KİTABIN ADI : İNANCIN BİYOLOJİSİ
YAZARI : BRUCE H. LIPTON
1. İnsan kurallara sığmaz.
2. Tıpkı tek bir hücre gibi, bizim yaşamlarımızın niteliği de genlerimiz tarafından değil; aksine hayatımıza yön veren çevresel sinyallere verdiğimiz tepkiler tarafından yönetiliyordu.
3. Vücudumuzu oluşturan hücrelerin neredeyse tamamı amibe benzeyen, bir diğerinin hayatta kalabilmesi için sürekli dayanışma içinde olan bireysel organizmalardır. Daha basit bir ifade ile insanlar sadece “kolektif amipsel uyanıklığın” sonucu ortaya çıkmışlardır. Bir ulusun vatandaşlarının özelliklerini taşıması gibi “insan”lığımız hücresel birliklerimizin temel özelliklerini yansıtmalıydı.
4. Pozitif düşünceler davranışları ve genleri derinden etkiliyor; ancak bilinçaltı programlanması ile uyumlu iseler. Ve negatif düşünceler aynı şekilde güçlü bir etkiye sahip. Pozitif ve negatif inançların biyolojimizi nasıl yönettiğini anlamaya başladığımızda, bu bilgiyi sağlık ve mutluluk dolu bir yaşam yaratabilmek için kullanabiliriz.
5. Doğa bütün zarafetiyle, çok basit kurallara göre hareket eder.
6. Genler organizmanın öğrenilmiş tecrübelerinin fiziksel hafızalarıdır.
7. Artık iç ve dış türlerdeki gen mekanizmalarının farkında olduğumuza göre, genetik mühendisliğinin tehlikeleri daha açık bir şekilde görülmektedir. Örneğin bir domatesin genleri üzerinde oynama yapmak sadece o domatesle sınırlı kalmayabilir ve tüm biyosferi tahmin edemeyeceğimiz bir şekilde değiştirebilir. Bu alanda daha önceden yapılmış çalışmalar, insanlar genetik olarak değiştirilmiş yiyecekleri sindirdikleri zaman yapay olarak yaratılmış olan genlerin devreye girdiğini ve bağırsaklardaki yararlı bakterilerin karakterini değiştirdiğini göstermektedir.
8. Genlerin yaşamımızı kontrol ettiğine inandığınızda siz daha cenin halindeyken belirlenmiş olan genleriniz üzerinde hiçbir söz hakkınız olmadığını biliyor ve kendinizi kalıtım kurbanı olarak düşünmenize iyi bir mazeret sunuyor.
9. Bazı hastalıklar şüphesiz bozuk bir gen yüzünden ortaya çıkıyorlar. Ancak sadece genler yüzünden oluşan hastalıklar nüfusun yüzde ikisinden daha azını etkiliyor; bu dünyadaki insanların büyük çoğunluğu mutlu ve sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini sağlayacak genlerle doğuyorlar. Günümüzün felaketleri olarak görülen şeker, kalp hastalıkları ve kanser mutlu ve sağlıklı bir yaşam evresini kısaltmaktadır. Ancak bu hastalıklar tek bir gen yüzünden oluşan hastalıklardan olmayıp birçok gen ve çevresel faktör arasındaki karmaşık etkileşimler sonucu oluşmaktadır.
10. Belirli genler organizmanın davranışları ve özellikleri ile ilişkilidirler. Ne var ki, bir şey onları tetiklemedikçe harekete geçmezler.
11. Türlerin Kökeni’nde Darwin “kalıtsal” faktörlerin bir nesilden diğerine aktarıldığını ve gelecek neslin özelliklerini kontrol ettiğini öne sürmüştü. Darwin’in etkisi o kadar büyüktü ki, bilim insanları ileriyi görmeksizin, yaşamı kontrol ettiğini düşündükleri kalıtsal maddeleri belirlemek üzerinde yoğunlaştılar.
12. Genom projelerinin sonuçları insanların ve kemirgenlerin hemen hemen aynı sayıda gene sahip olduğunu ortaya koymuştur.
13. Genler kaderimiz değil. Beslenme, stres ve duyguları da içine alan çevresel etkiler temel taslaklarını değiştirmeden bu genleri değişikliğe uğratabilir.
