer taraftan askeri ceza kanunu kapsamına giren suçları işleyen sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının yolu kapatıldı.
Bu düzenlemenin sonucu olarak; kendileri cemaat veya tarikat mensubu olan bazı askerlerin, sivil tarikat müritleriyle işbirliği içinde işledikleri askeri suçlar nedeniyle, askeri savcılar tarafından açılan soruşturmaların ve davaların tarikat ve cemaatlere ulaşmasının önü kesildi.
9) Son olarak, Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki 93/A maddesi eklendi:
“Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle; Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz.”
Böylece; Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin hâkim ve savcıları, sizi haksız yere bilerek ve isteyerek 10 yıl tutuklu olarak içeride yatırsa ve sonunda beraat etseniz bile, o hâkim ve savcı aleyhine dava açamayacaksınız ve yaptıkları yanlarına kâr kalacak. Devlet aleyhine açacağınız davalarda ise; ödenecek tazminatlar, o hâkim ve savcının cebinden değil halkın ödediği vergilerden karşılanacak.
c. Daha sonra, isimsiz ve imzasız düzmece ihbarlarla, Türk Ordusunun kilit personeli ile Kemalist aydınlar hakkında ihbarlarda bulunuldu. Özel yetkili savcılar, arama ve gözaltı kararları verdiler.
d. Sabaha karşı yapılan ev ve işyeri aramaları esnasında, polis tarafından bazı sanıkların telefonlarına ve CD’lerine sahte suç delillerinin yüklendiği anlaşıldı. Ayrıca yasadışı telefon ve ortam dinlemelerinin delil olarak kullanıldığı ortaya çıktı.
e. Böylece, Özel yetkili mahkemeler tarafından pek çok Ordu mensubu ve Kemalist aydın tutuklandı.
f. Bu arada, kanuna göre gizli tutulması gereken hazırlık soruşturmalarıyla ilgili bazı telefon kayıtları, ortam dinlemeleri ve sanık ifadeleri yandaş medyaya sızdırıldı.
g. Yandaş gazete ve televizyonlar, bunları abartarak haber yaptılar.
h. Yalan ve dolan üzerine kurulu bu haberleri doğruymuş gibi kabul eden yandaş medya mensupları, televizyon kanallarını deli danalar gibi dolaşarak ve gazetelerinde köşe yazıları döktürerek, Türk Ordusu ve Kemalist aydınlar hakkında linç kampanyaları başlattılar.
i. Bu linç kampanyalarını yürütürken, akla hayale gelmeyecek şeytanca iftira senaryoları ürettiler. Özel yetkili hâkim ve savcılara, tutuklamaları için yeni hedefler gösterdiler. Hükümete de; aman elini çabuk tut, geç kalma, yola devam şeklinde ara gazı verdiler.
j. Yalan, dolan, iftira, karalama ve beyin yıkamaya dayanan bu psikolojik harp yöntemi sayesinde Türk Silahlı Kuvvetleri ile Kemalist aydınlar üzerinde şaibe yaratıldı.
Hukuki altyapının oluşturulması ve psikolojik harp taktiğinin uygulamaya sokulmasıyla birlikte, ele geçirilmesi ve diz çöktürülmesi gereken aşağıdaki kalelere karşı yoğun bir saldırıya geçildi:
a. Öncelikle, siyasi iktidara ve destekçisi tarikat ve cemaatlere henüz biat etmemiş olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay ve Sayıştay gibi yüksek yargı organlarına karşı:
1) Yoğun bir yıpratma kampanyası başlatıldı.
2) Yargıyı bağımsızlığını yok edip siyasal iktidarın emrine sokacak anayasa değişiklikleri hazırlandı ve referandumdan geçirildi.
3) Bu değişiklikler uygulamaya sokularak; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Yargıtay ve Sayıştay’a yeni üyeler seçildi.
4) Bu seçimler esnasında:
I. “Adalet Bakanlığı eşeği aday gösterse oyumu verip seçerim” diyen yargıçların olduğu ortaya çıktı.
II. “Anayasa Mahkemesi Kararlarına uymayın, yok hükmünde sayın” çağrısı yapan hukukçuların olduğu anlaşıldı.
III. Seçilen yeni üyelerin, siyasal iktidarın istekleri doğrultusunda “blok oy kullandıkları” görüldü.
5) Böylece yargı bağımsızlığı iyice yok edildi ve siyasal iktidarın emrinde yandaş bir yargı oluşturuldu.
