KİTABIN ADI : ANLAR, İZLER, TUTKULAR
YAZARI : İNCİ ARAL
1. Şimdi durup kendime bakıyorum da, bir şeyler süzülmüş, ayrışmış, hiçbir şeye şaşmama olgunluğu gelmiş üstüme. Deneyim denen şey bu olmalı. Zaman aşındıran, bozandır ama bu bozulmayı bir biçim değişikliği, yenilenme, gelişme, dönüşüm olarak da görmek mümkündür.
2. Yazar dokunmadan önce sözcükler oraya buraya dağılmış ses ve işaterlerdir.
3. “Onun için hiçbir şey yapamadım..”
“Hayır, sen elinden geleni yaptın, sevdin onu !”
4. Çocukluğun saf, düşlerle dolu dünyasına büyük bir dostluk ve eşitlik duygusuyla bölüşmüşler, tadına doyulmaz, anlatmakla tükenmez serüvenler yaşamışlardır birlikte.
5. Anılarımızın acı ya da tatlı oluşunda kentlerin suçu yoktur. Sosyoekonomik çevrenin, zamanın ve zeminin koşulları belirler bunu. Ben çocukluk acılarımı yetişkinliğimde daha derinden duydum ve beni onların ben yaptığına inandım. Gene de dayanılmaz olanlarını unutmak, hiç değilse daha az anımsamak için çaba gösterdim, belleğimin derinliklerine ittim. Bu arada Bursa’ya karşı da bir kayıtsızlık, daha doğrusu uzaklık duygusu gelişti bende, zamanla.
6. Yazmak, çoktan unuttuğumuzu sandığımız birçok şeyi, içinizde birikmiş acıları, yenilgileri, aldanışları, keşkeleri uygun dille kağıda dökmek, başkaları ile bölüşmektir. Edebiyat insan olmanın dramını derinden bir kavrayışla anlatabilmektir.
7. Kişiler kendi kendileri ve başkalarıyla yüzleşip hesaplaşırlarken öfke ve pişmanlık değil, sitemle karışık bir özlem, hüzün duyuyorlar. İkili ilişkilerde aradaki bağ cinselliğin yırtıcılığından uzak. Sanki daha çok dostluk, arkadaşlık temelinde bir sevgi aranmış sürekli. Örneğin sevgiliyle yaşanmış anlardan kalan ve saklanan her şeyin çağrıştırdığı başat duygu yoğun bir sevecenlik.
8. Bir ülkenin edebiyatı, şiiri, öyküsü kendi birikiminden, o ülkenin var olma biçiminden ve insanının yaratıcı macerasından ayrı olamaz. Bunlar ister istemez etkileşim içindedirler.
9. İnsanın kendisi için iyi ve güzel olduğuna inandığı bir başka varlığı arama çabası, yaşadığı sürece devam ediyor. Kimileri kendisi için doğru olanı çabucak bulduğunu sanıyor, kimisi de ömür boyu aradığı halde bulamıyor. Kuşkusuz bu arayışın kendisi aşk değil. Hayatını birlikte sürdüreceği birini, ya da eşini aramakla aşk arıyor olmayı birbirinden ayırmak gerekir. Zaten herkes aşık olamıyor. Çoğu insan olabilir, ama fazla kendine dönük, ben merkezci, aşağılık duygusunu anlamsız bir gurur olarak taşıyan kimseler kolay sevemiyorlar.
Çünkü aşk insanın kendi bencilliğinden kurtulma çabasıdır. Bölüşme duygusu yeterince güçlü olmayan kişi, aşık olma konusunda da önlemleri olan, aklını duygularının önünde tutarak kendisine frenler koyan insandır. Kişilik sorunları ya da bilinçaltı korkuları yüzünden bilmeden aşktan kaçanlar da vardır elbette. İyi, doğru ve güzel kavramlarını kendisine göre değil, başkalarının yargılarına göre oluşturmuş insanların da kendi iyi ve doğrularına ulaşmaları zordur. Başkalarının seçimleri onlar için yanlıştır; kendi seçimleri ise başkalarına göre doğru olmayacaktır çünkü. Bu tip insanların başına bütün kontrol mekanizmalarını yıkan sevdalar geldiği de görülmüştür ve bu onları kaçınılmaz şekilde altüst etmiştir.
10. Sevinç, ruhumuzun bize zevk veren bir şekilde uyarılmasıdır. Aşk içinde olmak coşku dolu bir sevinçle yaşamaktır. Bize ait olduğuna inandığımız sevgiliden haz duymak ve bu hazzı onunla bölüşmektir. Aşkın özünde kuşkusuz bir sahiplenme, birbirine ait olma duygusu, ama aynı zamanda bir adanma da vardır. Yani; “O ne kadar benimse ben de o kadar onunum,” düşüncesi.
Aşk, hepimiz için çekici, kolay anlaşılmaz bir olgudur. Gözalıcı renklerle dolu, tehlikeli, mutluluk ve hüzün arasında gidip geldiğimiz bir duygular evrenine atlamaktır. Kendimiz için yeni bir dünya, yeni olanaklar araştırma eylemidir. Bütün yaşam ve diğer dizgelerimizin yeniden, “biricik” olduğumuz yolundaki inancımız üzerine inşa edilmesidir.
Aşkın bir ayna olduğunu, kendi imgemizi sevdiğimiz kişide görebilmek ve kutsamak için aşık olduğumuzu ileri süren görüşler de vardır. Sevdiğimiz kişiyi güzel, değerli ve kusursuz buluruz ve onun da bizi öyle güzel ve sevilesi bulduğunu biliriz. Evet, aşk bir aynadır. Karşılıklı bir olumlama-olumlanma, onaylama-onaylanma duygusudur bir bakıma ve insan ruhuna olumlanma ve onaylanma kadar iyi gelen pek az şey vardır.
11. Sanatın özündeki başkaldırma, aşkın doğası ile özdeştir. Gerçek aşk isyancı yanıyla ve sanat da karşı olma özelliğiyle onunla birleşir. Sanat da aşk da sınırsız özgürlüğü ister ve gereksinirler. Her ikisi de dengeleri sarsmaya, akılları çelmeye, kuralları aşıp ortadan kaldırmaya yönelmişlerdir. Yani hem sanat da hem de insani aşkta kayıtsız-koşulsuz kendinden vazgeçme, en hesapsız biçimde adanma vardır ve bu yüzden bir sanatçının yüreğinde ikisinin bir arada uzun süre barınması ne yazık ki olanaksızdır. Biri bir gün galip gelecektir. Zaferi kazananın sanat olması daha fazla rastlanır bir durumdur. Gene de aşk malülü sanatçıların sayısı da az değildir. Hele o sanatçı kadınsa...
12. Sevdiğimiz insana bütünüyle sahip olma isteğimiz, çoğu zaman bir süre sonra karşı tarafın tepkisi ile karşılanır. Bu istek o kadar şiddetli olabilir ki, öteki kişiyi hareket edemez duruma sokar. Bu noktada karşılıklı olarak birbirlerini değiştirmeye, aşkı kavrayışlarını aynı çizgiye getirmeye çalışacaklardır. Bu çaba kişilerin ruhsal, bedensel, düşünsel ve duygusal yapılarına bağlı olarak biçimlenir. Tutkuyla, bağlılıkla sevdiğimiz insanla aramızdaki uzlaşmazlık ve anlaşmazlıkları yaratan farklılıkları kendimize özgü yollarla gidermeye çalışırız. Kendi kendimizin ya da ötekinin canına kıyma aşamasına varan şiddet de bunun içinde bir sivrilik sayılmalıdır.
13. Aşk bir süreçtir. Sonsuza kadar sürmez. Bir süre doruklarda yaşanır ve biter. Aşkı bitiren en önemli şey kurumlaşmadır. Sevdiğiniz insana kavuştunuz. İster bir arada yaşama, ister evlilik biçiminde yaşamı bölüşmeye başladınız, yani kurumlaştınız. Aşk biter. Birçok kişi bunu kabul etmek istemez. Hayır, biz birbirimize hala aşığız, aşkımız sürüyor derler. Hayır. Süren sevgidir, aşk değil. Bunları birbirinden ayırmak gerekir.
14. Aşk kısa süreceğini baştan bildiğimiz bir şenliğe konuk olmaktır. Bir keşfetme tutkusudur. Ortak yaşamaya başlayıp da aşık olduğumuz insanın bütün yanları, yönleri, incelik ve ayrıntıları ile tanıdığımız zamana kadar sürer aşk. Gündelik yaşamın yavanlığı içinde aşkın görkemli pırıltısı biz istemesek de solar. Vahşi doğası kaçınılmaz olarak evcilleşir. İlişkiye dinginlik ve sevecenlik egemen olur. Yani, böyle her şey yolunda giderse aradaki yakınlık saygı içinde, sevgi ve arkadaşlık biçiminde sürer. Eğer sevgiye dönüşemiyorsa gene biter. Bir başka biçimde biter. Kavga gürültü, nefretle, şiddetli kopmalarla, ama biter.
15. Elbette kurumlaşma dışında aşkın kendiliğinden bittiği durumlar da var. Bütün yazdıklarımda bunu savundum: Kurumlaşma olsun ya da olmasın, her aşk bir gün kesinlikle biter. Çünkü aşkın gözleri kör değilse de bozuktur. İyi görmez. Bir süre sonra gözlerimiz düzelir, varsaydığımız, kendimiz için yeniden yarattığımız insanı gerçekte olduğu gibi görmeye başlarız. O zaman, onun hiç de yücelttiğimiz kadar yüce, varsaydığımız kadar kusursuz ve dayanılmaz olmadığını fark ederiz. Bu karşılıklı gelişen, iki taraf için de geçerli bir durumdur ve olduğu gibi görülmek, yükseklerden indirildiğini hissetmek insanı hırçınlaştırır. Bu noktada duvar çatlamaya, çatlaklardan su sızmaya başlamıştır.
16. Aşkın en çekici yanı yeniliktir. Bir insanı ruhsal, bedensel, düşünsel ve davranışsal olarak anlama, tanıma, onda her an yepyeni bir yan, bilinmedik bir özellik bulma süreci heyecan vericidir. Ama bu süreç tamamlandığında, bir insanı iyi kötü yanlarıyla öğrenip bildiğinizde heyecan duymamaya başlarsınız artık. Aşkın en büyük düşmanı alışkanlıktır. Bu yüzden aşk ustası kadın ve erkekler, sevgiliye asla bütünüyle teslim olmazlar, alanlarını korur, onu her an şaşırtmanın, uçlarda gezindirmenin yöntemlerini öğrenir ve uygulamaya çalışırlar.
17. Aşk, sonunda parlaklığını kesinlikle yitirecek olan görkemli bir armağana sahip olabilmek için, bütün varlığımızla en yüksek gücü gösterme, sergileme sürecidir. Oysa alışkanlık hem düz, hem yorucudur ve bir süre sonra performansımızın düşmesi kaçınılmazdır. Sevgilimizle buluşabilmek için saatlerce süslendiğimiz, karşı tarafa en iyi, en güzel, en tatlı halimizle görünmek için elimizden geleni yaptığımız, çelişkili duygular sergileyip, kuşkulu sözler ettiğimiz ilk günlerden, yaşamın sorumluluklarını birlikte taşımaya geçtiğimiz zaman birbirimize, en yılın, en doğal ve gerçek halimizle görünmek durumunda kalırız. Oyun bitince gizem de biter.
18. Acı da olsa şunu da söylemek zorundayım ki, kabul edelim, etmeyelim, insan tekeşliliğe pek de uygun yaradılışta değildir. Birlikte yaşam ve katı sadakat bezginlik ve bıkkınlık getirir. Aşkın yerine sevgiyi, sevecenliği, dostluğu, dayanışmayı ve birlikte vakit geçirme ve sorumluluk bölüşmenin zevklerini, huzuru, güven ve özveriyi koyamıyorsanız sevgilerde bunalır, tıknefes olur.
19. Aşkı en güzel bitirme yöntemi mumyalama işlemidir. Bu oldukça zordur. Her şey dorukta ve en güzel biçimde sürerken, yaşanan aşk iki tarafa da coşku, zevk ve mutluluklar verirken ‘Gel, bu aşkı bozulmadan, tükenmeden, birbirimizi incitmeden bitirelim’ yolunda bir karara varıp kesip atmaktır. Bunun örneği pek azdır. Âşıkların üçte biri bunu en az bir kere denemişler, ama başarılı olamamışlardır. Aşkın en güzel mevsiminde insanın duygularını sarıp sarmalayıp rafa kaldırması kolay değildir. Ama bu isteği duymuş insan oldukça fazladır. Ölümü nasıl alt bilincimizde bir yerde taşıyor, bir gün öleceğimizi bilerek sözünü etmiyorsak, aşkımızın da bir gün kesinkes, bir biçimde biteceğini öyle biliyoruz çünkü. Bu bitiş gelmeden, o hırçınlıklar, kavgalar olmadan, birbirini tüketmeden bitirme isteği çok haklı bir istek olmakla birlikte, ancak çok güçlü kişilerce, çok zorunlu durumlarda, genellikle tek taraflı olarak uygulanabilmiştir.
20. Bence bunu yapabilmek gerekir. Eninde sonunda aşk, olanaksızlığını çok iyi bildiğimiz bir sonsuzluk duygusunu kendi içimizde çoğaltma düşüdür. O düşü yaşamaya kendimizi kuralsızca bırakmak, bir zaman için kendi çizgimizin dışına çıkmaktır. Sonuçta aşk, bizim en harika, en içten ve en insani girişimlerimizden biridir. Derin içsel yalnızlığımızı bilmek ve kabul edebilmek için yere çakılacağımızı bile bile çıktığımız, müthiş bir uçuş denemesidir. Varolduğumuz günden bu yana içimizde yatan o karanlık kaybetme korkusunu aşmak, yenmektir. Kısaca aşk, her yönüyle büyük, üst düzeyde, kesinlikle yaşanması gereken bir insanlık deneyimidir.
21. İnsanlığın varolduğu günden beri aşk, iki insanın yasayla düzenlenmiş beraberliği, yasak ve günah sayılmış, toplum tarafından olabildiğince çabuk kurumlaştırılmak istenmiştir. Evliliğin, aile kurmanın ve üreme amacının dışındaki ilişkiler uygunsuzluk ve günahla bir tutulmuştur. Bunu nedeni aşkın insanlar arasındaki en küçük örgütlenme birimi, hücre faaliyeti oluşu ve özgürlüğe ulaşmak adına yıkıcı bir eskiyi yıkma gücü taşımasıdır. Kural koyucular, özellikle dinler aşkın kural tanımazlık ve taşkınlığından çekinmiş bunu tehlikeli bulup korkmuşlardır.
22. Bunun sonucunda aşkın çok önemli bir yönü olan cinsellikle ahlak yan yana konulmuştur. Yani cinsellik eşittir ahlak gibi bir anlayış, çok uzun zaman sıkı sıkıya benimsenmiştir. Bugün var gücümüzle bunu aşmaya çalışıyoruz. Ama bunlar öylesine yerleşmiş değer yargıları ki, bu ayırımı yapmakta bugün, yirmi birinci yüzyılda bile zorlanıyoruz.
23. Aşırılığın farklılık ve özgünlük sayıldığı, özellikle yetişme çağındaki insanların insan ilişkilerinde ve kendilerini ifade etmede yoğun güçlükler yaşadıkları dönem. İletişim devriminin iyice hızlandığı, toplumsal kontrol mekanizmalarının ve olumlu örneklerin etkinliğini kaybetmekte olduğu bu süreçte, genç insanların tepkisel biçimde aşk yerine cinselliği yeğledikleri bir dönem yaşıyoruz.
24. Benim çocukluğum olmadaıysa da bir zamanlar çocuktum. Çocuğa benzer bir küçük kızdım. Öyle masallar anlatırdım, öyle düşler kurardım ki, annem “uydurukçu” takmıştı adımı. Sonra dağıldı evimiz. Ölümler, ayrılmalar, göçler yaşadım.okul ve çevre değiştirmeler yüzünden hırpalanmış, yalnız ve çekingen bir çocuk oldum. Düşlerim korkutucu, duyarlığım hastalıklı hale geldi. Benimle ilgilenecek, sevgi gösterip beni kucaklayacak kimse yoktu. Kitaplarla, kağıtlarla dostluğum çok erken başladı bu yüzden. Tek şansım, kaldığım evlerde bol kitap, kağıt bulunmasıydı. Kitaplar sığınağım oldu. Okuduklarımı düş gücümle süslüyor, zenginleştiriyordum. Kitaplar benim gibi yalnız ve sevgisiz kalmış bir çocuğa, içinde benim de yer aldığım dünyalar sunuyorlardı. Bugün bile okumanın büyüsü budur bana göre. Kısaca, o koşullarda kendim için kapalı devre bir dünya kurmaya çalışmış olmalıyım.
25. Böylelikle henüz çok gençken, insanın bencilliğinden daha yüksek bir bölüşme isteğine sahip olduğunu öğrendim.
26. Yazmak ve okumak bire bir karşılaşma, bir tür yüzleşme ve yüksek düzeyde bir bölüşmedir.
27. Yazmanın güzel yanlarından bir insanın kendini önemsemesidir. Yani çok zaman “ben sıradan biri değilim,” duygusuna kapılırsınız. Bunu destekleyen, yaratan biri olmanın verdiği kaçınılmaz üstünlük duygusudur. Ortaya bir şey koyuyorsunuz çünkü. Sizden bir şey doğuyor ve görüyorsunuz onu, elinize alıyorsunuz. Onun sizden bağımsız, kendi yaşam süreci ve serüveni olacak, sizden çok daha uzun yaşayacak, bunu duyuyorsunuz. Bir çocuk doğurmuşsunuz gibi. Çok güzel bir duygu bu. Birçok insan bunu yapamıyor ve size gıpta ediyor.