KİTABIN ADI : HAYAT
YAZARI : ENGİN GEÇTAN
1. Ancak, yine de bugün, bana uysun uymasın, yaşadığım her şeyin bana bir şey kattığına inanma eğilimindeyim.
2. En zor şey karanlık bir odada bir kara kediyi bulmaktır, özellikle odada bir kara kedi yoksa.
3. Alışageldiğimiz düşünceleri altüst eden karşıtlıkların temelinde, içsel yaşantılarımızı normal konuşma diliyle anlatma zorluğu yatar. Çünkü içsel yaşantılarımız, konuşma dilinin sınırlarını fazlasıyla aşar.
4. Bir alandaki düşüncelerin başka bir alandaki düşünceler üzerindeki etkisi hakkında konuşurken daima gülünç olma tehlikesi vardır.
5. Dünyanın giderek hızlanan değişimi içinde, başlangıçta edindiğimiz dünya görüşleri geçerliliğini bir ömür boyu sürdüremez oldu. Bu durum her an oluşmakta olan yeni dinamikler doğrultusunda, dünya görüşümüzde de sürekli değişiklik yapma gereğini beraberinde getiriyor. Yeni oluşumları fark edemeyenler ya da fark ettiği halde eskiye tutunmakta direnenler, süregelen toplumsal, kültürel, politik, ekonomik ve diğer süreçlerin kenarında kalıp olan biteni anlamakta zorlanabiliyorlar.
6. Panik atağa dünyaya yönelik bir imdat çağrısı, depresyona dünyaya yönelik bir öfke eşlik eder. Yabancılaşmada ise dünya silinir.
7. İnsanlar birbirlerine kendi senaryoları doğrultusunda roller verip, karşıdakilerden bu rolleri gerçekleştirmesini bekler oldular. Sonuç, düş kırıklıkları, kızgınlıklar ve kendimizden kaynaklandığını bir türlü kavrayamadığımız bir yalnızlık..
8. Tabii ki insanın ne yapıp edip kendini, adına istatistik denen sıradan kümelerin dışına çıkarması gerekir.
9. Batı Doğuya hayatını nasıl kazanacağını öğretebilir; Batı zamanla, nasıl yaşanacağını Doğunun ona göstermesini istemek durumunda olacaktır.
10. İlkel düşünce üretme tarzının özünde, yalnızca anında sonuç alınan bilinçdışı bir işlev söz konusudur. Bu tarz düşünce üretme biçimlerini, ancak ilkel çağlardan bu yana gelişimini “kesintiye uğratmaksızın” sürdürebilmiş uygarlıklarda bulabiliyoruz.
11. Fırsat bulduğunda çılgınlık yapmayan insan bilge olamaz.
12. İkna olmadan kabullenmek zaten doğama aykırıdır.
13. Başka düşüncelerin zihnimize girmesini önlemek için, bilerek ya da bilmeyerek, zihnin çevresine bir direnç duvarı ördüğümüzde zihnimizin bir bölümü çalışmıyor demektir.
14. Hayat, ayrıntı olarak bakmaya şartlandırıldığımız için göz ardı ettiğimiz yerlerdedir aslında.
15. Cep telefonlarını neredeyse kendi beden imgelerinin bir parçası haline getirmiş olan bir kesim, bu teknolojiyi yalnız olmadıklarına ilişkin güvence aracı haline getirmiş bir halde. “annem yerinde mi?” tarzı bir haberleşme ağı sayesinde herkes birbirinin o an nerede, kiminle ne yaptığından haberdar olabiliyor. Bir araya geldiklerinde de birbirleri ile paylaşacak hikayeleri kalmamış oluyor.
16. İnsan temelde, kendini ilişkiler yaratarak var etme eğilimindedir. Bu eğilimlerini yalın biçimlerde yaşayabildiğinde, yalnızlık, boşluk, yabancılaşma ve yalnızca kendiyle meşgul olma eğilimlerine yer kalmayabilir, evrendeki ilişkiler ağının parçası olabildiği için.
17. Dünyada bazı şeyler yanlış gidiyorsa bu, bireyde bir şeyler yanlış gidiyor, dolayısıyla bende de bir yanlışlık var demektir. Bu yüzden eğer duyarlı biriysem, önce kendimi düzeltmem gerekir.
18. Karşımda oturan genç adam uzak bir ülkeye seyahat tasarısını anlatırken sözü kız arkadaşına getirdi ve “Onu da götürüyorum” diye ekledi. “Götürüyor musun?” diye hayretle sordum, “Ondan bir paketmiş gibi söz ettin..”
