TSK DÜŞMANLIĞININ KÖKENİ NEREYE DAYANIYOR
Milli Şair Mehmet Akif'e soruyorlar; "Tarih tekerrür eder mi?" Şair
şöyle yanıt veriyor: "Hiç ibret alınsa tekerrür eder mi?" Mehmet Akif
bugün hayatta olsaydı, son yıllarda yaşadığımız olaylar hakkında ne
düşünürdü? Ergenekon soruşturması, darbe iddiaları, ıslak imza, kozmik
oda, balyoz planları, emasya tartışmaları vs.
Şair kuşkusuz derdi ki, "ama biz bunların benzerini aynen yaşadık."
Nasıl mı? Okuyacağınız bugün yaşadıklarınızdır...
Kafamızı Türkiye topraklarına sokarak olan biteni anlamamız zor.
Dünyaya bakacağız; bir yaprak kımıldasa, bunun rüzgarının Türkiye'ye
etkisini analiz etmeye çalışacağız. İşte o zaman çok karışık gibi
gelen meselelerin ne kadar basit sebepleri olduğunu kavrayabiliriz.
Gelin, Mehmet Akif'in yaşadığı 20'inci yüzyıl başına gidelim. Tarihin
tekerrür edip etmediğine bir bakalım.
Biliyoruz ki; büyük emperyal güçler arasındaki yeni sömürge
pazarlarını kapma mücadelesi, Birinci Paylaşım Savaşı'na/Birinci Dünya
Savaşı'na neden oldu.
Osmanlı bu savaştan yenik çıktı.
Galiplerin arasında en güçlü olan İngilizlerdi.
İngilizler, Mezopotamya, Suriye ve Arabistan'ı Osmanlı'dan koparıp
almak istiyordu. Kurmayı planladıkları kukla devletler arasında
Ermenistan ve Kürdistan da vardı.
Osmanlı idari yapısını, milliyet esasına göre parçalayıp, federatif
hale getirmeyi planladılar.
Siyasi emellerinin yanında İngilizlerin, iktisadi amaçları da vardı.
Birinci Dünya Savaşı başında Osmanlı'nın tek yanlı olarak kaldırdığı
kapitülasyonları yeniden uygulamak istiyorlardı.
Osmanlı maliyesini tümüyle Duyun-u Umumiye'nin denetimine vermek amacındaydılar.
İngilizler biliyordu ki, Osmanlı siyasi yaşamında İttihatçılarla
birlikte ordunun da büyük etkisi vardı. Ordunun siyasal düşüncesi
belliydi; milliciydi.
O halde tüm bunları yapabilmeleri için ordudaki ulusçu/milliyetçi
komutanların tasfiyesi gerekiyordu.
Önce bir kurnazlık yaptılar:
Bir süre İttihat ve Terakki Hükümeti'yle çalıştılar. Ağır şartları
onlara kabul ettirip, nüfuzlarını kırıp, bir daha iktidar olma
olanağını ortadan kaldırmak için!
Tam başarılı olamadılar.
İçinde İttihatçıların bulunduğu İzzet Paşa Hükümeti'ne ağır şartları
kabul ettiremediler; ancak bazı tavizler koparabildiler.
Bunlardan en önemlisi Mondros Ateşkes Antlaşması'ydı. İngilizler,
savaşta Hamidiye zırhlısıyla olağanüstü başarılar kazanan Rauf (Orbay)
Bey'in imzaya gelmesini özellikle istediler. Başarılı komutanları
halkın gözünden düşürmek istiyorlardı. Sonra tutuklayacaklar, sürgüne
göndereceklerdi. Hepsini adım adım yapacaklardı...
Darbe iddiasıyla başlayan tutuklamalar
İngilizler, İttihatçıları kolay kullanamayacağı anlayınca, sertleşme
politikası güttüler. Bunda İttihatçılara kin duyan Sultan Vahdettin'in
de etkisi vardı.
Sultan Vahdettin, İngilizlerin tertiplediği gerici 31 Mart (1909)
olayının hazırlayıcılarından Derviş Vahdeti'nin kurduğu İttihat-ı
Muhammedi Cemiyeti'nin üyesiydi.
Bir dönem perde arkasındaki ilişki artık açıkça ortadaydı. Vahdettin,
İngilizlerin desteğiyle iktidarını güçlendireceğini ve düşman gördüğü
ulusalcılardan tamamen kurtulacağını düşünüyordu.
Bu nedenle İngilizleri de arkasına alarak ittihatçı hükümeti yıkıp,
Tevfik Paşa Hükümeti'ni kurdurdu.
Şimdi sıra İttihatçıların cezaevlerine tıkılmasındaydı.
İngiliz ve Saray ittifakının elinde önemli bir gerekçe vardı: Savaş
dönemindeki Ermeni ve Rum tehcirleri.
Tehcir kararının altında imzası olan-olmayan tüm İttihatçılar
cezalandırılmalıydı. 2500 kişilik bir tutuklama listesi hazırlandı.
Ama önce...
Meclis feshedildi. Basına sansür getirildi. Harp divanı kuruldu.
Ve ardından gözaltılar, tutuklamalar başladı. Bunlar kısa sürede "cadı
avına" dönüştü.
Yeniden kurulan liberal-dinci ittifak partisi; Hürriyet ve İtilaf,
daha çok kişiyi tutuklamadığı için hükümeti uyuşukla itham eden
bildiri yayınladı.
Bu partinin yayın organı Peyam, Sabah ve Alemdar gazeteler, daha çok
ittihatçının tutuklanması için var gücüyle çalıştı. Sürekli hedef
gösterdiler; İttihat ve Terakki'nin hemen kapatılmasını; partinin
ileri gelenlerinin hemen tutuklanmasını istiyorlardı.
Tehcire izin veren Diyarbakır Valisi Dr. Reşid'in cezaevinden kaçması
bu çevreleri daha da saldırganlaştırdı. Yaptıkları mitingle bu kaçışı
protesto ettiler.
Sonunda bu kaçışla ilgili inanılmaz bir iddiayı ortaya attılar:
İttihatçılar darbe yapacak!
Vahdettin'in has Paşası Ömer Yaver Paşa, İstanbul'daki İngiliz Yarbay
Murphy'e giderek, darbe olacağını aman İstanbul'dan ayrılmamalarını
rica etti. Murphy, Osmanlı Paşasını gülerek dinledi.
Zavallı Yaver Paşa bilmiyordu ki, bu iddianın ortaya atılmasını
sağlayanlar İngilizlerdi.
Darbe iddiaları üzerine yeni bir tutuklama dalgası başladı; 30 kişi
daha sorgusuz sualsiz cezaevine kondu.
Milli Kongre'nin başkanı Dr. Esat (Işık) gibi saygın ulusalcılar gece
yarıları pijamaları, terlikleriyle evlerinden alındılar.
İttihat ve Terakki'nin tüm mallarına el konuldu.
Sonra sıra subaylara geldi.
İngilizler savaş tutsaklarına eziyet ettikleri iddiasıyla 23 subayın
hemen tutuklanmasını istedi.
Ordunun önde gelen isimleri tutuklanınca, İngilizler bu kez bazı
kurumların "darbeyi planladıklarını" gündeme getirdi.
Bunların başında Enver Paşa'nın kurdurduğu istihbarat örgütü Müsellah
Müdafaa-i Milliye vardı. Savaş döneminde İngilizlere zorluklar yaşatan
Osmanlı istihbarat örgütü küçültülüp etkisizleştirilerek Harbiye
Nezareti'ne bağlandı.
Osmanlı'nın deniz kuvvetlerini güçlendirmek için kurulan Donanma
Cemiyetleri Bahriye Nezaretlerine bağlandı.
Jandarma, ordudan koparılarak Dahiliye Nazırlığı çatısı altına sokuldu.
İleri de tehlikeli olacağı düşünülen genç mektepli subayların
rütbeleri indirildi. Amaç, istifaya zorlamaktı.
İttihatçılar döneminde emekli edilen alaylı subaylar tekrar orduya
alındı. Etkin görevlere getirildi. Emekli askerlerin kurduğu Nigehban
Cemiyeti, basına verdikleri demeçlerde mektepli subaylara ağır
hakaretler ettiler. Hukuk-u Beşer gazetesi mektepli subaylar için
"haydut başları" başlığını bile atacak kadar ileri gitti.
İngilizler, Tetkik-i Hesabat ve Seyyiat Komisyonu kurdurarak, Harbiye
Nezareti'nin kozmik odalarına girip tüm belgelerini didik didik
ettirdi.
Amaçları belliydi; orduyu küçültmek, halk üzerindeki etkinliğini kırmak.
Ordu'yu sadece iç güvenlik örgütü olarak polis, jandarma ve muhafız
kıtaları seviyesine getirmek istiyorlardı.
Bu arada İngilizler ile Fransızlar arasında Jandarmanın yönetimi kimin
kontrolünde olacak tartışması çıktı.
İnanması güç ama Saray'ın bırakın bunlara karşı çıkmasını, Vahdettin
ve Damat Ferid Paşa ikilisi, ordu komutasını İngiliz subaylarına verme
talebinde bile bulundular. İngilizler reddetti.
Güvenilir başsavcı aranıyor
Dönemin partisi Hürriyet ve İtilaf idi.
Ülkenin dört köşesinde şubeler açan bu liberal-dinci ittifak partisi,
artık hükümet olmak istiyordu. Ve nihayet, 4 mart 1919'da Damat Ferid
Paşa başkanlığında hükümeti kurdular.
Bu hükümete, İngiliz ajanı Hüseyin Hilmi'nin gazeteci dostlarıyla
kurduğu Sosyalist Fırka da destek verdi!
Damat Ferid Paşa hükümetinin ilk yaptığı icraat, ulusalcıları
yargılayan Divan-ı Harp mensuplarına yüksek maaş ödemek oldu.
Bu arada Divan-ı Harp'in üyeleri sürekli değişti. Damat Ferid Paşa,
Takvim-i Vekayi gazetesine "güvenilir bir başsavcı bulmakta
zorlandıklarını" açıkladı.
Yeni hükümetle birlikte yandaş medyadaki "tutuklayın", "kapatın".
"neden cezalandırmıyorsunuz" yayınlarında artış oldu.
Alemdar gibi yandaş gazeteler, "sehbalar bile bu adamlara layık
değildir; kafalarının koparılması gerekir" diye yazdı.
Liberal gazeteciler; Alemdar'da Refi Cevat (Ulunay), Peyam'da Ali
Kemal "daha ziyade şiddet" diye makaleler kaleme aldılar. "Bu adamlar
için ölümden daha hafif ceza aklımıza gelmiyor" diye yazdılar.
Kamuoyu oluşturulduktan sonra istekleri yerine getirildi.
Ermeni tehcirinde kusurlu bulunan Yozgat Mutasarrıf vekili Kemal Bey
idam edildi.
Fakat umulmadık bir olay gerçekleşti; yandaş medyanın "cani" olarak
gösterdiği Kemal Beyin cenazesine onbinler katıldı.
Hükümet cenazeye gidenler hakkında soruşturma açtı; içlerinde toplumun
çeşitli katmanlarından; doktor, tıp öğrencisi, subay, imam, tekke
şeyhinin de olduğu bazı kişiler tutuklandı. Üsküdar mevki kumandanı
cenaze törenini dağıtmadığı için görevinden azledildi.
Eski defterler açılıyor
İngilizler gündemi hep sıcak tuttu. Tehcir ve darbe iddiaları
gündemden düşünce hemen yenisi bulundu; "eski defterler" açıldı.
Örneğin, intihar eden veliaht Yusuf İzzeddin Efendi'yi Enver Paşa'nın
öldürttüğü iddia edildi! Adliye Nazırı Sıtkı Bey hemen soruşturma
açtırdı.
Bu olay sıcaklığını kaybedince hemen yeni bir gündem yaratıldı:
Sultan II. Abdulhamid tahtan indirildiğinde, içinde 1 milyon liralık
mücevher bulunan çanta kayıp olmuştu. Çantanın peşine düşüldü.
Ayrıca Yıldız Sarayı'nı kimlerin yağma ettiği konusunda spekülasyonlar
yapılmaya başlandı.
Partiler, gazeteler bu suni gündemlerle oyalanırken, İngilizler
emellerini tek tek gerçekleştirdi. Kapitülasyonları yeniden uygulamaya
koydu. Osmanlı maliyesini tümüyle Duyun-u Umumiye'nin denetimine
verdi.
İttihatçıların yerli sermaye oluşturmak için kurdurduğu milli
şirketlerin bazılarını tasfiye etti; bazılarının müdürlüklerine
liberal isimleri getirdi.
Levant Limited gibi şirketler kurdular; Vickers, Metropolitan
Carriage, British Trade Corparation gibi şirketleriyle Osmanlı
pazarına daldılar. Şirketlerde Türkçe kullanma zorunluluğunu
kaldırdılar.
Türk bankalarına İngiliz denetçi gönderdiler. Denetleme işi bitinceye
kadar bankaları kapattılar. Türk Milli Bankası'nı ele geçirdiler.
Kendileri yeni bankalar kurdular.
Hıristiyanlara ait "emval-i metruke" sayılarak satılan mallar gibi
birçok konu gündeme getirildi.
Sultan Vahdettin o aralar Toros Tüneli'ne kafayı takmıştı. Tüneli
yapmak için anlaşma yaptığı Alman ve Avusturyalılar kaçmıştı; "ah
İngilizler şu tüneli bir yapsa" diyordu. Tünel yapılıp bitirilince ne
olacaksa?
Diğer yanda...
Osmanlı münevverleri olan biteni seyrediyordu; şaşkındı. Kurtuluş
"reçeteleri" arıyordu. Çoğu bağımsızlığın Batı eliyle gerçekleşeceğine
inanıyordu!
Kimi ABD'nin sömürgeci olmadığına inanıp, Wilson Prensipleri Cemiyeti'ni kurdu.
Kimi kurtuluşu İngilizlerin Osmanlı yönetimine el koymasında görüp
İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ni girdi.
Halkına güvenen münevver sayısı parmakla sayılacak kadar azdı...
Tüm bunlar olurken İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar
Osmanlı topraklarını işgal etti.
Taktik hep aynıydı:
İngiliz basını, İzmir ve çevresinin uyduları Yunanistan tarafından
ilhak edilmesi için yoğun bir "Barbar Türk" kampanyasına başladı. Bu
yayınlara göre Türkler, Rumları yok etmek için gizli planlar
yapıyordu!
Ve hep ekliyorlardı; "zaten bu barbar Türkler Ermenileri de
katlettiler!" Bu gerekçe Batı basının en etkili propaganda silahıydı.
Sonra Yunanlılar İzmir'e çıktı.
Batı basını yine Türkleri suçladı; "Türkler inatçı bir direnme gösterdi!"
Peki İzmir işgali konusunda yandaş medya ne yazdı: "İngilizleri İstiyoruz."
Bu başlığı Alemdar gazetesi başyazarı Refii Cevat attı. Osmanlı'yı her
türlü beladan kurtaran İngilizlerin, bu işgalden de İzmir'i
kurtaracağına inanıyordu!
Teali-i İslam Cemiyeti ise işgalin hemen sonrasına rastlayan Ramazan
ayında, bazı memurların oruç yediğine, kimi kadınların tesettüre
uymadığına dikkat çekip zabıtaların daha uyanık olmasını istedi.
Saray ile Hükümet ise Paris Konferansı'na hangi bakanların gidip
gitmeyeceği tartışmasını yaptı.
Bu arada bir "anket" yayınlandı ve Müslüman halkın yüzde 60'ının
İngiliz yönetimini istedikleri ortaya çıktı!
Memnun olmayan birileri vardı: Mustafa Kemal ve bir avuç arkadaşı.
Samsun'a çıktılar.
Onu kısa bir süre sonra Mehmet Akif gibi yurtseverler takip etti.
Şimdi Mehmet Akif hayatta olsaydı ve Türkiye'nin yaşadığı son
yıllardaki olayları görse ne söylerdi acaba?
"Hiç ders alınsa tarih tekerrür eder mi?"
Soner Yalçın
Türk ordusu'na tertip
Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un şüpheli yapılmasına neden olan süreçte neler yaşandı? Şimdi ekranlarınıza Türk Ordusu'na astsubaydan başlayıp gelenkurmay başkanına varan son 4 yıllık saldırı sürecinin kilometre taşlarını getiriyoruz...
Emrah Taştan ULUSAL KANAL, 04 Ocak 2012 Çarşamba
Ergenekon tertibinin düğmesine 12 Haziran 2007'de Ümraniye'deki gecekonduda yapılan aramayla basıldı. Aramaya katılan polisler Genelkurmay Başkanı'na ağır küfürler savurarak "Genelkurmay var bunun altında" diyordu.
Tuncay Güney mülakatı
Önce astsubaylar suçlandı. İddianame dosyasında, Ergenekon tertibini başlatan Tuncay Güney'in görüntüleri vardı. Güney, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'ndeki mülakatında Türk Ordusu'na işaret ediyordu.
Muvazzaflar hedefte
Astsubayların suçlandığı Ümraniye bombalarını Kafes, Poyrazköy ve Amirallere Suikast tertipleri izledi. Suçlananların rütbeleri her davada biraz daha yükseldi. Muvazzaf subayların tutuklanması alışılagelmiş bir hal aldı. Ergenekon, Poyrazköy, Amirallere Suikast, Kafes, Islak İmza, İnternet Andıcı, Balyoz 1-2-3 ve Askeri Casusluk Davaları ardarda geldi ve yüzlerce komutan sanık koltuğuna oturtuldu.
Taraf'ta Balyoz tefrikası
Taraf Gazetesi, 20 Ocak 2010'da başlattığı Balyoz tefrikasının hemen arkasından muvazzaf komutanlara ilişkin yakalama kararları çıkarıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu büyük tertibe karşı dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un açıklaması dışında bir tepki gösteremedi.
Balyoz'daki 3 davada, 367 muvazzaf ve emekli komutan sanık yapıldı. Muvazzaf general ve amirallerin tutuklanması "vakay-ı adiye" oldu. Davalar kapsamında 58 general ve amiral tutuklandı.
Askerleri yakalayın
2010 yılının tümüı, TSK saldırıları sürecinin kilometre taşı oldu. Genelkurmay'da Kozmik Oda'ya girildi, Askeri Casusluk tertibi kapsamında Türk Ordusu'nun beyni konumundaki GES Komutanlığı arandı, Türk Ordusu'nun silah taşıyan kamyonuna el konuldu. Türk kamuoyu her gün bulunan mermi ve bombalarla adeta şaşkına çevrildi.
Fethullah Hoca YAŞ'ta
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni hedef alan tertipler, ilk kez 2010'daki Ağustos Yüksek Askeri Şura toplantısını somut olarak etkiledi. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Atilla Işık YAŞ'ta istifa etti.
İlk kez bir orgeneral
30 Mayıs 2011'de ilk kez muvazzaf bir orgeneral olan Bilgin Balanlı, Balyoz tertibiyle tutuklandı. 2011 Ağustos ayı YAŞ toplantısına ise komutanların toplu istifası damgasını vurdu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve Kuvvet Komutanları Erdal Ceylanoğlu, Eşref Uğur Yiğit ve Hasan Aksay, tutuklu komutanlara dikkat çekerek istifa etti.
Ordusuz Türkiye
2011 Ağustos YAŞ toplantısıyla Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Necdet Özel, görüntülere yansıyan topuk selamıyla hafızalara kazındı.
Ardından sözde "sivilleşme" adımları art arda geldi. Orgeneral Özel döneminde Türk Ordusuna günlük yaşamın her alanından el çektirildi. Muhafız Taburu Meclis'ten çıkarıldı, Ankara'daki geleneksel Garnizon Koşusu iptal edildi. 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri günü bile askere çok görüldü, kutlamalar iptal edildi. Abdullah Gül, Türk Ordusu adına tebrikleri kabul etti. Süreç, GATA Hastanesi'nin özel güvenlikle korunmasına kadar geldi.
Astsubaydan Genelkurmay Başkanı'na
Astsubay Oktay Yıldırım'ın tutuklanmasıyla başlayan Türk Ordusu'nu çökertme operasyonu, sonunda Genelkurmay Başkanlarına uzandı. İstifa eden Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner hakkında, "terör örgütüne yardım" suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Ve son olarak sıra Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a geldi. İnternet Andıcı için "mahkeme çağırırsa tanık olurum" diyen Emekli Orgeneral Başbuğ, şüpheli yapıldı.
Asker sadece izledi
Türk Ordusu'nun komuta kademesi ise "yargı çözer" gerekçesiyle personelini hedef alan tertipleri izlemekle yetindi. Tertiplerin önünü almak için hiçbir somut girişimde bulunmayan komutanların kendileri, sonunda sanık ya da şüpheli oldu. Gelinen noktada, Türk askeri, "terörist", "darbeci", "casus" gibi haksız ithamlarla karalandı.