KİTABIN ADI : TÜRKİYE’DE İSLAMCI SİYASET
YAZARI : GENCAY ŞAYLAN
DİN VE TOPLUMBİLİM
1. İngiltere’de yapılan bir seri araştırma; dinsel tutum ve inançlarla toplumsal sınıflar arasındaki ilişkileri saptayıp ölçmeye yönelmiş; sonuç olarak; Dinsel tutum ve bağlılıkların çalışan sınıflarda belirgin bir azalma eğilimi gösterdiği ortaya çıkmıştır.
2. MARX, dine esas olarak hakim sınıfların ve kurulu toplum düzeninin temel ideolojisinin bir parçası olarak bakma eğilimindedir. Din, toplumsal değişmeyi önleyici, kurulu düzeni sürdürücü bir ideolojik öge olarak tanımlanmaktadır.
3. DURKHEIM için temel sorunlar toplumsal bütünleşmedir. Kuramsal çözümlemesinde toplumsal bütünleşme ya da bir başka deyişle toplumun organik oluşumu, insan türünün varlığını sürdürebilmesinin birinci koşulu ya da temeli olarak kabul edilmektedir. Din bu sistem içinde toplumun varlığı ve bu varlığın sürmesi için gerekli ana mekanizmalardan birisi olarak yer almaktadır.
DURKHEIM için din kendine özgü (SUI GENERIS) bir toplumsal gerçektir. Dinsel semboller ya da inançlar herhangi bir başka olgunun yerine geçmemiştir. Bu semboller ve inançlar özgün kurumlardır. Bu kurumlar ya da genel olarak dinsel nesneler bireylerin düşünce sistemine girerek onların, toplumsal sistemin işlerliğini bozucu tutum ve davranış kalıpları geliştirmelerini önlemektedir. Her birey için toplumsal hak ve yükümlülüklerin meşru olarak kabul edilmesinde en etkin mekanizma görevi görmektedir.
4. MARX, toplumun sürekli olarak nitel değişimini öngördüğünden, bu değişimi önleyen bir mekanizma olarak din kurumuna ideolojik düzeyde olumsuz bir özellik yüklemekte ve bu değerlendirme içinde konuya yaklaşmaktadır. Dine aynı işlevi veren DURKHEIM ise bu işlevi yerine getiren kurumu olumlu bir çerçevede ele almaktadır.
5. WEBER; insanın rasyonel olarak kavrayamadığı hususlar için çözüm ve cevapları din kurumunda aradığını belirtmektedir. Örneğin WEBER’in yaklaşımında çok önemli bir yer tutan karizma kavramı da rasyonel olarak temellendirilemeyen yüklemlere örnek sayılabilmektedir. Gerçekte, doğada insanların karizma olarak tanımladığı türden özelliklerin olmadığı gösterilebilmektedir. Ama insanlar, kendi kendine irrasyonel bir tanım yaparak, başka deyişle bir insana olağan üstü yetenekler atfederek karizmayı oluşturmaktadır. Yani karizmanın oluşumunu ve temellendirilişini rasyonel bir ölçüte bağlama olanağı görülmemektedir. WEBER’in düşünce sistematiği içinde din de karizma gibi, kolaylıkla rasyonel bir temele oturtulamayan bir toplumsal olgu olarak ele alınmaktadır. Bilindiği gibi, WEBER toplumsal yapının evrimini ve konusunu belirlerken üç ana ölçüt kullanmaktadır.
Bunlardan birincisi karizmadır. İlk aşamada toplumsal yapı, ilişkiler ve roller karizmaya bağlı olarak belirlenmektedir. İkinci aşamada din karizmanın yerine geçmekte, yani toplumsal sistemin temel belirleyicisi din olmakta, toplumsal yapı içindeki herşey din kurumu çerçevesinde biçim almaktadır. Üçüncü aşamadaysa din belirleyici konumunu yitirmekte ve toplum rasyonelleşme dönüşümüne girmektedir.
6. Tarih, kapitalist dönüşümün, öncelikle protestanlığın egemen hale geldiği toplumlarda başlayıp yürüdüğünü göstermektedir.
7. XV. Ve XVII.yy.’da Kuzey-Batı Avrupa ve İngiltere’de ortaya çıkan Sosyal-Ekonomik değişimler, total ideolojinin yeniden yorumlanmasını zorunlu kılmıştır. Çünkü bütün bu yeni yapı ve anlayışlar için mevcut Hıristiyanlık öğretisi yetersiz kalmıştır. Bunun için öncelikle toplumsal yaşamın her alanını düzenleyen total bir ideoloji konumunu almıştır.