19. Düş gücü bilgiden daha önemlidir.
20. Beyin bir organ değil süreçtir ve her an kendini yaratmayı sürdürür.
21. Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge insanın bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa, o kadar kara ve yoğun olur. Gölgenizle ne kadar az yüzleşirseniz, o kadar güçlenir, sonunda bir tehlikeye, kaldırılamaz bir ağırlığa, ruhunuzun içinde her an etkinlik kazanabilecek bir tehdide dönüşür. Bilince kabul edilmeyen gölge, dışarıya, diğer insanlara yansıtılır. Sorun onlardır, kötü olanlar da onlar.
22. İnsanın toplum içinde var olabilmesi ve grup üyeliğini sürdürebilmesi için, gölgesindeki hayvansı eğilimlerini ehlileştirmesi gerekir. Ehlileştirme süreci, gölgenin taleplerini bastırıp onun gücüne karşı çıkabilecek güçte bir “persona” geliştirerek gerçekleştirilir. Persona Jung’un gölgenin gücünü denetim altında tutan kişilik bölümüne verdiği addır. Bir başka deyişle, persona toplum tarafından kabul edilebilmek için insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da takındığı kimliktir.
23. Personanın insana sağladığı yararların yanı sıra zararı da olabilir. İnsan sürdürdüğü kimliğe kendini çok kaptırır ve egosu yalnızca bu rolle özdeşleşirse, kişiliğin diğer bölümleri bir yana itilir. Böyle durumlarda kendine yabancılaşır ve aşırı gelişmiş personasıyla, kişiliğin az gelişmiş bölümleri arasındaki çatışmadan ötürü sürekli bir gerilim yaşar. Egonun persona ile özdeşleşmesine “şişme” denir ve insanın kendisini aşırı önemsemesi görüntüsüyle ortaya çıkar. Bununla yetinmeyip bu kişiliği çevresine de yansıtarak onların da kendisi gibi olmasını talep edebilir, özellikle çalışma ve aile ortamında otorite konumunda olduğu durumlarda. Ego şişmesi insanın aşağılık duyguları yaşamasına neden olur. Kendisini gerçek dışı amaçlara ulaşamamış hissettiğinden yetersizlik duygusuna kapılır, dünyasına yabancılaşır ve yalnızlık çeker.
24. Egonun şişmesi çok arttığında bazen öyle bir noktaya gelinir ki, kişilik organizasyonu ufak bir darbeyle dağılabilir, darbenin niteliği ne olursa olsun. Bu olasılık bireyler için olduğu kadar uluslar için de geçerlidir. Bu tür toplumlara “ego-ulus” “ego-nation” denmektedir. Yakın geçmişte SSCB’nde yaşanan dağılma bu tür bir dağılmadır.
25. Gölgesiyle kopukluk yaşayan insanlarda sık görülen bir davranış vardır: Kendilerini doğrudan ilgilendirmediği halde, diğer insanların bazı davranışlarını ya da yaşam biçimlerini yargılama eğilimi. Çünkü bu insanlar, varlığını yadsımış oldukları gölgelerini kışkırtabilecek davranışları başkalarında gördüklerinde, kendi gölgelerini denetim altında tutabilmek için o insanları insafsızca yargılama ve aşağılama gereğini duyarlar. Ama bu bilinç dışında işleyen bir mekanizma olduğundan, kendi gölgelerini yargıladıkları insanlara yansıtmakta olduklarını fark etmeleri mümkün olmaz. Diğer insanların davranışlarına yönelik yargılamaların gerisinde, kendilerini “Bu ben olamam” mesajıyla rahatlatma ihtiyacı bulunur.
26. Bir Fransız uzman ülkemiz için şunları söylemiştir: “Ülkem ihracat hacmi bakımından dünya dördüncüsü olabilir ama hiçbir zaman dünyayı şaşırtamaz. Sizin ülkeniz ise her an dünyayı şaşırtabilir..”
27. Kendinize yabancılaşmanız başladığında dünyaya yabancılaşmanız sona erer.
28. Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunamayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesine bir alışkanlık ki, bu ihtiyaç karşılanamadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde, çoğu zaman dışarıdan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.
29. Narsistik kişilik bozukluğu gösteren kişi, istismarı, açıkça ya da örtülü bir biçimde gerçekleştirir. Örtülü istismar etrafını kontrolü altında tutmaya yöneliktir.
30. Narsist insan etrafını manipüle ederek ya da zorlayarak “narsisistik desteğini” sağlar. Bu desteği sağlayan kaynaklar üzerindeki kontrolünü sürdürmek onun için bir ölüm kalım meselesidir. Bunun için bir madde bağımlısı gibi her yola başvurabilir.
31. Narsist kişi, çocukluk döneminde istismar ve travmaya maruz kalmış olması sonucu sürekli teyakkuz halindedir.
32. Narsist kişi kendisine hayran, itaatkar, her an ihtiyaçlarını karşılamaya hazır bir partner olmadan kendisini tamamlanmış hissedemez. Çünkü tüm evreni kendi zihninde taşır, dünyasındaki insanları da kendi benliğine özümsediğinden, onlar, içindeki birtakım nesnelerden ibarettir, dış dünyadaki varlıklar değil..
33. Anlaşılma umudun yitiren insanlar, çocukluk dönemlerinde ebeveyninin uzantısı gibi algılanıp ayrı bir varlık olma hakkı tanınmamış insanlardır. (Yeni doğan çocuğun hemen aileden birisine benzetilmesi de bu konuda verilebilecek olumsuz örneklerdendir. Her çocuk benzersizdir, birisine benzetilmek çocukta eksiklik duygusunun başlamasına neden olur. n.a.)
34. İntihar saldırılarında onları yok saymış olan kitlelere yok ederek var olma duygusu hakimdir. Eylemci, yok oluşla sonuçlanacak bir eyleme giriştiği dakikalarda kendisini varoluşun doruğunda hisseder.
35. Tarih her yükselişin bir inişi olduğun en iyi tanığıdır, ama semavi inançların yaygın olduğu toplumlarda, özellikle Hıristiyan dünyasının, ölümsüzlük tutkusuna kapılarak bazı diğer kültürleri de bu doğrultuda etkilemiş olması, insanları, ölüm sonrasında da kendilerini anıtlaştırma beklentilerine yöneltmiştir. İslamiyet öncesinde Türkler, biri öldüğünde onu bozkırın çıplaklığında herhangi bir yere gömer, sonra da yerinin belli olmaması için üzerinde at koştururlarmış. Oysa artık cami avluları talep edilebiliyor. Vaktiyle Topkapı Sarayı avlusunda yapılan törenlerde yükselen “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” sesleri ve benzerlerinde dile getirilen uyarılar, felsefesinden kopmuş, atmosferde uçuşan sözcükler artık..
36. Narsist bir kişinin kendi içinde kilitlen kalması sonucu egosunun giderek şişmesinde olduğu gibi, uluslar, liderler ve ulus toplulukları da, iktidarlarının en güçlü olduğuna inandıkları durumlarda işler karışabilir. (tamgüçlülük –omnipotans- durumu..) Bu duygu içine kilitlenip kalmaları, zamanla, dışladıkları kitlelerin yaşamakta olduğu isimsizlikten çok da farklı olmayan bir duruma doğru hareket etmelerine neden olabilir: Yalıtılmışlık. Bu kurumlar ya da kurum kişiler, iktidarlarını her an hissedebilmek için, bir uyuşturucu bağımlısının madde arayışında olduğu gibi, bir “düşman” bulmak zorundadırlar ve çoğu zaman da bir düşman yaratılır. Çünkü düşman yaratılmak zorundadır. (Tarihin her döneminde iktidarlar, kitleleri sorunsuz bir şekilde en yönetebilmek için bu yöntemi kullanmışlardır. Bu yönten ülke çapında olabildiği gibi birden fazla ülkeyi de kapsayabilir. Daha önce ABD tarafından tüm dünyaya pompalanan “komünizm düşmanlığı” gibi. n.a.)
37. Pek çok insan beklenti yükledikleri insanları sevdiklerine inanıp, aralarındaki bağın gelişip zenginleşmesine katkıda bulunmamasına rağmen o insanlar tarafından “yaşatılmayı” bekleyebiliyor. Oysa aslında hayatımızın ilk dönemlerinden bugüne taşıdığımız alacaklarımızı, yetişkin insan olarak kurduğumuz ilişkilerden tahsil etme hakkına sahip değiliz.
38. Ölümden korkmuyorum, çünkü o benim bulunduğum yerde olamaz, ben de onun bulunduğu yerde.
