BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  Ölümcül Kümlikler - Amin MAALOUF
 

KİTABIN ADI     : ÖLÜMCÜL KİMLİKLER

YAZARI              : AMİN MAALOUF

1.    Daha karmaşık bir kimlik talep eden herkes toplum dışına itilmiş bulur kendisini. Cezayirli ana-babadan Fransa’da doğan bir genç, içinde apaçık iki aidiyet taşımaktadır ve her ikisini de üstlenecek durumda olması gerekir. Lafı bulandırmamak için iki dedim, ama onun kişiliğinin bileşenleri çok daha fazla sayıdadır. İster dil söz konusu olsun, ister inanışlar, yaşam biçimi, aile ilişkileri, sanat ve müzik zevkleri, Fransız, Avrupa, Batı etkileri ondaki Arap, Berberi, Afrika, Müslüman etkilerine karışmış durumdadır… Bu delikanlı bunu dolu dolu yaşamakta özgür hissetse kendini, tüm çeşitliliğini üstlenmede cesaretlendirildiğini hissetse, zenginleştirici ve verimli bir deneyim; tersine, ne zaman Fransızlığını vurgulasa, bazıları ona bir hainmiş, hatta satılmış gözüyle baktığından, ne zaman Cezayir’le olan bağlarını, tarihini, kültürünü, dinini ortaya koysa, anlaşılmamak, küçümsenmek tehlikesiyle ya da düşmanlıkla karşılaşacağından, yolu yıpratıcı olabilir. Durum Ren’in öte yakasında daha da naziktir. Otuz yıl önce Frankfurt yakınlarında doğan, hep, dilini ailesininkinden çok daha iyi konuşup yazdığı Almanya’da yaşamış olan bir Türk’ün durumunu düşünüyorum. Benimsediği toplumun gözünde o bir Alman değildir; köklerinin geldiği toplumda ise artık tam olarak Türk sayılmaz. Sağduyu isterdi ki, o bu çifte aidiyeti tam anlamıyla talep edebilsin. Ama ne yasalarda, ne de zihniyetlerde hiçbir şey bugün onun bileşik kimliğine uyumlu bir şekilde üstlenmesine izin vermemektedir.

2.    Bütün dönemlerde, meşru olarak “kimlik” denebilecek kadar her koşulda ötekilerden son derece üstün, tek bir ana aidiyet olduğunu düşünen insanlar olmuştur. Kimileri için ulus, kimileri içinse din ya da sınıf. Ama hiçbir aidiyetin mutlak surette baskın çıkmadığını anlamak için dünyada olup biten farklı çatışmalara bir göz gezdirmek yatar. İnançlarının tehdit altında olduğunu hisseden insanlar arasında, bütün kimliklerini özetler gibi görünen şey dinsel aidiyet oluyor. Ama tehdit altında olan ana dilleri ve etnik gruplarıysa, o zaman dindaşlarıyla kıyasıya savaşıyorlar. Türkler de Kürtler de Müslüman, ama dilleri farklı; çatışmaları bu yüzden daha mı az kanlı? Hutular da Tutsiler gibi Katolik ve aynı dili konuşuyorlar, bu onların birbirlerini katletmelerini önleyebildi mi? Çekler ve Slovaklar da Katolik, bu bir arada yaşamalarını kolaylaştırmış mıydı?

3.    Zaten çoğu zaman, kendinizi en fazla saldırıya uğrayan aidiyetinizle tanımlamaya eğilimlisinizdir; kimi zaman bu aidiyeti savunacak gücü kendinizde bulamadığınızda onu gizlersiniz, bu durumda o sizin içinizin derinliklerinde kalır, gölgeye sinip ödeşme saatini bekler; ama ister sahip çıkılsın ister izlensin, ister fazla açık etmeden ya da gürültüyle ilan edilsin, kendinizi özdeşleştirdiğiniz kimlik odur.

4.    Korkunun herhangi bir insanı cürüme itebileceğini çok iyi bilirim.

5.    Korkma ya da güvensizlik duygusu her zaman akılcı gerekçelere dayanmaz, abartıldığı hatta paranoyaya dönüştüğü de olur; ama bir halkın korkmaya başladığı andan itibaren dikkate alınması gereken şey, bu tehdidin gerçekliğinden çok korkunun gerçekliğidir.

6.    Eğer her ülkeden, her durumda, her inançta insanlar bu kadar kıyıcı katillere dönüşebiliyorsa, her çeşitten bağnaz çıkıp kendisini bu kadar kolayca kimlik savunucusu olarak kabul ettirebiliyorsa, bunun nedeni, kimlik konusunda bütün dünyada hala ağır basan “kabile” kavramının böyle bir sapmayı desteklemesidir.

7.    Kendi insanının hayatta kalması için eylemde bulunma, onların dualarıyla ileri atılma, hemen değilse bil, en azından uzun erimde meşru savunma durumunda olma duygusu, son yıllarda Ruanda’dan eski Yugoslavya’ya kadar yeryüzünün farklı köşelerinde en iğrenç cinayetleri işleyenlerin ortak bir özelliğidir.

8.    İşte bu yaklaşım içinde önce “birlerine” şöyle demek isterdim: “Geldiğiniz ülkenin kültürüyle ne kadar yakınlaşırsanız, kendi kültürünüzü de ona o kadar yakınlaştırırsınız,” sonra da “diğerlerine” şunları söylerdim: “Bir göçmen kendi kültürünün saygı gördüğünü ne kadar hissederse, geldiği ülke kültürüne de o kadar açılacaktır.”

9.    Burada da anahtar sözcük karşılıklılıktır: eğer ben benimsediğim ülkeme katılıyorsam, onu kendi ülkemmiş gibi görüyorsam, artık onun benim bir parçam olduğuna, benim de onun bir parçası olduğuma inanıyorsam ve buna uygun davranıyorsam, o zaman benim onun her veçhesini eleştirmeye hakkım var demektir. Buna koşut olarak, eğer bu ülke bana saygı duyuyorsa, benim katkımı kabul ediyorsa, beni farklılıklarımla birlikte artık kendinden biri olarak görüyorsa, o zaman benim kültürümün onun yaşam biçimiyle ya da kurumlarının ruhuyla bağdaşmayacak bazı veçhelerini reddetme hakkına da sahiptir.

10.  Ötekini eleştirme hakkı kazanılır, hak edilir. Birine karşı düşmanlık ya da küçümseme sergilediğimizde, dile getirilen haklı ya da haksız en küçük gözlem, onu sertleşmeye, içine kapanmaya itecek bir saldırı olarak değerlendirilecek ve yanlışlarını düzeltmeye güçlükle yöneltecektir. Tersine, birine sadece görünüşte değil ama içten ve karşı taraftan da öyle algılanacak bir dostluk, sempati ve saygı gösterdiğinizde, onun eleştirilebilir gördüğünüz yanlarını eleştirmeye hak kazanırken, sizi dinlemesi için de biraz şansınız olabilir.

11.  Dilinizin küçümsendiğini, dininizle alay edildiğini, kültürünüzün aşağılandığını hissederseniz, farklılığınızın işaretlerini abartılı bir gösterişle sergileyerek tepki verirsiniz. Tersine size saygı duyulduğunu hissettiğinizde, yaşamayı seçtiğiniz ülkede bir yeriniz olduğunu hissettiğinizde daha farklı davranırsınız.

12.  Asıl sorun eskiye bağlılıkla modernlik arasında bir çatışmayla karşı karşıya olup olmadığımızı bilmek değil, ama halkların tarihinde modernliğin neden kimi zaman reddedildiğini, neden her zaman bir ilerleme, yararlı bir evrim gibi görülmediğini bilmek.

13.  Kınanması gereken bir eylem, hangisi olursa olsun bir doktrin adına işlendiğinde, bu doktrin hiç suçlu sayılmıyor; bu eyleme tamamen yabancı olarak görülemese bile.

14.  Bir olgu, eğer olmuşsa, olması için belli bir olasılık var olduğu için olmuştur.

15.  Bütün insan toplulukları yüzyılların akışı içinde şimdiki uygulamalarını doğru göstermişe benzeyen kutsal ayetler bulup çıkarmayı bilmişlerdir.

16.  Benim gözümde inançlı bir insan, sadece bazı değerlere inanan kişidir ve ben bunları tek bir değerde özetlerdim: insanoğlunun onuru. Gerisi mitoloji ya da umutlardan başka bir şey değil.