8. Bir organizmanın eylem yapması ya da herhangi bir davranışta bulunması için bir güdülenme gereklidir. Güdülenmenin kaynağı ise ya dış alemden gelen uyarılar ya da içsel gereksinmelerdir. Eylem ve davranışlar için gerekli enerji ise organizmanın bünyesi tarafından sağlanmaktadır.
9. Gerek toplum içinde bir bireyin, gerekse bireylerden oluşan bir toplumsal grubun işlevini etkin bir biçimde yerine getirebilmesi, başka bir deyişle gereksinmelerini karşılayıp toplumla uyumlu bir bütün oluşturabilmesi, kendisi ve çevresi hakkında gelişmiş tanımlara sahip olmasına bağlıdır. Yani birey ya da grup, kendisini, ve çevresinin özelliklerini daha iyi tanımladığı ölçüde işlevini daha iyi ve etkin yerine getirebilecektir. Aktörün (Birey de olabilir, toplumsal grup ta) kendini ve çevresini tanımlaması kısaca özetlemek gerekirse kimlik sorunu olarak ele alınmaktadır.
10. Kimlik bunalımı ortaya çıktığı zaman bu din aracılığıyla aşılabilmektedir. Birey ya da organizma, dinsel öğrenme ile, yani dinsel sembollerle kendine ve çevresine ait bir kimlik tanımlaması; bu kimlik sembolleştirilmesi ile de her türlü eylem ve davranışlarını temellendirebileceği bir güdüleme sistemini oluşturabilmektedir.
GENEL OLARAK DİN VE POLİTİKA İLİŞKİLERİ
11. Siyasal olarak tanımlanan toplumsal sürecin özünde, iktidar ilişkilerden doğan somut kurumlar (devlet, bürokrasi, egemenlik, siyasal örgütler gibi.) bulunmaktadır.
12. Toplumsal kaynakların her insanın duyduğu her türlü gereksinmeyi karşılayabileceği düzeyde olması halinde iktidar ilişkilerinin anlamı kalmayacaktır. Ama kaynaklar bu düzeyde değildir. Kıttır ve bu nedenle şu ya da bu türde bir paylaşım zorunluluğu vardır. İktidar ilişkileri ya da bir başka deyişle toplumsal kaynakların toplum içinde nasıl dağıtılıp paylaşılacağı, politik süreci ve sürecin tüm ögelerini etkilemektedir.(belirlemektedir.) Her türlü siyasal ilişki kural, kurum ve değer iktidar ilişkisine indirgenebilmekte ve iktidar ilişkilerini de kıt kaynakları paylaşım çekişmesinden kaynaklanmaktadır.
13. Genel olarak, kapitalizm öncesi tarımsal toplumlarda din, toplumsal yaşamın her alanını düzenleyen total bir ideoloji konumundadır. Dinin bu ideolojik konumu öylesine güçlü ve belirleyicidir ki mevcut siyasal sisteme ve kurulu düzene karşı çıkan siyasal hareket ya da yaklaşımlar meşruiyetlerini, yani insanlar tarafından kabul edilir hale gelmeyi dine dayandırarak sağlamaya çalışmaktadır.
14. Hıristiyan öğretisinin devletin ve iktidarın meşruiyetini tanımlama işlevi ilk kez, yukarıda kısaca değinilen 15 ve 16.yy. da sosyo-ekonomik gelişmeler ve protestanlığın çıkışı sonucu ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmuştur. Bunun çok önemli bir gelişme olduğu söylenebilir. Çünkü oluşan yeni toplum düzeni değerleri çerçevesinde yapılan bu sorgulama, kiliseye bağlı devlet ve siyasi iktidar kurumunun laikleşmesi sonucu doğurmuştur.
15. Sözü edilen laikleşme sonucu, 17.yy.dan itibaren Avrupa'da birçok yerde, siyasal sistemin kurumları ve siyasal iktidarın meşruiyeti "Tanrı'nın isteğine göre" değil, insanlar arasında yapıldığı varsayılan bir "Toplumsal sözleşme" ile temelleştirmeye başlamıştır.
16. Papa XI. Pius, çıkardığı genelgelerle açıkça Faşizmden yana tavır almış ve faşist siyasal sistem ile Mussolini'nin oluşturduğu faşist devlet örgütlenmesinin "Tanrı'nın isteklerine uygun" düzenlemeler olduğunu ileri sürmüştür
17. Uzun yıllar süregelen ve faşizan rejimlerin temelini oluşturan "ordu-kilise-toprak sahipleri" ittifakının yaşanan toplumsal gerçeklikler karşısında etkinliğini hızla yitirme sürecine girdiği gözlenmektedir.
18. Katolik kilisenin, örgütsel bütünlüğü içinde, yoksulluğa, baskıya, toplumsal eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı demokrasiye yandaş bir tutum alması, halkın çoğunluğunun katolik olduğu ülkeler için çok önemli bir gelişime işaret etmektedir.
19. Hırıstiyanlıktan farklı olarak islamiyet ve musevilik, insanla toplum yaşamının her alanını düzenleme eğilimi göstermektedir.
20. Bu çerçeve içinde İslamiyetin, açık, belirgin bir yaşam ve düzen anlayışına sahip olduğu söylenebilmektedir. Hiç kuşkusuz, İslami siyaset anlayış ve doktrini çağdaş, karmaşık ve gelişmiş siyasal yaşam ya da sürecin her alanını belli bir biçimde düzenleyecek zenginlikten yoksundur.
21. Hz. Muhammed döneminde, Medine'de geniş ve güçlü bir yahudi topluluğu yaşamaktadır. Hicret eden peygamber bu toplulukla anlaşmış ve bir "Medine Şartı" ilan etmiştir. Medine Şartı, insanlar arasındaki ilişkileri, ticareti, sivil yaşamı düzenleyen kural ve normları içermektedir. İslam tarihinde ve Müslüman bilim adamlarınca üzerinde pek durulmamış olan Medine Şartı, İslami normlarla Musevi toplumunun değerleri arasındaki uzlaşmayı ifade eder.
22. Kuran'da her türlü sorunun ele alındığı, "Hiçbir şeyin eksik edilmediği" öngörülmektedir. Ama mevcut hükümlerin kavranması için zaman zaman peygamberin yol göstericiliğine gerek duyulmuştur. İşte ilahi iradeyi aksettiren hadisler bu yol göstericiliğin kaynağı olmuştur.
23. İslam öğretisinin ikinci derece kaynakları diğerlerinin aksine ilahi kökenli sayılmamaktadır. İslami siyasal düşünce de bu ikinci kaynak grubundan etkilenmektedir. Bunlar icma; İslam İmparatorluğu yeni fetihlerle hızla büyürken, İslam devletlerinin yöneticileri, özellikle merkezden uzak yörelerdeki valiler, yepyeni sorunlarla karşılaşmışlardır. İslam İmparatorluğuna katılan topraklarda, insanların örf ve adetleri vardır. Bu insanlarla ilişki kurmak, yönetmek ve aralarındaki her türlü ilişkiyi düzenlemek İslam İmparatorluğu valilerini zorlamayı başlamıştır. Karşılaşılan sorunların bir kısmı Kur'an ve sünnet hükümlerine göre çözülmüş, ancak karmaşık bir yönetim yaşamı, vergilendirme alanında karşılaşılan tüm sorunlar doğrudan Kur'an ya da hadis hükümlerine bakarak çözülememiştir. İşte icma, bu tür sıkıntıları aşmak için geliştirilmiş bir yöntemdir. Tanınmış, otoritesini kabul ettirmiş İslam yorumcularının, Peygamberin sağlığında karşılaşılmayan bir durum için esas kaynaklara, yani Kur'an ve sünnete uygun yorum getirmesi anlamına gelmektedir. İcma sözcüğünün anlamı uzlaşmadır ve bu yöntemde esas olan, İslam bilginlerinin kendi aralarında esas kaynaklara ters düşmeyecek biçimde uzlaşmasıdır.
24. İslamda içtihat kapısının kapanması ünlü İslam bilgini İmam GAZALİ'nin eseri sayılmaktadır. Gazali'nin yaşadığı çağ, İslam dünyasının en parlak dönemi sayılabilmektedir. Siyasal olarak İslam imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmış ve kültürel yaşamda da Eski Yunan düşüncesi yeniden canlandırılmıştır. Bu, hem bilim hem de felsefe alanında önemli bir atılımın yapılmasına yol açmıştır. GAZALİ bu gelişmeye kritik bir bakışla yaklaşmıştır. Ona göre bilimler iki ana gruba ayrılmaktadır. Ulum-u Şariya (Akla dayalı bilimler), GAZALİ'ye göre bilim sonsuzdur, insan yaşamı ise sonlu ve kısadır. Bu bakımdan insan, öğrenecekleri için bir öncelik sıralaması yapmalıdır. Tabidir ki öncelik dini bilgilere verilecektir. Bu nedenle akla dayalı bilgiler ikinci planda kalabilir. Ayrıca, akla dayalı bilgilerin dayanağı olan felsefe (Aristo, Plato vb.) iman ile ters düşmektedir.
Felsefede ön planda olan akıldır, soru sormaktır. Aklı ön plana almak ve her şeyi sorgulamak imanı zayıflatacaktır. Bu nedenle insanı aklın tutarsızlıklarından uzak tutabilmek için felsefenin yani akıl yürütmenin çok sınırlı kalması gerekmektedir. Bunun yaşama uygulanması içtihat kapısının kapanması olarak tanımlanabilmektedir.
25. Bir ikinci derece kaynak "Kıyas"tır. Kıyas akıl yürütmeye dayanmaktadır. Ancak ortalama insanın, ortalama müslümanın aklı bunun için yeterli sayılmamakta, ulemanın akıl yürütmesi aranmaktadır. Bu yöntemde esas olarak Kur'an ya da hadis hükmünden hareket edilmektedir. Belirli bir soruna ilişkin olarak vaaz edilmiş bir düzenlemenin, akıl yürütme ile benzer durumlar için de geçerli olacağı kabul edilmektedir.
26. İslami siyasal doktrine göre İslam devleti, islami öğretime göre oluşmuş bir iktidar yapısına dayanmak zorundadır. Bu tür iktidarı belirleyen temel özellik Allah'a aidiyettir. Başka bir deyişle batı toplumlarında kişilere, topluma ya da toplumun belli kesiminin elinde bulunan iktidar islama göre Allah'a ait bulunmaktadır. İslam devletinde iktidar ve onun hukuki formu sayılan "egemenlik " Allah'a ait bulunmaktadır. İnsanlar ancak Allah'ın memuru ya da halifesi olarak dünyadaki canlı ya da cansız varlıklar üzerinde tasarruf hakkına sahip bulunabilmektedir.
27. Ana sorun, İslam devletini yasama faaliyetinde bulunup bulunmayacağıdır. Geleneksel bakışa göre; islam devleti görevlerini yerine getirirken yeni kurallar koyma yani yasama faaliyetinde bulunmak zorunda değildir. Ayrıca bunu yapmamalıdır. Çünkü, kural koyma Allah'ın yetkisindedir.
28. Söz konusu tartışma ve eleştirilere bakarak 13.yy.'lık tarihi içinde, hiçbir yerde tam anlamı ile devletin ortaya çıkmadığı ileri sürülebilir.
29."Ben taşın neden düştüğünü değil nasıl düştüğünü araştırıyorum. (Galile)
30. Mustafa Kemal ile başlayan ve yüzyılın ikinci yarısında Nasır, Burgiba ya da BAAS hareketi gibi ulusal devrimlerle yükselen modernleşme hareketi içinde islamda reform sorunu önemini yitirmiş, bu ideolojileri yaşam bulması nedeniyle, bir bakıma köklü bir islami reform adı konmadan gerçekleşmiştir.
31. İslam devletinde yönetici olmanın iki koşulu olacaktır. Bunlar :
· İslamı yani Kur'an ve sünneti herkesten iyi bilmek.
· Tüm kararları adaletli olarak vermek.
Bir islami devlet yöneticisinin sözü edilen koşullara uygun olup olmadığına karar verecek bir mekanizmanın yokluğu, islam devleti anlayışının en büyük paradoksunu oluşturmaktadır.
32. İslami siyaset anlayışı içinde yöneticilerin kim olduğu, nasıl göreve geldiği sorularından çok daha önemli olan ve daha çok vurgulanmış bulunan husus islam devletine itaate verilen büyük değerdir. İslami devlet anlayışı içinde yöneticilere yani "müminlerin emirlerine" mutlak olarak itaat edileceği anlayışı çok yaygındır.
33. İslam çağrısının halka ulaşmasını engelleyen ve insanların islam dinini kabul etmelerini zorlaştıran şeyler ortadan kaldırıldıktan sonra dinde zorlama olmayacağı hükmü işlerlik kazanacaktır.
34. Laik kavramının semantiği, din tarafından düzenlenmeyen insan ilişkileri ve yaşam biçimi kapsamıştır. Sosya-politik yaşamın dinsel kurallar tarafından düzenlenmesini içermektedir.
35. Hırstiyanlık daha başlangıcından din ve dünya işlerini ayırmış; bir din olarak özellikle siyasal yaşam ve sisteme ilişkin düzenlemelere girmeyeceği vurgulanmıştır. İşte bu nedenle hıristiyanlık ve laiklik arasında ciddi bir gerilim doğamamış, hıristiyan toplumlar kolaylıkla laik uygulamalara geçebilmiştir.(Ancak bu kez tartışmalıdır.)
36. Doğru olan husus, hıristiyanlığın başlangıçta bir siyasi sistem olarak ortaya çıkmamış olduğudur. Yani hıristiyanlık müslümanlığın aksine derhal bir devlet örgütlenmesine dönememiştir. Bu önemli farklılık iki dinin öğretilerinden ortaya çıktıklarını dönemlerin bezemezliğiyle açıklanabilir. Müslümanlık tarih sahnesinde 7.yy.'da, hiçbir güçlü devlet örgütlenmesinin görülmediği, kabile egemenliğine dayalı siyasal bir siteme sahip toplumlar içinde, Arabistan yarımadasında ortaya çıkmıştır. Buna karşın hırıstiyanlık, dünya tarihinin gördüğü en güçlü devlet örgütlenmelerinden biri olan Roma İmparatorluğunun bir eyaletinde, Filistin'de baş göstermiştir. Hıristiyanlığın tarih sahnesine çıktığı dönemde Roma İmparatorluğunun gücü göz önüne alındığında İsa'nın neden dünyevi bir iktidarı da kapsayacak biçimde öğretisini geliştirmediği daha kolay anlaşılır.
İsa öğretisini yayarken "Sezar'ın hakkı Sezar'a, Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya" diyerek Roma devletini ve onun sosyo-politik sistemini meşru saymak zorunda kalmıştır.
37. İslam dünyasında siyasal olarak katı bir monolitik yapı vardır. Yani dini otoriteyi temsil eden ulema ya da Şeyhülislam monarka ait siyasal iktidar kurumuyla bütünleşmiştir.
38. Müslüman devletlerde dini ve siyasi otorite ayrımının oluşmaması, baskıcı devlet anlayış ve uygulamasının gelişmesine yol açmıştır.
39. Osmanlı için rasyonelliğin temel ölçütü olan husus, tüm sistemi kararlı halde tutmak ve böylece artı ürüne el koymayı maksimize edebilmektir.
40. Osmanlı İmparatorluğu'nda yönetim uygulaması, Şeriat artı yerel örfi hukuk ve gelenekler düzenlemesi içinde yürümüştür.
41. Dış dünyada başlayan ve sonuç olarak Osmanlıyı gerileten değişime karşı ilk tepki, geleneksel halin ideloijisine yani islami düzenlemelere daha sıkı sarılmak olmuştur.
42. Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu ve Arazi Kanunnamesi sözü edilen yasalara örnek olarak gösterilebilir.(Orjinalleri Fransız Yasalarıdır.)
43. Osmanlı İmparatorluğu, yapılan tüm büyük kapsamlı değişimlere rağmen sonuna kadar islami bir devlet olma özelliğini sürdürmüştür .Bu nedenle Kemalist devrimlerin özü laiklik olmuş ve Mustafa Kemal bunun açık seçik bilincinde olduğundan, karşı devrimin esas olarak dinsel ideoloji şeklinde ortaya çıkacağına işaret etmiştir.
44. 01 KASIM 1922 tarihinde saltanat lağv edilmiştir. Yapılan işin dine uygunluğu konusunda da Şeriye Vekili fetva vermiştir. Saltanatın kaldırılması içte ve dışta islamcı çevrelerin önemli ve şiddetli tepkilerini çekmiş ve Kahire'deki "El Eşheré uleması, Türkiye'nin dinden çıktığını ilan etmiştir.
45. Toplumsal yapı ya da kurumları salt yasal düzenlemelerle ortadan kaldırmak hiç kolay değildir.
46. Geliştirilen laiklik anlayışı, hoşgörülü Anglo-Amerikan yaklaşımından çok Fransız devriminin radikal çözümlemesi ile benzerlik gösterir.
47. Son 20-25 yıl içinde iktidara gelen askeri yönetimlerin din kurumuna daha pragmalist bir açıdan baktıkları söylenebilmektedir. Bu pragmalizm, dinsel ideolojiyi yani islamcı hareketi politik alanda kendi çıkarı için kullanma öncülüne dayanmaktadır.