6) İşte bu yargı sayesinde:
I. Habur Sınır Kapısından giren teröristlerin ayağına, Türk hukukunda olmayan seyyar mahkeme gönderildi.
II. Terörist olmaktan, Devletin Güvenlik Güçlerine silah çekmekten ve masumları şehit etmekten pişman olmadıklarını söyleyen teröristler, etkin pişmanlık yasasından yararlandırılarak serbest bırakıldılar.
III. Teröristler serbest bırakılırken, bu milletin can ve mal güvenliği için hayatını ortaya koyarak terörle mücadele etmiş Türk Ordusunun madalyalı kahramanlarına terörist damgası vurularak tutuklandılar.
b. Yargının ele geçirilmesiyle birlikte, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tasfiyesi de hızlandırıldı:
1) Türk Ordusu’nda tayin ve terfilerin kararlaştırıldığı Yüksek Askeri Şura toplantılarından önce; terfi etmesi ve komuta kademelerine atanması istenmeyen general ve subaylar hakkında, isimsiz ve imzasız ihbarlara dayanarak gözaltı kararlarının çıkarılması ve böylece tasfiye edilmeleri adet haline geldi. Yargı, adeta Yüksek Askeri Şuranın yerine geçti.
2) Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin belkemiğini oluşturan 42 muvazzaf general ve amiral; isimsiz ve imzasız ihbarlar ve doğruluğu kuşkulu elektronik belgelere dayanarak tutuklandı.
3) Böylece, Büyük Ortadoğu Projesinin ve Türkiye’nin bölünüp parçalanmasının önündeki en büyük engel olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tasfiyesi, tamamlanma aşamasına getirildi.
c. Yargının bir silah gibi kullanılması sayesinde; henüz basılmamış taslak halindeki kitaplar bile bomba muamelesi gördü ve tarafsız medya kuruluşları da sindirildi.
d. İşadamlarının başları üzerine, demoklesin kılıcı gibi yargı ve vergi cezaları sallandırılarak biat etmeleri sağlandı.
Böylece, Türk Ordusu mensupları ile Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük taraftarı Atatürkçü/Kemalist aydınları: “anayasal düzeni değiştirmeye ve hükümeti zor kullanarak yıkmaya teşebbüs etmekle” suçlayıp, bunları hapse tıkmakla “Darbeyi önlediklerini ve ileri demokrasiye geçtiklerini” iddia edenlerin asıl kendilerinin, çok daha vahim bir “sivil darbeyi” gerçekleştirdikleri görülmektedir.
Bu darbe “anayasal düzeni değiştirmeye ve hükümeti zor kullanarak yıkmaya teşebbüs etmekten” çok daha ağır bir darbedir.
Bu sivil darbe; “Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak, Devletin birliğini bozmak, Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmak, Devletin bağımsızlığını zayıflatmak” gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini dinamitleyen bir darbedir. İşte:
a. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü yok etmeye,
b. Sadece yurtiçinde kalmayıp, Kuzey Afrika’dan İran Körfezine kadar olan bölgedeki yönetimlere karşı planlanan darbelere de ortaklık etmeye yönelik gerçek darbe planı budur.
Artık kendi kendimizi kandırmanın âlemi yok. Kimse kimseyi aptal yerine koymasın:
a. Artık kendi kendimizi kandırmayalım. Büyük Ortadoğu Projesinin, bölgeye demokrasi götürmekle alakası yoktur. Örneğin:
1) Irak, aylarca bombalandı. Şehirleri, altyapı tesisleri ve kaynakları tahrip edildi, 1,5 milyon insan öldü. Binlerce kadın ve kız çocuğunun ırzına geçildi. Ülke; Kürtler, Sünniler ve Şiiler arasında üçe bölündü. Tarikat ve cemaatler ile aşiretlerin diktatörlüğü devam ediyor. Bu mudur demokrasi getirmek?
2) Mısır’da kan gövdeyi götürdü. Diktatör denilen Hüsnü Mübarek gitti ve yerine Askeri diktatörlük geldi. Bu mudur demokrasi getirmek?
3) Libya tam yüz günden fazla bombalanıyor. Bugüne kadar NATO tarafından 6 bin hava saldırısı düzenlendi. Şehirler, kasabalar, altyapı tesisleri, ülkenin kaynakları bombalanıyor, tam bir yıkım uygulanıyor. Binlerce insan öldü. Ülkenin işgal edilmesi için gün sayılıyor. Türkiye ise, isyancılara para yardımı yapıyor. Bu mudur demokrasi getirmek?
4) Büyük Ortadoğu Projesinin amacı bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol altına almaktır. Bunun aksini söyleyenler, kendilerini cin ve milleti aptal yerine koyan yalancılardır.
b. Artık kendi kendimizi kandırmayalım. Bu ülkede yargı bağımsızlığı yok edilmiş, yargı ele geçirilmiş, yandaş hukuk oluşturulmuş, hak, hukuk ve adalet tükenmiştir. Bunun yerine adalet; “Adalet Bakanı eşeği aday gösterse oyumu verip seçerim” diyen hukukçuların eline kalmıştır:
1) İşte bu nedenle, Habur’dan giren teröristlerin ayağına, Türk hukukunda olmayan seyyar mahkeme gitmiştir.
2) İşte bu nedenle, Pişman olmadıklarını beyan eden teröristler, etkin pişmanlık yasasından yararlandırıp serbest bırakılmıştır.
3) İşte bu nedenle, terörle mücadele etmiş Türk Ordusu mensupları, terörist damgası vurularak hapse tıkılmışlardır.
4) İşte bu nedenle, Yüksek Askeri Şura toplantısı öncesi, siyasi iktidarın terfi etmesini istemediği subay ve generaller hakkında, isimsiz ve imzasız ihbarlara dayanarak soruşturma ve gözaltı kararları çıkarılmış ve Şura toplantısı bittikten sonra gözaltı kararları kaldırılmıştır.
5) İşte bu nedenle, istekleri kabul edilmediği takdirde Türkiye’yi cehenneme çevireceklerini söyleyenler, Molotof kokteylleriyle ortalığı yakıp yıkanlar, ellerini ve kollarını sallayarak gezerken, parasız eğitim isteyen lise talebeleri 16 aydan beri hapistedir.
c. Artık kendi kendimizi kandırmayalım. Bu ülkede Türk Silahlı Kuvvetleri tasfiye edilmektedir. Şu hale bakın:
1) Kara Kuvvetleri’nin Komuta kademesinin, terörle mücadele eden madalyalı komutanları, düzmece ihbarlarla, terörist diye damgalanarak tutuklanmış durumda.
2) Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Komuta kademesinin, nerdeyse yarısı terörist iddiasıyla Silivri zindanlarında yatıyor.
3) Hava Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Orgeneral ve Orgeneralliğe terfi etme ihtimali olan Korgeneraller tutuklanmış ve komuta katı felç edilmiş durumda.
d. Artık kendi kendimizi kandırmayalım. Bu ülkede sivil darbe gerçekleştirilmiştir. Çünkü yargı siyasi iktidara bağımlı hale getirilmiştir. Bu nedenle yargı siyasallaşmıştır. Bağımsız yargı yoksa hukuk devleti yoktur. Hukuk devleti yoksa demokrasi yoktur. Yargı siyasi kararlar vermektedir. Bugün özel yetkili mahkemeler, siyasi iktidarın taleplerine uygun olarak Yüksek Askeri Şura kararlarını etkilemeyi kendisine görev edinmiştir. Teröristleri serbest bırakırken, terörle mücadele eden askerleri terörist diye tutukluyorlar. Bu bir sivil darbedir. Unutmamak için bir kenara yazın, bundan sonra göreceksiniz:
1) Demokratik veya Kürt açılımı adı altında, Büyük Ortadoğu Projesine uygun olarak “Büyük Kürdistan’ın kurulması için” gerekli altyapı oluşturulacaktır.
2) Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez aşağıdaki 3 maddesi değiştirilecek veya arkasından dolanarak sulandırılacaktır:
MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
Dikkat edelim, değiştirilemez bu maddeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleridir.
3) İşte bu maddelerin sulandırılması suretiyle, terörist başı Abdullah Öcalan’ın taleplerini yerine getirecek şekilde “Demokratik Özerklik” adı altında:
a) Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde, özerk bir Kürt yönetiminin oluşturulmasına,
b) Kendi parlamentolarını seçmelerine,
c) Kendi Silahlı güçlerini kurmalarına,
d) Kendi bölgelerinde vergi toplamalarına ve kendi bütçelerini oluşturmalarına,
e) Bölgedeki yer altı kaynaklarına sahip çıkmalarına,
f) Kendi bayraklarını kullanmalarına,
g) Türkçe yanında Kürtçenin de resmi dil olarak kabul edilmesine,
h) İlköğretim ve ortaöğretim okulları ile üniversitelerde Kürtçe eğitim yapılmasına,
i) Abdullah Öcalan başta olmak üzere tüm teröristlere genel af çıkarılmasına,
j) Kısacası federasyon adı altında Türkiye’nin bölünerek, BOP haritasında gösterilen “Özgür Kürdistan’ın kurulmasına” kapı açılacaktır.
“Bundan sonra Türk Halkı; “Analar ağlamasın, ileri demokrasiye geçiyoruz ve vesayete son veriyoruz” sloganları arkasına saklanarak “Kürt Açılımı, Demokratik açılım, Demokratik özerklik ve Sivil Yeni Anayasa yapıyoruz” adı altında yapılacak olan her değişikliği dikkatle takip etmelidir.
“Özgür Bireyler Topluluğu-Nasname” isimli Kürt Sitesinde yazılan şu satırları unutmamak için bir kenara yazın:
“Özerk Kürdistan, tartışma gerektirmeyecek kadar açık bir tanımdır. Bu tanım, bütün Kuzey Kürdistan’ı kapsayan, kendi parlamentosu, kendi bütçesi, merkezi hükümetten bağımsız bazı ekonomik, siyasal ilişkileri, kendi ordusu olan ve sınırları da belli olan özgün bir yönetim biçimidir. Bunun en somut örneği ise Güney Kürdistan’dır. Yani özerk Kürdistan, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını kullandığı, koşullar gereği şimdilik ilan edemediği bağımsız devletin ön hazırlığıdır bir anlamda. Bu nedenle, BDP’nin “özerk Kürdistan” söylemine karşı duracak bir yurtsever düşünülemez” diyorlar.
Gördünüz mü? Neymiş?
“Özerk Kürdistan, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını kullandığı, koşullar gereği şimdilik ilan edemediği bağımsız devletin ön hazırlığı imiş.” Sözleriyle, bundan sonra olabileceklere dikkat çekmeye çalışmıştım.
2. Bugün 14 Temmuz 2011; Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Diyarbakır'da yaptıkları toplantısı sonrası “Demokratik özerkliği” ilan ettiklerini açıkladı.
3. Bugün 14 Temmuz 2011; DİYARBAKIR’ın Silvan ve Kulp ilçeleri arasında arama yapan askerler PKK tarafından pusuya düşürüldü; 3’ü uzman erbaş, 10’u er olmak üzere 13 askerimiz şehit oldu. 2’si ağır 7 askerimiz de yaralandı.
4. Şimdi; söz konusu yazımda “Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” arasında top gezdirenlere sesleniyorum; ülkemizin doludizgin bölünmeye doğru gitmesinden ve akan şehit kanlarından mutlu musunuz? Başınız göğe erdi mi? Uşaklık ettiğiniz efendileriniz size madalya taktılar mı? Damarlarınızda şeytan dolaşıyor.
Hikmet YAVAŞ (İZMİR) hikmetyavas@gmail.com
Not: Uygun bir zamanı olan okuyucuların, aşağıdaki adreste yayınlanmış olan;
a. Düğmeye kim bastı,
b. Bir Devlet ve Silahlı Kuvvetler içeriden nasıl parçalanır,
c. Bölünmeye ve Kürt bağımsızlığına giden yol haritası,
d. Türkiye Cumhuriyeti tasfiye ediliyor hala uyanmayacak mısınız? Başlıklı yazıları da okuyup, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu daha derinliğine değerlendirmeleri önerilir.