17.  Ben bu iki güzergahı kıyaslarken aklımı kurcalayan tek bir sorun var: neden evrim Batı’da bu kadar olumlu gelişti de, Müslüman dünyasında bu kadar düş kırıcı oldu? Evet vurguluyor ve ısrar ediyorum: uzun bir hoşgörüsüzlük geleneği olan, “Öteki” ile yan yana yaşamaktan her zaman rahatsızlık duymuş olan Hıristiyan Batı ifade özgürlüğüne saygılı toplumlar çıkarabilmişken, uzun zaman yan yana birlikteliği uygulamış olan Müslüman dünyası neden artık fanatizmin kalesi olarak görülüyor.

18.  Müslüman dünyasında da toplum sürekli olarak kendine benzeyen bir din ortaya çıkarmıştır. Üstelik ne bir çağdan bir çağa, ne de bir ülkeden diğerine asla aynı kalmamış olan bir din. Araplar zafer kazandıkları dönemlerde, dünyanın kendilerine ait olduğu duygusunu yaşadıkları dönemlerde inançlarını bir hoşgörü ve açıklık ruhu içinde yorumlamışlardır. Sözgelimi Yunan, İran ve Hint mirasının dillerine çevrilmesi konusunda geniş çaplı girişimlerde bulundular, bu da bilim ve felsefenin büyük bir gelişme göstermesini sağladı. Başlangıçta taklitle, kopya etmekle yetinildi, sonra astronomide, tarım bilimde, kimyada, tıpta, matematikte yeniliklere cesaret edildi. Günlük yaşamda, yemek yeme sanatında, giyim kuşamda, saç biçiminde ya da şarkı söyleme sanatında da.

19.  Müslüman toplumu kendini güvende hissettiği her defasında açık olmayı başarmıştır. Böyle zamanlarda ortaya çıkan İslam görüntüsünün bugünün karikatürleri ile hiçbir benzerliği yoktur. Eski görüntünün İslamın başlangıçtaki esas ruhunu daha iyi yansıttığını söylemeye çalışmıyorum ama sadece, bu dinin de, tıpkı öteki dinler gibi, tıpkı öteki doktrinler gibi her dönemde zamanın ve mekanın damgasını taşıdığını söylemek istiyorum. Kendilerinden emin olan toplumlar yansımalarını güven verici, huzur dolu, açık bir dinde bulurlar. Güvensiz toplumlarsa korkak, bağnaz, çatık kaşlı bir dinde. Dinamik toplumlar, yenilikçi, yaratıcı bir İslamda yansırlar, oldukları yerde kalan toplumlar durağan, en küçük bir değişime bile isyan eden bir İslamda yansırlar.

20.  Ama bu kısa parantezi kapatıp baştaki söylemime dönüyorum. Çoğu zaman dinlerin halklar üzerindeki etkisine çok fazla yer veriliyor, halkların dinler üzerindeki etkisine ise yeterince yer verilmiyor. Etkileşim karşılıklı, biliyorum; toplum dini biçimlendirir, din de toplumu; buna rağmen belli bir düşünce alışkanlığının bizi bu diyalektiğin sadece bir yüzünü görmeye sürüklediğini, bunun da bakış açısını özellikle çarpıttığını fark ediyorum.

21.  15. ve 16. yy.larda Batı hızla ilerlerken, Arap dünyası yerinde sayıyordu. Kuşkusuz dinin bunda bir parça etkisi olmuştur ama bana öyle geliyor ki, din daha çok bunun kurbanı olmuştur. Batı’da toplum dinini modernleştirmiştir; Müslüman dünyasında olaylar aynı şekilde gelişmemiştir. Bu, din modernleştirilemez olduğu için değil –bunun kanıtı ortaya konmamıştır- ama toplumun kendisi modernleşemediği için. İslamiyet yüzünden diyecekler bana. Bu acele söylenmiş bir sözdür. Avrupa’yı Hıristiyanlık mı modernleştirmiştir. Modernleşmenin dine karşı gerçekleştirildiğini savunacak kadar ileri gitmeden, dinin bu gelişmenin “lokomotifi” olmadığını, daha çok, çoğu zaman vahşice bir dirençle sürekli karşı çıktığını ve bu direncin kırılması ve dinin uyum sağlaması için değişim baskısının derin, güçlü ve sürekli olması gerektiğini söylemek mantıklı olacaktır.