48. Devrimler bilinçli bir biçimde eski kültürü yerleştirmeye çalışmaktadır. Ancak yine diğer devrim örneklerinde çoklukla görüldüğü gibi, Atatürk Türkiye'sinde yıkılan ya da değişen kültür, değer sistemi ve düzenleyici kurallar yerine aş zamanlı olarak yeni kültürün değer ve kurumları yerleşmekte; bir boşluk doğmaktadır. Bu boşluk toplum bilimlerinde "Kimlik sorunu ya da referans sorunu" olarak tanımlanmıştır.
49. Türk-İslam sentezi anlayışının ana hedefi "çoğulcu olmayan, otoriter bir demokrasi anlayışıdır."
50. 1980'lerin başında toplam 57.000 civarında camii olduğu bilinmektedir. Bu sayı 1990'a doğru 75.000 sınırını aşmıştır. Buna ek olarak 374 tane İmam-Hatip okulu ve 6.000 civarında Kur'an kursu, toplumda islamiyeti öğreten kurumlar olarak faaliyet göstermektedir.
51. İslamcı alimler 5 noktada platform oluşturabilmektedir.
· Allah ve Peygamber dışında tüm otorite kaynaklarını reddetmek, onları yok saymak.
· Dünya üzerindeki bütün müslümanları birleştirip, herkesi tek bir islam devleti altında toplamak, ancak bu aşamaya ulaşıncaya kadar müslüman toplumlarda tek tek şeriat egemenliğine dayalı bir düzen kurmak.
· Batı dünyasının islam dünyası üzerindeki siyasal,ekonomik,kültürel etkilerini bütünü ile yok etmek, batı dünyası ile etkileşmeyi durdurmak, ancak batıdan teknolojiyi ve bilimi almayı sürdürmek.
· Evrensel islam devleti ideolojisi ve düşüncesiyle bağdaşmadığı için ulusçuluk ideolojisini her yönde yadsımak, müslüman tebası olan müslüman devletleri yıkmak ya da iptal etmek.
· İslam toplumunda, islam devleti altında, bütün insani ilişkileri islami devlet anlayışı esasına göre düzenlemek.
52. En etkili 12 tarikat örgütlenmesi :
· Nurcular
· Süleymancılar
· Bahaniler
· Humeyniciler
· Nakşibendiler
· Hizbüttahrirciler
· Müslüman Kardeşler
· Kadirler
· Rifailer
· Fetullahçılar
· Hizbullahçılar
· Asyacılar
· Işıkçılar
53 İslamın temel kaynaklarının bazı hükümlerinin farklı yorumlanması sonucunda farklı islam mezhepleri oluşmuştur. Bunları iki temel kategoride toplamak mümkündür. Birinci kategoriyi, İslam dünyasındaki siyasal çatışmalardan doğan mezhepler oluşturmaktadır. Bunlar ;
Sünnilik
Şiilik
Haricilik olarak sıralanabilir.
Şiiler daha çok Acem'dir, Sünnilik ise Araplık üzerine oturmuştur.
Diğer mezhepler 8.yy.ın ortasında farklı birer öğreti olarak oluşmuştur. Hanefelik, Malikilik, Şafilik ve Hambelilik olarak dört ana mezhep olarak ortaya çıkmıştır.
54. Sünnilik içinde siyasal düzen mutlak itaat ve hiyerarşiye bağlılık çizgisine otururken, Şiilikte kural koyma ve en önemlisi iktidara baş kaldırma anlayışı belirgin bir yere sahiptir.
55. Hızla değişen ve geleneksel yapısı hızla çöken bir toplumda, insanların temel gereksinmeleri arasında sayılan "Toplumsal ya da kollektif kimlik" ve "Toplumsal dayanışma" açısından ciddi sorunlar yaşanıyor demektir. Daha somut deyişle, geleneksel toplum yapısının, bu yapıya özgü kurum ve değerlerin hızla çöktüğü, kapalı köy ekonomisinin yerini açık kent toplumunun aldığı Türkiye'de alınması gereken bir "Kollektif kimlik" ve "Toplumsal dayanışma" bunalımı yaşanmaktadır; karşılanamayan, boşlukta kalan bu gereksinmeler kentleşen toplumun en ağırlıklı sorunlarından birini oluşturur.
