UZUN TUTUKLULUK SÜRELERİ
Naci BEŞTEPE
Önce tutuklulukla ilgili birkaç rakam vererek olayın kavranmasına çalışacağım.
a.Tutuklu Hükümlü Oranları:
Dünya standartlarında sanıkların 1/3 ‘ ü tutuklu.
Ülkemizde bu oran ½’ye yakın. 130 bin sanığın 42 bini tutuklu, 20 bini hükmen tutuklu.
b. Tutukluların Mahkum Olma Oranları:
Japonya’da tutuklu sanıklarda mahkumiyet oranı % 99.9
Çin ve Kore’de; 99.6
Fransa’da; 98.9
Almanya’da; 96.5
İngiltere’de; 90.3
Türkiye’de %50_60 civarında. Yani 10 kişiden 4_5’i suçsuz yere yatıyor. Ceza almadan çıkıyor. Tutukluluk ceza oluyor.
c. Tutukluluk Süreleri
Avusturya’da; 5 yılı aşan cezalar için en fazla 2 yıl,
Almanya’da; tutukluların % 75’i 1-6 ay içerde kalıyor
“ % 6 ‘sı 1 yıldan fazla “
6 aydan fazla tutukluluk özel kararı gerektiriyor.
İskoçya’da; en fazla 110 gün, 4 ay bile değil.
Fransa’da; ağır ceza suçlarında 4 yıla kadar,
Avrupa KONSEYİ üyesi ( İtalya, Portekiz, İspanya ve Yunanistan’da); özel nitelikli suçlarda 2 yıla kadar.
Ülkemizde ise bilindiği gibi YARGITAY’ın dahiyane yorumu ile 2’yi 1 artırarak 5 yıl, terör suçlarında da 10 yıl.
AİHM VE AİHS AÇISINDAN DURUM
Türkiye Barolar Birliği‘nin 23 ŞUBAT 2011 ‘de yaptığı bir basın açıklaması var. Bu kısa ve özlü açıklamada uzun tutukluluk süreleri; yasalarımız, AİHM kararları ve AİH Sözleşmesi hükümleri açısından ele alınıyor. Çok güzel bir değerlendirme.
Ayrıca, gene TBB İnsan Hakları Merkezi’nin 10 Ağustos 2010 tarihli TUTUKLAMA RAPORU da bu konuda oldukça kapsamlı bir çalışmadır.
Her iki raporda da gerek iç hukukumuz gerekse AİHM kararları ve AİHS hükümleri açısından Türkiye’deki uzun tutukluluk sürelerinin; masumiyet karinesini ortadan kaldırdığı, tutuklamanın makul süreyi aşarak koruma önlemi olmaktan çıkıp cezaya dönüşmemesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Tutukluğun bir önemli sakıncası olarak da; cezaevlerini kalabalıklaştırarak insanın fiziki ve ruhi dengesini bozduğu kabul edilmektedir.
İç hukukumuza göre de AİHM’ne göre de, tutuklama çok istisnai bir tedbirdir. O nedenle de çok haklı gerekçeleri olmalıdır.
Avrupa Konseyi AİHM Uygulamalarını İzleme Daire Başkanı bu konuda şöyle diyor;
_ Türkiye, hem tutukluluk sürelerinin uzunluğu hem de Türkiye’deki mahkemelerin tahliye talebini reddederken “suçun niteliği, delil durumu, dosyanın içeriği” gibi şablon gerekçeler kullanması nedeniyle Sözleşme ve AİHM kararlarını ısrarla ihlal ediyor.
AİHM, tutukluluk konusunda Türkiye aleyhine 516 karar vermiştir.
Üye 47 devlet arasında sicili en bozuk ülke Türkiye’dir.
Mahkeme, Türkiye aleyhine aldığı MANSUR kararında; 5 yıl 3 ay süren tutukluluk süresini yasa ihlali kabul etmiş ve süreyi sanık açısından fazlasıyla uzun ve hiçbir şekilde bu denli uzun tutukluluk süresini açıklayacak hukuki gerekçe bulunmadığını vurgulamıştır.
Mahkeme, 29 Kasım’da verdiği V.İsmail ALTINOK kararında da; Türkiye’deki İÇ HUKUKUN BELİRSİZLİĞİ’ni incelemiş ve “ ETKİN ŞEKİLDE KULLANDIRILMAYAN KANUN YOLUNUN İTİRAZ YOLU SAYILMAYACAĞI” konusunu vurgulamıştır.
En ağır durumda bile, 3 yılı aşan tutuklamanın bir özgürlük ihlali olduğu belirtilmiştir.
Bütün bunlara karşın klişe kararlarla tutuklamalar devam ettirilmektedir.
Hiç doğru uygulama yok mudur? diye sorarsak elbette vardır.
Deniz Feneri Davasının yargıcı; 3.5 aylık süreden daha fazla tutuklamanın infaza döneceği gerekçesi ile sanıkları salıvermiştir.
Geçen hafta da, FAİLİ MEÇHUL suçlamasıyla tutuklu bulunan Özel Tim mensubu 6 polis, “iddiaların somut kanıtlara dayanmadığı” gerekçesi ile tahliye edilmiştir.
Bunlar hukuken olması gereken doğru kararlar ve uygulamalardır.
YASAL DÜZENLEME ÇABALARI
Bu karalardan da anlaşılıyor ki asıl sorun yasalarımızda değil uygulamadadır.
Uygulama rahatsızlık yaratınca, savcı ve yargıçların hatalı yorum yapmasını önleyecek yasal düzenleme yapılması gerektiği düşüncesi yoğunlaşmış ve bu yönde konuşmalar ve çalışmalar başlamıştır.
Silivri’deki iki tutuklu amiralimiz sürelerin kısaltılması için taslak bir çalışma yaptılar. Bu çalışmayı CHP’li bazı vekiller dahil olmak üzere bir çok kişi ve kuruma aktardık.
Bilindiği gibi CHP de bir yasa taslağı hazırlayarak Meclise sundu. Ancak AKP’li bakan ve vekiller kendilerine yakışır bir mantıkla önerileri ellerinin tersiyle ittirdiler. Ne dediler?
“Süreleri kısaltırsak çocuklara tecavüz edenler, asker ve polisimizi öldüren teröristler de çıkar. Bunun yerine yargılamayı hızlandıracak tedbirler alacağız”
Sanki yasa koyucu bu mahzurları giderici tedbirleri alamazmış gibi.
Daha da garibi, ERGENEKON, BALYOZ vb. davalardaki tutukluların da TERÖR SUÇLUSU olarak yargılandığı bilinmiyormuş gibi.
YARGILAMA HIZLANDIRILABİLİR Mİ ?
Yargılamalar kaplumbağa hızıyla dahi gitmiyor. KARINCA HIZI tanımlaması yapanlar bile var. Bu hızla ERGENEKON’un da BALYOZ’un da 30 yılda ancak biteceği değerlendiriliyor.
Peki, hızlandırılabilir mi?
Hiç sanmıyorum.
Çünkü niyet yargılamayı çabuk bitirmek değil, olabildiğince uzatmaktır.
Askerlerin, sivil yargıçlarca yargılandığı, içeriği itibariyle askeri ağırlıklı olan davalarda, süreci hızlandırmak için sanık ve avukatlar BİLİRKİŞİ BULUNDURULMASI talebini defalarca dile getirmelerine karşın kabul edilmemiştir. Bunun da bir sonucu olarak 3-5 dakikada geçilecek pek çok konu üzerinde saatlerce uğraşılarak zaman kaybedilmiştir. Kaybedilmeye de devam edilmektedir.
Çünkü; iddianame polis üslubu ile ve polisteki uygulamalara göre yazılmıştır. Oysa askeri yazışma ve iç işleyiş, emir-komuta sistemi farklıdır.
Dosyaların Kabarıklığı
Diğer bir husus dosyaların kabarıklığıdır. Eski bir reklamda olduğu gibi “ TAMEKSE KOY SEPETE” yöntemi ile her türlü belge iddianameye konmuş, dosyalar okunamaz, anlaşılamaz ve neticede içinden çıkılamaz hale gelmiştir.
ERGENEKON Davasında 4300 KLASÖR ve yaklaşık 1 MİLYON SAYFA' dır. Yetmezmiş gibi 2008 yılından bu yana 100’den fazla dava ve soruşturma dosyası ilave edilmiştir.
1000 saatlik telefon görüşmesi ile 500 saatlik tv-açık oturum-seminer vb. görüntü vardır.
BALYOZ Davası iddianamesi ekler hariç yaklaşık 1000 sayfadır. Ekleri de 50 000 sayfadır.
Her duruşmada yapılan yeni talepler ve gelen yanıtlarla devamlı kabarmaktadır.
Kim, ne zaman okuyacak, inceleyecek?
Haydi hızlandırsınlar bakalım.
İnanabilsem.
TERÖR SUÇU
Tutuklulukların uzun sürmesinin bir sebebi de her davanın TERÖR SUÇU kapsamına alınmasıdır.
Binlerce tankı, topu, tüfeği, füzesi, bombası olan TSK hazır dururken, bir manganın bir –iki saatte sarf edeceği , çoğu da kullanılamaz durumdaki döküntü mühimmat ile, TSK içinde ayrı silahlı gruplar, terör örgütleri yaratıldı.
İNTERNET ANDICI ‘nın tek aracı olan bilgisayar, silahlı terör örgütünün silahı oldu.
HOPA olaylarını protesto eden gençler; kitap, şemsiye, poşu ve pankarttan dolayı silahlı terör örgütü oldu.
Bu gençleri desteklemek için saç kestiren arkadaşlarının saçları örgüt üyeliğine kanıt oldu.
YGS’deki şifre skandalını protesto eden çocukların açtığı “ LİSELİ DİRENİŞÇİLER” pankartı, silahlı terör örgütü olmalarına yetti.
Kanımca, Terörle Mücadele Yasası’na dönüp bir daha bakılmalı. Bölücü terörle mücadeleyi kolaylaştırmak amacıyla çıkarılan yasa, 2005’te yapılan değişiklikle başka amaçlara hizmet eder hale getirildi.
Dünyada terörle suçlanan tutuklu toplamı 35.117
Türkiye’de terör suçlamasıyla tutuklu olanlar ise 12.897
Yani, dünyadaki terör suçlularının yarısı tek başına bizim ülkemizde. Bunu, ülkemizde uzun yıllardır süren bölücü terörün etkilediğini söyleyebiliriz ama bu gidişle AKP’nin yarattığı MUHALEFET TERÖRÜ suçluları onu geçecek, belki de katlayacak.
Hükümete muhalif her eylem terör suçu kapsamına alınır olunca KORKU İMPARATORLUĞU da büyümeyi sürdürüyor.
Buna DUR! denilmedikçe tablo daha da kötüleşeceğe benzer.
Savcı bir suçlama yapınca bunu somut delillerle kanıtlamalı değil mi?
Yoksa , şimdiki gibi, suçlama değil KARALAMA yapılmış olur. Sayın savcı “ BENİM KUVVETLİ ŞÜPHEM” var diyip bitiriyor. Oysa, şüphesine gerekçe olan kanıtları ortaya koyması gerekiyor. Dünyada böyle…
YARGICI ETKİLEMESİ
Uzun tutukluluk süresinin önemli bir sakıncası da yargıcı baskı altına almasıdır.
Cumhuriyet yazarı Sayın Ali SİRMEN’ in geçen haftaki makalesinde ifade ettiği gibi, yargıç, “ Adamı bunca süre içerde tuttuk, şimdi beraat verirsek yattığı sürenin hesabını nasıl veririz?” sorusunun etkisi altında kalacaktır. Bunun çaresi; tutuklayan ve yargılayan yargıcın farklı olmasıdır ancak o da kesin çözüm getirmemektedir.
TSK ‘YA ETKİSİ
TSK’ nın çok elit bir bölümü tutuklanmıştır.
Bu personelin her biri için çok emek ve para harcanmıştır.
Bir generalin, bir albayın, bir pilotun, çeşitli seviyelerdeki birlik komutanının yetişmesi yıllar almış ve önemli maddi harcamaları gerektirmiştir. Bunların görevinden çekilip alınması devletin ve milletin emeklerinin, birikimlerinin harcanmasıdır.
TSK ‘daki toplam 367 general ve amiralden 68’i tutukludur.Yaklaşık %20 dir.
Deniz Kuvvetlerinde bu oran 48/ 26 ile %55 dir.
Deniz Kuvvetlerinin eğitilmiş personel kaybının ancak 20-30 yılda telafi edilebileceği değerlendirilmektedir.
Deniz ve hava kuvvetlerinde orgeneralliğe yükseltmede seçenek kalmamıştır.
Geçen yıl (2011) tek havacı orgeneral adayı kalmıştı. Davalar kısa sürede bitirilmezse 2013’te de benzer durum yaşanabilecektir.
Kara kuvvetlerinde de seçenek %30 azalmıştır.
Çok seçkin bir çok albay generalliğe, bir çok general de üst rütbeye yükselemeyecektir. Hapis hayatının, özgürlükten mahrumiyetin yanında ikinci bir ceza veya haksızlık da bu olmaktadır.
Tutukluluk süresi uzadıkça rütbe bekleme süresi dolmakta, rütbede uzatılma şansı yok olmakta ve insanlar ceza almasa dahi yükselme hakkı yok olmaktadır.
Tutukluların mağdur olmaması için bekleme sürelerinin normalin üzerinde uzatılması da geriden gelen gençleri olumsuz etkilemektedir.
Nereden bakılsa olumsuzluk ve haksızlık görülmektedir.
Bu durumda yapılacak tek şey de kalanlar arasından seçim yapmaktır.
Bu durumun kısa ve öz açıklaması “ KOMUTA KADEMELERİNİN ŞEKİLLENDİRİLMESİ” dir.
Diğer yandan; seçilecekler kim olursa olsun baskı altında olacaklardır. Seçilende de seçilmeyende de SİYASİ ETKİ aranacaktır. Bu yaklaşım TSK’yı siyasallaşmaya götürecek tehlikeyi de içermektedir.
TSK ve ülke açısından en büyük risk budur.
TSK’nın Başbakan’a veya MSB’na bağlı olması konusunda da en önemli faktör budur. Yoksa demokratik kurallar çerçevesinde, onurla yürütülen görevde bağlı olunan kademenin çok önemi yoktur. Önemli olan TSK’ ya hiçbir ölçüde siyasetin bulaşmamasıdır.
TUTUKLULUĞUN DİĞER BOYUTLARI
Maddi boyuta örnek;
Teğmen M. Ali ÇELEBİ, tutuklanmasına gerekçe olan, telefonuna polislerin sehven terör örgütü telefon kayıtlarını yüklemesi ve felsefi savunması ile kamu oyuna mal oldu.
Teğmen ÇELEBİ 33 ay tutuklu kaldıktan sonra salınınca, taarruz helikopter pilotu olarak görev yapabilmesi için intibak eğitimine alındı. Yaklaşık 60 saat ilave eğitimin parasal karşılığı 120 bin ABD dolarıdır.( 220 bin TL)
33 aya ve bu maddi kayba sebep olan polisler için verilen karasa KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞI’ dır.
Olayın sadece maddi olmadığı çok açıktır.
Psikolojik yönü de çok önemlidir.
Komutanı ceza evinden gelmiş astların o komutana bakışı normal olabilir mi?
Ya o komutan astlarına karşı doğal-rahat olabilir mi?
Komutanlar ve astlar arasında siyasi veya ideolojik şüphe alanları oluşmaz mı?
NUTUK’un SUÇ UNSURU SAYILDIĞI bir ortamda genç subayı, askeri öğrenciyi motive etmek kolay mıdır?
Terörle mücadelede bayrak olmuş isimlerin yıllarca tutuklanması, terörle mücadele edenleri olumsuz etkilemez mi?
Gövdesinde taşıdığı kurşun parçaları ile tutuklanan, 3 yıl sonra bırakılan üsteğmen tekrar terörle mücadele bölgesine döndüğünde eziklik mi hisseder gurur mu?
Bir de tutuklu ailelerinin durumu var ki, sormayın. Yürekler acısı bir sürü hikaye.
ÇÖZÜM
Öncelikli çözüm yasal düzenlemede gibi gözükmesine rağmen gerçek hiç de öyle değildir.
Yukarıda yazdığım gibi, bazı davalarda örnekleri görülmüştür.
Yasalar doğru yorumlanırsa tutukluluk sürelerinin bu kadar uzaması söz konusu olmayacaktır.
Doğru yorumlamanın olmazsa olmaz şartı ise yargı bağımsızlığıdır. Yargıçlar, savcılar; yasalar ve vicdanları ile baş başa kaldıklarında doğru yolu bulmakta zorlanmayacaklardır.
Yasal düzenleme ise yorumda zorlanan veya sorumluluktan kaçınanlar için ilave bir çözüm olabilir.
Yasal düzenlemeye elbette gerek vardır. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması, terör suçlarının kapsamının belirlenmesi, katalog suçların yeniden düzenlenmesi, tutukluluk sürelerinin dünya standartlarına çekilmesi, gizli tanıklık kurumunun vicdansızlığa varan karalama/ cezadan kurtulma aracı olarak kullanılmasının önlenmesi, milletvekili seçilenlerin tutukluluğuna son verilmesi gibi konularda bir an önce yasal düzenlemeye gidilmesi zorunlu görülmektedir.