KİTABIN İSMİ : YANILMANIN GERÇEKLİĞİ
YAZARI : KAAN ARSLANOĞLU
1. Burada bir görüşüm var: Sanat ürünü (ya da kendini piyasaya çıkarmış) seçici kitlenin (okuyucu, müşteri, seçmen…) ortalama beğeni düzeyine ne kadar uygunsa o kadar tutulur. Seçici kitlenin ortalama beğeni düzeyinin altında ve üstünde kalan ürünlerin, kişilerin şansı zayıftır. Çok satan ürünler genellikle ortalama düzeyde ürünlerdir; nesnel olarak ne çok kötü ne de çok iyi olan ürünler… bu kuralın istisnalarından bir, ürünü yaratanın bir şekilde çok ünlü olması, “star” olması durumudur. Starın ürünü iyi de olsa, kötü de olsa satar.
2. İnsanın karmaşık sorunlarını şemalara indirgeyici, basitleştirici, sonra da masalla, öyküyle süsleyici dinsel yorumlara yatkınlığı hep bilinir. Ne yazık ki, ne zeka, ne de öğrenim, bu özelliği değiştirebilir.
3. Sonuç: Bazıları Marksçılığın uygulamadaki başarısızlığını değişen duruma uyarlanamamasına, yeni dönemin insanını kavrayamamasına bağlar. Bence ne Marx’ın yaşadığı dönemin kapitalizmi şimdikinden çok farklı, ne de eski insan günümüz insanından… Marksçılar değişeni değil, değişmeyeni görememişlerdir. İnsanın, değişmesi hiç de kolay olmayan akıl yürütme düzeneklerini, ruhsal yapısını, kişilik farklılıklarını, bu farklılıklara göre oluşan ve her alanda benzer tepkiler veren kişilik gruplarını; bireyin ve grupların ekonomik sistemler içindeki konumlarını incelemeyi, hesaba katmayı, genel olarak psikolojiyi ihmal etmişlerdir.
4. Sosyalizmi kurma tarihsel deneyi, sosyalist devlet aygıtının bir süre sonra bürokratik devlet aygıtına, sosyalist ekonominin değişik tipte devlet kapitalizmine dönüşmesinin tarihi değildir yalnızca. Aynı zamanda insanın, eline geçen fırsatı teperek olumlu özelliklerini geliştirmeye, değişmeye, gerçek birey olmaya, “tam” ya da “total” insana dönüşmeye karşı bilinçsiz direnişinin tarihidir. Politik psikolojinin bir görevi de bu direnişin nedenlerini, olumsuzun değişmez olup olmadığını araştırmaktır.
5. Gerçek, hata yapana, karmaşaya düşenden daha yakındır.
6. Her şeyden önce Kuran’da çizilen Tanrı imgesi, “Göklerde ve Yer’de ne varsa hepsinin sahibi, dilediğine azap edip, dilediğini bağışlayan, her şeye kaadir..” (Maide-40) süreğen, mutlak ve tek hükümrandır. Dua, şükür, kader, tevekkülle ilgili ayetlerde de perçinlendiği gibi Allah, her an her şeye müdahale eder, yönetir, her düzeydeki gelişmelerin düzenleyicisidir, rızkı ve onun parçası olarak bilgiyi verir. İnsana bir yaratı alanı bırakmaz, bilinmeyeni bilmeye yönelik merak ve araştırmayı olumlamaz, aksine kendi alanına müdahale olarak görür ve ona rağmen bir şey yapılamaz.
7. Nitekim;
· “Ya Rabb.. senin bize öğrettiklerinden başka bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakim olan ancak sensin.” (Bakara-32),
· “İnkar edenlerin amelleri engin çöllerdeki serap gibidir…veya derin bir denizdeki karanlıklar gibidir..Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz..” (Nur-39) şeklindeki yaklaşım pek çok yerde yinelenir. İnsansal yaratıcılığa prim vermez Kuran. Lut Peygambere, Nuh’a, Davut ve Süleyman’a ilim ve hükmü hep ‘verdik’ der. Öyle ki, zırh yapma gibi sıradan bir tekniği bile ‘öğrettik! Diyerek mantığını ortaya koyar ve üstüne üstlük;
· Artık şükret misiniz? (Enbiya-80) şeklinde karşılık beklentisinde bulunur.