56. Aslında tarikat yazılı ve resmi islamdan farklılık gösteren bir halk islamı olarak tanımlanabilmektedir ve tarikat olgusunun temelinde tasavvuf düşüncesi yatmaktadır. Tasavvuf, Tanrı ile insan arasında bütünlüğü öngörmektedir ve bu inanç çerçevesinde insan Tanrı'ya ulaşma yol ve yöntemleri izleyerek, belli aşamalardan geçerek Tanrı'ya ulaşacaktır.
İlk aşamada insanın doğal dürtülerden, istek ve hırs duygusundan kurtulması gerekmektedir. Bundan sonra insanın kendisine dönmesi ve kendini eleştirerek iyilik-kötülük muhasebesini yapması gerekmektedir.
Bu ilk aşamadan sonra insan tasavvuf düşüncesine ulaşacak, Tanrı'ya ulaşma yeteneğine sahip olacak, bu yolda işaretler almaya başlayacaktır. Çeşitli aşamalardan geçtikten sonra, eğer başarılı olursa, insanın Tanrısal olgunluğa erişeceğine inanılmaktadır.
57. İslam hukuk sisteminde toplumun yani müslümanların, askeri yetkiyi elinde bulunduran "Ümera" ile İslami bilgilere sahip olan (ulema) itaat ile yükümlü oldukları belirtilmiştir.
58. Osmanlı Sultanlarının resmi olarak ve açıkça halife unvanını kullanmaya başlamaları 18.yy.'ın sonlarını bulmuştur. T.B.M.M.'nin, hilafetin kaldırılması kararından sonra İslam dünyasında halife unvanı kullanan kişi ya da kuruma rastlanmamış; yani bir başka deyişle halifelik TBMM Kararı ile tarihin akışı içinde ortadan kaldırılmıştır.
59. 1300 yıllık islam tarihi içinde bireyin özgürleşmesi gerçekleşmemişse, uygulama bir yana, bu yönde düşünce düzeyinde bile belli mesafe alınmamışsa bunda öğretimin değil insanların suçlu olduğu kabul edilmektedir.
60. İslamcı akımlar, sadece Türkiye'de değil her yerde değişime karşı olan tutucu hareketler ve ideolojilerle işbirliği yapmışlardır. Bu işbirliği özellikle yasal alanda çok açık biçimde ortaya çıkmıştır.
61. GÖKALP'in amacı hiçbir zaman yarı faşizan, otoriter yönetimli toplum düzeni için ideolojik kılıf aramak olmamıştır. Çözümlenmesinde Türk ögesinin islam ögesine ağır bastığı görülmektedir. Buna karşın, aynı dönemde İçtihat dergisi çevresinde toplanan Süleyman NAZİF ve arkadaşları, islami dozu çok ağır basan bir Türk-İslam sentezi oluşturma çabası içindedir.
62. 1.Dünya savaşında, Büyük Britanya'nın kışkırtması ile Osmanlı İmparatorluğuna başkaldıran ve Arap ayaklanmasına önderlik eden Mekke Şerifi Hüseyin, bir taraftan hareketine ulusallık boyutu vermemeye diğer taraftan da Hilafet kurumunu karşısına almamaya özen göstermiştir.
63. Türkiye ve İran dışındaki islam ülkeleri halkları uzun yıllar yabancı güçlerin yönetimi altında yaşamış ve batılı ülkelerce sömürülmüştür. Bu nedenle müslüman halkın toplumun çoğunluğunu oluşturduğu ülkelerde güçlü bir anti-emperyalist bilinç uyanmıştır. Bu anti-emperyalizmin islamcı siyasi akınları etkilememesi mümkün değildir. Böylelikle, anti-emperyalist tutum, zorunlu ve kaçınılmaz olarak sosyalizm ile en azından düşünsel planda ilişkiler kurmaya yol açmıştır.
64. Arap sosyalizminin en belirgin özelliği, toplusal zenginlikleri ve üretim araçlarının mülkiyetini kamulaştırmaktan çok anti-emperyalizmdir. Bunun yanında anti-komünizm de sözü edilen siyasal akımın genel özelliklerinden biridir.
65. Papulazm esas olarak kapitalizm başlangıç aşamalarında ortaya çıkan özel mülkiyetin yoğunlaşmasına karşın orta ve ufak özel mülkiyetin yaşamasını savunan bir ideolojidir.