14. Zenginleştirilmiş bir çevre farelerdeki genetik mutasyonları bile ortadan kaldırabilir.
15. Aslında kalp ve kanser hastalarının % 5’i hastalıklarının kalıtım nedeniyle ortaya çıktığını düşünüyorlar.
16. Tıpkı sizin ve benim gibi, hücreler de yaşadıkları yere göre şekillenirler. Başka bir deyişle; nedeni çevredir!!
17. Hücre zarının yüzeyi evrim yoluyla ama bu büyümenin de fiziksel bir sınırı vardı. İnce hücre zarının daha büyük bir kütleye sahip sitoplazmayı içinde tutacak kadar güçlü olmadığı bir nokta vardır. Bir balonu su ile doldurduğunuzda ve olduğunu düşünün. Balon aşırı doldurulmadığı sürece, güçlüdür ve elden ele dolaştırılabilir. Ancak balonun su alma kapasitesini aşarsanız balon tıpkı sitoplazma sonucu bir hücre zarının en sonunda patlayacağı gibi içindekileri ortalığa saçarak patlar. Hücre zarı bu tehlikeli boyuta ulaştığında, o hücrenin evrimi de sınırına ulaşır. İşte bu yüzden evrimin ilk üç milyar yıllık diliminde, tek kişilik hücreler bu gezegendeki tek organizmalardı. Bu durum ancak hücreler farkındalığı artırmak için başka bir yol bulduklarında değişti. Daha akıllı hale gelebilmek için hücreler ilk bölümde de açıklandığı gibi farkındalıklarını paylaşabilecekleri çok hücreli topluluklar oluşturarak diğer hücrelerle bir araya geldiler.
18. Her şeyi yeniden değerlendirecek olursak, tek kişilik bir hücrenin hayatta kalabilmesi için gerekli olan işlevler, hücreler topluluğunun hayatta kalabilmesi için gerekli olan işlevlerle aynıdır. Fakat hücreler çok hücreli organizmalar oluşturduklarında, yavaş yavaş özelleşmeye başladılar. Çok hücreli topluluklarda işbölümü vardır. Bu işbölümü özel işlevler yerine getiren doku ve organlarda ön plana çıkıyor. Örneğin, tek bir hücrede solunum miyokondri tarafından gerçekleştirilir, çok hücreli organizmalarda solunum için miyokondriye benzeyen milyarlarca özel hücrenin oluşturduğu ciğerlerdir. Başka bir örnek ise, tek bir hücrede hareket aktin ve myosin adı verilen sitoplazma proteinlerinin etkileşimi sonucu gerçekleşir. Çok hücreli organizmalarda, özel kas hücrelerinden oluşan topluluklar motilite işini üstlenirler, her biri çok büyük miktarda aktin ve myosin proteinlerine sahiptir.
19. Vücuttaki gelişmiş sinyal sisteminin en önemli özelliklerinden biri özgül olmasıdır. Eğer kolunuzda zehirli sarmaşıktan kaynaklanan bir alerji oluştuysa, kolunuzun amansız bir şekilde kaşınması, alerjiye neden olan sarmaşığa karşı enflamatuar tepkiyi harekete geçiren sinyal molekülleri, histaminlerin salgılanmasının sonucudur. Histamin sadece alerji bölgesinde salgılanır ve bu sayede bütün vücudunuzda kaşıntı olmaz. Aynı şekilde eğer insan hayatta üzücü bir olayla karşılaşırsa, beyin içindeki histamin salgısı hayatta kalmak için gerekli olan sinirsel oluşumları hızlandırarak sinir dokularında kan akışını artırır. Stres davranışları ile beyinde gerçekleşen histamin salgısı kısıtlıdır ve vücudun diğer kısımlarında enflamatuar tepkinin başlamasına neden olmaz. Histamin, asker gibi sadece ihtiyaç duyulan bölgelerde ve ihtiyaç duyulduğu süre boyunca bulunur.
20. İlaç endüstrisindeki ilaçların çoğunun özgüllüğü yoktur. Alerjik döküntüler yüzünden antihistamin kullanırsanız, sindirilen ilaç sistemli bir şekilde dağıtılır ve bütün vücutta her nereye yerleştirilmiş olurlarsa olsunlar histamin alıcılarını etkilerler. Evet, antihistamin kan damarlarının enflamatuar tepkisini kontrol altına alır ve alerjik belirtileri büyük ölçüde azaltır. Buna karşın antihistamin beyne girdiğinde sinirlerin işlevini etkileyen sinirsel dolaşımı istemeden de olsa değiştirir. Bu nedenle alerjide azalma yaşanırken ilacın yan etkisinden dolayı insanlar kendilerini uykulu hissederler.
