BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  Kimbilir - Engin GEÇTAN
 

KİTABIN ADI            : KİMBİLİR

YAZARI                     : ENGİN GEÇTAN

1.       Zaman bana bir insan hakkında bilgi sahibi olmanın onu tanımak anlamına gelmediğini öğretti. Bunun kültürümüze ve alışkanlıklarımıza ters olduğunu biliyorum. Yeni karşılaştığımız biriyle ilgili bilgileri öyle bir derledikten sonra, o kişiyi kendimize göre bir çerçeveye yerleştirip bize göre yukarıda mı aşağıda mı olduğuna karar vermek; bunu yaparken dolduramadığımız boşlukları aslında o insanla ilgisi olmayan ve kendi yansımalarımız olan varsayımlarla acilen doldurup bir profil yaratmaya çalışmak. Söz konusu kişinin bize göre neyin nesi olduğunu çözemediğimizde onunla ne yapacağımızı bilememenin tedirginliğiyle ona için için tepki duymak, hatta hırçınlaşarak onu hırpalamaya çalışmak. Aslında kendimizle ne yapacağımızı bilemediğimizden.

2.       Bilgi kortekste, değerlendirmeler ve yargılamalar eşliğinde depolanır. Beden dili ise limbik sistemdeki duygusal yaşantıları yansıtır. Korteks egemenliğindeki kişi esneklikten yoksundur. Ama karşısına çıkan kişi de aynı özelliklere sahipse kolayca iletişim kurabilirler. Ancak bu uzun süre devam edemez, çünkü limbik sistemden kopuk korteks egemenliği mutlakiyet  prensibine göre çalışır ve diğer varlıkların neredeyse tamamen kendi benzeri olmasını ister. Bu tip insanlar heybetli bir söz karşılığında yaşanmakta olan gerçeği bir kenara itiverirler.

3.       McLean’a göre, biz bir değil, üç beyne sahibiz ve her biri dünyayı kendine göre algılar ve tepki verir. Bu bölgeler, sürüngen, eski memeli ve yeni memeli diye anılırlar. Birinci bölme beynin en eski bölgesidir. Ritüeller, otoriteye boyun eğme, günlük yaşantıda mantık dışı davranışlar bu bölgenin ürünüdür. Yeni ve alışılmamış durumlarla karşılaşıldığında işe yaramaz. İkinci katman limbik beyindir. Duygu yaşantılarıyla ilgili sinirsel yapıyı içerir.  Üçüncü katman serebral kortekstir. Algılama, analiz etme, bilgi depolama işini yürütür.

4.       Mistikler, günün birinde bilimin kendi inançlarıyla buluşacağına olan umutlarını her zaman korumuşlardır.

5.       İnanç sistemlerinin yargılanamayacağına inanıyorum, kişinin kendisini iyi hissetmesine katkıda bulunduğu, “yalnız kalpler kulübüne” dönüşmediği ve politik amaçlarla kullanılmadığı sürece. İnanç sistemleri birtakım amaçlar doğrultusunda kullanılmak istenildiğinde ya da kişinin iç dünyasından kopuk bir obsesif düşünce sistemine dönüştüğünde, inananlar da çıkarlar dünyasına kaymış ya da korteksleri tarafından kandırılmış oluyorlar.

6.       Hızlı kültürel değişimler ya da birden kendini yabancı bir kültürün içinde buluverme gibi durumlar, geleneksel kökenli bazı insanların, inançlarına ve geleneklerine eskisinden de çok sarılmasına neden olabiliyor, çoğu kez bağnazlık sınırlarını zorlayarak. Bir inanç sistemi bu sınırı aşarak bağnazlık boyutu edindiğinde, felsefesinden koparak biçimselliğe dönüşeceğinden “kimlik geçişmesi sendromunun” yaşanmasına doğru kayabiliyor felsefesinin yerini alan politik bir içerikle.

7.       Eğer kendimizi değerlendirmeyi fazla oranlarda başkalarına bırakmışsak, tanımadığımız birinin ters bir bakışı bile bizi zedeleyebilir, pek çok zaman o bakışın bizimle ilgisi olmadığı halde.

8.       Özellikle katı korteks komutasındaki insanlar, adam yerine konup konmadıklarının verileriyle çok ilgilenirler. Durum böyle olunca da adam yerine konmuyor olmanın çoğu kez nesnel olmayan kanıtlarını bulmak zor olmaz ve zaten beklemede olan kızgınlık duygusu hızla bu fırsatı değerlendirir.

9.       Zedelenme limbik sistemin arı bir duygusudur, adam yerine konulmadığını farzetmenin kızgınlığı da aynı bölgeden kaynaklanır, ama korteksin kışkırtması ve ısmarlamasıyla.