66. Türk insanın hızlı bir değişim yaşaması, bu değişim sonucu değişik toplumsal değerler sisteminde hızlı bir erozyonun ortaya çıkması, Cumhuriyetin başından beri insanlara ve topluma verilen "kalkınıyoruz", "çağdaş uygarlık düzeyini yakalıyoruz"türünden hedeflerin gerçekleşmemesi ya da toplumbilimcilerin deyimiyle "yükselen beklentilerin yaşamda yankı bulmaması" ve bundan doğan yoğun toplumsal düş kırıklıkları yeniden islamiyete dönüşte belirleyici rol oynamış olabilir.
67. Ancak otoriter ve baskıcı siyasal sistemlerde, totaliter toplumlarda "birlik ve beraberlik içinde" bulunabilir. Çünkü bu tür toplumlarda iktidarı elinde tutanlar sorunun cevap anahtarını da elinde tuttuğunu tüm topluma kabul ettirmiş bulunmaktadır.
68. 12 EYLÜL darbesini izleyen günlerde Milli Eğitim Bakanlığında ortay çıkan kadrolaşma, örnekleri verilmeye çalışılan soruların nasıl cevaplandırıldığını açık olarak gösterilmektedir. Din Öğretim Genel Müdürlüğünün, kendi personel dairesine sahip olacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve mekansal olarak da Milli Eğitim Bakanlığı'nın bulunduğu bina dışında, kendi binasına yerleşmesi; devlet okullarında arkası arkasına mescitler açılması; din dersi öğretmenlerinin en fazla başarı ödülü alan öğretmen kesimi haline gelip, bu sayede bakanlığın yönetici kadrolarına yoğun bir biçimde atanabilme olanağına kavuşması; öğretim programlarında Talim Terbiye Kurulu'nun yetkilerinin azalması, yeni yazdırılan ya da ısmarlanan ders kitaplarının içerikleri; Milli Eğitim Bakanlığınca öğrencilere önerilen yardımcı ders kitapları ve faydalı okuma malzemesi içinde Türkiye'de yayınlana bütün İslamcı kitap, gazete ve dergilerin yer alması gibi hususlar yukarıda sıralanmaya çalışılan sorulara uygulamada nasıl cevap verildiğini ortaya koymaktadır.
69. 12 EYLÜL hareketinin önderleri, görüldüğü gibi, çok açık bir seçim yapmış bulunmaktadırlar. Kuşkusuz her politik seçimin toplumda bir takım yandaşları ve bir takım karşıtları vardır. Buna göre her seçimi eleştirenler olduğu gibi destekleyenlerde bulunacaktır. 12 Eylül'cülerin kafasında esas sorun disiplinli ve otoriter bir toplumun nasıl kurulacağıdır. 12 Eylül'cülere göre özlenen toplumda kişilerin mümkün olduğu kadar az talepte bulunması, herkesin içinde bulunduğu toplumsal konuma razı olup bunu değiştirmeye kalkmaması gerekmektedir. Başka bir deyişle toplumsal hedef, çoğulcu olmayan yani çatışan ve yarışan grupların olmadığı, hiyararşiye saygılı, otoriter bir toplum düzenidir. Söylemdeki aşırı Atatürkçülüğe karşı gerçekte Kemalizmin böyle bir toplumsal hedef için uygun bir ideoloji olmadığı açıktır. Çünkü Kemalizmin en belirgin özelliği gelişme ve kapsamlı değişimdir. Bu nedenle 12 Eylül'cüler tarafından Kemalizmin, ortalama insanı tepkiye götürecek çok abartmalı bir "Atatürkçülük" söylemi ile içeriği boşaltılmıştır. Kemalizm bir taraftan böyle yorumlanıp resmi ideoloji olarak muhafaza edilirken, arzulanan toplum düzeni için uygun bir ideoloji olduğu düşünülen İslam öğretisine büyük bir hoşgörü ile bakılmaya başlanmıştır. Böylece İslamcı ideoloji kullanılmak istenmiş ve özellikle toplumdan silinmeye uğraşılan son ideolojileri zayıflatacağı düşünülmüştür. Bu düşünce ya da yaklaşımın esas olarak bir "Kurmay" değerlendirmesi olduğu söylenebilir. Söz konusu değerlendirme ve uygulama içinde girişimler sadece yeni Anayasa maddeleri ve Milli Eğitim düzenlenmesinden ibaret kalmamış;"Türk-İslam sentezi" 12 EYLÜL yönetimi tarafından resmi ideoloji haline getirilmiş, bunun için yoğun politik uygulamalara kalkışılmıştır. Başka bir deyişle, "çoğulcu olmayan, otoriter bir demokrasi" Türk-İslam sentezi anlayışının ana hedefi sayılabilmektedir