21. Benzer şekilde, doktorlar genel olarak kadın üreme sisteminin kapanmasına dayalı olarak ortaya çıkan menopoz belirtilerini hafifletmek için sentetik östrojen tavsiye ederler. Ancak farmasotik östrojen tedavisi ilacın istenilen hedef dokulardaki etkisi üzerine yoğunlaşamamaktadır. İlaç aynı zamanda kalpteki, kan damarları ve sinir sistemindeki östrojen alıcılarını etkiler ve bozar. Sentetik hormon yenileme tedavisinin kalp hastalıkları ve felç gibi sinirsel bozukluklarla sonuçlanan yan etkileri olduğu saptanmıştır.
22. İlaç kullanarak bazen problemin nedeni hala devam etse de belirti ortadan kalkabilir. Aynı şekilde farmasotik ilaçlar vücuttaki belirtileri yok ederler ama problemin nedenine neredeyse hiç dokunmazlar.
23. Hastalıklı doku, çevresindeki sağlıklı dokulardan farklı olarak kendine özgü bir enerji sinyali yayar.
24. Doktorlar böbrek taşlarının tedavisinde yapıcı müdahale mekaniğini kullanırlar. Bu modern tıpta kuantum fiziği yasalarından tedavi aracı olarak kullanılan nadir bir durumdur. Böbrek taşları atomları özel bir frekansta titreyen kristallerdir. Doktorlar noninvasif olarak böbrek taşındaki uyumlu frekansa odaklanırlar. Kristal kadehin atomları gibi börek taşlarının atomları da o kadar çabuk titrerler ki, taşlar parçalanır ve dağılır.
25. İnsanları da içine alan bütün organizmalar iletişim kurar ve enerji alanlarını değerlendirerek çevrelerini okurlar. İnsan olarak konuşulan ve yazılan dile bağımlı olduğumuz için enerjiyi hisseden iletişim sistemimizi ihmal ettik. Herhangi bir biyolojik işlevde olduğu gibi bu sistemin kullanılmaması körelmesine neden oldu. İlginç bir şekilde aborjinler hala bu aşırı duyumsal yeteneklerini günlük yaşamda kullanmaktadırlar. Onlar için duyusal körelme gerçekleşmemiştir. Kumun altındaki suyu hissedebilirler ve amazondaki şamanlar şifalı bitkilerle iletişim kurabilmektedirler.
26. Hayatımda uyumlu enerjiler yaratmaya odaklanmak yerine enerjimi düşüncesizce ve umursamadan harcadığım bir hayat yaşıyordum. Bu kışın kapı ve pencereleri açık bırakarak evi ısıtmaya çalışmak gibi bir şeydi. Enerjimi nereye harcadığımı dikkat ederek kapı ve pencereleri kapatmaya başladım. Bazılarını kapatmak benim için kolaydı. Örneğin sıkıcı fakülte partileri gibi enerji tüketici faaliyetlerden kurtulmak kolaydı. Ama alışkanlık olarak daldığım enerjimi tüketen düşünme faaliyetinden kurtulmam daha zordu. Çünkü düşünce, en az bir maraton koşusu kadar enerji tüketici bir faaliyettir.
27. İstisnalar teorinin tam doğru olmadığı anlamına gelir.
28. Ayrı gibi görüne zihnin alt kategorileri olan bilinç ve bilinçaltının aslında birbiri ile bağlantılıdır. Bilinçli zihin “olumlu düşüncelerin” oluşmasını sağlayan yaratıcı kısımdır. Bilinçaltı ise aksine içgüdülerden ve öğrenilmiş tecrübelerden edinilen etki-tepki kayıtlarının saklandığı kısımdır. Bu bizi hayal kırıklığına uğratacak ama bilinçaltı alışkanlıklara sıkı sıkıya bağlıdır; hayatın sinyallerine aynı davranışsal tepkileri verir, kaç kere diş macunu tüpünü açmak gibi önemsiz bir iş yaparken hareketlerinizi kontrol ettiniz? Çocukluğunuzdan beri tüpün kapağını dikkatlice kapatmak üzere eğitildiniz. Tüpün kapağının olmadığını gördüğünüz zaman “düğmenize basılır” ve otomatik olarak sinirlenirsiniz. Aslında sadece bilinçaltında yer alan etki-tepki davranış programını yaşarsınız.
29. Sırf nörolojik işlem yetenekleri düşünüldüğünde, bilinçaltı bilinçten milyonlarca kere daha güçlüdür. Eğer bilinçliyken istediğimiz şeyler bilinçaltımızdaki programlarla çelişirse, sizce hangisi kazanır? Sevilen biri olduğunuz konusundaki olumlu beyanınızı ya da kansere yol açan tümörün yok olacağı düşüncesini istediğiniz kadar tekrarlayabilirsiniz. Ama eğer çocukken defalarca değersiz ve hastalıklı olduğunuzu duyduysanız, bilinçaltınızda programlanan bu mesajlar hayatınızı değiştirmek için yapacağınız bütün bilinçli girişimleri etkisiz hale getirecektir.
30. Bilincin düzgün bir şekilde kullanılması hastalıklı bir vücuda sağlık getirirken, duyguların uygun olmayan ve bilinçsiz bir şekilde yönetimi sağlıklı bir vücudu çok kolay bir şekilde hastalıklı hale getirebilir.
31. Bizimle iletişim içinde olan diğer insanların (büyüklerimizin) algılarını “doğrular” olarak kabul ettiğimizde, bu algılar beynimizde kalıcı bağlantılara dönüşürler ve bizim doğrularımız haline gelirler. İşte sorun da tam burada ortaya çıkıyor: Ya öğretmenlerimizin algıları tam olarak doğru değilse? Böyle durumlarda beyinlerimiz yanlış algılarla yüklenmiş oluyorlar.
32. Bilinçaltı hafıza sistemi, özellikle çevrenizde hayatınızı tehdit eden şeylerle ilgili algıları yüklemekte ve vurgulamakta çok hızlıdır. Eğer size yılanların tehlikeli oldukları öğretilmişse, yılan gördüğünüz her an kendinizi savunmak üzere tepki verirsiniz.
33. Çevresel uyarılara verdiğimiz tepkiler elbette algılarımız tarafından kontrol ediliyor, ancak öğrenilmiş algılarımızın tamamı doğru değil. Bütün yılanlar tehlikeli, değildir. Algılar biyolojimizi kontrol ediyor ama görüldüğü gibi bu algılar doğruda olabilir, yanlış da. Bu nedenle biz bu yönetici algıları “inançlar” olarak adlandırmayı tercih ediyoruz: İnançlar biyolojimizi kontrol ediyor!
34. Genlerinize ya da kendi kendinizi engelleyen davranışlarınıza bağlı kalmak zorunda değilsiniz!
35. Zihin pozitif düşüncelerle sağlığını iyileştirebilir, bu duruma plasebo etkisi denmektedir. Tersi bir durumda yani zihin negatif düşüncelerle meşgul olduğunda bu sağlığımıza zarar verir. Bu durum ise nosebo etkisi olarak adlandırılır.
36. Eğer yapabileceğine inanıyorsan ya da yapamayacağına inanıyorsan… Her şekilde sen haklısın..
37. Biyolojimiz inançlarımıza uyum sağlar. Güçlü olan inançlarımızın gerçekten farkına vardığımızda özgürlüğün anahtarını ele geçiririz. Genetik planlarımızı kolayca değiştiremesek de zihinlerimizi değiştirebiliriz.
38. Hayatımızı genlerimiz değil, inançlarımız kontrol ediyor.. Evet, sadece inançlarımız.
39. İnsanların yakalandıkları neredeyse tüm büyük hastalıklar kronik stresle ilgilidir.
40. Bir hava saldırısı alarmı kısa süreli bir strestir, toplum bunu kolaylıkla aşabilir. Ancak stres uzun süre devam ettiğinde bu durum gelişmeyi durduracak ve toplumun parçalanmasına yol açacaktır.
41. Rahimdeki şartların yaşam boyunca sağlıklı olup olamayacağımızı belirlediğini gösteren kanıtlar, en az fiziksel ve zihinsel açıdan hayatta nasıl bir rol alacağımızı belirleyen genlerimiz kadar önemlidir.
42. Bilinçli bir zihin daha önceden öğrenilmiş, bilinçaltındaki bir gerçekle çatışan bir inanca kapılırsa, bu entelektüel çatışma, vücuttaki kasların zayıflamasına yol açar. (Benim adım Mary deneyi)
43. Bir organizma evrim ağacında ne kadar aşağılarda yer alırsa, sinir sistemi o kadar az gelişmiştir ve bu yüzden daha önceden programlanmış davranışlara daha az bağımlı olur.
44. Ebeveynlerimizde gözlemlediğimiz temel davranışlar, inançlar ve tavırlar bizde de bilinçaltımızdaki sinaps yolları gibi birbirine bağlıdırlar. Bilinçaltına yerleştirildiklerinde, hayatımızın geri kalanında biyolojimizi kontrol ederler, tabii eğer onları yeniden programlamanın bir yolunu bulamazsak..
45. Bu davranış kayır sisteminin kesinliği göz önünde bulundurulduğunda, anne ve babalarınızın size “aptal çocuk”, “hiçbir şeyi hak etmiyorsun”, “kendin hiçbir şeyi başaramazsın”, “keşke hiç doğmasaydın” ya da “hastalıklı ve güçsüzsün” dediklerinde bunların doğurabileceği sonuçları bir düşünün. Düşüncesiz ya da dikkatsiz ana-babalar çocuklarına bu mesajları verirken, yaptıkları bu yorumların çocukların bilinçaltlarında katı gerçekler haline geldiklerinden muhtemelen bihaberdirler. Oysa bu yorumlar tıpkı masaüstü bilgisayarınızın belleğine yüklenen bitler ve baytlar gibi çocuklarınızın bilinçaltlarına yerleşirler. Erken gelişim sürecinde, çocukların bilinci, ana babalarının bu sözlerini sadece anlamsız cümleler olarak anlayabilecek kadar gelişmiştir. Bu sözleri kendilerini tanımlamak için gerekli görmezler. Ancak bilinçaltında programlandığında, bu cümleler “gerçekler” olarak kabul edilmeye başlanır ve çocuğun yaşamı boyunca göstereceği davranışlarını ve potansiyelini şekillendirir.
46. Şempanzeleri, su memelilerini ve insanları da içine alan üst memelilerin evrimi “kendini bilme” olarak adlandırabileceğimiz yeni bir farkındalık düzeyi ortaya çıkarmıştır, ya da daha basit bir ifade ile “bilinci” ortaya çıkarmıştır. Bilinçaltı otomatik pilotumuz, bilinç elle yapılan kontroldür. Gözümüze doğru hızla yaklaşan bir cisim düşünün. Bilinç yavaş olduğundan tehlikenin farkına varamaz. Oysa saniyede 20 milyon çevresel uyarıyı işleyebilen bilinçaltı, aynı saniyede sadece 40 çevresel uyarıyı işleyebilen bilince göre çok hızlıdır ve gözümüzü kapamamızı sağlar.
47. Şu şekilde düşünün: Harika yaşam modelleri olan bilinçli ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz olduğunu ve toplumdaki herkesle, her zaman insancıl ilişkiler içinde olduklarını düşünün. Eğer bilinçaltımız böyle sağlıklı davranışlarla programlanmış olsaydı, bilinçli olmamıza gerek olmadan başarılı insanlar olurduk.
48. Çoğumuz bilinçaltımızda çok daha küçük savaşlar veririz ve çocukken edindiğimiz programlamaları değiştirmeye çalışırız. Sürekli başarısız olduğumuz işleri ararız ya da nefret ettiğimiz işimize devam ederiz, çünkü daha iyi bir yaşamı hak etmiyoruzdur.
49. Sevgiyle, nefretle ya da acele ile gebe kalınması ya da annenin gebe kalmak isteyip istememesi çok büyük fark yaratır. Bağımlılıklardan uzak, aile ve arkadaşları tarafından desteklenen, sakin ve durağan ortamlarda yaşayan anne ve babaların çocukları çok daha sağlıklı olmaktadır. Şaşırtıcı olan şu ki; Avustralya yerlileri olan aborjin kültüründe gebe kalınan ortamın önemli olduğu milyonlarca yıldır bilinmektedir. Çiftler çocuk sahibi olmadan önce zihinlerini ve vücutlarını törensel bir biçimde arındırırlardı.
50. Sürekli stres altında olan bir annenin salgıladığı hormonlar (kortizol) plasentadan geçerken fetüse giden kan akışının dağılımını etkiler ve çocuğun fizyolojik özelliklerini değiştirir. Aşırı miktardaki kortizol fetüsün gelişimini engeller ve bebeklerin normalden küçük doğmasına neden olur. Bu durum ise yetişkinlikteki kalp, şeker ve obezite gibi hastalıkları tetikler.
51. Genler IQ yu ancak % 48 oranında etkilemektedir. Çocuğun potansiyel zekasının % 51 e kadar olan kısmı çevresel faktörler tarafından kontrol edilmektedir. Hamilelikteki sigara ve alkol kullanımı IQ yu doğrudan etkilemektedir.
52. Anne-baba arasında şiddetli bir tartışma başladığında fetüsün irkilerek zıpladığı ve kasıldığı tespit edilmiş olaylardandır.
53. Ancak gelişen bilim sayesinde ana babaların artık başka bir seçeneği daha vardır. Çocuklarını dünyaya getirmeden önce hayatla ilgili sınırlandırıcı inançlarını yeniden programlayabilirler.
54. Yetimhanelerdeki çocuklar, sürekli olarak karyolalarında tutulduğu ve hiçbir şekilde birilerinin sevgi gösterisine maruz kalamadıkları için, uzun süreli gelişim problemleri yaşarlar.
55. Eğer bir toplum birbirine sıkı sıkıya bağlıysa ve çocuklarını seviyor, cinselliği bastırmaya çalışmıyorsa, o kültürün insanları huzurludur. Huzurlu kültürlerdeki anne babalar çocukları ile sürekli fiziksel temas kurarlar, bebeklerini gün boyunca ya sırtlarında ya kucaklarında taşırlar. Bebeklerini, çocuklarını ve ergenlerini fiziksel temastan mahrum bırakan toplumlar ise genelde vahşidirler. Toplumlar arasındaki farklardan biri de sevgiyle temas kurulamayan çocukların çoğunun davranış bozukluğu yaşamasıdır. Bu bozukluk yükselen stres hormonlarının seviyelerini fizyolojik olarak düşürebilme yetisini yok eder. Bu da üzücü olayların habercisidir.
56. Bir çocuğu evlat edinen anne ve babaların doğum öncesi ve perinatal programlamadan haberleri yoksa, evlat edindikten sonraki süreçte çocukta ortaya çıkan olumsuz sonuçları gerçekçi bir çözüme ulaştıramazlar.
57. Çocuklarımızın genleri sadece onların potansiyellerini gösterir, kaderlerini belirlemez.
58. Kendi korkularınızla yüzleşin ve çocuklarınızın bilinçaltına gereksiz korkular ya da sınırlandırıcı inançlar yerleştirmemeye çalışın.
59. Neo Darwinizm esas olarak, bir şeye sahip olanların onu hak ettiğini söylüyor.
60. Geometri bir şeyin farklı parçalarının, birbirleri ile ilişki içinde bir ayara gelme şeklinin, matematiksel olarak değerlendirilmesidir.
61. Sonsuz bir mutlulukla tek bir çatı altında yaşayan trilyonlarca insanı düşünün. Böyle bir topluluk gerçekten var ve bu topluluğa sağlıklı insan vücudu deniyor. Görünen o ki, hücresel topluluklar insan topluluklarından çok daha iyi çalışmaktadırlar. Örneğin vücudumuzda dışarıda kalan, evsiz barksız hücreler yoktur. Böyle bir durum ancak hücresel topluluklar fazla uyumsuzluk içinde olduğunda ortaya çıkar. Bu durumda bazı hücreler işbirliği yapmaktan kaçınabilir. Kanser temelde topluluktaki diğer hücrelerden ayrı yaşayan evsiz ve işsiz hücreler tarafından oluşturulur.
62. Tarih boyunca dini akımlar ve hükümetler onlara inananları, isyankarlarla ve inançsızlarla mücadelede sürekli şiddete ve saldırıya yönlendirmişlerdir.