8. Dini inanışın temelinde yatan en önemli neden, bana göre ölüm gerçeğidir. İnsan, sevdiklerini birer yitirir, daha kötüsü kendisinin de öleceğinin her an ayrımındadır. Bu “korkunç” gerçek karşısında başvurabileceği en önemli “akıl” yürütme yolu, öldükten sonra ruhunun yaşayacağı sanısıdır. Tarihin her döneminde az sayıda insan böyle bir şey olamayacağını anlamıştır; ancak, büyük çoğunluklar, gerçeği, yani ölenin hiçliğe düşeceği gerçeğini kabullenecek, ölüm düşüncesiyle gerçekçi yollarla baş edebilecek kuvvette değildir. Yaklaşık yüz yıl önce, insan aklının ürünü olan bilimin, insan aklının bir başka ürünü olan dine kesinkes üstün gelmesinden sonra bile, ezici çoğunluğun birbiri ile çelişen çok sayıda dinin etkisi altında bulunuşunun en önemli nedeni ölüm korkusudur. Hakim sınıfların, dini bir egemenlik aracı olarak kullanması olgusu, bence sözünü ettiğim doğal ruhsal düzenek üstünde şekillenir.
9. Yeryüzündeki canlı varlıklar zaman içinde basitten karmaşığa gelişmişlerdir. Hayvanlar aleminde ortaya çıkan ilk tür, tekhücreli canlılardır. Daha sonra evrim ve mutasyon zinciri boyunca, solucanlar, balıklar, sürüngenler, kuşlar, memeliler gibi giderek daha yetkin işlevler gören canlı türleri ortaya çıkmıştır. Zincirin en son halkası insandır. Hem konumuz açısından baktığımızda, hem de genel anlamda, canlı türlerinin gelişme sürecinde en önemli ve belirleyici gelişme, sinir sisteminde ve beyinde ortaya çıkan gelişmedir. İlkel canlılarda sinir sistemi yoktur.
10. Hayvansı ilkel arzularla yüklü olmayan tek bir insan yoktur yeryüzünde.
11. Duyu ve algı bilgi-işlem sürecinin ilk iki aşamasıdır. Sonraki aşama bilişimdir. Duyu, duyu organlarının getirdiği henüz işlenmemiş bilgidir. Pencereden sokağa bakalım; görme alanımıza giren her şey gözümüzle alınır, bu uyarı sinir lifleriyle beyne gelir, işte bu duyudur. Algı ise, duyu verilerini örgütleyip yorumlayarak çevremizdeki nesnelere ve olaylara anlam verme sürecine verilen addır. Sokağa baktığımızda sokağın sokak olduğu bilincine, düşünmeden, zaman geçirmeden, zihnimizi zorlamadan ulaşırız. Sokakta bir kedi yürümektedir. Bunun kedi olduğunu, keza düşünmeden, anında biliriz. Hatta kedinin boynunda bir tasma görürsek, yine düşünmeksizin onun sahipli bir kedi olduğu bilincine kavuşuruz. Burada duyumla gelen uyaran o anda eski bilgilerle karşılaştırılmış, kafamızdaki kedi kavramına ilişkin görüntülerle benzerliği görüldüğünden, “kedi” algılamasına varılmıştır. Bu süreç bir n e o k o r t e k s işlevidir.
12. Peş peşe seyrettiğimiz iki klipten eğer biri ilgi alanımıza girmiyorsa hareketli olanı daha iyi algılarız. Reklam ve müzik kliplerinde görüntülerin sürekli değişmesi bu yüzdendir.
13. Doğuştan başlayarak düşük düzeyde estetik uyarılara ve gereksinmelere koşullanan bir halkız. Evlerimiz, odalarımız, bahçelerimiz, sokaklarımız, kılığımız-kıyafetimiz, müzik kulağımız, kitap okumama, tiyatroya gitmeme alışkanlıklarımız, okullarda okutulan felsefeyi, tarihi ceza olarak görmemizle, insani kültür birikiminin gerektirdiği algılama düzeyinin altında yaşıyoruz. O yüzden, iyi şeyler üretmemiz bir yana; iyi müziğe, iyi romana, tiyatroya, dansa vs.ye gereksinim duymuyoruz.
