KİTABIN ADI : MOR
YAZARI : İNCİ ARAL
1. Kendine ait, özel anlar yaratmaya çalışıyordu sanki.
2. Kazanılan para yeni topraklara yatırılıyor, daha rahat, daha uygar ve iyi yaşama görgüsünün eksikliği yüzünden olmalı, gündelik hayat aynı soba, aynı minderlik, aynı hamamlık, aynı yer yatakları ve aynı soğuk, rüzgarlı mutfakla değişmez biçimde sürüp gidiyordu.
3. Herhalde sevme enerjisini tüketmiş oluyordu evine geldiğinde. Çocuklarına verecek iyi, doğru, güzel bir şey bulamıyordu ya da kendinde.
4. Bu kadar genç ve yaşıtlarının çoğu bu tür maskaralıklara meraklı olduğu halde, Renginur, somut şeylere, gerçeğe inanmaya yatkındı. Bunun uzantısı olarak aşktan çok sevgi ve cinselliği, duygusallıktan çok maddeyi önemsiyordu.
5. Sosyalizmi, düşünsel planda, dünyayı kavrama ve değerlendirme aracı olarak kabul etmişti ve hala öyle düşünüyordu.
6. Şu gençlik haplarını soruşturmalı, daha iyi görünmesini sağlayabileceklerse elde etmeye çalışmalıydı. Mucize öyle mi? Olacak şey değil ya yeniden yirmi yaşına dönebilse hayatına başka türlü yaşamak elinden gelir miydi acaba? Şu ünlü dedikleri saçma sapan karılar güzel ya da yetenekli doğmuş olma şanslarını iyi kullananlardı yalnızca. Revan ise kurbanlar grubundandı. Yitikler soyundan. Toplumsal bir varlığı olamamıştı hiçbir zaman. Olsaydı güçlü olurdum, diye düşündü. Onlar güçlü ve özgürdüler. Keyifli ayrıcalıkları içinde her yaptıkları boş görülüyordu.
7. Herkes ölümüne kendi ayaklarıyla gider!
8. “Ben...” dedi, yüksek sesle, “yani ben...” Arkasını getiremedi. O kadar uzun yıllar “biz” demeye ve “biz” düşünmeye alışmıştık ki “ben”in kim olduğunu unutmuştu. Oysa İlhan Sacit her zaman “ben” olmuştu. Sonra da kendi yaşamını “biz”in öteki yarısına sormadan gönlünce kullanmaya karar vermiş, Revan’a kapatmıştı. Düpedüz o “biz”den kovmuş, kapı dışarı etmiş işte canım! Yeniden eline baktı, parmaklarını oynattı. Söz dinliyor, verdiği buyruğu yerine getiriyorlardı. Ama soğuk ve yalnızdılar. Tıpkı kendisi gibi aptal ve yalnız...
9. Evlendiği adam, yıllar boyunca kendisi olma iradesini o derece bastırmıştı ki, Revan varlığını kocasının varoluşunun doğal bir uzantısı olarak kabul etme yanlışına düşmüştü.
10. İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa, neyi tutsa elinde kalıyordu.
11. Hayatının sınırlarını genişletme, yaşadığı çorak topraktan bilmediği ama keşfetmeye değer bir ülkeye kanat açma arzusu veriyordu.
12. Küçük hesaplar için satmaz insanı kadınlar. Kadınları severim.
13. Birçok insan hayatı olduğu gibi kabul eder ve köstebek gibi saklanıp tepkisizce seyreder.
14. İşine yönelteceği enerjiyi çalıp ayağına takılmayacak, onu iyi kötü temsil edecek, kafa tutmadan çocuklarını bakıp büyütecek, evini temiz tutarak cinsel gereksinimini karşılayacak birini istiyordu. Zaman harcamadan, kolayca yönetilecek bir kadın. O gün için ben bu modele tıpatıp uyuyordum.
15. Sonra uykuya dalan kocasının düzensiz soluklarıyla baş başa kılıp da düzenli ve yasal sahip olunmuşluğun yarattığı o belli belirsiz huzur duygusuyla, gerginlik dolu bir hoşnutsuzluk arasında gidip gelmeye başlandığında, adını koyamadığı bir eksiklikle, olumlanmış olsa da aldatılmış, baştan savılmış hissederdi kendini.
16. Şimdi daha iyi anlıyorum ki tutkuyla sevmedim. İlk gecemizde sezmiştim bana yürekten bağlanmadığını ve hiçbir zaman bağlanmayacağını. O zaman söz vermiştim kendime, tutkusunu yansıtan bir zayıflık, sevgisini gösteren bir işaret almadan ona teslim olmayacağıma dair...
17. Tek çaban beni de sıradanlaştırmak, zevklerimi ucuzlatmaya, hayatımı daraltmaya çalışmak oldu” O kadar tembeldin ki en kolayı buydu senin için...”