39. Disiplin insanın kendine olan saygısıyla birlikte yaşanır, katılık ise onaylanmışlık duygusu arayışındadır, dış dünyaya ya da kendine karşı.
40. Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Oysa bilgi mazidir, hikmet ise gelecek.
41. En modern çağda yaşanan en büyük sorunun, insanlığın en eski sorunu, ötekine karşı beslenen korku olması sizce de ilginç değil mi? Korku ne kadar çabuk güvensizliğe, nefrete, insanlık dışına ve ölüme dönüşüyor.
42. Korku saldırganlığa dönüşebiliyor, ama ben asıl korktuğumuz şeyin bastırılmış kendi kızgınlıklarımız olduğu inancındayım.
43. İnsan ya da aslında doğadaki her varlık sürekli olarak bir dengeye ulaşma çabası içinde. Ancak eğer ulaşılan bir denge durumu fazla uzun sürerse bu yeniden dengesizliğe dönüşebiliyor ve yaşanmakta olan “durumu” yeniden “sürece” dönüştürme ihtiyacı beliriyor. Bu ihtiyacı fark edemeyenlerin hayatı yavaş yavaş kurumaya başlıyor, çoğu zaman yetişkinliğe ulaşmakta olan çocuklarına karşı bağımlılık göstererek.
44. Bu benim seçmiş olmayı isteyebileceğim bir hayat değildi.
45. Bugüne kadar kimse için, hayatın kendisinde başarılı oldu dendiğini duymadım, çünkü hayatın kendisini başarılı olarak sürdürmüş olmanın bir tanımı yok.
46. Sanırım, insanlar çoğu zaman mutluluk ile hazzı birbirine karıştırıp, kendilerine haz veren yaşantıları mutluluk diye adlandırıyorlar. Çünkü bana göre mutluluk, bir durum değil, süreç; dış etkenlere doğrudan bağımlı olmayan, iç dünyamızın derinliklerinden gelen ve zaman zaman buluşabildiğimiz bir yaşantı.
47. Paranın mutluluk getirmediğine inananlar nerede alışveriş yapılacağını bilemeyenlerdir.
48. Ekrandan gelen imaj bombardımanı bizleri gerçek dünyaya yakınlaştırıyormuş gibi yaparak ondan uzaklaştırıyor.
49. Maskelenmiş depresyon yaşayan insanların önemli bir özelliği daha var. Hayata hakkını vererek katılamamak ve duygusal dünyalarında risk almaktan kaçınmak.
50. Kendimizle olan ilişkimizde yeterince dürüst olamadığımızda organizmamızın bedel ödemesi kaçınılmaz hale geliyor.
51. Televizyon insanları koflaştırmayı amaçlamıyor, insanların kofluğunu ortaya çıkarıyor.
52. Bir sürecin nasıl akmakta olduğu hakkında genel bir fikriniz yoksa, onun herhangi bir aşamasını bütününden ayrı olarak değerlendirmeye çalıştığınızda yanılgı payı ve yüzeysellik olasılığı tabii ki yüksek olacaktır, hele yaklaşımınız bazı önyargıları da içeriyorsa.
53. Uygarlık ardında barbarlığın gizlendi bir koyun postudur.
54. Günde üç öğün yemek en ileri aşamada bir kurumsallaşmadır. Yabanlar ya tıka basa yer ya da aç otururlar. Amerikan yerlilerinin en yaban olanları ertesi güne yiyecek saklamaz, Avustralya yerlileri anında ödüllendirilmeyecekleri işlere girişmezler. Geleceği düşünmeyen bu yaban tarzlarında sessizce yaşanan bir bilgelik vardır. İnsan, geleceği düşünmeye başladığı andan itibaren, yaşamakta olduğu cenneti terk edip anksiyete dünyasına adım atar, üzerine kaygının gri tonu çöker, hırs dürtüsü oluşur, mülkiyet başlar ve “düşünceden yoksun” yabanın keyifli hayatiyeti kaybolur. Kaşif Pearl Eskimo rehberlerinden birine “ne düşünmektesin?” diye sorduğunda, “düşünmem gerekmiyor” diye cevap vermiş rehber, “bol miktarda etim var.” Gerekmedikçe düşünmemenin bilgeliği bizlere uzak ve yabancı artık.
55. Kadınların ezelden beri bildiği kainat dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir dünya olarak değişmeye başlamış olacaktır.
56. Uygarlığın başlangıcı olarak kabul edilen tarım, yiyecek saklama ve arazi mülkiyetini de beraberinde getirdi, ama tarihin akışı içinde bu olgu beklenmedik gelişmelere yol açtı. Açıkça ya da dolaylı olarak, başkaların sahip olduklarını elinden alma dürtüsü. Böylece zenginler ve fakirler diye bölünmeler oluştu. Sonunda hırs öylesine boyutlara ulaştı ki, insan kendi yaşam desteğini doğayı ve atmosferi de sonuçlarını düşünmeksizin tahrip etmeye başladı.
57. Ölüm korkusu, kötü, özgün olmayan yaşanmışlığın bir sonucudur. İyi yaşanmış bir yaşam, ölümün de doğal karşılanmasını sağlar. “Ölüm iyi yaşanmış bir hayatın başına konan bir taçtır.”
58. Araştırmalara göre, doğa erkeği, güzelliği kadınları etkilemekten çok kendisi için düşünür. Yaban erkek de en az günümüz erkeği kadar görünüşüyle gurur duymak ister. Yaban toplumlarda, hayvanlarda da olduğu gibi, güzel görünmek için vücudunda birtakım değişiklikler yapan ya da süslemeler takan, kadından çok erkektir.
59. Bazı insanlar, mazoşistik eğilimleri sonucu yaşadıkları olayları, kendi dışındaki nedenlerle açıklayarak, onları yazgının getirdiği trajedi olarak algılama yanılgısındalar. Bunda mağdur kimliğine prim veren toplumun da elbette büyük payı vardır.
60. İnsanın kendine dönük yıkıcılı eskiden beri bilinen bir olgudur. Çoğu aman düşmanlarımızın bizi yok etmesi için gerekli olan aracı kendimiz sağlarız.
61. Karşımıza çıkıveren her türlü sorumluluğu sessizce kabl edivermek kendimize karşı en büyük sorumsuzluktur.
62. Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz.
63.
64. Giderek artan sayıda insan, zaman zaman, kendi iç diyaloglarını dış dünyayla paylaşmışçasına yaşıyor ve bu, bazen ciddi ilişki sorunlarının yaşanmasına neden olabiliyor. Bir bakıma, bu insanların iç dünyaları ile dış dünya arasındaki sınır, iç dünyaları lehine genişliyor ve belirsizleşiyor. Örneğin, söylemedikleri halde söylemiş olduklarına inandıkları bir söze göre davrandıklarında, bu durum karşılarındaki insanları çileden çıkarabiliyor. Oysa onlar, o kişiyle iç dünyalarında yarattıkları diyalogu, dış dünyada da gerçekleşmiş gibi yaşıyorlar.
65. Özerklik sözcüğü, özgürce seçim yapabilmeyi tanımlar. Hayatın ilk yılını izleyen yaklaşık iki yıllık bir dönem süresince çocuk giderek, bazı bedensel ihtiyaçlarını ve dış dünyasındaki bazı durumları kendi iradesiyle denetleyebileceğini ve yönlendirebileceğini öğrenmeye başlar. Bu dönemde baskıcı ve eleştirel ebeveynin çocuğun özerklik denemelerini aşırı denetin altında tutması ya da sık sık engellemesi, seçimlerini yaparken bocalayan ve kendini ortaya koymaktan utanan kişilik yapısına zemin hazırlar. Özerklik başkalarının özerklik sınırlarını zorlamamayı da içerdiğinden, bu dönemde gevşek tutumlarıyla gerekli sınırları koyamayan ebeveynin çocukları da hayatların yönlendirmeyi öğrenemez.
66. Genç kitlelerin özerkli çabalarının, öğrenilememiş özerkliğin doğal olarak saldırgan ve yıkıcı davranışlara dönüşmesiyle başlayan zorlu süreç, bu durumdan hoşnut olmayan biçimsel otorite tarafından doğal akışına bırakılmadı ve kesintiye uğratıldı. Süreç yeni kanallar bulup farklı biçimlere dönüşecektir..
67. Biçimsel otorite, kendisi de özerklikten yoksun bırakılmış haliyle otorite konumuna gelmiş olduğundan, iç dünyasında özgüvenden yoksundur ve bazılarımıza okul müsamerelerinde otorite rolünü oynamakta olan çocukları hatırlatabilir, kükreyerek ya da bilge rolünü oynamaya çalışarak.
68. Duyarlılık, başkalarının hissettiklerini kendimizle karıştırmadan hissedebilmemizi tanımlar.
69. Geleneksel yapıya yabancılaştırıldığı için değerlerini kendi bulmak zorunda kalan insan kendince her yolu deniyor. Güvenlik temelli dayanışma ağları oluşturma eğilimi bunlarda yalnızca biri. Kimileri de fanatik ya da alternatif inanç sistemlerine tutunup kendini bir yere ait hissetmeye çalışıyor, gösterişli gettolar kapanıp dünyanın geri kalanı yokmuş gibi yaşıyor. Bazen de gerçek dünyadaki yalnızlığından bunalıp sanal ortamlara sığınıyor.
70. Eğer dünyada bir şeyler yanlış gidiyorsa bende de bir şeyler yanlış demektir.
71. Barbarlık mutlaka ikizini yaratır.
72. Değersizlik duygusunun tohumları çocuklukta atılır, çocuğun, kendi dünyası ayrı olan bir varlık olarak algılanamamasından kaynaklanır. Bunların arasında, açık red, ihmal, tutarsız davranışlar, şartlı kabul, aşırı koruyuculuk, gerekli sınırları koyamamak, katı ve cezalandırıcı tutumlar sayılabilir. Böyle şartlarda kabul görebilmek için pek çok şeye katlanan, bazı uç durumlarda varlığını bile yadsıyabilen çocuk, giderek olmasını beklendiğine inandığı bir kimliği edinmeye başlar. Olumsuz duygularını bastırıp dışa karşı olumlu davranışlar sergilenirken, için için sürdürülen ikiyüzlülüğün yarattığı suçluluk, bilinçli dünyasında kendisini değersiz bir varlık olarak algılamasına neden olur. Değersizlik duygusu bir anlamda eksiklik duygusudur, insanların başkalarını kendinden üstün görmesine neden olur, yakınları dışında. Onları kendisinin uzantıları gibi algıladığından onlar da kendisi gibi değersizdir. Küçümsenme korkusu yaşayanlar, başkalarının bir eksiğini yakaladıklarında onları küçümsemeye hazırdır ya da başkalarını küçümseyenler küçümsenme korkuları olan insanlardır. Dolayısıyla insanın kendi içinde gelişen ve bazen kendini yadsıma (self-hate) boyutuna varabilen değersizlik ve eksiklik duyguları şu ya da bu şekilde dış dünyaya yansıtılarak beslenir.
73. Kendi tarihlerini kabul edemeyen insanlar gibi, tarihiyle yüzleşip onu ortaklaşa kabul edemeyen toplumların da huzura ulaşmaları mümkün olamıyor.
74. Ayıp olgusu, daha önce sözünü ettiğim, özerk olmayı öğrenebilme zemininden yoksun kalmış olma sonucu yaşanan utanç duygusunun “başkalarına karşı” yaşanan şeklidir.
75. Yıldız sporcuları alanlarında seçkin kılan onların kasları değil, üstün nitelikteki kaslarını yöneten zihinleridir.
76. Çoklu zeka kuramının geliştiricisi Howard Gardner birbirinden kesin farklılık gösteren zeka türleri olduğu ve bunların beynin farklı bölgelerinden kaynaklandığı görüşünde. Ona göre zeka türleri şu şekilde bölümleniyor:
· Matematik-mantık
· Uzam
· Müzik
· Beden-hareket
· Söz-dil
· İçgörü-duyarlılık
· İnsan ilişkileri
77. Özerkliğini kazanmak için gerekli zeminden yoksun bırakılmış insanların özerk olma çabalarının başlangıçta saldırgan davranışlara yol açabileceğinden daha önce de söz etmiştim.
78. “Rağmen varolabilmek” dış etkenler ve diğer insanlar bizi nerelere çekiştirirlerse çekiştirsinler kendimiz olmaya çalışmak karşılığı olarak kullandığım bir deyim.
79. Korkmadığımız ve savunmada olmadığımız zamanlarda güzelleşiyor ve daha anlamlı bir hal alıyoruz.
80. İnsan hayatın ne olduğunu anlayana kadar ömrünün yarısını tüketmiş olur.
81. Bir olguyu dengeleyebilecek bir karşıt olgu olmadığında, o olgunun kendisi kendi karşıt olgusuna dönüşür, kendisini yiyip tüketerek..
82. Hırs saldırgan unsurları barındırır, tutku, hayat sevincini de içeren yaratıcılığı.
83. Ölüler hiç de sandığımız kadar güçsüz değildir.