14. “Yapılandırıcı Bellek” kavramından söz etmek istiyorum. Yapılandırıcılık belli bir kültürde yetişmiş olmamızdan ileri gelir. Belirli bir kültürde yetişmiş olmak demek, dünyaya, olaylara, bireylerin davranışlarına bakış tarzı ve anlam verme bakımından belli bir görüşü, belli bir düzeni toplumun diğer üyeleriyle paylaşmak demektir. Kültür, hangi durumda neyin, nasıl yapıldığı takdirde uygun düşeceğini bize öğretir.
Belleğin yapılandırıcı özelliği, evvelden olmuş bir olayı hatırlarken kendini daha etkin bir biçimde gösterir. Örneğin, bir kişi tanıklık yaparken olayı olduğu gibi söylediğine içtenlikle inanabilir, ancak gerçekte söylediği, onun belleğinin zaman içinde yapılandırdığı bir olaydır.
15. “Savunma Düzenekleri” benliğin, (egonun) içgüdüleriyle çevre koşulları, baskıları arasında denge sağlamasına yarayan ve genellikle baskın olarak bilinçdışı süreçlerin bir faaliyeti olarak yorumlanan düzeneklerdir.
· Elliye yakın savunma düzeneği içinde en önemlilerinden bir “bastırma”dır. Çevreye, toplum kurallarına uymayan birçok içgüdüsel arzu, örneğin cinsel arzular bilinçdışına itilir, yani bilincin algılayamayacağı bir derinliğe bastırılır.
· Konumuz açısından da önemli olan bir başka savunma düzeneği de “yansıtma”dır. Örneğin, bir kişi bir tanıdığından nefret etmektedir. Benliği bu gerçeği olduğu gibi kabullenmek, kendini suçlu duruma düşürmek istemez. Arkadaşının kendinden nefret ettiğini düşünerek, o duygu ve düşünceyi karşı tarafa yansıtır. Yadsıma, yer değiştirme, yalıtma, düşünselleştirme gibi bazı savunma düzenekleri, yanılgılarımızı açıklamada bize önemli ipuçları sağlar.
· “Akla uydurma”: “Bir eylem ne denli akıl dışı ya da ahlak dışı olursa olsun, insanda onu akla uydurmak için bastırılamaz bir istek oluşur; başka bir deyişle kendisine ve başkalarına bu eylemin akla sağduyuya ya da ‘hiç değilse töresel ahlaka’ uyacak biçimde yapıldığını kanıtlama isteği doğar. İnsan akıl dışı davranmakta pek güçlük çekmez; ama bu davranışına akla uygun bir dürtüye göre yapılmış görünümü vermeden edemez.”
· “Yansıtma”: Belli bir duyguyu ya da düşünceyi kendimize mal etmek istemediğimizde başkalarına yamarız. Sokakta kızları rahatsız eden delikanlı, kız kardeşini dışarı bırakmak istemez; zaman iyi zaman değil, ortalık serseriden geçilmiyor der. Bir toplumsal etkinlikten korkar, katılmayız. Sonra da toplumu korku sardı, diye yakınırız.
· “Benimseme”: Üyesi ya da tamamen dışında olduğumuz bir grubu, topluluğu ya da kişiyi kendimizden sayarız. Ben Türküm deriz, ya da ben Kürtüm. Bunu daha da ileri götürebiliriz. Ben Erzurumluyum-Dadaşım; ya da ben Fenerliyim; falanca köydenim deriz, böylece, bir kimlik kazanırız. Dostlarımızı düşmanlarımızı buna göre saptarız. Grubun ya da kişinin başarısı bizim başarımız olur, grubun ruhu bizim ruhumuza geçer. Burada tek başına olumlanacak ya da küçümsenecek bir yan yoktur, özdeşleşme duygusu az ya da çok her insanda vardır. Önemli olan şey, grubun değerlerinin olumluluğu ya da olumsuzluğu ve kişinin grup içinde kendi bireysel kimliğini, düşünce farklılığını koruyup koruyamadığıdır.
· “Hayal kurma”: Erişemediğimiz deneyimlerin hayallerini kurarak görece tatmin ederiz kendimizi. Hayallerimiz bazen bizi gerçeklikten koparır, bazen yeni bir yaşam itkisi kazandırır. Hayalleri iyiye ya da kötüye kullanmak da kişiye kalmış bir şeydir.
· “Yadsıma”: Hepinizin başından geçmiştir. Aniden kötü bir olayla karşılaşsak belki bir iki saniye kadar bir süre için, böyle bir şey olmadığını, olamayacağını düşünürüz. Bazen tuttuğumuz takım bir gol yese bile gelir başımıza bu. Bazı kişilerde söz konusu durum uzamış, hastalık boyutu kazanmıştır. Kişi bir yakınını yitirmiştir ama, o ölmedi, demekte; söylediğine kendi de inanmaktadır. Çocuğumuz açıkça geri zekalıdır ama onu akıllı olarak görürüz. Pek kitap okumazsınız ama kendinizi aydın kabul edersiniz.
· “Yerini doldurma” ya da “telafi etme”: Kişi bir eksikliğini kendine ve çevreye karşı gizleme dürtüsüyle başka bir alanda gayretini artırır. Birçok sahtekarın koyu dindar olması bunun en yaygın örneğidir. Ya da geçimini eroin ticaretinden sağlayan kişi, kimsesiz çocukları okutarak ruhunu arındırır.
· “Karşıt tepki kurma”: Vicdanımıza karşı cimriliğimizden şüphemiz varsa, aşırı bonkörleşiriz. Kaba olduğumuzu düşünüyorsak, nezakette aşırıya kaçarız. Kendimize çok güveniyorsak, gereksiz alçakgönüllülük sergileriz. Anlaşılacağı gibi bu düzenek, gerçeklik payı taşımakla birlikte spekülasyona açıktır. Daha basit savunma düzenekleri de vardır. Örneğin kişi sonradan pişmanlık duyduğu bir davranışını, şöyle gerekçelendirir: Ben o işi yapacak insan mıydım? İçime şeytan girmiş olmalı.
16. İçgüdü, hayvanı gerekenlere iten dürtüdür. İçgüdü belli bir olay karşısında belli ve türsel bir davranıştır. İçgüdünün ayırıcı niteliği, bir hayvan türünün bütün bireylerinde ortak oluşudur. Örneğin, düşmanını gören tavşan kaçar, maymun ağaca tırmanır, aslan saldırır. İnsanın ise ne türlü davranacağı, o belli anda içinde bulunduğu töresel, toplumsal, anlıksal vb. gibi birbiriyle kaynaşabilen koşullara bağlıdır.
17. Maslow, insan güdülerinin hayvan güdülerinden bazı yönlerden farklı olduğunu savunmuş ve insan güdülerini bir piramit gibi birbiri üstüne, merdiven basamağı şeklinde çıkan, aşamalı bir düzen içinde düşünmüştür. Bu güdü piramidinin temelinde biyolojik güdüler, üst katında ise psikolojik güdüler yer alır.
· En alt basamakta, açlık, susuzluk ve cinsiyetin fizyolojik doyumu;
· İkinci basamakta, emniyet, güven, düzen ve değişmezlik beklentisi;
· Üçüncü basamakta, ait olma ve sevgi beklentisi;
· Dördüncü basamakta, değer, başarı, kendine saygı beklentisi;
· Beşinci ve en üst basamakta; kendini gerçekleştirme durumu yer alır.
18. Platon, insanları üç kategoriye ayırıyor: Zenginliği sevenler, şerefi sevenler, bilgiyi sevenler…
19. İnsanlar, nankör, ikiyüzlü, tehlike karşısında korkak, kazanç karşısında çıkarcıdırlar. Bütün bunları bilerek onları yönetmek gerekir, iyi olmayan insanlar arasında iyi kalmak isteyen insan, er geç ortadan silinir.
20. “Bencillik kolundan tutmasa, erdem pek uzaklara gidemezdi,” demişti La Rochefoucauld. İnsanın kötülüğünü sergileyen en özlü sözlerin yaratıcısıdır o. “Bir kötülüğüne rastladığımızda şaşmamamız gereken insan yoktur, der. “Bir kötülüğe tutulmamıza engel olan şey, birçok kötülüklerimizin oluşudur...dürüst insanlar kötülüklerini hem başkalarından, hem kendilerinden gizleyebilenlerdir...ikiyüzlülük kötülüğün erdeme saygısıdır.” O, kapitalist insan ve ahlak anlayışının ilk temsilcilerindendir.
21. Doğanın insan cinsini çözmeye zorladığı en güç sorun adaleti gerçekleştiren uygar bir topluma erişmek sorunudur. İnsan bu sorunu er geç çözebilecektir.
22. Bu düşünüşe göre, öğüt alacağı kimseyi seçmekte insan kendini seçer. Örneğin, çeşit çeşit keşiş var. Bir keşişten öğüt almak isteyen Hıristiyan, keşişini seçerken almak istediği öğüdü de seçmiş olur.
23. Marx, insanın özünün, toplumsal ilişkilerin toplamı olduğunu söylemişti. Feuerbach, kulübede yaşayan bir insan, kulübedeki gibi, sarayda yaşayan bir insan saraydaki gibi düşünür, diyordu. Her iki tanımda da belli bir varoluş, kendine özgü bağıntılar içinde yorumlanıp tanımlanmıştır. Feuerbach, düşüncelerle hayat biçimleri arasında tek boyutlu bir ilişki kuruyor. Marx ise, toplumsal ilişkilerin toplamı kavramıyla insanın özünü çok boyutlu bir koordinat sistemi içinde ele alıyor, özel türde bir bağıntılar bütünü olarak tanımlıyor. Feuerbach’ın tanımındaki donmuşluk, Marx’ın tanımındaki canlılık ve hareketlilik karşısında kuru bir mekanizma olarak kalıyor. Böylece Marx, değişen toplumsal ilişkilere bağlı olarak, değişecek bir öz kavramı ileri sürmüş oluyor. Özü belirleyen, tanımlanmasını mümkün kılan bağıntılar değiştikçe, öz de değişmektedir.
24. Marx’ın bazı öngörüleri şimdilik boş çıkmıştır. Kapitalizm ekonomik bunalımlarından her keresinde kendini kurtarmasını bilmiş, Batılı işçi sınıfı sefalete düşmek yerine yüksek bir refah düzeyine ulaşmıştır. Sosyalist sistemde yabancılaşma olgusu ortadan kaldırılamamış, gerçek anlamda işçi devleti yaratılamamıştır. Ancak, insanın kendine ve insanın insana yabancılaşması, çağımızda Marx’ın bile tahmin edemeyeceği boyutlara varmıştır. Sevgi sözcüğünü dillerinden eksiltmeyen insanlar birbirini katletmekte, her gün doğadan söz eden insanlar doğayı öldürmekte, üzerine en çok titrenen değerler, duygular parayla alınıp satılabilmektedir.
25. Bilindiği gibi dinsel inanışlar ne ispat edilebilir ne de çürütülebilir. Tanrının, meleklerin varlığını kanıtlayıp ölçemez, yokluğunu da ispat edemezsiniz. Aynı şey Freudcu kavram için de geçerlidir. Bazı iddialarının saçmalığı karşısında apışıp kalsanız da, bunun öyle olmadığına ilişkin kanıtlar bulup gösterseniz de onu savunanlar yine de sıyrılacak bir yer bulur ve inanmaya inandırmaya devam ederler.
26. Kişilik, bireyi tüm öteki kişilerden ayıran ruhsal, bilinçsel, davranışsal özelliklerin tümüdür.
27. Sağ kesimde yer alanlar tutuculuk, geleneksel değerlere ve otoriteye bağlılık gibi noktalarda solculardan ayrılan kişilik özellikleri gösterirler. Soldaki insanların ideolojik-politik yönelimleri de kişilikleri temelinde belirlenir. İnsanlar, kişiliklerine uygun kuram ve politik akımları seçerler.
28. Çoğunluk, her zaman tutucudur, ilerici olamaz.
29. Tek barışçıl komünist iktidar deneyi olan Şili deneyinde Allende’yi tepeye milyonlar taşımıştır. Cuntaya karşı dişe diş direnebilen ise birkaç bin kişi olmuştur.
30. Sağ azınlık, geniş kitleleri etkilemek için sol azınlıktan çok daha elverişli ortam bulur. Aşırı sağdaki faşistler ve köktendinciler, gerçi çoğunluğun statükocu eğilimlerini zorlarlar. Ama bunu zorladıkları aynı eğilimler temelinde yaparlar, iç ve dış düşman edebiyatı, şovenizmin körüklenmesi ve dinin kullanılması en yaygın yöntemlerdir. Sağın toplumu, sistemi ve insanı değiştirme amacı yoktur çünkü.
31. İnsanlar kendileri istemeseler kandırılamazlar. Halklar, gerçekten isteseler devrimlerini yapar ve korurular.
32. İnsan nasıl davranıyorsa onu haklı çıkaracak yorumlar yapar.
33. Akıl sağlığının asıl sorunu insan denen varlığın arzuladığı, düşlerinde çağrıda bulunduğu, kafasıyla doğru ve iyi bir şey olduğunu anladığı şeyle yapabildikleri; yani kişilik yapısının izin verdiği şeyler arasındaki uçurumdur.
34. Her kişi dünyayı kendi bilinç koşullarına göre, kendi kişisel tarihinin özellikleri çerçevesinde görür ve gösterir. Bu tarih elbette genel olarak tarihle sarılmış ve belirlenmiştir.
35. Bazı insanlar, yaşamlarında, “Vaktinden önce olgunlaşmış olmanın acıları” nı çekerler.
36. Gorki, çocukluğunun tüm olumsuz deneyimlerine karşın Freudcuları çatlatırcasına safiyane iyi bir adamdır.
37. Yani çoğunluklar, ortalama kişilik özellikleriyle, yaşadıkları sistemi kendilerine uygun hale getirirler.
38. İnsan, kişiliğine uygun bir yaşam biçimi, kişiliğine uygun değerler sistemi belirler. Daha sonra, bu yaşam biçimine özgü ideolojiyi seçer. Çoklarının sandığı gibi insan, çok büyük bir çoğunluğu itibariyle, ideolojiler içinden kendine nesnel bir inceleme sonucu ideoloji seçmez. Kendi yaşam anlayışına, kişiliğine uygun olanlarda birine kolayca kapılıverir. Seçme şansı, gerçek özgürlük anlamında çok sınırlıdır. İnsanlığın ezici çoğunluğu için gerçek, yalnızca gerçek için gerçek, hiçbir şey ifade etmez. İnsanları zorlayıcı, sorumluluklarını anımsatıcı, uç politik görüşteki önderlerin, kitlelerin çoğunu politikalarına kazanma düşleri ayakları yere basmayan ham düşleridir. Uç politik görüşteki azınlıklar, devrimler, karşı devrimler yapabilirler, sistemleri değiştirebilir ya da değiştirmiş gibi görünebilirler; ancak, uzun vadede (5-10 yılı aşan süreçlerde) hiçbir zaman çoğunlukları etkileri altına alamazlar. Uç politik eğilimdekiler, toplumları motor gücü, lokomotifidir; ancak, çoğunluklar getirildikleri yerde, belki daha ileri bir noktada yine kendi bildiğini okur, kendi değerlerini hakim kılar.
39. İnsan hala yalnızca gerçeğe ulaşmak için gerçeği arayan bir varlıktan çok, inandığı şeyleri doğrulamaya eğilimli bir canlıdır.
40. Herkes Tanrıyı aklının erdiğince kavrar. Birinin kavrayışı ötekinin kavrayışına benzemiyor diye kınanmamalıdır.
41. Zenginliği kendi üretmesine ve kötü koşullarda yaşamasına karşın bilgi ve akıl yetersizliğinden gücünün farkında değildir. Bir de baskı unsuru vardır ki, kafasını kaldırmasını engeller. Kafasını kaldıranların başına gelenleri görmenin yarattığı korku bilinçlerini felç eder. O zaman uyum içinde, huzur içinde yaşamanın ilkel bilincini oluşturmaya çalışır. Kafalarına din yerleşir, yerleştirilir; kutsal değerler yerleştirilir. Sömürülen çoğunluk bunları önlerine konulan leziz yemekler gibi kapışır, sindirir. Kendi vatanının en kutsal vatan, kendi yöneticilerinin en kutsal insan, kendi milletlerinin en yüce millet olduğuna gönülden inanır. Bir de hainler vardır: Sömürülen yığınlar bazen emirle, bazen kendiliğinden, ezilmişliklerinin, hiçliklerinin verdiği kin ve nefretle bu insanların üzerine atılır.