18. Yeterli bilgim yok. Ölçüm, hoşlanmak ya da hoşlanmamak gibi duygusal tepkiler. Zamanla gelişirim belki.
19. Armağan elbette seviyordu onu, ama sevgisi her şeyini hoş görmeye yetmiyordu.
20. Ne olursa olursun sevme enerjisine sahip olmak müthiş bir şey... çok müthiş...
21. Demek ki, arzuyu sürekli kılmak yabancılık gerektiriyordu, görüşüne varmıştı zamanla. Ama burada da bir başka çelişki vardı. Yabancılık gizlenme ve gizem gerektirdiğinden ruhsal bütünleşmeye engeldi.
22. Sevgi, verdiğiniz cömertlikte size geri dönen bir duygu değildir çünkü.
23. Yasak ve günah olan bir şey yapmaktaydı istemeden ve öyle güçlü bir biçimde istiyordu ki bunu, bedeni karşı duramıyordu.
24. Bu bir an. İnsanın yalnızlığını ve kendi kendine yetmek zorunda olduğunu kesin olarak anladığı anlardan ilki.
25. İyiliğe, kardeşliğe, birliğe karşı değil, enayiliğe, alamadığı bir şeyi vermeye, ikiyüzlülüğe, birisini, olduğundan kabul etme ve zıddıyla uzlaşma zorunluluğuna tepkili. Biçimi, rengi olmayan su gibi akışkan bir şey bu. İlkesizlik. Oysa benzerlerden biri değil, kendi olmak isityor Armağan.
26. Armağan inanç ve bağlılıklarında ne kadar kararlı ve diretkense Figen o kadar esnek, savurgan ve karasızdı.
27. Bütün alanlarına yayılan bu temel aykırılıklar yüzünden –başlangıçta onu çok çekici bulsa da- dana sonraki yıllarda düş kırıklığına uğradığını kabul ediyordu Armağan.
28. Koşar adım ayrı yönlere sürükleniyoruz, bu kesin, diye düşündü yeniden, acıyla.
29. Kuşak farkı bizim ilişkimiz açısından belirleyici bir mazeret olamaz, dedi. Çünkü ben sıradan bir baba değilim. Herhangi biri değilim –hırslandı, sinirlendi- ama elbette benim kuşağımla seninki -sizinki- arasında çok fark var.
30. “Şöyle düşün; uzun zamandır birbirimiz hakkında düşündüklerimizi gizliyoruz. İkimizde kendi duygu ve düşüncelerini sakınmadan söyleyebilecek kadar yürekli olduğumuza inanan insanlarız ama bunu yapamıyoruz. Neden acaba?”
31. Duygu dünyaları o kadar sınırlı ve yoksuldu ki başkalarının yaşadıklarına büyük bir merak duyuyorlar, olmadık durumlardan yalan yanlış dedikodular üreterek sıkıcı hayatlarına renk katmaya bayılıyorlardı.
32. Bu yaşta ölmek daha da zordu. İnsan yatalak olsa da, günde üç kez altı alınsa da, duymasa, görmese, konuşmasa da ölemiyordu ve ölümün uzun sürmesi bir zamanlar onu çok sevmiş insanları bile bezdiriyordu.
33. Çalışmakla hiçbir zaman elde edilemeyecek paraya ve onun yarattığı güce duyulan saygıydı bu. Madem ki birbirlerini seviyorlardı ne diyebilirdi ki! Mantıksal olarak doğru olan bu görüş, o gün kadar tutunduğu bütün töresel, kişisel, toplumsal inançlara ters düşmekle birlikte, karşısına çıkan şeyin büyüklüğü ve karşı konulmazlığı, ömür boyu kutsal saydığı bütün bir değerler dizgisini birdenbire anlamsız, geçersiz kılmış, yerle bir etmişti. Yıllar yılı çöp döküp merdiven silmiş, araba yıkayıp gazete, ekmek süt, taşımış biri için anlaşılır bir şeydi bu.
34. Hala köylülükle kentlilik arasında bocalıyordu ve uyumsuzluğunun ardında yok olma korkusuyla pek de dayanıklı olmayan bir gurur saklıydı.
35. Belki de aşkı doğuran şey insanın acı çekmeye özlem duymasıydı.
36. Seven sevdiğinin yokluğuna saplanıp kalmadan özleyemez. Özlerken daha iye tanırsın sevdiğini.
37. Gülcan’ın sezinlediği, insan bir yere ati olmayı dik durmak için. Doğru düzgün bir topluma, insan gibi yaşanacak, gençlerini önemseyen bir ülkeye, sevgi dolu bir aileye ait olmalı. Bir şeyin parçası olmalı insan. Ben şuyum, şurdayım diyebilmeli. Boşlukta, dışlanmış, itilmiş, kopmuş olmamalı. Yoksa gitti gider. Tek başına gider yoluna.