22.  Bir Batılı ile konuştuklarında, bu neredeyse asla onların dilinde değil, daima Batılının dilinde olmuştur; Akdeniz’in güneyinde ve doğusunda İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca konuşabilen milyonlarca insan bulabilirsiniz. Buna karşılık, kaç İngiliz, Fransız, İtalyan ve İspanyol, Arapça ya da Türkçeyi öğrenmekte yarar görmüştür? Evet, hayattaki her adımda bir hayal kırıklığı, umutsuzluk, aşağılanma yaşıyorsunuz. İnsanın kişiliği bütün bunlardan nasıl örselenmeden çıkabilir? Kimliğinin tehdit altında olduğunu insan nasıl hissetmez? Nasıl, başkalarına ait, başkaları tarafından konmuş kurallara dayanan bir dünyada, kendisinin bir öksüz, bir yabancı, bir asalak ya da bir parya gibi olduğu bir dünyada yaşadığı hissine kapılmaz? Kimilerinin her şeyini kaybettiği, artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmadığı duygusuyla, tıpkı Samson gibi, binanın, kendilerinin ve düşmanlarının üzerine yıkılmasını dileyecek hale gelmesi nasıl önlenebilir?

23.  Arapların bu dönemden (19.yy.) çıkardıkları sonuç; Batının kendisine benzenmesini istemediği ve sadece kendisine itaat edilmesini istediği şeklindedir.

24.  Çeşitli halklar karşı karşıya kaldıkları felaketlerin sorumluluğunu birbirlerinin üzerine atmaya başladılar. Araplar ilerleyememişse, bu elbette ki onları hareketsizliğe mahkum eden Türk hakimiyeti yüzündendi. Türklerin ilerleyememesinin nedeniyse, yüzyıllardır Arap sultası altında kalmalarıydı. Milliyetçiliğin birinci erdemi her sorun için bir çözümden çok bir sorumlu bulmak değil midir? Böylece Araplar yeniden doğuşlarının nihayet başlayacağı inancıyla Türk boyunduruğunu silkeleyip attılar; bu arada Türkler de Avrupa’ya daha az ayak bağıyla daha kolay katılabilmek için kültürlerini, dillerini, alfabelerini, giyim kuşamlarını “Arap etkisinden kurtarma” işine giriştiler.

25.   Oysa Marksizmin gezegenin tamamı üzerinde Tanrı düşüncesinin silineceği yani tip bir toplum kurmayı vaat edeli yüzyıldan fazla oluyor. Bu projenin gerek ekonomik ve politik, gerekse ahlaki ve entelektüel planda başarısızlığa uğraması, tarihin çöplüğüne atmak istediği inançların yeniden saygınlık kazanması sonucunu getirdi. Din manevi bir sığınak, bir kimlik sığınağı olarak, Polonya’dan Afganistan’a komünizmle mücadele eden herkes için açık bir birleşme noktası haline geldi. Böylece Marks ve Lenin’in bozgunu da dinlerin intikamı, en azından kapitalizmin, liberalizmin ya da Batı’nın zaferi olarak görüldü.

26.  Bana göre, din asla tarihin zindanlarına gömülemeyecek, ne bilim tarafından, ne bir doktrin, ne de siyasal bir rejim tarafından. Bilim ilerledikçe insan, sonunun ne olacağı üzerine kendini daha çok sorgulayacak. “Nasıl”ın Tanrı’sı bir gün gelecek silinecek ama “niçin”in Tanrı’sı asla ölmeyecek. Bin yıl sonra belki aynı dinler olmayacak ama ben hiçbir biçimiyle bir din olmadan dünyayı düşünemiyorum.

27.  Doğrusunu söylemek gerekirse, farklılığımızı büyük bir hırsla vurguluyorsak, bunun nedeni açıkça gitgide daha az farklı hale gelmemizdir. Çünkü çatışmalarımıza, çok eskilere dayanan düşmanlıklarımıza rağmen, her geçen gün farklılıklarımızı biraz daha azaltıyor ve benzerliklerimiz biraz daha çoğalıyor.

      Sanki bundan keyiflenir gibiyim. İnsanların birbirlerine gitgide daha çok benzemelerini             görünce gerçekten sevinilmeli midir? Pek yakında tek bir dilin konuşulacağı, herkesin   aynı asgari inanç demetini paylaşacağı, herkesin televizyon karşısında aynı sandviçleri             geveleyerek aynı Amerikan dizilerine bakacağı renksiz bir dünyaya doğru gitmiş    olmayacak mıyız?

      İşin şakası bir yana, soru en ciddi biçimde sorulmayı hak ediyor. Gerçekten de            dünyalılaşmanın hemcinslerimizin büyük çoğunluğunun gözüne, herkes için zenginleştirici müthiş bir karışım olarak değil, yoksullaştırıcı bir tektiplilik ve kendi öz           kültürünü, kimliğini, değerlerini korumak için mücadele edilmesi gereken bir tehdit gibi göründüğü son derece şaşırtıcı bir çağdan geçiyoruz.

28.  Hiçbir Batılı hükümet, Afrika’daki ve Arap dünyasındaki insan haklarına Polonya ya da Küba’dakine baktığı gibi talepkar bir bakışla bakmaz. Saygılı olma iddiasında, ama benim gözümde son derece aşağılayıcı bir tutum. Birine saygı göstermek, tarihine saygı göstermek, onun aynı insanlığa ait olduğunu kabul etmekle olur. Farklı bir insanlığa, ucuz bir insanlığa değil.

29.  Gelenekler ancak saygıdeğer oldukları ölçüde saygı görmeye layıktır, yani tam olarak temel kadın ve erkek haklarına saygılı davrandıkları ölçüde. Geleneklere ya da ayrımcı yasalara saygı göstermek, bunların kurbanı olan insanları aşağı görmektir.

30.  Kitle iletişim araçları konusunda da aynı yoksunluk ileri sürülebilir. İnsan kimi zaman, bu kadar gazete, radyo, televizyonla binlerce farklı görüş duyacağı hayaline kapılıyor. Sonra bakıyor ki, durum bunun tam tersi: bu megafonların gücü o anın hakim görüşünü genişletip yaymaktan başka işe yaramıyor. O kadar ki, başka hiçbir ses duyulmaz oluyor. Görüntü ve sözcük bombardımanı eleştirel düşünceyi her zaman besleyemiyor.

31.  İki topluluk farklı diller konuştuğunda, ortak dinleri onları bir araya getirmeye yetmez. Katolik Flamanlarla Wallonlar, Müslüman Türklerle Kürtler ya da Araplar, vs. Dil ortaklığı da, bugün Bosna’da Ortodoks Sırplarla Katolik Hırvatların ve Müslüman Boşnakların yan yana yaşamasını sağlayamıyor. Dünyanın her yanında ortak bir dil etrafında kurulan pek çok devlet dini çatışmalar yüzünden parçalandı ve ortak bir din etrafında toplanan nice devlet de dil çatışmaları yüzünden bölündü.

32.  İsrailliler bugün bir ulus oluşturmuşlarsa, bunun tek nedeni, ne kadar güçlü olursa olsun, onları birleştiren din bağı değildir, kendilerini modern İbranice sayesinde gerçek bir ulusal dille donatmayı başarmış olmalarıdır. Kırk yıl İsrail’de yaşayıp da sinagoga adımını asla atmamış bir kişi bir anda toplum dışına atılmayacaktır. Orada kırk yıl yaşayıp da İbraniceyi öğrenmek istemeyen bir kişi için aynı şey söylenemez. Bu dünyanın her yerinde birçok ülkede geçerlidir ve bir insanın dinsiz yaşayabileceğini ama herhangi bir dili olmadan kesinlikle yaşayamayacağını görmek için uzun ispatlamalara gerek yoktur.

33.  Cezayir’i kana boğan fanatizm, dinden çok daha fazla dille ilgili bir hoşnutsuzlukla açıklanabilir. Fransa Cezayirli Müslümanları Hıristiyan yapmaya asla kalkışmamıştır ama dillerinin yerine çabuk tarafından ve karşılığında onlara gerçek bir yurttaşlık vermeden kendi dilini koymak istemiştir.

 
 
  Bugün 1540360 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol