İLERİ DEMOKRASİNİN TEMEL TAŞLARI; TARİKATLAR, CEMAATLER VE AŞİRETLER.
Özenle oluşturdukları tarikat, cemaat ve aşiret koalisyonundan oluşan ucubeyi, bu millete ileri demokrasi diye yutturmaya çalışıyorlar.
Öncelikle, gerçek demokrasiler; düşünen, sorgulayan, doğru bilgiyi arayan, sebep sonuç ilişkisi kurabilen, hesap soran ve aldatılamayan seçmenler ister.
Gerçek demokrasiler; Ağaya, beye, hocaya, efendiye, şeyhe, şaha ve padişaha hür iradesini teslim etmeyen, biat etmeyi insan onuruna yakıştıramayan, aklı hür ve vicdanı hür seçmenler ister.
Gerçek demokrasilerde; Tarikatlar, cemaatler ve aşiretler, bireysel özgürlükleri ve demokratik hakları ipotek altına alamazlar.
Bunlar yetersizse, yutturmaya çalıştığınız demokrasinizin temeli çürüktür.
Bugün; maddi ve siyasi çıkarları için aklını, bilimini, kalemini ve vicdanını tarikat, cemaat ve aşiretlerin emrine sunmuş bazı akademisyenler ile medya mensupları, televizyon kanallarını fırıldak gibi dolaşarak tarikatların, cemaatlerin ve hatta aşiretlerin, sivil toplum örgütleri olduklarını iddia ediyorlar.
Hınzırca; demokrasilerin olmazsa olmazı sayılan siyasi partiler ile sendikalar, meslek odaları ve diğer sivil toplum kuruluşları arasına tarikat, cemaat ve aşiretleri de dâhil etmeye ve meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Oysaki:
1. Sivil toplum örgütleri;
a. Devletlerin resmi makamlarına kayıtlıdır.
b. Gelir ve giderleri hem üyeler ve hem de devlet tarafından denetlenir.
c. Yöneticiler seçimle işbaşına gelir veya gider.
d. Yöneticiler, tüm üyelerin oluşturduğu “Genel Kurul” kararlarına aykırı işlem yapamazlar.
e. Üyeler, gerekirse yöneticilerin eylem ve işlemleri hakkında yargıya başvurabilirler.
f. Sivil toplum örgütleri halka açıktır, şeffaftır, katılımcıdır ve farklılıkları bir arada barındırır.
2. Tarikatların, cemaatlerin ve aşiretlerin ise;
a. Devletin resmi makamların kaydı kuydu yoktur.
b. Gelir ve giderleri gizlidir ve denetime açık değildir.
c. Tarikatın şeyhi, cemaatin hoca efendisi ve aşiretin reisi seçimle gelmez. Kerametleri kendilerinden menkuldür. Hiyerarşik yapıları vardır.
d. Müritler ve marabalar bir araya gelip kararlar alamazlar aksine şeyh, hoca efendi ve aşiret reisinin kararlarına uymak zorundadırlar.
e. Müritlerin ve marabaların; şeyhinin, hoca efendisinin veya aşiret reisinin aleyhine yargıya gitmeleri şöyle dursun seslerini bile yükseltemezler.
f. Tarikatlar ve aşiretler; kamuya kapalıdır, içe dönüktür, itaat odaklıdır ve bireyin özgür iradesini ipotek altına alırlar.
Bugün tarikat ve cemaatler; birer dini hareket olmaktan çıkıp siyasallaşmış ve holdingleşmişlerdir. Dinsel hareketlerin; ekonomiye, siyasete ve devlet kurumlarına sızmaları ve iktidara ortak olarak devleti yeniden tanzim etmeleri demokrasi getirmez.
Günümüzde; tarikat şeyhlerinin, cemaatlerin hoca efendilerinin ve aşiret reislerinin işaret ettiği kişiler aday gösteriliyor. Cemaatler, müritler ve marabalar oy veriyor. Böylece; tarikat, cemaat ve aşiret mensubu Milletvekillerimiz, Bakanlarımız, Başbakanlarımız ve Cumhurbaşkanlarımız oluyor.
Bir şekilde iktidara gelerek devlet erkini ele geçiren tarikat ve cemaat müritleri ile aşiret ağaları; maddi cebir ve şiddet kullanmaya ihtiyaç duymadan, devlet gücünü ve kurumlarını ele geçiriyorlar. Anayasayı ve demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini hiçe sayarak, yasadışı dinlemeler yoluyla milleti sindirmek suretiyle kendi baskı düzenlerini kuruyorlar. Buna manevi cebir ve şiddet denir. BUNUN ADI SİVİL DARBEDİR.
Böyle bir ortamda büyük ağabey; ayranı kabardığı her zaman “ O kişilerin isimlerini verin bana, hemen kapının önüne koyayım” diyebilir. Vatandaşın karşısında burnundan kıl aldırmayan ve gerektiğinde vatandaşı azarlayan, İtaat (biat) kültürüyle şartlanmış, mürit ve maraba zihniyetli makam sahiplerinin hiçbirisi “ biz, istediğiniz zaman kapının önüne konabilecek uşaklar değiliz” diyebilecek dik duruşu gösteremezler. Bu ise TEK ADAM SULTASI demektir.
Böyle bir yapı, demokrasi getirmez. Ülkede; etnik, dini, mezhepsel ve ideolojik ayrışmaya ve parçalanmaya sebep olur. İşte bu nedenle, Türkiye’de siyasiler; etnik kimlik, dini değerler ve Cumhuriyetin nitelikleri üzerinden kavga ediyorlar.
Dünyanın her ülkesinde; dinsel inançtan, cemaat kültüründen, aşiret geleneğinden, etnik kültürden veya örf ve adetten kaynaklanan kapalı toplum değerleri vardır. Bu değerlere uymayanlara karşı; dik dik bakmak, sırtını dönmek ve konuşmamak gibi tepkiler gösterilir. Böylece, o toplumda yaşayanlar üzerinde; Dışlanma ve kınanma korkusu gibi psikolojik baskılar (mahalle baskısı)yaratılır.
Eğer, iktidardaki bir siyasi parti; bu tarikat, cemaat ve aşiret değerlerini benimsediği ve kolladığı imajını yaratırsa, kraldan çok kralcı geçinen bir kısım kamu memurları da aynı yönde davranmaya başlarlar. Bugün maalesef bazı bürokratların, devletin memuru olmaktan çıkıp, siyasi iktidarın yalakası haline geldikleri görülmektedir.
Kamu yetkisi kullanan bu memurlar; tarikat, cemaat ve aşiret değerlerine uygun giyinip kuşanmayan veya davranmayan insanlara karşı, kanuni haklarını vermemeye veya kısıtlamaya veya en azından zorluk çıkarmaya başlarlar. Örnek mi istiyorsunuz? Yüzlerce örnek arasından, alın size sadece bir örnek:
“22-23 ŞUBAT 2011 tarihlerinde, gazetelere DEVLETİN ÇEKİLDİĞİ BELDE başlığıyla düşen habere göre, Kırıkkale’nin Büyükavşar beldesinde; pansiyonlu ilköğretim okulu, lise, sağlık ocağı ve PTT kapatılıyor. Beldeye, yurtdışında yaşayan işçilerin gönderdikleri paralarla alınan ambulans da kasabadan çekiliyor.” Görüyor musunuz, kamu görevlilerinin birilerine yaranmak için, tüm belde halkını nasıl cezalandırdıklarını?
İşte böylece, ayrımcılık başlamış olur. Bu ayrımcılık; dinsel, etnik, cinsiyet veya kültür gibi çeşitli şekillerde kendini gösterir. İşte “ileri demokrasi” adı altında Ülkemizin içine sokulduğu durum budur.
Toplum içinde bir kez ayrımcılık başlayıp yaygınlaştı mı, toplumsal çatışmaya kadar gider.
Devletle vatandaş arsındaki ilişkileri sağlayacak kurumlar siyasi partilerdir, sendikalardır, meslek odaları ve sivil toplum örgütleridir.
Tarikatlar, Cemaatler ve aşiretler; toplumsal kuralların düzenleyicisi olamazlar. İçinde otoriter yapı ve zihniyet taşıyorsa adı ister cemaat olsun, ister tarikat olsun ve isterse başka bir şey olsun, o sivil toplum örgütü değildir.
Bugün her şeyin, siyasi parti liderlerinin iki dudağı arasında olması, biat kültüründen gelen bir alışkanlıktır. Biat kültürü demokrasinin ruhuna aykırıdır.
Gerçek demokrasilerde siyasal partiler; birey odaklıdır, insanı esas alırlar. Tarikatlarla, Cemaatlerle ve aşiretlerle işbirliği yapmazlar. Tarikatlar, cemaatler ve aşiretler, bir siyasi partiyi destekledikleri zaman karşılığını isterler.
Bugün devlet kademelerine sızdığı iddia edilen tarikat ve cemaatler; karşımızda somut bir örgüt olarak gözükmüyorlar, soyut bir şeyler. Sınırları bilinmiyor. Ancak, somut olarak görülüyor ki:
a. Belirli medya ve ekonomik güçleri var.
b. Sistemli olarak, Demokratik Laik Atatürk Cumhuriyetini yıpratmak için yayınlar yapıyorlar.
c. Türk Ordusunu tasfiye etmek için her yola başvuruyorlar.
d. Siyasete oynayan birer aktör haline geldiler.
e. Emirlerindeki Medyaları; haber vermekten ziyade, psikolojik harp yöntemlerini uyguluyorlar.
f. Cihat anlayışıyla, devletin bazı kurumlarını ele geçirmeye çalışıyorlar.
g. Gerektiğinde; Orduyu, yargıyı, üniversiteleri, iş dünyasını, sendikaları, meslek odalarını ve muhalif medyayı tehdit ediyorlar.
h. TSK, dine karşıdır gibi kirli propagandalar yapıyorlar.
i. Azımsanmayacak ölçüde, idari ve adli makamları ellerine geçirdiklerine ilişkin çok güçlü emareler görülüyor.
İşte bu nedenlerden dolay; “Türkiye, askeri ve bürokratik vesayet altından kurtulup, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye geçiyor” diyenler, utanmadan ve arlanmadan yalan söylüyorlar. Kendilerini cin, milleti ise aptal yerine koymaya çalışıyorlar.
Belli tarikat, cemaat ve aşiretlerin devlet yönetimini paylaştıklarını cümle âlem biliyor. Bu nedenle demokrasimiz de “feodal” olmaktan kurtulamıyor. Tarikat, cemaat ve aşiret koalisyonundan oluşan bu tür demokrasilerin ideolojik ve kültürel temelinde aşiret reisinin, şeyhin ve hoca efendilerin otoriter yorumlarına dayanan VESAYETLERİ ve KİŞİSEL ÇIKARLARI ön plana çıkıyor.
Özellikle, tarikat ve cemaatler; mevcudiyetlerini meşrulaştırmak ve mütedeyyin, saf ve temiz Müslümanlar arasından müritler devşirmek için, şeyhlere ve hoca efendilere mutlak ihtiyaç olduğunu iddia ediyorlar ve hatta daha ileriye giderek “ Şeyhi olmayanın, şeyhi şeytandır” propagandasını yapıyorlar. Bu, resmen ve alenen Allah’a ortaklık koşmaktır yani şirktir. Çünkü:
a. Kuran’a göre; İslam’ın merkezinde Allah vardır ve takva (din) Allah ile kullar arasında olan bir ilişkidir.
b. Yüce rabbimiz; yalnız Allaha tapmamızı ve yalnız ondan yardım dilememizi emreder.
c. Tarikat ve cemaatlerde ise; merkezde Allah yoktur şeyh ve hoca efendi vardır ve adeta müritleri ellerinden tutup cennete götürecek ermişler rolünü oynamaktadırlar. Bu nedenle, şeyh ve hoca efendinin söylediklerine Allah emri gibi, sorgusuz sualsiz itaat edilmektedir.
d. Tarikat ve Cemaatlerin amacı din değildir, dini kullanarak ekonomik ve iktidar gücünü ele geçirmektir. Bugün hepsi holdingleşmişlerdir ve din tüccarlığı yapmaktadırlar. Oysaki Allah, din üzerinden maddi menfaat sağlamayı aziz peygamberimize bile yasaklamıştır.
e. Nitekim Milli Gazete’nin İslamcı yazarı M. Şevki Eygi de, 13 EKİM 2010 tarihli köşe yazısında; “MUKADDES İslam dinini, Kuran’ı; şahsî menfaatlerine, nefsanî ihtiraslarına, riyaset şehvetlerine, mal ve mülk hırsına, zengin olmaya, ün kazanmaya âlet ve vasıta kılanlar, din sömürüsü yapanlar dünyanın en alçak ve şerir insanlarıdır” demektedir.
Siyasi iktidar, tarikat ve cemaatlerin; devletin kılcal damarlarına kadar sızmasını sağlayacak altyapıyı özenle hazırlamıştır. Örneğin:
a. 2.Ocak.2004 ve 31.Aralık. 2004 tarihlerinde, Vergi Usul Kanunu'na 40/10 maddesini eklediler. Bu maddeye göre; “ gelir veya kurumlar vergisi mükellefleri BÜNYESİNDE GIDA BANKACILIĞI BULUNAN DERNEKLERE bağışta bulunurlarsa, yaptıkları bağışın tamamını vergiden düşebiliyorlar.”
b. Bu kanuna göre, isteyen vergi mükellefi; Devlete ödemesi gereken verginin tamamını, İçişleri Bakanlığı tarafından gıda yardımı (bankacılığı) yapma izni verilmiş bir derneğe bağışlarsa, devlete hiç vergi ödemeyebiliyor. Dünyada, vergi toplama yetkisi, sadece devletlere ait olmasına rağmen, bizim hükümetimiz; tarikat ve cemaat derneklerini vergi toplar hale getirerek, palazlandırıyor ve holdingleştiriyor.
c. İçişleri Bakanlığı tarafından; Deniz Feneri, Kimse Yok mu Derneği, Kepez Deniz Yıldızı Sosyal yardımlaşma Derneği’ne gıda bankacılığı yapma izni verildiği bilinmektedir.
d. Ayrıca bazı cami imamlar ve evlere sohbet toplantılarına giden gezici vaizler tarafından; “ Bu kâfir devlete vergi vermeyin, bunun yerine işaret ettiğimiz derneklere bağışta bulunun, böylece hem vergi vermekten kurtulursunuz ve hem de zekâtınızı vererek sevaba girmiş olursunuz” şeklinde, dine ve imana sığmayan alçakça propagandaların yapıldığı duyulmaktadır.
Sonuç olarak:
a. Türkiye’deki kamplaşma, ne yazık ki hızla ilerliyor. Tarikat, cemaat ve aşiret vesayeti; bireyi siliyor ve yerine, beyinleri biat kültürüyle şartlanmış robot gibi hareket eden tek tip insanların sayısını çoğaltıyor.
b. Oysaki Gerçek demokrasiler; Ağaya, beye, hocaya, efendiye, şeyhe, şaha ve padişaha hür iradesini teslim etmeyen, biat etmeyi insan onuruna yakıştıramayan, aklı hür ve vicdanı hür seçmenler ister.
c. Tarikat, cemaat ve aşiret vesayetinin altyapısını oluşturan siyasiler, bu ülkenin gelecek nesillerine karşı suç işliyorlar ve tarih önünde vebal altına giriyorlar.
d. Ayni şekilde, İslam dininin özüne aykırı olarak aklını ve vicdanını tarikat, cemaat ve aşiretlerin emrine sunan seçmenler de; gelecek nesillere karşı işlenen suça ortak oluyorlar, tarih önünde ve dinen vebal altına giriyorlar.
e. Maddi ve siyasi çıkarları için aklını, bilimini, kalemini ve vicdanını tarikat, cemaat ve aşiretlerin emrine sunarak "İLERİ DEMOKRASİ” propagandası yapan bazı akademisyenler ile medya mensupları ise, tarih önünde AHLAK YARGILAMASINA tabi tutulacaklardır.
f. Ülkemizin huzuru ve gelecek nesillerimizin selameti açısından, söz konusu aşiret, tarikat ve cemaat vesayetini; demokratik yollardan biran önce sandığa gömmektir.
Selam ve saygılarımla.
Hikmet YAVAŞ