KİTABIN ADI : 9 NUMARALI OTOBÜSLE CENNET’E SEVGİ YOLCULUĞU
KİTABIN YAZARI : LEO BUSCAGLIA
1. Ne kadar çok şeyi, ne kadar büyük bir hevesle seversek, cenneti şu anda yaşamaya o kadar yaklaşmış oluruz. Bir çok şeyi hevesle sevenler için cennet hayatın kendisidir.
2. Gerçek anlamdaki sevginin, bizi birbirimizden ayıran önemsiz ayrıntıları bir kenara itme, düşmanımızın da bir yüzü, bir yüreği olduğu gerçeğini bize gösterme gücü olduğunu ancak o zaman anlayabiliriz. “Bir dosta sahip olmanın en iyi yolu, kendimizin dost olmasıdır.” Bu dostum kendimi tüm insanca kusurlarımla, olduğum gibi görünmemi sağlarken, o da kendininkileri bana açtı. Birlikte birbirimize hatalar yapma payı tanıdık. Çaresizliklere, hatta başarısızlıklara dayanacak gücü tanıdık. Çünkü gerektiğinde birbirimize yaslanacağımızı, destek sunacağımızı, yeniden başlamak için cesaret vereceğimizi biliyorduk. Çoğumuz tecrübeyle öğrenmişizdir... Bağışlamak en çok bize acı verir. Neden bu kadar zor geliyor bize bağışlamak.
3. Sevgi sabırlıdır, iyilik doludur; sevgi kıskanç, kibirli veya gururlu değildir; sevgi nezaketsiz, bencil, tedirgin değildir; sevgi geçmiş kusurların bir çetelesini tutmaz. Sevgi kötülükle bir arada mutlu olmaz ama gerçekle bir arada mutlu olur. Sevgi asla vazgeçmez; inancı, umudu ve sabrı asla tükenmez. Sevgi ebedidir...İnanç, umut ve sevgi diye üç şey vardır, ama üçünün arasında en büyüğü sevgidir. Ben sevgiyi, içine yuvarladığımız, sonrada dışına yuvarlandığımız bir durum olmaktan çok, büyüyerek içine girebildiğimiz bir durum olarak düşünmeyi yeğlerim. Ayrıca bir tek insanın tarifiyle, ya da talepleriyle sınırlandırılamayacak bir şey olduğuna inanırım. Her sevgi ilişkisinin mutlaka en az iki yanı vardır. Sevgi ifadesi, en temel insani güvencelerinin başında gelir Serbestçe ve şartsız olarak verildiği zaman bir ilişkiyi ancak güçlendirebilir ve ona daha fazla amaç katar. Budha bir zamanlar, “Beklemekten vazgeçtiğimiz zaman, her şeyimiz var demektir,” diye yazmış. Hiçbir şey beklemezsek her an sevinç içinde oluruz.
4. Beklentilerimiz var olduğu zaman, neye kavuşursak kavuşalım, daha fazlasını bekleriz. Gerçi herkesin bizi sevmesini de umabiliriz ama, bunu pek bekleyemeyiz. Bu gerçeği anladığımız zaman da, kendimizi ve başkalarını bu umudu gerçekleştirme yükünden kurtarırız. Birisi bize, “Beni sevmen gerek, çünkü ben senin karınım... kocanım, annenim, kardeşinim, sevgilinim,” gibi bir şey söylediği zaman, sevginin yalnızca kendiliğinden verilebilen bir şey olduğunu unutuyor demektir. Onu ne kadar istiyor olursak olalım, ancak kendiliğinden sunulduğu zaman gelecektir.
5. ÖZSAYGI HEVESİ
William James bir keresinde şöyle yazmıştı: “Eğer yengeç bizim kendisini ‘kabuklular’ diye sınıflandırıp öylece bıraktığımızı duysa, herhalde çok gücenir, isyan ederdi: “Ben öyle değilim,” diye bağırırdı. “Ben benim... Yalnızca benim!” İnsan ruhu, ister kolaylık aşkına, ister amaçlı olarak, buna meydan okur. Kısa ömrümüzü aşan, yalnızca benzersizliğimiz, özel kimliğimizdir. Bu nedenle onu her zaman korumamız gerekir.
6. Birçoğumuz bu dünyada bizi olduğumuz gibi kabul etmeyecek kimselerin de bulunduğunu ilk defa okulda öğrenmişizdir. Bu katı bir derstir ama, bize genellikle değişmeyi, uyum sağlamayı öğretir. Bizi diğer insanlardan ayıran içgüdülerimizi bastırmaya uğraşırız. Ama içimizde, sırf kendimize özgü bir kişiliğimiz olmasında direnen yanımız da vardır. Birisi sırf bize ait olan o niteliklerden söz ettiği zaman nasıl da hoşumuza gider! Bir insana, kendisinin benzersiz olduğunu söylemekten daha büyük iltifat olamaz. Bu da özel ve bireysel yanlarımızdan kaynaklanır.
7. Her şeyin benzersiz olduğuna inanmak isterdim. Dünyada bizi kurallara uyduran, bize tahakküm eden, bizim yerimize düşünen, bizi şu ya da bu kılığa sokan pek çok etken vardır ama biz bunları hep o benzersiz öz kişiliğimizle karşı çıkarız. Biz daha bebekken bile herhalde birileri, gözlerimizi annemize, kararlılığımızı babamıza, gamzelerimizi Betty teyzemize benzetmiştir. Oysa bizim yüzümüz kimseye benzemez, sesimiz dünyaya ilk defa duyulmaktadır, zihnimiz ise bu dünyaya en özel katkımız olacaktır. “İnsan mutlu olmaya karar verdiği kadar mutludur.” Tarih kitaplarımız da atalarımızın tanrısal bir kusursuzluğa sahip kimseler olduğu inancını pekiştirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Neden sonra, o anıtların ardına sokulabilen bir takım araştırmalar yapılır. Yanlış saplantıları ve inançları yıktıktan sonra, yani kusursuzluk hayalinden kurtulduktan sonra, daha iyi takdir ederiz o insanların başarılarını. Böylelikle bizim de benzer başarılara ulaşma potansiyelimiz daha iyi ortaya çıkmış olur.
8. Hepimizin ölmeyi reddeden çocukluk anıları vardır. Bunlar bize sık sık geçmişin dakikalarını anlatır. Cehalet mutluluk demektir.
9. DEĞİŞİKLİK HEVESİ : İnsan zihni bir mucizedir. Bir kere yeni bir fikri kabul etti mi, ya da yeni bir gerçeği öğrendi mi, hemen onu da içine alacak kadar esner, bir daha asla eski boyuna inmez. Sınırsızdır. Potansiyelini tahmin eden bile olmamıştır. Buna rağmen pek çoğumuz hayatta sınırlar çizerek, limitler koyarak yaşarız. Küçük çocuklar masum olduklarından, henüz kendi sınırlarını öğrenmemişlerdir. Bu yüzden de içgüdüsel olarak, öğrenme istemiyle esner, genişler dururlar. Hepimiz öyle yapmalıyız. (Fazla çabuk yaşlanıyoruz, fazla geç akıllanıyoruz.) Büyümeyen şey ölür. Her gün yeni bir başlangıçtır. Kendine göre bir hayattır. Çoğumuz bu dakikayı yaşamak, bu zamana varmak için mücadele vermişizdir. Büyüme fırsatları, yeni bir şey öğrenme şansı... Bazı şeyler hayatta yalnızca bir kere gelir. Onları kapmak veya kapmamak bizim seçimimize kalmıştır. Biliyorum ki çocuklar geleceğe karşı korku duymazlar. Sanıyorum başlangıçta bilgisayarlara küçümseyici bakışlarla bakmam doğaldı. Çok alıştığımız bazı adet ve geleneklerimizden ayrılmanın habercisi onlar. Bizi rahat geçmişimizden ayıran her şeye içgüdüsel olarak karşı çıkmak insanın yaratılışında var. Tabii yeni olan, denetlenmemiş olan, bilinmez olan şeyler insana kaygı getirir, doğrudur. Ama her değişiklik, aynı kalmaktan iyidir. Değişikliklerin çoğu da iyice doğrudur. Diriltme gücü vardır, hareketlendirme, şaşırtma, yeni kapılar açma, yeni tecrübeler getirme, hayata heyecan katma niteliği vardır. Besbelli, riske girmeye değer! Unutmamamız gereken bir nokta da, kendimiz ve hayatımız üzerindeki deneyimlerimizi ancak değişiklikler sayesinde sürdürebileceğimizdir.
10. ÇARESİZLİK DUYGUSUNU YENME HEVESİ : İsveçliler dünyada randevusuna en sadık insanlardır. Belki de çocukluklarından beri trenlerin vaktinde gelip kalktığını, tiyatronun program saatinde açıldığını, geç gelenlerin salona alınmadığını, dükkanların saatinde kapandığını görüp buna alıştıkları içindir. Zaman kavramından yoksun olanların, İsveçlilerle iş yaparken bu kadar rahatsız olması da bundan olabilir. Bizim gibilerse, mutlu oluruz o ülkedeyken. Zaman hiç kimseyi beklemez. Bakalım bizim de aynı şeyi yapacak cesareti gösterebileceğimiz bir gün gelecek mi?
11. VERME HEVESİ : “Sözde iyilik güven yaratır, düşünceyle iyilik, derinlik, yaratır, vermekle iyilik sevgi yaratır.”
12. BÜYÜME VE KABULLENME HEVESİ : Değişiklik her zaman zordur. Tecrübe olanağından yoksun bırakıldıklarına, yanlış seçim yaptıklarına, bu yüzden hayatı ellerinden kaçırdıklarına inanan insanlar, bu kayıp duygusu yüzünden telaşa kapılırlar. Hakları da vardır. Yaşanmamış bir hayattan daha büyük bir kayıp olamaz... Ama arama yolculuğuna çıkmadan önce hatırlamamamız gereken nokta, kendimizi tanıma konusundaki en adanmış felsefelerin bile tekrar tekrar söylediği noktadır. Kendini tanıma ve aydınlatma, bir somun ekmek pişirirken de, güzel bir bahçe yetiştirirken de, güzel bir müzik dinlerken de gelebilir insana.
13. Oscar Wilde der ki; “Ancak yüzeysel kimseler kendilerini tanır.” Haklıdır da. Eğer sürekli öğrenen, büyüyen, değişen insanlarsak, kendini tanıma sürecinin sonu yoktur. Kendini tanımak bir süreçtir, amaç değildir. Hiçbir yer veya kişi, bu sürece diğer bir yer veya kişiden daha fazla yardımcı olamaz. İnsanların üç biçimde yaşadığına inanılır. MECBURİ DURUM, GEREKLİ DURUM VE İSTENEN DURUM. Peter’a göre mutluğu tayin eden, hayatın ne kadarını “istenen durum” da geçiriyor olduğumuzdur. Mecburi durumu hepimiz biliriz. Hayatımızın çoğu böyle durumlarla doludur. Pek çok günlük ihtiyaç vardır. Hepsi yapılmayı bekler. İstesek de istemesek de. Hayatımızı kazanmak, yemek yemek, yıkanmak... bunlar vaktimizin çoğunu alır. Yanlış anlamayın. Peter bu faaliyetlerin kötü olduğunu söylüyor değil. Yalnızca bunların mecburiyet olduğunu, hayatımızın pek çoğunu doldurduğunu, ve bizim bunlardan kurtulmayı tercih edeceğimizi söylüyor.
14. Hayatımızda gerekli durumlardan da epey var. Bunlar öyle, yemek yemek gibi, uyumak gibi, yaşamamız için birinci derecede şart değildir ama, normal bir insandan beklenen şeylerdir. Sosyal toplumun bizi kabul etmesi için yaptığımız ufak tefek kibarlıklar, bunlardandır. Ziyarete gittiğimiz, evimize çağırdığımız bazı insanlar gibi. Kart yollamak, teşekkür mektubu yazmak, hediye vermek gibi. Annemizi yemeğe çağırmamız gerekir. Amcamıza mektup yazmamız gerekir. Bir yemek daveti vermemiz gerekir... Sıra bizdedir. Bu gerekli şeyleri yapmasak da elbette ölmeyiz ama, kendimizi bunları yapalım diye zorlarız. Bunlar da zaman enerji ve azim gerektirir.
15. Üçüncü grup, Peter’a göre, isteyenler grubu olmaktadır. Bunlar hayatın seçerek yaptığımız faaliyetleridir. Hoşumuza gittiği için gördüğümüz, yaptığımız, başardığımız şeyler. Bunlar bizim benlik duygumuzu güçlendirir. Tabii bunların ne olduğu da herkese göre değişir. Ama ortak noktaları, isteğe bağlı olmaları, bize zevk ve doyum vermeleridir.
16. YAŞAMA HEVESİ : “Hayal gücü, yaratılışın başlangıcıdır. İstediğimiz şeyi hayal edersiniz, hayal ettiğinize sahip olmaya çalışırsınız, ve sonunda onu yaratırsınız.”
17. ÖĞRENME HEVESİ : Asyalılar mutluluğu, insanın zaten sahip olduğu şeylerde, o şeyleri geliştirmekte, onlardan zevk almakta buluyorlar. Her insanın, olduğu gibi de mükemmel olduğuna, ama o mükemmelliği yansıtmaya uğraşması gerektiğine inanıyorlar. Hakkıyla yaşamış bir hayatın, şimdiki zamanda yaşanan hayat olduğuna inanıyorlar. Çoğumuz çok ileri bir gelecekte yaşıyoruz, ya da kendimizi geçmişe ait pişmanlıklarla yıpratıyoruz. Tek gerçek değer, burada ve bu anda var olmaktır. Mutsuzluğumuzun büyük kısmı ya geçmişte ya da gelecekte yaşama eğilimimizden kaynaklanmaktadır ki, bunların ikisi de hayaldir.
18. Kuyunun dibinde yaşayan bir kurbağa asla gökyüzünün sınırsızlığını anlayamaz.
19. DAHA İYİ BİR DÜNYA HEVESİ : Dünyadaki tüm canlılar arasında, problem biriktiren, o problemleri boyunlarına boyunduruk gibi takanda yalnızca insanlardır. Hatta bazılarımızda, başkalarının dertlerini kolaylıkla kucaklama yeteneği de vardır. Başkalarının dertlerini kendimize mal etmeye bayılırız! Sanki kendimizinkiler yetmiyormuş gibi!
20. Bir yangın sırasında yalnızca birkaç dakikamız kalsa, acaba neyi kurtarırdık diye kendi kendimize sormak da ilginç olurdu herhalde. Belki de kendimiz hakkında çok şeyler öğrenirdik.
21. Eğer bu tür felaketlerin her hangi bir değeri varsa, o da hayatta neyin önemli olduğuna bakmamız için bizi zorlaması olmalıdır. Çoğu zaman bizim birey olarak değerimiz, kaç şeye sahip olduğumuza ve bu şeylerin parasal değerine göre saptanır. Mallarınıza öylesine bağlanırız ki, bazen kendimizi onların kontrolünde hissederiz. Bu tür şeylerin kolaylıkla yenisinin alınabileceğini unuturuz.
22. Franklin Roosevelt bize, “Gerçek bireysel özgürlük, ancak ekonomik güvenlik ve bağımsızlıkla bir arada var olabilir” diye hatırlatmıştı. “Diktatörlük dediğimiz şeyin ana maddesi aç insanlar ve işsizlerdir.”
23. İLETİŞİM HEVESİ : En sonunda vardığımız sonuca göre, eğer kelimeler anlamamıza ve anlatmamıza yetmiyorsa, bir kucaklama, bir yumuşak dokunuş, elimizdeki en etkin iletişim olanağıdır. Bir insanın bir diğerini sıcacık kucaklamasında hiç de gizli olmayan bir anlam vardır. Bir sevgi dokunuşunu yanlış anlamak zordur.
24. ANLAYIŞ HEVESİ : Babam bana “Felice, insanlara iyi davranmak sana hiç masrafa mal olmaz,”derdi. Sonra bu bilgelik incisinin kafama iyice işlemesini bekler, arkasından eklerdi. “Üstelik karşılığında o kadar çok şey gelir ki sana!”
25. Sık sık düştüğümüz bir tuzak vardır, o da tartışmaların ya kazanıldığı, ya da kaybedildiği görüşüdür. Doğruyla yanlışın, tartışma gücü sayesinde kesin biçimde tanımlanabileceğini sanırız. Biz doğruyu savunarak tartışmaya başladığımız zaman aslında istemediğimiz şey, bizim kafamızdaki doğrunun onaylanmasıdır. Emin olmamak, zayıflık sayılmaktadır. Haklı olduğumuza inandığımız zaman, karşımızdakilerin sözlerinde de gerçek payı bulunduğunu kabullenmek hiç yapmayacağımız şey olur.
26. “Kendim yaparım,” demenin bile ödüller kazandırdığını erken yaşlarımızda öğrenmişizdir. Bizi kendimize güvenelim diye teşvik etmişler, yardım istemenin zayıflık belirtisi olduğunu söylemişlerdir. Bu nedenle, “sana ihtiyacım var,” demek bize zor geliyor. Kontrolün tümüyle kendi elimizde olduğunu hissetmekten hala ve yardım istemek için elimizi uzatmakta kararsızlık gösteririz.
27. T.S. Eliot, Kaya adlı şiirinde bize şöyle diyor: “Tüm bilgilerimiz, bizi cahilliğimize daha çok yaklaştırıyor. Bilginin arasında kaybettiğimiz bilgelik nereyle gitti?” Tanıdığım bazı en bilge kişiler, pek az şeye cevap verebilirler. Emin oldukları şeyler de bir o kadar azdır. Belki de gerçek bilginin, bilmekte değil, aramakta olduğunu bulgulamışlardır. Her soruya biraz hazır cevabı olan kuruluşları da, felsefeleri de, hatta inanları da hep aynı kuşkuyla karşılamışımdır. Bence büyük ihtimalle başkaları da aynı sorunlarla cebelleşiyor, aynı soruları da soruyorlardır ve sorulardan bazılarının da cevabı olmayabilir. Her birimiz hayatta kendi cevaplarımızı bulmaya çalışırken, belki de “bilmiyorum” sözü en iyi başlangıç noktası olabilir.
28. Gariptir ama, iyi iletişim ne zaman en kritik önemi taşıyorsa, tam o zaman en yetersiz düzeyde olur. Hayatta en yakın çevremizi oluşturan insanları genellikle çok fazla iyi tanıdığımızı sanır, bu yüzden de en az olanları dinleriz. Böyle yapıp insanları dışarıya doğru itince, yalnız iyi iletişim, iyi konuşma değil, daha başka şeyler de ihmale uğrar. Her birimizin içinde sürekli yer almakta olan büyümeyi ve değişmeyi görememe, ona kayıtsız kalma tehlikesi var bir kere. Her yeni günün bizi dünküne göre biraz daha değiştirdiğini kendimize hatırlatmamız gerekir. Dinlemediğimiz zaman, günün birinde karşımızda bir yabancıyı buluveririz. Her gün yepyeni bir siz, açılmayı, anlatmayı bekliyorsunuzdur...dinlemeye zaman ayıracak her hangi birine.
29. Babam bana,”Felice, insanlara iyi davranmak sana hiç masrafa mal olmaz”, derdi. Sonra bu bilgelik incesini kafama iyice işlemesini bekler, arkasından eklerdi. “Üstelik karşılığında o kadar çok gelir ki sana.”
30. Bu konuda ki en ilginç örneklerden biri George Orwell”dan gelmektedir. İspanya iç savaşı sırasındaki anılarını yazdığı “O günler” adlı kitabında, Orwell tüfeğini bir düşmana nişanladığında, adamamın pantolonunu ve külotunu indirmiş ve çömelmiş durumda olduğunu fark eder. Onu öyle zayıf bir anında görünce tetiği çekemez. Düşman birden onun gözüne pek fazla insan olarak gözükmüştür.
31. Ara sıra konuşmadan önce bir an durup, bu bana söylense, bu bana yapılsa, kendimi nasıl hissederdim, diye düşünmek iyi olur belki de. Bize ömrümüz boyunca hep bu Altın Kural’ı izlememiz öğretilir. Bu davranışlarımızdan parıltılı birer yıldız olalım diye değil, birbirimizi daha iyi anlayalım diye yapmamız beklenir. Siz de kendinizi benim yerime koyun. Anlayışa ve merhamete ihtiyacı olan başka birinin yerine koyun.
32. Kabul edilmiş değerlere karşı bir saygısızlık... Başkalarının bizim tecrübelerimizden yararlanması için, onların da o tecrübeyi yaşaması gerektiğini pek kolay unuturuz.
33. Hayatımızın ve mutluluğumuzun belli bir tek duruma veya kişiye bağlı olmadığını en az elli yılda anlarız. Her şeyin gönlümüzce olasının gerekmediğini, herkesin bizi sevmesinin şart olmadığını, birileri bizi reddederse dünyanın son bulmayacağını öğrenmiş oluruz.
34. Bunu sonunda anlamak en büyük rahatlamadır! O reddedilmelerin, bizi saran o boşluk duygularının acısını hala hatırlarız. Ama elli yıl yaşadıktan sonra, hayatın yine de devam edeceğini, reddedilmenin yalnızca hayatın bir parçası olduğunu, sonu olmadığını öğreniriz. Geriye bakınca da, neden bunu daha önce öğrenmedik diye hayıflanırız.
35. Elliden sonra kendi kendimiz olmayı daha kolay buluruz. Oyunu sürdürmenin, yani başkaları bizimle olmamızı bekliyorsa öyle görünmeye çalışmanın, çok fazla enerjiyi tükettirdiğini sonunda anlarız. Öncelik kavramlarımız da değişir. Bir kere, biraz daha az sosyal olmak artık bizi rahatsız etmez. Cumartesi boş kalmak, hele de cumartesi gecesi boş kalmak, bir zamanlar olduğu gibi trajedi değildir artık. Haftanın iki üç gecesi için önceden angajmanı olmak, eğlenceden çok mecburiyet gibi gelmeye başlar. Elliden sonra, evimizde daha uzun zaman geçirmek, kitap okumak, televizyon seyretmek aylak oturmak için vakit çalmaya çalışırız. Hiç bir şey yapmamanın bile bir şey yapmak olduğu gerçeğini kabul etmişizdir. Bir daveti reddederken, saatlerce bahane ve özür düşünmez oluruz. Elliden sonra yeme içme alışkanlıklarımız da köklü bir değişikliğe uğrar. Dışarıda akşam yemeği yiyorsak erken yemek isteriz, saat dokuz oldu mu, bir an önce eve yollanmayı umarız. Hafif içkilere, kafeinsiz kahvelere döneriz. Tuzlu margarita’lardan, sek martini’lerden vaz geçeriz. İçine limon kabuğu atılmış soda ısmarlarız.
36. Bir zamanlar sağlığımızı hiç düşünmezken, şimdi ilaç dolabımda çeşit çeşit vitaminler bulunur. Meyve suyu bir tiryakilik olur. Kalp vuruşlarımızı duymaya başlarız (daha önce hiç vurmadı mı bu kalbimiz?) ve tansiyonumuzu her an ezbere biliriz. Görüş yeteneğimizle daha fazla ilgileniriz. İşitme duyumuzla da. Cilt bakımımızla sindirim sistemimizle, kaslarımızla da. Saçlarımızı daha pratik bir biçimde tararız, dişçiye daha sık gideriz, özel sabunlar kullanmaya başlarız. Eğlence kavramımız da değişir. Bize heyecan yerine huzur veren faaliyetleri seçeriz. Okuyacağımız kitapları, seyredeceğimiz filmleri, tiyatroları, televizyon programlarını daha bir titizlikle seçeriz. “Haydi, sinemaya gidelim,“ yerine, “haydi, falan sinemaya gidip Humprey Bogart’la Bette Davis’in filmini görelim,” deriz. Seyrettiğimiz şeydeki kusurlara hoşgörümüz azalmıştır. Çoğu zaman antraktta çıkar gideriz. Çift film gösteren sinemalarda sonuna kadar oturmak elbette ki hiç söz konusu değildir. Eminim ki 60, 70, 80 olduğumuz zaman da daha yeni ihtiyaçlarımız ve yeni değer kavramlarımız olacak ama, öyle olması da gerekir. Eski günleri sevgiyle hatırlarken, bizi bu güne getirdikleri için de onlara şükrederiz. Bence bu değişiklikler, yaşla gelen bilgeliğin bir parçasıdır, yoksa ihtiyarlamanın parçası değildir.
37. Cenaze törenleri aslında yaşayanlar için yapılır, denir hep.
38. Benden önce ölenlerden çok şey öğrenmişimdir. Bir kere bana tutunmanın imkansız olduğunu, mutlaka bırakmamız gerektiğini öğretmişlerdir. Ayrılık göz yaşlarının, yas acılarının sakıncalı olmadığını öğretmişlerdir. Ama o göz yaşları da sonunda kurumak zorundadır. Elbette ki her ölüm hayatımızda bir boşluk bırakır. Birbirinin eşi olan iki birey bulunamaz. Ama o boşlukları başka insanlar dolduracak, yeni tecrübeler, yeni sevgiler gelecektir. Budhha der ki, “her ‘merhaba’, yeni bir vedanın başlangıcıdır, hiçbir şey kalıcı değildir.” Ama ben, her sonun da bir başlangıç olabileceğini, her vedanın da yeni bir ‘merhaba’ sayılabileceğini düşünmekten hoşlanıyorum. Korkmamız gereken şey ölüm değildir. Asıl yaşanmamış bir hayat ihtimalinden korkmamız gerekir. Esas trajedi odur. Belki bunu ne kadar iyi anlarsak, ölümü o kadar kolay kabul eder, dopdolu yaşamasını o kadar iyi öğrenir, şimdi ve burada yaşamanın önemini anlarız.
39. Kendi cennetimizi yaratmak ve onu yaşatmak her zaman kolay değildir. Mutlu, sevgi dolu, ilgi dolu kimselere karşı sık sık kuşku gösteren bir toplumda, insanın gülünç olma, saf biri gibi görülme tehlikesi vardır. Hatta benim bir zamanlar başıma geldiği gibi, saçma olarak nitelendirilmek de mümkündür. Ama bunların ne önemi var? Bütün bunların tek gösterdiği şey, eleştirenlerin ve kuşkucuların karşısına, dikilip, “Sizinle aynı görüşte değilim,” diyebilme cesaretini ve gücünü bulmamız gerektiğidir. “Sizinle aynı görüşte değilim. Hayat harikulade bir şeydir. Sevinç ve neşe bizim doğuştan hakkımızdır. Bunların hepsi de sevgide düğümlenmektedir, ”deyip, sonra da hevesle yaşamaya devam etmemiz gerekir.