KİTABIN ADI : BÜYÜK SATRANÇ TAHTASI
YAZARI : ZBIGNIEW BREZEZINSKI
1. Birinci Dünya Savaşı çıkana dek, Amerika'nın büyüyen ekonomik gücü, dünya GSMH'nın yaklaşık % 33'ne denk düşüyordu, ki bu da İngiltere'yi dünyanın önde gelen endüstriyel gücü olma konumundan çıkarıyordu. Bu dikkat çekici ekonomik dinamizm, deneyciliği ve yenilikçiliği teşvik eden bir kültür tarafından besleniyordu. Amerika'daki siyasi kurumlar ve serbest piyasa ekonomisi, arkaik ayrıcalıkların ya da katı sosyal hiyerarşilerin kendi rüyalarının peşinden koşmalarını engelleyemediği, hırslı ve tabulara karşı mucitler için eşsiz fırsatlar sağlıyordu. Kısacası, ulusal kültür benzersiz bir biçimde ekonomik büyümeyle uyum içindeydi; ve bu kültür aynı zamanda, yurtdışındaki en yetenekli bireyleri cezbedip hızla asimile ederek ulusal gücün genişlemesini sağlıyordu.
2. VASAL : Ortaçağda bir senyöre sadakat ve görev borcuyla bağlı olan kimse. Günümüzde, egemen bir devlete ya bizzat hukuksal olarak ya da örtülü bir şekilde bağımlı devlet.
3. İmparatorluklar doğaları gereği siyasi olarak istikrarsızdır; çünkü bağımlı birimler hemen her zaman daha fazla özerklik isterler ve bu birimlerdeki muhalif seçkinler fırsat buldukça hemen her zaman daha fazla özerklik elde etme yönünde davranırlar. Bu anlamda, imparatorluklar bazen dikkat çekici bir hızla olsa da genellikle çok yavaş bir şekilde devrilmezler, dağılırlar.
4. 1996’da, çok daha kalabalık bir nüfusa sahip olan üstün güç Amerika’nın, egemenlik alanının dış noktalarını, denizaşırı ülkelerdeki 296.000 profesyonel askerle koruduğuna işaret etmek çarpıcıdır.
5. Egemen bir siyasi kültürün olmayışı yüzünden, dünyanın en büyük karaya dayalı imparatorluğu olan Moğol İmparatorluğu, 1206’dan 1405’e kadar iki yüzyıl sürdükten sonra iz bırakmaksızın gözden kayboldu.
6. Geniş anlamda, 17. yy ortasına kadar, İspanya zirvedeki Avrupa gücüydü.
7. 1914 yılına gelindiğinde, yalnızca birkaç bin İngiliz askeri personeli ve memuru yaklaşık 20 milyon kilometre kare ile yaklaşık 400 milyon civarında İngiliz olmayan bir nüfusu kontrol ediyordu.
8. Başlangıçta, II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Amerika’nın ekonomisi dünya GSMH’sının yüzde 50’den fazlasını tek başına üreterek, diğerlerinden ayrıldı.
9. Başka hiçbir güç siyasi iradelerini kabul ettirmek için askeri güçlerini uzak mesafelere gönderme yeteneğine sahip olmadıklarından ve Amerika’dan teknolojik olarak çok daha geride olduklarından, dünya çapında devamlı siyasi etki uygulamak için gerekli araçlara sahip değillerdir ve yakın gelecekte de olmayacaklardır.
10. Kısacası, Amerika küresel gücün belirleyici dört alanında üstün durumdadır: askeri olarak eşiti olmayan bir küresel erişime sahiptir; ekonomik olarak , Japonya ve Almanya (her ikisi de küresel iktidarın diğer niteliklerinden haz etmezler) tarafından bazı bakımlardan meydan okunsa da küresel büyümenin ana lokomotifi olmaya devam etmektedir; teknolojik olarak , yenileşmenin bıçak sırtı alanlarında genel öncülüğü elinde bulundurmaktadırlar ve kültürel olarak , bazı kabalıklara karşın , özellikle dünya gençliği arasında rakipsiz bir cazibeye sahip bulunmaktadır. Tüm bunlar Amerika Birleşik Devletleri’ne başka hiçbir devletin ulaşamadığı bir siyasi etki sağlamaktadır. Bu dördünün birleşimi Amerika’yı yegane kapsamlı süper güç yapmaktadır.
11. Kültürel egemenlik, Amerikan gücünün az değerlendirilen bir yönü oluşmuştur. Estetik değerlerin hakkında ne düşünülürse düşünülsün Amerikan kitle kültürü, özellikle dünya gençliği üzerinde manyetik bir çekim oluşturmaktadır. Bu çekim gücü , onun yansıttığı hazza dayalı yaşam biçiminin niteliğine dayandırılabilir, ama küresel cazibesi inkar edilemez . Amerikan televizyon programları ve filmleri küresel pazarın yaklaşık dörtte üçünü kaplamaktadır. Amerika’nın geçici hevesleri, yemek alışkanlıkları ve hatta giysileri dünya çapında giderek taklit edilirken , Amerikan popüler müziği aynı derecede baskındır. İnternet’in dili ingilizce’dir ve küresel bilgisayar sohbetlerinin büyük bölümü de Amerikan kaynaklı olup küresel söyleşilerin içeriğini etkilemektedir. Son olarak, Amerika, yaklaşık yarım milyon yabancı öğrencinin ülkeye akın etmesiyle ve bunların en yeteneklilerinin bir daha ülkelerine geri dönmemeleriyle ileri eğitim arayanların Kabe’si haline gelmiştir. Amerikan üniversitelerinden mezun olanlara her kıtadaki hemen her hükümette rastlanmaktadır.
