Ahlak, din ve dürüstlük
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
YURT
Dinin de ahlakın da esası dürüstlüktür. Yani olduğun gibi görünmek veya göründüğün gibi olmak...
Akıl, Kur’an ve Peygamber bize şunu söylüyor:
Müslümanlık namazsız olur ama ahlaksız olmaz.
Türkiye’de dayatılan Arap-Emevî yapımı din, bunun aksini iddia ediyor. Ona göre, Müslümanlık namazsız olmaz ama ahlaksız olur.
Meseleye Kur’an penceresinden baktığınızda şunu görüyorsunuz: Zaafların bulunması insanı ahlaksız yapmaz, hatalı yapar, günahkâr yapar. Hatalar tamir edilir, günahlar ise tanrısal rahmet tarafından affedilir. Hatalı olmak bir zaaftır, sürçmedir. Ahlaksızlık ise kötü niyet ürünüdür, bir temel çürümedir.
Türkiye’deki akıl almaz çarpıklıkların başında din-ahlak ilişkisindeki çelişki gelmektedir.
Türkiye, görülmedik bir hızla dincileşirken, görülmedik bir hızla da ahlaksızlaşmaktadır. Yalancılık, dolandırıcılık, yolsuzluk, düzenbazlık... gibi temel bozukluklar listesinde her gün biraz daha yukarılara çıkışımız, dünyanın izlediği ve bizim de önümüze koyduğu bir gerçektir.
Ne yazık ki Türkiye, yalandan hırsızlığa, kamu kaynaklarını talandan mafya zulümlerine kadar her türlü suç ve rezilliğin, her türlü ahlaksızlık ve düşüklüğün doruğa tırmandığı bir ülke haline gelmiş bulunuyor.
CAMİLER NEYİN İFADESİ?
Bir yanda, temeli ve amacı ahlak olan İslam adına yüz bine ulaşan cami (sağlık ocaklarının toplam sayısı 7500, okulların toplam sayısı 67 bin), dinde yeri olmamasına rağmen gökleri tırmalayan yüz binlerce minare, öte yanda zirveye tırmanmış ahlaksızlıklar, Allah ile aldatmalar...
Bundan ilginci, ahlaksızlığın en zehirlisi olan riyakârlık, iftira, kamu kaynaklarının talanı gibi temel çürümelerde öne çıkmış isimlerin önemli bir kısmı dincilikleriyle de ünlü kişiler...
Böyle bir çarpıklık tarihte az görülmüştür.
Din adına kılcılık, kumaşçılık yaparak yeri göğü inletenlerin, orman yağmacılığına, kamu mallarının talanına, doğanın kirletilmesine, havanın ve suların zehirlenmesine, israfa, insan haklarının çiğnenmesine, kadının horlanıp ezilmesine karşı çıktıklarına tanık olamıyoruz.
Kısacası, İslam, birileri yüzünden âdeta ahlaksızlık, akıldışılık, düzenbazlık, haksızlık, şiddet ve kin üreten bir din olarak algılanır oldu.
Siyaseti çürüten temel olumsuzluk da dürüstlüğün göçürülmesidir. Siyaset, ne yazık ki, büyük çoğunluğu itibariyle, olduğu gibi görünmeyenlerle göründüğü gibi olmayanların kümelendiği bir mesleğe dönüştürüldü.
Siyasetimizin duayenlerinden birine yıllar önce, “Efendim, falancanın ahlaksal tarafı çok bozuk çıktı; onu yanımızdan uzaklaştırsak!” dediklerinde cevabı şu olmuştur: “Ben, iyi ahlak derneği kurmadım, parti kurdum; siyaset yapıyorum. Ne demek ahlaksal tarafı bozuk?”
DİNCİ SİYASETLER NE GETİRDİ?
Ahlakı bir meslek gibi algılayan bakış açısı, ne yazık ki, Türk siyasetinde yıllardır egemendir. Dinciliğin egemen olduğu siyasal zihniyetlerin, bu anlayışa ahlakîleşme yönünde bir katkı sağlamaları beklenirdi. Heyhat! O zihniyetler, ötekileri arattı.
Dinciler, olumsuz gidişe, ahlaksızlığı dinleştirme yönünde katkı sağladılar. Yani, bozuklukları, doymazlıkları, talanları, dinin kutsallarını kullanarak maskeleyip saklamak gibi çok daha yıkıcı bir süreci egemen kıldılar.
Gerçek şu ki, Türkiye bugün, dinden siyasete kadar, erdem ve dürüstlüğün temel ilke olmaktan çıkarıldığı bir çöküş kulvarına sokulmuş bulunuyor. Türkiye’de ‘tıkırında’ giden iki şey var: Ahlak ve erdemi önemsiz gören paragöz-kurnaz ekiplerin servetlerine servet katmaları, ülkenin süratli bir biçimde, Kurtuluş Savaşı öncesinin şartları içine itilmesi…
Evrensel yasaların şaşmaz buyruğu, böyle bir ülkenin mutluluğa mı, felakete mi yürüdüğünü elbette belirlemiştir. Biz hatırlatıyoruz. Düşünüp araştırıp ibret alan olur mu bilmem.