38. Onu neyin öldürdüğünü evlendikten birkaç yıl sonra anlayabilmişti. Kadınların tutkuyla bağlı oldukları erkeklerden –gerektiğinde- öç alma yeteneklerinin sınırsızlığını hangi erkek hayal edebilir ki? Diye düşündü.
39. Ve sonra, belki de asıl, bütün korkulara, çarpıntılara rağmen, sokakta erkeklerin önünden geçerken içinde çoğalan o sıkıntılı sıcaklığa, bir erkeği isteminin teni ürperten kesinliğine, avuntusu olmayan o çaresizliğe yeniliyor.
40. Gündelikçi bir terziye kaba dikişini yaptırdıktan sonra, Gülcan kendisi süsledi gelinliğini. Göğüs kısmına, tül duvağına inciler, kurdeleler işledi. Atilla’ya duyduğu özlemin, birine ait olmayı bekleyişin kumaşa akan pırıltılı taşkınlığıydı bu çaba.
41. Gülcan yatağın kıyısına oturmuş Atilla’nın gelip duvağını açarak onu öpmesini bekliyordu. Filmlerde böyle görmüş, böyle olacağı söylenmişti. Belki de bir yüzgörümlüğü takacaktı ona kocası. Atilla ona yaklaşmış ve yüzüne aç, avına atılmaya hazır bir avcı gibi bakmıştı bir süre. Sonra dişlerini sıkarak üstüne saldırmıştı. Dehşete kapılarak yatağın bir ucuna kaçmaya çalışan Gülcan’a, şiddetli bir tokat atmıştı sonra. İçgüdüsel, delici bir istek değildi bu, tersine, bilinçli olarak erkekliğin, o kadına evlilik tacını bağışlayan yüceliğin haklarını ilk geceden onaylatıp kabul ettirmek ve duygularını kışkırtan kadını oracıkta yıldırıp -bundan böyle- herhangi bir kadınlık hakkı talep etmesini önlemekti.
42. Ruhu hep çocuk kalmıştı nedense. Kocaman bir adam olduğunda bile duygusallığını kabadayılıkla, kendine duyduğu çocuksu acımayı korkusuzlukla kapatmaya çalışan, iri yarı bir oğlandı.
43. Figen babaannesinin çocukluğunu mutlu kılan önemli figürlerden biri olduğuna her zaman inanmıştı.
44. Armağan ise -kendi düşünce ve eylem çizgisinden- varlığı ve kişiliği ile ilgili olarak bir tür ideal kavramı oluşturmuş, kendini bunun içine kapatmıştı.
45. “Öğrenmeye çalışıyorum,” diyor Armağan. “Duyguları sözcüklerle giydirmeye yani. Senin kadar becerikli değilim bu konuda, sorun bu.”
46. Ama çabuk atlatmıştı bu sarsıntıyı. Hayata bağlılığı her durumun üstesinden gelecek donanıma sahip kılıyordu onu çünkü.
47. “Armağan...” dedi Figen, inler gibi ve gözleri dolarak. “Senin sevgin de acılarında çok sessizdi...” “Sessizlik insancıldır,” dedi Armağan. Sessizlik insanın ayak basılmamış bölgesidir.
48. Tatlım kadınlar genelde kurallar içinde yaşamaya tutunurlar ve bu onları mutsuzlaştırır. Mutlu kadınları gördükleri zaman da erkeklerden çok daha bağışlamaz ve tutucu olurlar. Bağlandıkları ve acısını çektikleri kuralları önemsememiş ya da reddetmiş kadınlarla karşılaştıklarında kendi düzenlerini de tehdit altında görüyorlar sanırım.
49. Hayatlarında çocukları dışında anlam bulamayan ve yaşamakla başka bağlantılar kuramamış olanların sevdiklerini kaybettiklerindeki yıkımları korkunç oluyordu.
50. İnsanın aidiyet duygusu otuz yaşından sonra gelişiyordu belki de ve Melike de otuza yaklaşıyordu işte.
51. “İnsan yeterince bütün doğmamıştır, çoğu kez de kendi sorunlarını çözmede yetersizdir” dedi Figen.
52. “Sen şu an burada gördüğün insanlar gibi eğlenebilmek, sıradan ama hoş bir gece geçirmek için kendini rahat bırakamıyorsun. Aşırı ciddisin, fazla politiksin ve kendini çok önemsediğin için yalın olamıyorsun.”
53. “Kendi dünya görüşüne ve onun içerdiği kurallara körü körüne uymaya çalışmak da kişinin kendine uyguladığı bir tür baskı değil mi? Böyle körleşiyor insan. Kesin doğrular, saplantılar bireysel gelişmeyi donduruyor. Kavgalar, kıranlar bu yüzden yaşanmıyor mu bu toplumda?”