12. Amerika için ana jeopolitik ödül Avrasya’dır. Dünya olayları, beş yüz yıl boyunca, bölgesel egemenlik için birbirleriyle dövüşen, küresel iktidar peşindeki Avrasyalı güçler ve halklar tarafından belirlenmişti. Şimdi Avrasyalı olmayan bir güç, Avrasya’da öncüdür ve Amerika’nın küresel önceliği doğrudan doğruya Avrasya kıtasındaki hakimiyetini ne kadar süreyle ve nasıl bir etkiyle sürdürüleceğine bağlıdır.
13. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 75’i Avrasya’da yaşamaktadır ve hem ekonomik girişimler hem de yer altı zenginlikleri bakımından dünyanın fiziksel zenginliklerinin de çoğu oradadır. Avrasya, dünya GSMH’sının yüzde 60’ına ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir.
14. Avrasya aynı zamanda dünyanın siyasal olarak en iddialı ve dinamik devletlerinin bulunduğu yerdir. Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra en büyük altı ekonomi ve en büyük altı silah alıcısı Avrasya’da bulunmaktadır. Dünyanın biri hariç resmi olarak bilinen tüm nükleer güçleri ve de gizli nükleer güçlerinin tümü Avrasya’da bulunmaktadır. Bölgesel hegemonya ve küresel etki heveslisi olan, dünyanın en kalabalık nüfuslu iki devleti Avrasyalı’dır. Amerikan önceliğinin bütün potansiyel siyasi ve/veya ekonomik meydan okuyucuları Avrasyalı’dır. Özetle, Avrasya’nın gücü büyük ölçüde Amerika’nınkini gölgede bırakmaktadır. Bereket versin ki Avrasya Amerika’ya göre, siyasal olarak bir bütün oluşturmak için fazla büyüktür.
15. Avrasyalı bir güç olmayan Amerika Birleşik Devletleri, Avrasya kıtasının üç çevre bölgesinde doğrudan doğruya konuşlandırdığı güçlerle ve Avrasya hinterlandındaki devletler üzerindeki güçlü etkisiyle şu anda uluslararası önceliğe sahiptir. Ancak, Amerika’ya potansiyel bir rakip, yerkürenin en önemli oyun alanı olan Avrasya’dan çıkabilir. Bu yüzden, Amerika’nın Avrasya’daki jeopolitik çıkarlarının uzun vadeli yönetimi için Amerikan jeostratejisinin formülleştirilmesinde çıkış noktası, kilit oyuncular üzerinde odaklanma ve arazinin doğru değerlendirilmesi olmalıdır.
16. Kısacası, Amerika Birleşik Devletleri için Avrasya stratejisi,-Amerika’nın eşsiz küresel gücünün kısa vadeli korunması ve bunun uzun vadede kurumlaştırılmış küresel bir işbirliğine dönüştürülmesi şeklinde iki Amerikan çıkarını koruyarak- jeostratejik açıdan dinamik devletlerin amaca yönelik yönetimini ve jeopolitik olarak katalizör devletlerin dikkatle ele alınmasının içerir. Eski imparatorlukların daha kaba dönemini çağrıştıran bir terminolojiyle söylemek gerekirse, yayılmacı jeostratejilerin üç büyük önkoşulu, vasallar arasında çatışmayı önlemek ve güvenlik açısından bağımlılığı sürekli kılmak, tabileri uyumlu ve koruma altında tutmak ve barbarların bir araya gelmesini önlemektir.
17. Etkin jeostratejik oyuncular, mevcut jeopolitik durumu Amerika’nın çıkarlarını etkileyecek derecede değiştirmek amacıyla sınırlarının ötesinde güç uygulama ya da etkide bulunma yeteneğine ve ulusal iradesine sahip olan devletlerdir. Bunlar jeopolitik olarak değişken olma potansiyeli ve/veya karakterine sahiptirler. Ulusal azamet, ideolojik tatmin, dinsel kurtarıcılık ya da ekonomik büyüme arayışı, her ne sebeple olursa olsun bazı devletler bölgesel egemenlik ya da küresel itibar peşinde koşmaktadırlar. Bunlar kökleri derinlere uzanan karmaşık motivasyonlarla hareket ederler. Bu motivasyonları en iyi açıklayan Robert Browning’in şu ifadesidir: “... bir adam elinin uzandığı yerden daha öteye ulaşabilmelidir, yoksa cennet ne içindir?” onlar böylece Amerika’nın gücünü tartarlar, çıkarlarının Amerika’yla hangi ölçüde çakıştığını ya da çatıştığını belirlerler ve daha sınırlı olan kendi Avrasya hedeflerini biçimlendirirler, bu da Amerikan politikalarıyla bazen danışıklı dövüş, bazen de çatışma halinde olur. Böyle davranan Avrasya Devletlerine Amerika Birleşik devletleri özel dikkat göstermelidir.
18. Sonuçta belirtilmelidir ki, tüm jeostratejik oyuncular önemli ve güçlü ülkeler olma eğiliminde olsalar da bütün önemli ve güçlü ülkeler otomatik olarak jeostratejik oyuncular değillerdir. Bu yüzden, jeostratejik oyuncuların belirlenmesi görece kolay olmakla birlikte, aşağıdaki, açıkça önemli bazı ülkeleri bu listesinin dışında bırakmak, daha fazla mazereti gerektirebilir.
19. Mevcut küresel koşullarda, Avrasya’nın yeni jeopolitik haritasında kilit önemdeki en az beş jeostratejik oyuncu ile beş jeopolitik mihver (bunların son ikisi belki de kısmen oyuncu olarak nitelendirilebilir) belirlenebilir. Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan büyük ve etkin oyunculardır, öte yandan İngiltere, Japonya ve Endonezya açıkçası çok önemli ülkeler olmakla birlikte bu şekilde nitelendirilemezler. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran kritik olarak önemli jeopolitik mihver rolünü oynarlarken, Türkiye ve İran’ın her ikisi de bir ölçüde, sınırlı kapasiteleri dahilinde aynı zamanda jeostratejik olarak da etkindirler.
20. Amerika Birleşik Devletleri her zaman birleşik bir Avrupa davasına olan sadakatini dile getirmiştir. Daha Kennedy döneminden bu yana standart niyaz “eşit ortaklık” olmuştur. Resmi Washington, tutarlı biçimde Avrupa’nın, küresel liderliğin hem sorumluluklarını hem de yüklerini Amerika’yla paylaşabilecek kadar güçlü tek bir varlık olarak ortaya çıkması yönündeki arzusunu dile getirmiştir.
21. Türk-İran mihverlerinin potansiyel olarak saldırıya açık oluşları ile en üst seviyesine çıkartılan bir diğer büyük belirsizlik, büyük ve jeopolitik açıdan değişken Orta Asya alanında ortaya çıkmaktadır Karadeniz’deki Kırım’dan doğuya doğru Rusya’nın yeni güney sınırları boyunca, Çin’in Xinjiang eyaletine, sonra aşağıya Hint Okyanusu’na ve sonra oradan batıya doğru Kızıl Deniz’e, sonra kuzeye doğu Akdeniz’e ve tekrar Kırım’a uzanan bölgede 25 küsur devlette yaklaşık 400 milyon insan yaşamaktadır. Bunların hemen tümü etnik ve dinsel olarak heterojendir ve pratikte hiçbirisi istikrarlı değildir. Bu devletlerin bazıları nükleer silah edinme süreci içindedirler.
22. Gelip geçici nefretlerle kıvranan ve rekabet içindeki güçlü komşularla çevrili bu dev bölge, hem ulus-devletler arasındaki savaşlar hem de daha büyük olasılıkla da uzayıp giden etnik ve dinsel şiddet için esaslı bir savaş alanı olacağa benzer.
23. Amerikan önceliğine İslamcı kökten dincilikten gelebilecek olası bir meydan okuma, bu istikrarsız bölgedeki sorunun bir parçası olabilir. İslamcı kökten dincilik, dinsel düşmanlığı Amerikan yaşam biçimine karşı istismar ederek ve Arap-İsrail anlaşmazlığından yararlanarak çeşitli Batı yanlısı Ortadoğu hükümetlerine zarar verebilir ve nihayet özellikle Basra Körfezi’nde Amerika’nın bölgesel çıkarlarını tehlikeye atabilirdi. Ne var ki, siyasal bağlılık olmadan ve gerçekten güçlü tek bir İslami devletin yokluğu durumunda, İslamcı kökten dincilikten gelecek bir meydan okuma, bir jeopolitik merkezden yoksun olacak ve bu nedenle kendisini yaygın şiddet olaylarıyla ifade edecektir.
24. Geçmişte uluslararası olaylar büyük ölçüde tek tek ülkeler arasında bölgesel hegemonya için verilen mücadeleler tarafından belirlenirdir. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri, kendisini Avrasya’dan çıkarmak, böylece de Amerika’nın küresel bir güç olma statüsünü tehlikeye sokmayı deneyecek bölgesel koalisyonlara karşı nasıl davranacağını belirlemek zorundadır. Ne var ki, bu türden herhangi bir koalisyonun Amerikan önceliğine meydan okumak için ortaya çıkıp çıkmayacağını, gerçekte büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’nin burada anılan büyük açmazlara hangi ölçüde karşılık vereceğine bağlıdır.
25. Potansiyel olarak en tehlikeli senaryo, Çin, Rusya ve belki de İran’ın oluşturacağı “anti hegemonyacı” ve yalnızca ideoloji aracılığıyla değil, fakat birbirini tamamlayan ıstıraplarla birleşmiş büyük bir koalisyondur. Bu, büyüklük ve genişlik açısından bir zamanlar Çin-Sovyet bloğunu andırabilir, ne var ki bu kez Çin lider, Rusya da izleyicisi olurdu. Bu ittifaktan kaçınmak, her ne kadar uzak olursa olsun ABD’nin aynı anda Avrasya’nın batı, doğu ve güney çevrelerinde jeostratejik beceri göstermesini gerekli kılacaktır.
26. Amerika’nın Uzakdoğu’daki konumunun çökmesinin ertesinde ve Japonya’nın dünyadaki görüntüsünde devrimci bir değişim olması halinde, coğrafi açıdan daha sınırlı, fakat potansiyel olarak daha fazla sonuç doğurabilecek bir diğer meydan okuma bir Çin-Japon ittifakı olabilir. Bu, olağanüstü verimli iki halkın güçlerini birleştirebilir ve bir tür “Asyalılık”ı, birleştirici bir Anti-Amerikan doktrin olarak kullanabilir. Ne var ki, gelecekte Çin ve Japonya’nın bir ittifaka gitmeleri, yakın tarihsel deneyimleri göz önüne alındığında olası gözükmemektedir ve Uzakdoğu’da uzak görüşlü bir Amerikan politikasının mutlaka sonuçta bunun oluşmasını engellemesi gerekir.
27. Aynı şekilde uzak, fakat tamamen dışlanmayacak bir olasılık da bir büyük Avrupa ittifakı olasılığıdır, ki bu ya bir Alman-Rus ittifakı, ya da bir Fransız-Rus ittifakı olabilir. Her ikisi içinde tarihsel örnekler mevcuttur ve her birisi de, eğer Avrupa’nın birleşmesi durma noktasına gelir ve Avrupa’yla Amerika nın ilişkileri ağı biçimde kötüleşirse ortaya çıkabilir. Gerçekten de ikinci olasılıkta Amerika’yı kıtadan çıkarmak için bir Avrupa-Rusya uzlaşması hayal edilebilir. Bu aşamada tüm bu çeşitlemeler olanaksız gibi gözükmektedir. Bunlar, yalnızca Amerika’nın Avrupa politikasında yoğun kötü uygulamaları değil, aynı zamanda Avrupalı kilit oyuncular cephesinde de dramatik yeniden yönelişleri gerektirirdi.
28. Avrupalıların çoğunluğunun Avrupa’nın büyük bir güç olmasını isteyip istemedikleri ve büyük bir güç olmak için yapılması gerekeni yapmaya hazır olup olmadıkları açık değildir. Avrupa’nın şu anda hayli zayıf olan yerleşik anti Amerikancılığı bile tuhaf bir şekilde çıkarcıdır: Avrupalılar Amerikan “hegemonya”sından nefret ederler ancak onun tarafından korunmanın da keyfini sürerler.
29. Avrupa’nın birleşmesi yönündeki siyasi hareket bir zamanlar üç ana dürtü tarafından yönlendiriliyordu: yıkıcı iki dünya savaşının anıları, ekonomik olarak toplanma arzusu ve Sovyet tehdidinin yarattığı güvensizlik. Ne var ki, doksanların ortalarına gelindiğinde bu dürtüler ortadan kalkmıştı. Ekonomik kalkınma büyük ölçüde elde edilmiştir; ama buna karşın, özel çıkarlarca her türlü reforma gösterilen tutkulu direniş Avrupa’nın siyasi dikkatini içeriye yönlendirmekteyken, Avrupa’nın giderek artan biçimde karşı karşıya kaldığı problem, ekonomik canlılığını tüketen aşırı derecede yük getiren bir sosyal yardım sistemidir. Sovyet tehdidi kayboldu, ancak bazı Avrupalılar’ın Amerikan vesayetinden kurtulmaları yönündeki istekleri, kıtasal birleşme yönünde zorlayıcı bir dürtüye dönüşmedi.
30. Fransa, Avrupa olarak yeniden doğmak; Almanya ise Avrupa aracılığıyla kurtuluş istemektedir. Bu farklı motivasyonlar, Avrupa için alternatif Fransız ve Alman planlarının özünü açıklamak ve tanımlamakta oldukça yardımcı olmaktadırlar.
31. Ne var ki, Almanya’nın birleşmesi Avrupa siyasetinin gerçek parametrelerini dramatik olarak değiştirmiştir. Bu birleşme aynı zamanda Fransa ve Rusya için bir jeopolitik yenilgiydi. Birleşik Almanya artık Fransa’nın siyasal olarak küçük bir ortağı değildi ama otomatik olarak Batı Avrupa’daki tartışmasız birinci güç, hatta kısmi bir küresel güç oldu. Bunda, özellikle kilit önemdeki uluslararası kurumlara yaptığı büyük mali katkılar rol oynadı. Bu yeni gerçeklik Fransa-Almanya ilişkisinde karşılıklı olarak biraz hoşnutsuzluk yarattı, çünkü Almanya şimdi, Fransa’nın hala ortağı olduğu ama onun artık kayrılmayacağı bir gelecek Avrupa konusundaki kendi görüşünü açıkça ifade etmeye muktedir ve istekliydi.
32. Örneğin Almanya AB bütçesinin yüzde 28.5’ini, NATO’nun yüzde 22.8’ini, Birleşmiş Milletler’in yüzde 8.93’ünü karşılamaktadır, bunlara ek olarak da Dünya Bankası’yla Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası’nın en büyük hissedarıdır.
33. Pratik bir sorun olarak, Amerika’yla ortak bir güvenlik düzenlemesi olmaksızın gerçekten birleşmiş bir Avrupa’yı düşünmek gerçekten zordur. Bu nedenle bundan çıkan sonuç, AB’yle kabul görüşmelerine başlama konumundaki ya da bu yönde davet almış olan devletler otomatik olarak NATO’nun ön korumasının özneleri olarak görülmelidirler.
34. Nitekim dünya Sovyetler Birliği’nin kendi kendisini tahribinin hızından şaşkına döndü. Aralık 1991 içindeki iki kısa haftada Sovyetler Birliği; Rus, Ukrayna ve Beyaz Rusya devlet başkanları tarafından meydan okurcasına dağılmış olarak ilan edildi, sonra da yerine biçimsel olarak daha belirsiz bir varlık olan ve Baltık Devletleri hariç tüm Sovyet Cumhuriyetlerini içeren bağımsız devletler topluluğu (BDT) ilan edildi; sonra Sovyetler Birliği devlet başkanı gönülsüzce istifa etti ve Sovyet bayrağı son olarak Kremlin’in tepesinden aşağı indirildi; ve son olarak 150 milyon nüfusuyla ağırlıkla bir Rus ulusal devleti olan Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliği’nin fiilen mirasçısı olarak ortaya çıkarken yine 150 milyon nüfuslu diğer cumhuriyetler değişen derecelerde bağımsız egemenliklerini ilan ettiler.
35. Sovyetler Birliği’nin çöküşü muazzam jeopolitik karışıklık yarattı. Sovyetler Birliği’nin yaklaşan çözülmesinden dış dünyadan genel olarak daha az haberdar olan Rus halkı bir gecede, kıtalar ötesi bir imparatorluğun artık egemenleri olmayıp Rusya’nın sınırlarının Kafkasya’da 1800’lerin başındaki, Orta Asya ‘da 1800’lerin ortalarındaki ve (daha dramatik ve acı verici olarak) batı’da yaklaşık 1600’lerde, Korkunç İvan’ın hükümranlığının sonrasındaki konuma geri döndüğünü öğrendiler. Kafkasya'nın kaybı yeniden dirilen Türk etkisi hakkındaki stratejik korkuyu canlandırdı. Orta Asya’nın kaybı bölgenin anormal enerji ve maden kaynaklarıyla ilgili eksiklik duygusu yaratırken bir yandan da potansiyel bir İslami meydan okuma hakkında endişe yarattı ve Ukrayna’nın bağımsızlığı, Rusya’nın kendini vakfettiği ilahi ortak Pan-Slavik bir kimliğin sancak taşıyıcısı olma iddiasının özüne meydan okudu.
36. Üç çeyrek yüzyıllık komünist egemenlik, Rus halkı üzerinde eşi görülmemiş bir biyolojik zarar meydana getirmişti. En yetenekli ve girişimci bireylerinin sayıları milyonları bulan, çok büyük bir kesimi Gulag’da öldürülmüş ya da yok olmuştu. Ek olarak bu yüzyıl boyunca ülke I. Dünya Savaşı’nın harabiyetlerine, uzayan bir iç savaşın cinayetlerine ve II. Dünya Savaşı’nın katliam ve sıkıntılarına maruz kalmıştı. Egemen Komünist rejim katı doktrinel ortodoksluğu empoze etmiş, bir yandan da ülkeyi dünyanın geri kalan bölümünden soyutlanmıştı. Ekonomi politikaları çevreci endişelerden tamamen uzak olup sonuçta hem çevre hem de halk sağlığı büyük ölçüde zarar görmüştür. Resmi Rus istatistiklerine göre 1990’ların ortalarında, dünyaya gelen bebeklerin yalnızca yaklaşık % 40’ı sağlıklı doğarken birinci sınıfa giden çocukların kabaca beşte biri zihinsel özürlülüğün bir çeşidini gösteriyordu. Erkeklerde ömür beklentisi 57,3’e gerilemişti ve ölen Ruslar’ın sayısı doğanlardan daha çoktu. Rusya’nın sosyal koşulları gerçekte tipik bir orta düzey Üçüncü Dünya ülkesininkiydi.
37. Sovyetler Birliği’nin ani çöküşünün ertesinde Yeltsin’in başlangıçtaki gidişatı Rus siyasal düşüncesindeki eski, fakat hiçbir zaman başarılı olmayan “Batılılaştırıcı” düşüncenin zirvesini temsil ediyordu. Rusya Batı’ya aittir, Batı’nın bir parçası olmalıdır ve kendi iç gelişmesinde olabildiğince Batı’yı taklit etmelidir. Bu görüş Yeltsin’in kendisi ve dışişleri bakanı tarafından benimsenmiş, Yeltsin ise Rusya’nın imparatorluk mirasını suçlamakta oldukça açık davranmıştır. 19 Kasım 1990’da Kiev’de konuşurken, Ukraynalılarla Çeçenlerin ardından kendisine karşı dönebilecekleri sözlerle Yeltsin söz ustalığıyla şunları ilan ediyordu:
“Rusya bir çeşit yeni imparatorluğun merkezi olma özlemleri duymamaktadır.... Rusya böyle bir rolün kötülüğünü başkalarından daha iyi bilmektedir, zira Rusya bu rolü uzun bir zaman oynamıştı. O bundan ne kazanmıştır? Ruslar bunun sonucunda daha mı özgür olmuşlardır? Daha müreffeh? Daha mutlu?.... tarih bize başka halkları yöneten bir halkın mutlu olamayacağını öğretmiştir.”
38. Kültürel güvensizlik siyasal korkuları şiddetlendiriyor.
39. Avrasya Balkanları, bir şekilde yukarıdaki tanıma uyan dokuz ülkeyi ve iki de potansiyel adayı kapsamaktadır. Bu dokuz ülke Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan (tümü de eskiden Sovyetler Birliği’nin parçasıydılar) ile Afganistan’dır. Listeye potansiyel ilaveler Türkiye ve İran’dır. Her ikisi de siyasal ve ekonomik olarak çok daha sağlam, Avrasya Balkanları’nda bölgesel nüfuz açısından etkin rakiplerdir ve dolayısıyla her ikisi de bölgenin önemli jeostratejik oyuncularıdırlar. Aynı zamanda her iki ülke de potansiyel olarak iç etnik çatışmalara karşı hassastır. Eğer bunlardan birisi ya da her ikisi birden istikrarsızlaştırılacak olursa, bölgenin iç sorunları halledilemez hale gelebilir. Öte yandan Rusya’nın bölgede egemenlik kurmasını sınırlamaya yönelik çabalar boşa gidebilir.
40. Son olarak, Çin’in gelecek yirmi yılda gerçekten büyük bir küresel güç olarak bazı Amerikalılar için şimdiden tehlikeli biçimde ortaya çıkma beklentilerinde şüpheciliğe yol açacak bir üçüncü neden vardır. Çin ciddi siyasal kesintilerden kaçınsa ve bir şekilde olağanüstü ekonomik büyüme oranlarını çeyrek yüzyıl daha sürdürmeyi başarsa bile (her ikisi de oldukça büyük “eğer”lerdir) hala görece çok yoksul olacaktır. Halkının önemli bir bölümünün gerçek yoksulluğu bir yana GSYH’sının üçe katlanması bile Çin nüfusunu kişi başına düşen gelirde dünya uluslarının alt sıralarında bırakacaktır. Tüketim malları bir yana, kişi başına düşen telefon, otomobil ve bilgisayar sayısı da, çok düşük olacaktır.
41. Özetlemek gerekirse; 2020 yılına kadar en iyi koşullarda dahi Çin’in küresel gücün kilit bileşenleri içinde gerçekten rekabet edebilir olması olası değildir. Ne var ki, öyle olsa dahi, Çin Doğu Asya’da ağır basan bölgesel güç olma yolundadır. Daha şimdiden jeopolitik olarak anakarada belirleyicidir. Ordusu ve ekonomisi, Hindistan hariç yakın komşularını cüceleştirmektedir. Dolayısıyla Çin’in; tarihinin, coğrafyasının ve ekonomisinin buyruklarıyla uyum halinde kendisini giderek bölgesel olarak iddialı kılması doğaldır.
42. Çin Niceliksel Ekonomik ve Teknolojik Araştırmalar Enstitüsü’nün 1996 yılında yayımladığı biraz iyimser “21. Yüzyıla Doğru Çin Ekonomisi” başlıklı araştırmada Çin’de kişi başına gelirin 2010 yılında yaklaşık 735 dolar ya da Dünya Bankası’nın düşük gelirli ülke tanımının 30 dolar fazlasından daha az olacağı hesaplanmıştır.
43. Yazhou Zhoukan dergisinin 25 Eylül 1994’teki sayısına göre, Güneydoğu Asya’daki Çinliler’e ait 500 önde gelen firmanın toplam değeri yaklaşık 540 milyon dolardı. Başka tahminler daha da yüksektir. International Economy dergisinin Kasım/Aralık 1996 sayısı yurtdışında yaşayan 50 milyon Çinli’nin yıllık gelirinin yaklaşık olarak yukarıdaki miktar olduğunu ve bu şekilde kabaca kıta Çin’inin GSYH’na eşit olduğunu bildirdi. Yurtdışı Çinlileri’nin Endonezya ekonomisinin yüzde 90’ını, Tayland’ın yüzde 75’ini, Malezya’nın yüzde 50-60’ını ve Tayvan, Hong Kong ve Singapur’un tüm ekonomilerini kontrol ettikleri belirtildi. Bu durumdan duyulan endişe, Endonezya’nın eski Japonya elçisinin kamuoyu önünde ‘bölgede bir Çin ekonomik müdahalesi’ konusunda uyarıda bulunmaya itti. Bu, yalnızca Çin varlığını sömürmekle kalmayıp, Çin’in kefilliğinde ‘kukla hükümetlere’ de yol açabilirdi.
44. Çin’in Amerika’ya birincil itirazı Amerika’nın gerçekte ne yaptığından çok halen Amerika’nın ne olduğuna ve nerede olduğuna yöneliktir. Amerika, Çin tarafından. Bölgede Japonya’daki egemen konumuna dayanan varlığı Çin’in nüfuzunu sınırlamaya yarayan bir dünya egemeni olarak görülmektedir. Çin Dışişleri Bakanlığı’nın araştırma dairesinde görevli bir Çinli yorumcunun sözleriyle: “ABD’nin stratejik hedefi tüm dünyada hegemonya aramaktır ve o Avrupa ve Asya kıtalarında, lider konumuna bir tehdit oluşturabilecek herhangi bir büyük gücün ortaya çıkmasına müsamaha gösteremez”. Dolayısıyla olduğu şey ve bulunduğu yer Amerika’yı Çin’in doğal müttefiki olmak yerine kasıtsız rakibi yapmaktadır.
45. Buna uygun olarak Çin politikası (Sun Tsu’nun eski stratejik bilgeliğine uygun biçimde) Çin politikasının görevi, Amerikan egemenliğini yenmek için Amerikan gücünü kullanmak, fakat bunu yaparken Japonya’nın gizli bölgesel özlemlerini açığa çıkarmamaktadır. Bu amaca yönelik olarak Çin’in jeostratejisi, Deng Xiaoping’in Ağustos 1994’te tanımladığı üzere iki hedefi aynı anda izlemelidir: “Birincisi, hegemonyacılığa ve güç politikalarına karşı çıkmak ve dünya barışını korumak; ikincisi, yeni bir uluslararası ekonomik ve siyasal düzen kurmak.” Birincisi açıkça Birleşik Devletler’i hedeflemektedir ve hedefi Amerika’nın üstünlüğünü azaltırken Çin’in ekonomik güç olma arzusunu sona erdirecek bir askeri çatışmadan dikkatle kaçınmaktır; ikincisi ise Birleşik Devletler’in en tepede tünediği, Avrasya’nın en batısında Avrupa’nın (ya da Almanya’nın), en doğusunda ise Japonya’nın desteklediği mevcut küresel ast-üst düzenine karşı bazı kilit ülkelerin öfke duymasından yararlanarak küresel iktidarın yeniden dağılımını istemektedir.
46. Çin gibi Japonya da benzersiz karakter ve özel statü duygusunun derine işlemiş olduğu bir ulus devlettir. Adalı tarihi ve hatta imparatorluk mitolojisi, çok çalışkan ve disiplinli Japon halkını, önce mükemmel bir biçimde kendilerini yalıtarak, sonra da on dokuzuncu yüzyılda dünya kendisini dayattığında bir benzerlerini Asya anakarasında yaratmak için Avrupalı devletleri taklit ederek savunduğu farklı ve üstün bir yaşam tarzının bahşedildiği bir halk olarak görmeye itmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın felaketi Japon halkını ekonomik kalkınma gibi tek boyutlu bir hedefe odaklamıştır; fakat bu da onları ülkelerinin daha büyük misyonuna dair bir belirsizlik içinde bırakmıştır.
47. Amerika’nın küresel önceliği genişliği ve karakteri bakımından eşsizdir. O, Amerikan demokratik sisteminin bir çok özelliğini yansıtan yeni bir tarzın hegemonyasıdır: Çoğulcu, geçirgen ve esnektir. Bir yüzyıldan az bir süre içinde elde edilen bu hegemonyanın birincil jeopolitik manifestosu, küresel güç için yarışan daha önceki tüm yarışçıların çıkış noktası olan Avrasya kara kütlesi üzerindeki öngörülmemiş rolüdür. Amerika şimdi Avrasya’nın hakemidir, hiçbir büyük Avrasya sorunu Amerika’nın katılımı olmaksızın, ya da Amerika’nın çıkarlarının tersine çözülemez.
48. Bu bağlamda, daha bir kuşaktan fazla bir süre, Amerika’nın dünyanın birinci gücü olma konumu olasılıkla tek başına hiçbir güç tarafından sınanmayacaktır. Hiçbir ulus-devlet, gücün, toplam olarak belirleyici küresel siyasi etkiyi üreten dört boyutunda (askeri, ekonomik, teknolojik ve kültürel) olasılıkla Amerika’ya eşdeğer çıkamayacaktır. Amerika’nın kasıtlı ya da niyetli olmadan vazgeçmesinin dışından, bu ülkenin küresel liderliğine görünür gelecekte tek gerçek alternatif uluslararası anarşidir. Bu açıdan, Başkan Clinton’un dediği gibi, Amerika’nın dünyanın “vazgeçilmez ulusu” olduğunu iddia etmek doğrudur.
49. Gerekli politika için çıkış noktası, ve halen dünya olaylarının jeopolitik durumunu belirleyen öngörülmemiş üç koşulun kolay olmayan kabulü olmalıdır: tarihte ilk kez;
¨ Tek bir devlet gerçek küresel güçtür,
¨ Avrasyalı olmayan bir devlet küresel olarak önder devlettir,
¨ Yerkürenin merkezi arenası Avrasya’ya Avrasyalı olmayan bir güç egemendir.
50. En acil görev, hiçbir devlet ya da devletler birleşiminin Amerika Birleşik Devletleri’ni Avrasya’dan atma, ya da hatta onun belirleyici hakemlik rolünü önemli ölçüde azaltma kapasitesini elde etmemesini sağlamaktır. Bundan çıkan sonuç, daha geniş bir Avrupa ile genişletilmiş bir NATO’nun ABD politikasının hem kısa vadeli, hem de uzun vadeli hedeflerine hizmet edecekleridir.
51. Ortadoğu’da Amerika için yüksek önemdeki jeopolitik konularda kısa zamanda Amerika Birleşik Devletleri’ne meydan okuyabilecek kadar siyasal açıdan bütünleşmiş bir Avrupa yaratmaksızın, daha büyük bir Avrupa, yeni Orta Avrupalı üyelerin kabulüyle aynı zamanda Avrupa konseylerindeki Amerikan eğilimli devletlerin sayısını artırarak, Amerikan etkisinin menzilini büyütecektir. Politik olarak tanımlanmış bir Avrupa, aynı zamanda, Rusya’nın küresel işbirliği sistemine adım adım asimilasyonu için gereklidir.
52. İtiraf etmek gerekirse, Amerika kendi başına daha birleşmiş bir Avrupa yaratamaz (bu Avrupalılara, özellikle de Fransızlarla, Almanlara bağlıdır) fakat Amerika daha birleşmiş bir Avrupa’nın ortaya çıkışını engelleyebilir. Ve bu da Avrasya’daki istikrar ve aynı zamanda Amerika’nın kendi çıkarları için felaket olabilir.
53. Bu arada, kendisini Orta Avrupalı olarak yeniden tanımlayan ve Orta Avrupa’yla daha yakın bütünleşme ilişkilerine giren egemen bir Ukrayna’nın sağlamlaştırılması, bu politikanın can alıcı önemde bir parçası olup, Orta Asya’yı (Rusya’nın engellemelerine karşın) küresel ekonomiye açma yönündeki daha genel çabalara ek olarak Azerbaycan ve Özbekistan gibi stratejik açıdan mihver niteliğindeki devletlerle daha yakın ilişkilerin beslenmesi de kritik öneme sahiptir.
54. Giderek daha fazla ulaşıma açık Hazar-Orta Asya bölgesine büyük ölçekli uluslararası yatırım yalnızca yeni ülkelerin bağımsızlıklarını sağlamlaştırmaya yardımcı olmakla kalmayacak, uzun vadede bundan imparatorluk sonrası demokratik bir Rusya da yararlanacaktır. Bölgenin enerji ve maden kaynaklarını ortaya çıkarmak zenginlik yaratacak, daha büyük bir istikrar ve güvenlik duygusuna yol açacak ve belki de Balkanlar tipi çatışmaların riskini azaltacaktır. Dış yatırımla fon desteği verilen hızlandırılmış bölgesel kalkınmanın yararları aynı zamanda, ekonomik açıdan gelişmemişlik eğilimindeki komşu Rus eyaletlerine yansıyacaktır. Dahası, bölgenin yeni yönetici seçkinleri Rusya’nın, bölgenin dünya ekonomisiyle bütünleşmesini kabul ettiğini anladılar mı, Rusya’yla yakın ekonomik ilişkilerin doğuracağı politik sonuçlardan daha az korkacaklardır. Zaman içinde yayılmacı olmayan bir Rusya, artık imparatorluk hakimi olmasa dahi böylece bölgenin önder ekonomik ortağı olarak kabul görebilir.
55. Amerika, istikrarlı ve bağımsız bir güney Kafkasya ile Orta Asya’yı teşvik etmek için, Türkiye’yi yabancılaştırmamak konusunda dikkatli olmalıdır ve Amerika-İran ilişkilerinde bir düzelmenin yapılabilirliğini araştırmalıdır. Katılmak isteği Avrupa’dan dışlandığını hisseden bir Türkiye daha İslamcı olacak, daha büyük olasılıkla inadına NATO’nun genişlemesini veto edecek ve laik bir Orta Asya’yı dünya ile bütünleştirmekte ve istikrarını sağlamakta Batı’yla daha az işbirliği yapacaktır.
56. Bu nedenle, Amerika, Türkiye’nin nihai olarak AB’ye kabulünü cesaretlendirmek için Avrupa’daki etkisini kullanmalıdır ve Türkiye’ye Avrupalı bir devlet gibi davranmaya özen göstermelidir, eğer Türkiye’nin iç politikaları İslami yönde dramatik bir dönüş yapmazsa, Ankara’yla Hazar Denizi havzası ve Orta Asya’nın geleceğiyle ilgili düzenli görüşmeler Türkiye’de Amerika Birleşik Devletleri’yle bir stratejik ortaklık duygusunu besleyecektir. Amerika ayrıca Türkiye’nin, Azerbaycan’daki Bakü’den Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’a uzanan bir boru hattının Hazar Denizi havzası enerji kaynaklarının ana çıkışı olarak hizmet etmesi yönündeki özlemlerini de güçlü biçimde desteklemelidir.
57. İlave olarak, Amerikan-İran düşmanlığını sürdürmek Amerika’nın çıkarına değildir. Her türlü nihai barışma, halen İran için çok değişken olan bölgesel çevrenin istikrara kavuşturulmasındaki karşılıklı stratejik çıkarın kabulü temelinde olmalıdır. İtiraf etmek gerekirse, her iki taraf da böylesi bir barışın peşinde olmalıdır ve bu, birinin diğerine bahşettiği bir iyilik değildir. Güçlü, hatta dinsel olarak motive olmuş, fakat fanatik Batı karşıtı olmayan bir İran ABD’nin çıkarınadır ve sonuçta İran’ın siyasi seçkinleri de bu gerçeği kavrayabilir. Bu arada, özellikle yeni boru hatlarının inşasında olmak üzere daha yakın Türk-İran ekonomik işbirliğine ve İran, Azerbaycan ve Türkmenistan arasında diğer hatların inşasına karşı süren mevcut ABD itirazlarından vazgeçilirse, Amerika’nın Avrasya’daki uzun vadeli çıkarlarına daha iyi hizmet edilmiş olacaktır. Böylesi projelerin finansmanında uzun vadeli Amerikan katılımı da gerçekte Amerika’nın çıkarına olacaktır.
58. Gelecek yıllarda tek başına hiçbir güç Amerika’nın, 1945’te eriştiği %50’lik orandan söz edilmeksizin, bu yüzyılın çoğu boyunca sahip olduğu dünya GSYH’nın %30’luk oranı düzeyine olasılıkla erişemeyecektir. Bazı tahminler bu on yılın sonuna kadar Amerika’nın hala dünya GSYH’nın %20’sine sahip olacağını, 2020’ye kadar belki %10-15’e gerileyeceğini, öte yandan diğer güçlerin (Avrupa, Çin, Japonya) göreli paylarını az çok Amerika’nın düzeyine getireceklerini öngörüyorlar. Fakat Amerika’nın bu yüzyıl boyunca elde ettiği türden tek bir varlık tarafından yürütülen küresel ekonomik önderlik olası değildir ve bunun açıkça geniş çaplı askeri ve siyasal sonuçları mevcuttur.
59. Dahası, Amerikan toplumunun çok uluslu ve istisnai karakteri, Amerika için egemenliğini, sıkı bir biçimde ulusalmış gibi göstermeksizin evrenselleştirmeyi kolaylaştırırdı. Örneğin Çin’in bir küresel öncelik arama gayreti kaçınılmaz olarak başkaları tarafından bir ulusal egemenliğin zorlanması girişimi olarak algılanacaktır. Çok basitçe belirtmek için, herkes bir Amerikalı olabilir, fakat yalnızca bir Çinli Çinli olabilir ve bu da her türlü, özünde ulusal olan küresel egemenliğin yoluna ek ve önemli bir engel koymaktadır.
60. Bu nedenle, bir kez Amerikan liderliği kuvvetten düşmeye başladığı zaman Amerika’nın mevcut küresel önderliği olasılıkla başka hiçbir tek devlet tarafından tekrarlanmayacaktır. Dolayısıyla gelecek için anahtar soru şudur: “Önceliğinin kalıcı mirası olarak Amerika dünyaya ne bırakacaktır?”
61. Yanıt kısmen bu önceliğin ne kadar süreceğine ve Amerika’nın, zaman içinde daha biçimsel olarak kurumlaştırılabilecek bir kilit güç ortaklıkları çerçevesine ne kadar enerjik biçimde oluşturabileceğine bağlıdır. Gerçekte Amerika’nın küresel gücünü yapıcı biçimde kullanımının tarihsel fırsat penceresi hem iç, hem de dış nedenlerden dolayı göreli kısa olabilir. Gerçekten popülist bir demokrasi şimdiye kadar hiç uluslararası üstünlük kazanmadı. Güç arayışı ve böylesi bir gücün sıkça gerektirdiği özellikle ekonomik giderler ve insani fedakarlıklar, genellikle demokratik içgüdülerle uyum göstermezler. Demokratikleşme yayılmacı hareketlenmeye düşmandır.
62. Gerçekten de geleceğe yönelik kritik belirsizlik, Amerika’nın, gücünü kullanmakta yeteneksiz ya da isteksiz ilk süper güç olup olmayacağı olabilir. İktidarsız bir küresel güç olabilir mi? Kamuoyu araştırmaları göstermektedir ki Amerikalıların yalnızca küçük bir azınlığı (%13) “ABD’nin tek süper güç olarak uluslararası sorunları çözmekte önder dünya lideri olmaya devam etmelidir” önerisini desteklemektedirler. Ezici bir çoğunluk (%74) Amerika’nın “uluslararası sorunları çözme çabalarında haklı payını diğer ülkelerle birlikte yerine getirmelidir” demektedir.
63. Kısacası, ABD’nin politika hedefi mazeretsiz biçimde iki yönlü olmalıdır: Amerika’nın kendi hakim pozisyonunu en azından bir kuşak daha ve tercih edileceği üzere daha da uzun sürdürmek; ve sosyal siyasal değişimin kaçınılmaz şok ve gerilimlerini emecek bir jeopolitik çerçeve yaratırken, bir yandan da, barışçıl küresel yönetimin ortak sorumluluğunun jeopolitik çekirdeğine doğru evrimleşmek, Amerika’nın teşvik ettiği ve hakemliğini yaptığı, kilit önemdeki Avrasyalı ortaklarla aşamalı olarak genişleyen bir işbirliğinin uzatılmış dönemi, mevcut ve giderek çağdışı kalan BM yapılarının nihai iyileştirilmesinin şartlarının beslenmesine de yardım edebilir. Sorumluluk ve ayrıcalıkların bir yeni dağılımı o zaman, küresel gücün 1945’tekilerden esaslı biçimde farklı olan değişmiş gerçekliklerini hesaba katabilir.