10.   Çoğu zaman sevilme beklentilerimizin karşılanması uğruna sevmeyi unutuyoruz.

11.   Yaşam nelere öncelik verildiğine göre yaşanıyor.

12.   Bir insanın ayrılığı nasıl yaşadığı vaktiyle annesiyle yaşadığı beraberliğin nitelikleri tarafından önemli oranlarda belirlenir. Yaşamın ilk iki ayını kapsayan ve “otistik evre” denilen dönemde bebek kendine dönüktür ve ilişkiden çok yaşamın sürdürülmesi ile ilgilidir. İkinci ve altıncı ayları arasında süren ve “ortak yaşam” denilen evre, bebeğin gülümseme tepkileri vermesi ve gözleriyle annenin yüzünü izlemesiyle başlar. Bu dönemde bebek anneyi ayrı bir obje olarak algılayamadığından beraberliklerini ikili bir bütün olarak yaşar. Üçüncü evre olan “ayrılma-bireyleşme” uzun bir süreçtir ve üçüncü yılın bitiminde sona ermeye başlar. Önceleri iyi ve kötü olarak ikiye ayrılmış olan anne imgeleri tek bir bütüne dönüştürülerek içselleştirilir ve bu yeni imgeyle ilişki, annenin çevrede bulunmadığı zamanlarda da çocuğun kendisini güvenlikte hissetmesini sağlar. Ne var ki, obje ilişkilerinin süreklilik kazanmasını sağlayan bu süreç azımsanmayacak sayıda çocuk için yumuşak bir geçişle atlatılamaz ve bazı insanlar yetişkin yaşamlarındaki ayrılıkları katlanılması zor bir duygu olarak yaşarlar.

13.   Toplumumuzdaki yaygın ayrılık anksiyetesinin en sık rastlanan örnekleri, bir türlü sona erdirilemeyen telefon görüşmeleri ve bir beraberlik sona erdiği halde, kapı önünde hala sürdürülen içeriksiz konuşmalardır.

14.   İnsanın ancak, ana-babasını kendi dünyaları olan ayrı varlıklar olarak görmeyi başarabildiğinde gerçek anlamda yetişkin sayılabileceğini düşünüyorum. Bunu başarabilmenin kolay olmadığını bilerek. Çünkü her insanın bir önceki kuşaktan bazı alacakları tahsil edilemeden kalıyor. Var da vermiyor diye direndikçe, olmadığı için verememiş olduklarını göremiyoruz. Ana-babaların da ana-babaları olduğunu düşünmek, ileri yaşlarda bile sürüp giden beklentilerimizin onlarla ve dünyayla olan ilişkilerimizde yarattığı açmazların hafiflemesine bazen yardımcı olabiliyor. Gerçek anlamda yetişkin bir benlik oluşturamadıkça, geçmişin alacakları karşı cins ilişkilerinde, hatta dostluklarda tahsil edilmek isteniyor.

15.   Yaşantıya dönüşmeyen bilgi, bilmek değildir.

16.   Sanki yaşadığımızdan çok konuşuyoruz gibi.

17.   Başlayan her şey biter.

18.   Göçebe ölmez, sadece göçer.

19.   Geleceği denetim altına almak kaygısı günümüz insanının yaşamını kurutan en önemli etkenlerden biridir.

20.   Alışageldiğimiz düşünceleri altüst eden karşıtlıkların temelinde, içsel yaşantılarımızı normal konuşma diliyle anlatma zorluğu yatmaktadır. Çünkü içsel dünyamızda olanlar konuşma dilimizi aşan yaşantılardır.

21.   Şehircilik uzmanı olan bir dostum anlatmıştı, metropol insanının coğrafyası olmadığı için dünyasını sürekli iç mekan olarak yaşadığına ilişkin görüşünü.

22.    Yürekleri dinleyecek zaman bırakmayan bir tempo ve günlük yaşamda nerede ne zaman çıkacağı belli olmayan savaşlarla baş etme zorunluluğu sonucu yaşanan yabancılaşma ve yalnızlık. Ve bu duygularla yüzleşmemek için kullanılan sosyal ve cinsel içerikli ayinler ya da alternatif inanç sistemleri gibi farklı içerikli uyuşturucular sonucu yaşanan kısır döngüler. Bir başka deyişle, dış dünyadan gelen uyaran bombardımanıyla zenginleşen beyin/zihinler, iç dünyalarından giderek daha az uyaran alır hale gelerek bir başka yönden fakirleşiyorlar. Üstelik buna, kentle bütünleşememiş bölgelerde yayan insanlarda soyutlanmışlık duyguları da eklenebiliyor.

23.   Ne var ki insan beyni belirli bir süre içinde alabileceği bilginin miktarına sınır koyma kapasitesine sahip ve bunun aşıldığı durumlarda “aşırı enformasyon yüklemesi” belirtileri ortaya çıkıyor. Dış dünya tepkilerinin azalması, hırçınlık, can sıkıntısı, karar gerektiren eylemlere geçememe ve giderek insanın üstüne çöken “bana ne” hissi.

24.   Evrendeki herhangi bir varlığı bizden farklı özellikler gösterdiği için küçümsemek, kendimizi küçümsemek olur.

25.   Karmaşalar, çok sayıdaki farklı ögenin birbirleriyle çeşitli biçimlerde ve sürekli etkileşimlerini tanımlar.

26.   Beyin bir yandan sürekli hücre bağlantılarını kaybederken kendini yenilemeyi sürdürür, ekonomi oynak bir değişim içindedir ve daha iyi pazarlar yaratmaya çalışır, canlı türleri kuşaklar süresince yaşadıkları ortama en iyi uyumu sağlayacak mutasyonu sağlamaya çalışırlar, kullanılmasına gerek kalmayan bazı organları dumura uğrarken bazı diğer organları gelişir. Bütün bu karmaşık sistemler bir başka ortak özellikleriyle de belirirler. Bu ortak özellik, düzenle kaos arasında kendine özgü bir dengeyi koruma becerisini geliştirebilmiş olmalarıdır ve bu denge noktasına “kaosun kenarı” denir.

27.    Kendi benliklerine ilişkin belirsizlik ve şaşkınlık duyguları yaşayan, kim olduklarını ya da nasıl yaşamak istediklerini bilemeyen insanların sayısı giderek artmakta.

28.   Kimlik boşluğunu giderebilmek için başvurulan yollardan biri, bazı düşünce akımlarını, öğretileri ya da inanç sistemlerini benliğe mal ederek, kimliksizlik duygusunun yarattığı belirsizlikten kurtulmaya çalışmaktır.

29.   O yıların (1968 olayları) genç insanlarının büyük bir bölümünün, kendilerini, karşılaştıkları dünyayla baş edebilecek bir kimliğin oluşumu için gerekli zeminden yoksun bulmuş olmalarının isyanını yaşamış olduklarını söyleyebilirim.

30.   İkinci yaştan başlayarak tuvalet eğitimi de tamamlanır ve çocuk anüs kaslarını kendi istencine göre denetlemeyi öğrenir. Bütün bunlar çocuğun ilk özerklik denemeleridir ve sınırlı etkinlikler için de olsa, neyi yapıp neyi yapamayacağının seçimini öğrenmesinin başlangıcıdır. Üç yaşına ulaştığında, artık özerkliğini benimsemeye ve bundan ötürü kendine güven duymaya başlar. İç dünyasında sevginin kızgınlığa, işbirliğinin bencilliğe, yaşadıklarını dile getirmenin duygularını içinde tutmaya karşı ağır bastığını hissederken, davranışlarında da bağımsızlık ve canlılık gözlenir. Giderek, yalnız kendisini değil, çevresindeki olayları da denetleyebildiğini fark etmeye başlar. Ama eğer çocuk baskıcı ve cezalandırıcı bir ortamda yaşamaktaysa ya da davranışları aşırı kısıtlanmışsa, özerklik yerine ezikliğinin kızgınlını ve utancını yaşar. Utanç duygusu yerleşirse, yaptığı seçimlerin doğruluğu konusunda sürekli kuşkuya kapılan, karar vermekte zorlanan, kendini oraya koymaktan çekinen bir varlığa dönüşmeye başlar.

31.   (Gölge insanın hayvan yönünü tanımlar, özellikle insanın kendi cinsiyetinden olan kişilerle ilişkilerinde ortaya çıkan iyi ve kötü yanlarının kaynağıdır.) gölgenin içindeki saldırgan ve yıkıcı ögeler, bilinçli dünyada işler yolunda gittiği sürece bilinçdışında etkisiz bir durumda kalırlar. Ama insan bir bunalım yaşamaktaysa ya da güçlü bir zorlanmayla karşılaşmışsa, gölge bu durumdan yararlanıp egoyu egemenliğine almaya çalışabilir, bencil, yıkıcı ve saldırgan yanlarıyla. Çünkü o hiçbir zaman teslim olmaz ve pusuda bekler

32.   Özgürlük, sonrası sonra düşünülmek üzere yaşanır.

33.   Toplumun otorite kurumlarıyla olan ilişkisinde son zamanlarda gözlemlenen kopuklukların, toplumun “ulus olma” bilincine hasar verebileceğini hatırda tutmakta yarar vardır.

34.   Bize gelince, zengin geçmişimizi ve birikimimizi ya batılı gözüyle öğreniyoruz ya da efsane benzeri hikayeler yaratıyoruz. Daha doğrusu herkesin bir tarafa çekiştirdiği bir tarih bu hala, ama neden öyle? Yanılmıyorsam tarihçi Arnold Toynbee’nin sözüdür: “Sorunlar bir toplumun gelişimini kamçılar, ama bu, o toplumun sorunlarını nasıl çözümlediğine bağlıdır.”

35.   İnsanların kendine saygı duyabilmesi her zamankinden de fazla başkalarına bağımlı hale gelmiş durumda ve pek çok insan artık “seyircisi” olmadan yaşayamıyor. Bunun sonucu, UFO’larla ilişki kan, mistik arayışlara giren ya da doğaüstü güçlere inanan insan sayısının artmasını doğal karşılamak gerekiyor.

36.   Kendisiyle başlayıp kendisiyle biten bir dünyada yaşayan insan sayısının artması, yarı-otistik iletişim modellerinin ve kendine özgü mantık biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

37.   İlişki sorumluluğunun gereği, insan ilişkileri karşılıklı çabalarla beslenmek ister, ama bunu sürdürebilenlerin sayısı giderek azalıyor. 

38.   Maskelenmiş depresyonların bir bölümünün ortak özelliği hedonizm (zevk) ilkesi doğrultusunda yaşama eğilimlerinin kompulsif (saplantılı) bir nitelik kazanmasıdır.

39.    Her akşam evi dışındaki kalabalık yerlerde vakit geçirmek zorunda olan ya da bir mekandan diğerine dolaşarak eve dönüşünü geciktirmek isteyen insanlar var. Kimi ise yüzer-gezer bir tarzı benimseyerek, kulüp üyeleri gibi yaşamakta olan belirli insan grupları içinde art arda partner değiştirerek yaşıyor. Karamsar yorumlamalar, başkalarını karalayarak dibe, yani kendilerinin bulundukları yere çekme eğilimleri, kendini var hissedebilmek için her türlü bedel ödenerek sürdürülen fark edilme çabaları, kompulsif yemek yeme, kendi işini yine kendisi tarafından yokuşa sürmek, sürekli işler yolunda gidiyormuşçasına davranma, kompulsif cinsellik, basınç altındaymışçasına kesintisiz konuşma, her anı önceden planlayıp doldurarak gün boyu koşuşturma, kompulsif kedi besleme, iktidar tutkusu uğruna her türlü bedeli göze alma, çalışma tutkusu, kompulsif alışveriş gibi maskelenmiş depresyon belirtileri incelendiğinde, çoğunun narsistik kilitlenme biçiminde bir altyapı ürünü olduğu kolayca görülebilir.

40.   Depresyonun psikodinamiği, dışa vurulamayan kızgınlıkların ve düşmanca eğilimlerin insanın kendi üzerine çevrilmesi olarak açıklanabilir. Narsistik kilitlenme, yaşama gerçek anlamda bir katılıma geçit vermediğinden, bu durumu yaşayan insanların dünyaya sıcak bakmaları zaten beklenemez, görünürdeki sıcak tavırlar ve sözler halkla ilişkiler niteliğinde yüzeysel davranışlar olmaktan öte bir derinlik ve anlam taşımazlar.

41.   Bazı insanlar, ünlü ya da varlıklı insanlara yönelik bilinçdışı sadizmlerinden kaynaklanan suçluluk duygularını bastırmak için belli bir sempati geliştirirler.

42.   Kırsal kesimden gelip varoşlara yerleşen kesimin yaşamakta olduğu paradoksun getirdiği zorlanmaları düşünün. Bir yandan kentin girdabında kaybolmamak için geleneksel ilişki biçimlerini sürdürmekte direnirken, diğer yandan kentli olabilmek için olanca çabayı gösteriyorlar. Büyük kentte görev yapan kırsal kökenli genç bir polis kentlerin geleneği haline gelen toplumsal eylemlerle baş etmede zorlanma eşiğini aşınca, göstericilere karşı kendisini birden vaktiyle babasının kendisine davranmış olduğu gibi davranırken bulabiliyor.

43.   Dengeleşim (homeostasis) ilkesine göre organizmalar sürekli olarak belirli bir dengeye ulaşmaya çalışırlar. Ancak ulaşılan denge kalıcı bir duruma dönüşme eğilimi gösterdiğinde, ulaşılmış olan bu dengenin kendisi yeni bir dengesizliğin kaynağı olur.

 
 
  Bugün 1540369 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol