ÇOCUK EĞİTİMİNE KATKIDA BULUNABİLECEK BİLGİLER
1. Bugüne dek, bir insanın bir başka insana herhangi bir şey öğretmiş olduğuna inanmıyorum. Öğretme uğraşının yararından kuşkuluyum. Bildiğim tek şey, öğrenme isteği duyan kişinin öğreneceğidir.
2. Çünkü eğitimin özü, belki de, beyinlere bilgi yığmak değil, bireyin kendi benzerliğini anlamasına yardımcı olup bunu nasıl geliştireceğini öğretmek ve sonra başkalarıyla nasıl paylaşacağını göstermektir.
3. İşte bunun için de, hepimiz yalnızlıktan ölüyoruz. Bir insanın bize gereksinme duyması ne güzeldir! Gereksinme duymak, birisine "Gereksinmem var" diyebilmek ne büyük mutluluktur! İnsan gelişmesi, yeter derecede anne bakımını gerektirir. İnsanlar arasında böyle bir ilişki yoksunluğunun, bireyin gelişmesinde çok şiddetli etkileri olabilir. Birçok yazar, annesizliğin çocuğun ileriki yıllarda normal olarak gelişememesine yol açması dolayısıyla bundan zarar gördüğünü ileri sürmüşlerdir.
4. Rene Spitz, bir kimsesizler yurdunda yaşayan bebeklerle hapishanedeki çocuk odasında büyüyen bebekleri karşılaştırdı. Kimsesizler yurdunda fiziksel bakımın iyi olmasına rağmen, bebeklerin yetişkinlerle sıkı temas olanakları yoktu. Bununla birlikte hapishanenin çocuk odasındaki bebeklerin anneleriyle günlük görüşme saatleri vardı. Kimsesizler yurdundaki bebekler birçok duygusal rahatsızlıklar, bunalım ifadeleri, gerçek fiziksel bozukluklar ve hatta bazen ölümle sonuçlanan durumlar göstermişlerdir. Spitz, bu olumsuz gelişmelerin nedenin anne sevgisinden yoksunluk olduğuna inanmıştır.”
5. Beş yaşında çocuk, kendisiyle ve dünyası ile evde olmak ister. Altı yaşında daha ele avuca sığmaz, her şeyi isteyen ve atılgan bir duruma gelir. Altı yaş geçiş yaşı olarak görülür. Süt dişi çıkar. İlk sürekli azı dişi görülür. Genellikle artan bir biçimde bulaşıcı hastalıklara karşı bir alınganlık vardır. Sekizinci yaşta, beşince yaştan daha fazla korku vardır. Vahşi hayvanlardan ya da gök gürültüsü, şimşeklerden oluşan korkulu rüyalar görebilir. Karanlıktan ve yatağının altında gizlenen bir adam olduğunu sanarak korkabilir. Annesinin öleceğinden korkabilir. Dokuzuncu yaşta durgunlaşır. Bu yaşta daha durgun ve kendisine yöneliktir. Daha çok içine kapalı görünür ve öykü, radyo dinlemeyi, TV izlemeyi sever.
6. KUNDAKLAMA
Geleneksel türde kundakla büyüyen çocuğun gözlerinin, bakışlarının, kundaksızlara oranla daha anlamlı olabileceği varsayımı ayrıca araştırılması gereken bir husustur. Kuşkusuz eli kolu, ayakları kundak içinde sarılı çocuk, isteklerini gözleriyle belirtir. Her şeyi gözleriyle algılayan çocuğun gözle anlatım yeteneği gelişip, bakışları oldukça anlamlı duruma gelebilir. Kundak geleneği bizim kültürümüzde de vardır. Bu bakımdan Türk kültüründe de aynı hususlar geçerli olabilir. İleriki yaşlarda aile içinde üyelerle ilişkilerde gözlerle anlaşma biçimleri toplumumuzda çok yaygın bir uygulamadır. Bu bakımdan gözlerle iletişim kurarak anlaşma becerisi belki de çok küçük yaşlarda elde edilmiş olabilir. Antropolog Gorer, Rus kişiliği üzerindeki araştırmalarında, onlardaki kundaklama konusuna da değinmiştir. Ona göre Rus halkının güçlü bir lidere boyun eğmesi, çocukluk çağında kundaklanmış olmasına bağlıdır. Gorer, Rus karakterinde, “Bağlanmayı kabul edersem, süt alırım” temasının esas olduğunu vurguluyor.
Özetle, bazı araştırıcılara göre, kundaklama ile çocuğun hareket serbestliği önlenmektedir. Böylece, açık bir engellemeye yol açmaktadır. Bu durum, saldırganlık dürtülerinin gizli bir biçimde birikmesine ve aşırı bağımlılığa neden olmaktadır.
Bizim kültürümüzde, çocuğun ilkel dönemde toplumsal ve doğal çevre tarafından doyurulamayışı, bir yandan agresif dürtülerin artmasına, öte yandan da onun kendi benliğine ve çevresine karşı bir güvensizlik tutumu geliştirmesine yol açmaktadır. Özetle, bir yandan çocuğun bağımsız ve girişken duruma gelmemesi, öte yandan da sürekli olarak biriken agresif dürtülerini bastırmak zorunda bırakılması, kırsal kesim çocuk yetiştirmesinin özünü oluşturur.
8. ÇOCUK YETİŞTİRME BİÇİMİMİZİN GENEL GÖRÜNÜMÜ :
Okul öncesinde geniş bir davranış serbestliğine sahip çocuk, aklı ermeye başlayınca baskı altına girer. Uslu, sakin, fazla konuşmayan özellikler kazandırılır. Baba, genellikle, sert, az konuşan, sevgisini belli etmeyen bir tiptir. Anne, şefkatli, sessiz, fedakar ve silik bir kadındır. Babaya karşı çocuğun koruyucusu ve dert ortağıdır. Erkek çocuk, büyüdükçe anneye ve kız kardeşlerine hükmetmeye başlar. İlk yaşlarda uslu ve sessiz olması ödüllendirilen çocuk, büyüdükçe girişken ve atılgan olmaya yönlendirilir. Kültürümüzde kadının edilgen olması ve duygularını mümkün olduğu kadar gizlemesi gerekir. Cinsel yaşamına ilişkin baskı ve engellemeler çok erken yaşlarda başlar. Bu koşullara karşı koyması, olumsuz duygularını belirtmemesi istenir.
Böyle bir ortamda annenin çocuğa şefkat, sevgi ve güven duygusu gibi ruhsal gereksinimleri yeterince veremeyeceği bir gerçektir. Annenin çocukla ilişkisi çelişik duygular içindedir. Bir yanda çocuğu sever, şefkat gösterir, diğer yandan, toplumsal baskı ve engellemeler, kocalara karşı hayal kırıklığı ve olumsuz duygularının yarattığı saldırgan dürtüleri çocuğa yöneltir. Çocuğu, bu zor yaşama katlanmaya zorlayan suçlu bir kişi olarak da görebilir. Ayrıca doyumsuzluk ve hayal kırıklıklarını çocuğun varlığı ve ona aşırı bağlılık ile gidermeye çalışır. Böylece çocuğa çok düşkün ve aşırı koruyucu duruma gelir. Bu durum ise çocuğun hem güven, hem de bağımsızlık kazanmasını engellemektedir.
Baba otoritesi karşısında anne, kişiliği silik kalmış ve bastırılmıştır, otonomi ve bağımsızlığı yoktur. Anne, çocukları ile bağımlı olarak bir ortak yaşam içindedir. Bu nedenle çocukların kişilik gelişmesine yardımcı olamaz. Fakat annenin bu zayıf ve silik kişiliği, aydın ailelerde de görülmekle birlikte, kent ortamında kadının eğitimi ve çalışma yaşamına girmesiyle değişmekte olup, çocuk eğitiminde daha etken duruma gelmektedir. Fakat genel olarak sert ve baskılı bir kişiliğe sahip bir baba ile, görünümde şefkatli ve koruyucu olan, fakat gerçekte çocuklarıyla ortak bağımlı bir yaşam sürdüren anne, aile ilişkilerimizin egemen özellikleridirler.
Çocuk eğitiminde baba, söz sahibidir. Baba, otorite kaynağı olarak çocukları cezalandırır. Çocuğun eğitiminde dayak ve küfür ön plandadır. Çocuğa ceza vermek babanın görevleri arasında yer alır. Çocuk terbiyesinde dayak ve küfür, onu ödüllendirmek kadar doğal sayılır.
Yetişkinlik, genellikle gençlik döneminin bittiği 25 yaştan sonra başlar, ikiye ayrılır. Orta yaşlılığın ilk dönemi 45 yaşına kadar sürer. İkinci dönem 45 den sonra başlar ve 65’e kadar (yaşlılık dönemi) devam eder.
Türk kişiliğinde güçlü bir seksüellik özelliği görülmektedir. Bunun kökenleri ve nedenlerini Prof. Öztürk, bir incelemesinde şöyle belirtiyor. Anadolu’da kız ve erkek çocuklara yönelen toplumsal tutumlar, çocuğun cinsel benlik duygusunun ayrılmasında ve cinsel rol benimsemenin erken ve hızla gelişmesinde önemli etken olmaktadır. Daha anne memesindeyken, hatta doğumdan önce bile, erkek ve kız çocuklara tutumlar arasında kesim ayırmaların ve kayırmaların bulunuşu, erkek-kız çocukları arasındaki cinsel ayrılıkların keşfine ve bu ayrılıkların anlamını kavramaya çocuğu hızla itmektedir...
Fallik dönemde, çocuk, penisinin önemini artık iyice kavradığı gibi Fallusun üstünlüğünü yalnızca biyolojik yönden değil, toplumun tutumlarından da anlamaktadır. Bu yüzden, cinsel organlara doğru tecessüsün canlanması, onların uyarılması, penisin üstünlüğü ve penise imrenme duygularının güçlenmesi bakımından uygun bir toplumsal ortamla karşı karşıyayız.
Cinsel rollerin erken ayrılışması cinsel yönelimlerin de erken ve güçle ayrılaşmasına ve bununla birlikte bu yönelimlerin doğurabileceği tehlikelerin ve yasakların da aşırı algılanmasına yol açacaktır. Türk kişiliğinde agressivite ile cinsel dürtünün birbirinden kesin olarak ayrılmadığını, genellikle ikisinin ortak bir görünüm içinde olduklarını söyleyebiliriz.
Özellikle geleneksel kesimde çocuklar, oyun çağına girince, bir tehdit veya şaka olarak penisin kesileceğine değin sözlerle karşılaşmaktadırlar. Örneğin çocuğun küfür, aşırı hareketlilik, girişkenlik, saldırganlık, kavgacılık, saygısızlık, söz dinlememe, teşhircilik gibi yaramazlık hallerinde “Çükünü keserim haa” tehdidi savrulur. Bu durum çocuğun psikolojisini etkilemekte, penise aşırı değer ve önem verme, aşırı erkeklik davranışlarına yol açmaktadır. İğdiş etme tehditlerinin en somut ve gerçekleşmiş belgesi sünnettir. Sünnete verilen değer ve anlam, dinsel bir gelenek olmasından başka, toplumumuzda erkek benliğinin, özellikle cinsel yönden tamamlanması için gereksinim olarak hissedilmesidir.
Aziz Nesin, bir monografisinde bu hususta şöyle söylüyor.
Bir Kadın Karşısında:
Fransız Göz kırpar
İngiliz Selam verir
İtalyan Dudaklarını uzatır
Alman Esas duruşa geçer
Amerikan Hesap yapar
Türk Sansüre tabidir
9. Baba sevgisi anne sevgisi gibi denetimimiz dışında değildir. Altı yaşından sonra çocuk babanın sevgisine, onun üstünlüğüne ve önderliğine gereksinme duymaya başlar.
10. Anne çocuğunda kendini aşar, çocuğuna duyduğu sevgi, onun yaşamına anlam ve değer
katar. (Erkeklerde, kendini aşma gereksinmesi çocuk doğurarak karşılanmadığından, kendini insanca yapıtlar ve fikirler ortaya koyarak aşma yolunda güçlü bir istek vardır.)
11. Fiziksel olarak iç dengeye ihtiyaç duyarız. Bebekler için hayat, fiziksel zevkler ve ihtiyaçlarla açlık, susuzluk, sıcaklık, soğukluk, rahat - sınırlıdır. Herhangi bir huzursuzlukları olduğunda, birisi onlarla ilgilenip rahatlatana dek ağlarlar. Artık bir sonraki ihtiyaçları belirene kadar keyifli ve dengelidirler. Şimdilik hayat güzeldir, sevildiklerini ve güvende olduklarını hissedeler.
Kimi zaman, çocuk çeşitli nedenlerle yeterli bakımı alamaz, ihtiyaçları karşılanmamış olur, rahatsızlığı artar. Anne baba, çocuk her ihtiyaç duyduğunda yanında olmayabilir. Bazen de çocuk anne babadan ayrı düşebilir ve yabacılar tarafından bakılabilir. Bebekler ihtiyaçları karşılanmazsa öleceklerini içgüdüsel olarak bilirler.
Bu tür korkulu anlar hafızamızda kayıtlıdır. Bir daha asla aynı acizliği ve paniği yaşamak istemeyiz. Yetişkinlerde bilinçsizce de olsa - bazı gereksinimleri karşılanmadığı takdirde acı çekeceklerini hatta öleceklerini düşünebilirler. Birisi tarafından reddedildiğinde ya da terk edildiğinde korku ve panik hali kendini gösterebilir.
Maalesef çoğumuz acıyı inkar etmeyi ya da problem - çözümleme seçeneklerimizi sınırlamayı öğrenmiş bulunuyoruz. Bu yüzden gerekli önlemleri alamıyor ve aradığımız rahatlamaya kavuşamıyoruz. Mantığımızı ön plana geçirmek yerine, içimizdeki çocuğun yöntemleriyle paniğe ve kendimizi "bir bütün" hissettirmeleri ve iç dengemizi bulmamıza yardım etmeleri için başkalarına sarılıp, onlara adeta yalvarıyoruz.
12. Maslow'un insan ihtiyaçları piramidi aşağıdaki gibidir.
___ KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME
_____________ ONUR
________________________ AİT OLMA
_________________________________ GÜVENLİK
_____________________________________________ HAYATTA KALMA
Aşağıdaki özellikler, kendini gerçekleştirme noktasına yaklaşmış kişilerde görülür:
· Gerçeği kabul eder, kendini, diğer insanları ve dünyayı olduğu gibi kabul eder.
· Doğal ve içtendir, dikkatini kendinden çok, sorunları çözmeye yoğunlaştırmıştır.
· Her an birileriyle birlikte olma gereksiniminde değildir ve özel hayatına önem verir.
· Bağımsızdır ve kendi sorumluluğunu yüklenmiştir, kendi fikirleri vardır, alışılmış kalıplarla sınırlanamaz.
· Dini nitelik taşımamakla birlikte, bu kişilerin çoğu derin mistik ve manevi tatlara ulaşmışlardır.
· İnsanlara bağlıdır, dostlarının sayısı çok değildir ama bunlarla yaşadıkları ilişkiler yüzeysellikten uzak, derin bir duygusallık taşır.
· Araçlarla-amaçları ve davranışları demokrattır.
· Sebeplerle sonuçları birbirine karıştırmaz.
· Mizah anlayışları kırıcı değil, felsefidir.
· Kültüre uymayı reddeder, içinde bulunduğu şartlarla uğraşmak yerine onları aşar.
13. Çocuk sevgisi sandığımız gibi bol ve masum değildir. Onların sevgisi benmerkezcidir, yaşamlarını sürdürebilmek, acı ve korkulardan korunmak amacıyla severler.
14. Çocukça sevgi "Sevildiğim için seviyorum" prensibiyle işlerken, olgun sevgi "Sevdiğim için seviliyorum" görüşündedir. Olgunlaşmış sevgi "Seni, sana ihtiyacım olduğu için seviyorum." der. Bağımlı ilişkiler yaşayanlarda aşağıdaki özellikler gözlenir:
· Kendilerini tükenmiş hissederler, benlik sınırları net değildir.
· Sado-mazoşist davranışlar sergilerler.
· Olayları akışına bırakmaktan korkarlar, riskten, değişiklikten ve bilinmeyenden korkarlar.
· Bireysel gelişimleri kısıtlıdır, gerçek anlamda kimseyle yakınlık kuramazlar.
· Psikolojik oyunlar oynarlar, ancak karşılık almak üzere verirler.
· Karşılarındakini değiştirmeye çalışırlar,
· Kendilerini bir bütün hissedebilmeleri için birine ihtiyaçları vardır.
· Çözümleri kendileri dışında aralarlar.
· Koşulsuz sevilmeyi ister ve beklerler, bağlanmayı reddederler.
· Başkaları tarafından onaylanıp değer verilmeyi isterler.
· Terk edilmekten korkarlar, eski, kötü hisleri tekrar tekrar yaşarlar.
· Yakınlığı hem isterler hem de ondan korkarlar.
· Diğer insanların duyguları üzerinde güçleri olduğuna inanırlar, güç oyunları oynarlar.
15. Güç için verdiğimiz savaş, biz yaklaşık iki yaşlarındayken, anne babalarımızın dünyanın merkezinin artık biz olmadığımızı söylemeleri ve "büyüklere" rekabetin gerekli hale gelmesiyle başlar. İşbirliği yapmazsak ya cezalandırılır ya da dışlanırız. Bu durumdaki çocuğun üç seçeneği vardır: karşı koyabilir, olduğu gibi kabul edebilir ya da işbirliği yapar.
Karşı koyan "Hayır, senin yapmak istediğini yapmak istemiyorum ve bana zorla hiçbir şey yaptıramazsın" der ve kendi yolunda gidebilmek için mücadele eder. Hepimiz, söz dinlemeyip ve hırçınlık nöbetleri geçirmek suretiyle anne babalarını etkisiz hale getirip, onları diledikleri gibi idare eden çocuklar görmüşüzdür.
Her şeyi olduğu gibi kabullenenler, çoğu zaman onları etkisiz kılacak derecede kontrol ve baskı altında tutan anne babalara sahip çocuklardır. Kendilerini yok olmuş hissederler, özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Bu çocuklar davranışları ve seçme özgürlükleri yönlendirileceği yerde bastırılmış olduğundan, hem üzüntü hem de korku içindedirler. Çözüm olarak kendilerini ortama uydurup, öfkelerini gizlerler.
İşbirliğine heveslendirilen ve diğer insanlarında gereksinimleri olduğunu anlamaya yönlendirilen çocuklar için ise, büyüme süreci zevklidir. Sağlıklı sevginin temeli olan gücü paylaşmak ve vermek, onlar için hayatın normal bir yanıdır.
Gerçekte ne bizim onları, ne de onların bizi emirler, tehditler, minik rüşvetler ya da cezalar yoluyla etkisiz kılmalarına gerek yoktur. Hem anne-babalar, hem de çocuklar kendi alanlarında güçlü olabilirler ve bu gücü paylaşmak yoluyla aralarında iletişim, destek ve sevgi köprüleri kurabilirler. Doğal gelişim bunu gerektirir
Öyle görünüyor ki çocukluğun verdiği, her şeye gücünün yetebileceği düşüncesinden bu gücü paylaşmaya geçiş, hem çocukluğumuz, hem gençliğimiz, hem de yetişkinliğimizde bizi zorlayan bir süreçtir. Gücün kullanımında yaşanan karışıklıklar, sağlıksız ve huzursuz ilişkilerde kendini açıkça gösterir.
Yetişkin ilişkilerini baltalayan bu güç oyunlarının belli başlıları nelerdir?
· Öğüt verir, fakat kabul etmez, yardım ve sevgi istemekte zorlanır.
· Emir vericidir; çevresindekilerden beklenti ve talepleri çoktur.
· Karşısındakinin gücünü ve kendine olan sevgisini azaltmaya çalışır.
· Yargılayıcıdır, karşısındakinin başarısını engeller, hata arar, cezalandırır.
· Karşısındakinden taleplerde bulunur, ama ona istediklerini vermez.
· Söz verir ama tutmaz; insanların ona güvenmesini sağlar, sonra onlara ihanet eder.
· Aşırı koruma ve ilgi gösterir.
· Taraflardan biri diğerinden üstünmüş havası yaratan, himayekar, yukarıdan bakar bir tutum izler; adeta korku salar.
· Karşısındaki adına karar verir, bu yolla onun sorun çözme yeteneğini azaltır.
· İzlediği tutumla karşısındakini "asla kazanamayacağı" bir duruma sokar.
· Karşısındakini değiştirmeye çalışır. (Ama kendisi değişikliğe kapalıdır.)
· Karşısındakine en hassas olduğu an saldırır.
· Bağımlılık karşıtı bir durum sergiler, "Sana ihtiyacım yok" mesajı verir.
· Kabadayıvari davranışları vardır; rüşvete ve tehdide başvurur.
· Serttir, esirgeyicidir ve kendi haklılığından emindir.
· Karşılarındakini sözle ve hareketle taciz eder.
· Kavgacıdır ve bunu kararlı olmasına bağlar.
· Daima kazanmak ve haklı çıkmak ihtiyacı içindedir.
· Kendi bildiği yolda gitmekte inat eder, hatalarını kabul etmek ve özür dilemekte zorlanır.
· Sorulara dolaylı, kaçamak cevap verir.
· Yukarıda sıralanan davranışların her birini savunur.
16. Kendini güçlü hissedebilmek için, karşısındakini ezip kontrol edebilmelidir. Aslında böyle bir kişinin bilinçaltı şöyle söylenmektedir: "Güçsüz olmaktan korkuyorum, kendimi güçlü hissedebilmek için birilerini kontrol altında bulundurmalıyım." Bu hatalı inanışa göre, kişisel gücümüz bir başkasının elindedir ve ancak o kişiyi kontrolümüz altında tuttuğumuz sürece gücümüz ve güvenliğimiz sağlanmış olur.
17. Hiçbirimizin çocukluktaki gereksinimleri tam olarak karşılanmış olamaz. Anne babalarımız da insandı ve kimi zaman eksik ya da hatalı davranışları oldu. Bu eksiklikler için onları suçlamaya başladığımızda veya eksikliği başkalarıyla kapamaya çalıştığımızda, bizim zayıflıklarımız halini alırlar.
18. Korku ile yüzleşme arzusuna cesaret denir.
19. Birçok anne ve baba, hizaya sokmakta en çok zorlandıkları çocuklarını, daha çok takdir ettiklerini bana defalarca itiraf etti.
20. Seni sömürmek isteyen, konuyu senin geçmişte yaptıklarına getirdiği sürece istediğini elde edemezsin.
21. Aşağıda geçmişe yönelik yedi cümle var. Bunlar insanları cezalarına gönüllü katlanmaya razı etmek için kullanılan çeşitli yöntemlerden bazılarıdır.
¨ Niye böyle yaptın?
¨ Önce bana sorsaydın
¨ Ama biz hep böyle yaparız.!
¨ O zaman böyle demiyordun ama....
¨ Keşke şöyle yapmasaydım.
¨ Normaldir, olur böyle şeyler.
¨ Kimin hatası?
22. Bireylerin dünyasında kıyaslamak anlamsız bir aktivitedir.
23. İnsanlar gerekli cevapları içlerinden bulup çıkartamadıklarında ise hazır sunulmuş standarda başvururlar; başkaları ile kıyas. Herkes bundan memnundur çünkü herkesi hizada tutar.
24. Aşağıda dikkati başkalarına çekerek sömürme amacı ile sık kullanılan cümlelerden bazılarını sıraladım. Kendin veya başkaları tarafından seni hedeflerinden alıkoymak için kullanılan bu sözlere karşı uyanık ol..
¨ Sen, neden ...... gibi olamıyorsun?
¨ Senden başka şikayet eden yok!
¨ Dünyada herkes senin gibi yapsaydı...!
¨ Elindekiyle yetinmelisin.
¨ Olay çıkartma! Beni yerin dibine sokuyorsun.
¨ Neden kardeşlerin gibi olamıyorsun?
¨ Onlar böyle istiyorlar. Buna izin vermezler. Onlar şöyle yaparlar.vb.
¨ Bu bir Tanrı buyruğudur.
25. İnsanlar evliliklerinde ve aile yaşamında kendilerini özgür hissetmiyorlar, çünkü genelde devamlı kendilerini ispatlama zorunluluğu veya daima anlaşılmama korkusu duyuyorlar. Bu iki faktörü ortadan kaldırmak mümkün olsaydı, boşanma ile neticelenen birçok evlilik kurtarılabilirdi.
26. İnsanlar sana, senin onlara öğrettiğin gibi davranırlar.
27. Seni inciten başkalarının davranışları değil, onların hareketlerini nasıl algılayacağına dair senin verdiğin kararlardır. İncinme hakkında beklenti ve davranışlarını değiştirdiğin zaman kısa sürede göreceksin ki, artık kullanılmıyor ve sömürülmüyorsun.
28. Çocuklar yalnız kaldıklarında anlaşmazlıklarını çözmekte mükemmeldirler ve nadiren hakeme ihtiyaç duyarlar. Yeter ki ilgiye veya hakemin sağlayabileceği avantaja gereksinim duymasınlar. İşlerine karışmayıp hakemliğe heveslenmezsen onların düşünme yeteneklerini geliştirmeyi, kendi imkanlarıyla yetinmeyi ve başkalarını sömürmeden yaşamayı öğrenmelerine yardımcı olursun.
29. Katlanmanın bittiği yerde eşitlik başlar.
30. Evdekilerden herhangi biri kendi sorumluluklarını üstüne yıktığında, şikayet ediyor ama yine de üstleniyorsan unutma böyle davranmayı o kişiye sen öğrettin.
31. Başkalarına şikayetsiz yapacağını öğretirsen bunlar otomatikman ölene kadar senin sorumluluğun haline gelirler.
32. Dayak yeme ya da odaya gönderilme pahasına olsa bile çocuklar anne babalarını öfkelendirme konusunda birer uzmandırlar. Bunu da o anda ilgi odağı olabilmek için yaparlar.
33. İnsan, içerisinde yeterli olma, başarılı olma veya “üstün olma” gibi bir duyguyla dünyaya gelmiştir.
34. Kusurlu olarak dünyaya gelmiş olan çocukların, insan toplumunun değişmez yasalarını iyice kavrayamamalarını anlamak güç değildir. Bu gibi çocuklar, karşılarına çıkan fırsatlara güvensizlik ve kuşku ile bakarlar; toplumdan ayrılmak, yalnız başlarına yaşamak ve görevlerinden kaçmak eğilimini gösterirler. Hayatın düşmanlığını olağanüstü keskin bir biçimde hissederler ve fark etmeksizin bu duygularını abartırlar. Hayatın parlak yanlarından çok, acı yanlarını görürler; çoğu zaman her ikisine de gerektiğinden çok önem verirler ve bu yüzden hayatları boyunca kavgacı bir tavır takınırlar. Kendilerine olağanüstü bir dikkat gösterilsin isterler ve şüphesiz başkalarından çok kendilerini düşünürler. Hayatın gerekli yükümlülüklerini bir uyarım olarak görecek yerde, güçlük olarak görürler.
Çok geçmeden kendileri ile çevreleri arasında, başkalarına karşı duydukları düşmanlık yüzünden hiç durmadan genişleyen bir uçurum yaratılmış olur. Artık her yaşantıyı aşırı bir sakınganlıkla (ihtiyatla) karşılarlar, gerçekten ve her türlü ilişki kurma imkânından gitgide el çekerler, kendilerine hiç durmadan yeni güçlükler çıkarmaktan başka bir şey yapamaz hale gelirler. Ana-babaların çocuklarına gösterdikleri tabiî sevgi uygun bir derecede olmadığı zaman da buna benzer güçlükler ortaya çıkabilir. Bu güçlükler, çocuğun gelişmesi bakımından ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Çocuğun tavrı öyle belirgin, öyle değişmez bir şekil alır ki, çocuk hiçbir zaman sevgi nedir bilmediği gibi, sevgiden gerektiği şekilde yararlanmak imkanı da bulamaz; çünkü sevme içgüdüleri hiçbir zaman gelişemez. Sevgi duygusunun yeterince gelişmemiş olduğu bir aile içersinde büyüyen bir çocuğun herhangi bir şekilde sevgi göstermesini sağlamak güç bir iş olacaktır. Çocuğun hayatta ki bütün tavrı, her türlü sevgiden kaçma ve uzaklaşma davranışı hâlini alacaktır.
Çocuklarına zararlı bir ilke aşılayarak sevginin yakışık almayan, gülünç, kadınca bir duygu olduğunu öğreten düşüncesiz ana-babalar, eğiticiler ve başka yetişkinler de aynı sonuca ulaşacaklardır. Bir çocuğa sevginin gülünç bir şey olduğunu öğretmeye kalkma gibi davranışa seyrek olarak rastlamıyoruz. Bu genellikle, sık sık gülünç bir durumda bırakılmış olan çocuklarda görülen bir olgudur. Bu gibi çocuklar başkalarına sevgi gösterme eğilimlerinin gülünç ve kadınca bir şey olduğunu sandıkları için, heyecanlarını ve duygularını belli etmekten gerçekten ürkerler.
Tabiì bir sevgiyi, kendilerini küçülten ve köle haline getiren bir şey olarak görürler ve ona savaş açarlar. Böylece, sevgi hayatının sınırları ilk çocukluk yıllarında belirlenir. Her türlü sevginin engellendiği ve baskı altına alındığı sert bir eğitimden sonra, çocuk kendisini kuşatan çevreden çekilir ve ruhunun gelişmesi için son derece önemli olan ilişkileri yavaş yavaş sona erer. Bazen çevredeki tek bir kişi bir uzlaşma imkânı sunabilir; bu durumda çocuk o kimseye son derece derin bir şekilde bağlanır. Yalnızca tek bir kişiye yönelik sosyal ilişkiler içerisinde büyüyen insanların sosyal eğilimlerinin hiçbir zaman birden fazla insanı kapsayacak şekilde genişleyememesi buradan ileri gelmektedir. Annesinin yalnız küçük kardeşine şefkat gösterdiğini fark ettiği zaman kendini ihmal edilmiş olarak gören ve bu yüzden ilk çocukluğunda bulamadığı sevgiyi daha sonraki hayatında bulmaya çalışarak hayatı boyunca oradan oraya sürüklenen çocuğun durumu, böyle bir insanın hayatta ne gibi güçlüklerle karşılaşabileceğini gösteren bir örnektir. Bu gibi kimselerin eğitiminin zor şartlar altında gerçekleşebileceğini söylemeye gerek yoktur.
35. Çocuklukta rastlamış olduğu şekliyle hayvanlara eziyet etme vakaları, başka varlıklarla özdeşleşme yeteneğinin ve sosyal duygunun hemen hemen tümüyle ortadan kalkması halinde mümkündür. Böyle bir yoksunluk çocukları, insanlığa yakınlık duyan kimseler olarak, gelişmek bakımından pek az bir değeri ve önemi olan şeylere ilgi göstermeye götürür. Bu gibi çocuklar yalnızca kendilerini düşünürler ve başkalarının sevinçlerine ve kederlerine hiçbir ilgi duymaz hale gelirler.
36. Ne yazık ki, insan dediğimiz hayvan, özel güçleri olduğunu iddia eden herkesin kurbanı olacak derecede bir itaat gösterebilmektedir. Ayrıca, çok sayıda insan, herhangi bir sınama girişiminde bulunmaksızın bir otoriteyi kabul etme alışkanlığını edinmiştir. Halk, aldanmaktan hoşlanır. Akla uygun bir incelemede bulunmaksızın her türlü blöfü yutmak ister.
37. Yapabileceğinden daha çok şey istemekle, çocuğun güçsüzlüğünü ve çaresizliğini yüzüne vurmuş oluruz.
38. Çocukları bu şekilde ciddiye almamanın başka bir görünüşü de, onlara, doğru olmadığı ilk bakışta fark edilen yalanlar söyleme alışkanlığıdır; bunun sonucu olarak çocuk yalnızca yakın çevresinden şüphe etmekle kalmaz, aynı zamanda hayatın gerçekliğinden ve ciddiliğinden de şüphe eder hale gelir. Okulda hiçbir neden olmaksızın, durup dururken gülen çocuklar vardır; bu gibi çocuklar bu konuda sorguya çekildikleri zaman, okulu, tıpkı ana-babalarının yapmış oldukları şakalar gibi, ciddiye alınmaya değer bulmadıklarını söylemişlerdir.
39. Aşağılık duygusu, gerçek bir temeli olmadığı halde o derece şiddetli bir hal alabilir ki, bunun sonucu olarak çocuk dünyaya sanki gerçekten büyük bir sakatlıkla gelmiş gibi olur. Söz gelişi kritik dönemdeki çok sert bir eğitim böyle bir kötü sonuca ulaşmada rol oynayabilir. Hayatlarının ilk günlerinde bağırlarına saplanmış olan diken hiçbir zaman sökülüp atılamaz ve yaşantılarının o soğuk havası, onları kendi çevrelerinde bulunan insanlara yaklaşmaktan alıkoyar. Böylece sevgi ve şefkatten yoksun bir dünya içerisinde bulunduklarına inanırlar ve bu dünya ile ilişki kurabilecek hiçbir ortak nota bulamazlar.
40. Bu insanın hayat hikayesinden aşağıdaki olguları öğreniyoruz: On yedi yaşına gelinceye kadar beden bakımından hemen hiç gelişmemişti. Sesi küçük bir çocuğun sesi gibiydi, bedeninde ve yüzünde tüy yoktu ve okulun en ufak çocukları arasındaydı. Bugün otuz altı yaşındadır. Dış görünüşünde tam anlamıyla erkekçe olmayan hiçbir şey yoktur; tabiat, açığını kapatmış ve o on yedi yaşında iken henüz yapmamış olduğu şeyleri tam olarak gerçekleştirmiştir. Ama o, sekiz yıl boyunca gelişememe durumundan ötürü acı çekmiş ve o sıralarda tabiatın bu anormalliği giderebileceğine hiçbir şekilde güvenememiştir. Bütün bu dönem boyunca, her zaman bir çocuk olarak kalacağını düşünerek üzülüp durmuştur.
41. Evlendikten sonra karısına hiç durmadan onun sandığından çok daha büyük ve çok daha önemli bir insan olduğunu göstermeye çalışmış, karısı ise her zaman kocasına kendi değeri ile ilgili iddiaların temelsiz olduğunu kanıtlamaya uğraşmıştır. Bu şartlar altında, daha nişanlılık döneminde bile bozulma belirtileri gösteren evlilikleri, iyi bir yönde gelişememiş ve sonunda sosyal bir problem halini almıştır. Hastamız bu sıralarda doktora başvurmuştur; çünkü evliliğinin bozulması, zaten sallantılı bir durumda bulunan kendine verdiği değeri büsbütün sarsmıştır. İyileşebilmek için, ilk olarak doktordan insan tabiatını nasıl tanıyabileceğini, hayatta işlemiş olduğu hatayı nasıl değerlendirebileceğini öğrenmek zorunda kalmıştır ve bu hata, yani kendi aşağı durumunu hatalı bir biçimde değerlendirmiş olması, tedavi edildiği zamana gelinceye kadar onun bütün hayatını etkilemiştir.
42. Okuldaki ve evdeki davranışları kesinlikle karşıt olan çocuklar olduğu gibi, karakter özellikleri gerçek karakterlerini anlamaya imkan vermeyecek kadar çelişken gözüken yetişkinler de vardır.
43. Bütün insan davranışının bir gayeye ulaşmak için gösterilen çabaya dayandığını, yani başlangıç noktaları ile olduğu kadar gayeleri ile de şartlandırılmış bulunduğunu sonunda kavrayabildiğimiz zaman, en büyük hataların nereden ileri gelebileceğini de anlamış oluruz.
44. Çünkü kardeşine kendisinin hiçbir zaman görmediği kadar iyi davranılmıştır. Bu eksikliği telafi edebilmek çabası içerisinde, her zaman işin altından kalkamıyormuş gibi bir tavır takınmak zorunda kalmıştır. Burada, karşımızda, birtakım yumuşak araçlara başvurarak üstün bir rol oynamaya çalışan bir insan vardır.
45. Her peri masalı, insanlığın mutlu bir gelecek umudunu hiçbir zaman yitirmemiş olduğunu dile getirmektedir.
46. Oyundan ve oynamaktan kaçan çocuklar, büyük bir olasılıkla hayata iyi uyamamışlardır. Bu gibi çocuklar kendi istekleriyle her çeşit oyundan el çekerler ya da başka çocuklarla oynama imkanını buldukları zaman genellikle onların oyunlarının tadını kaçırırlar. Böyle bir davranışın belli başlı nedenleri gurur, kendini pek beğenmeme ve bunun sonucu olarak da kendine düşen rolü kötü bir şekilde oynama korkusudur.
47. Hiç durmadan yıkama ve temizleme şeklinde ortaya çıkan bu hastalık, kadınlık rolüne karşı düşmanca bir tavır takınan ve böyle bir titizlik sayesinde kendilerini bu derece temiz olmayan kimselerden daha üstün bir hale getirmeye çalışan kadınlarda son derece sık rastlanan bir olaydır.
48. Bilinçdışı alanda, bütün bu çabaların amacı yalnızca ev halkının sabrını taşırmaktır. Bu kadının evi kadar düzensiz pek az ev vardı. Onun gayesi temizlik değil ev halkının huzurunu kaçırmaktı. Kadınlık rolü ile uzlaşmanın yalnızca görünüşte olduğu birçok durumdan söz etmek mümkündür. Hastamızın hiçbir kadın arkadaşının olmaması, hiçbir kadınla geçinememesi ve başka bir insanın kişiliğine saygı göstermemesi, ondan beklemiş olduğumuz yaşama kalıbına çok uygun gelmektedir.
49. En büyük çocuğun bu yöndeki gelişmesi herhangi bir bozukluk olmaksızın gerçekleştiği zaman, onda yasaların ve düzenin bekçisi olan bir kişinin özelliklerinin ortaya çıktığını göreceğiz. Bu gibi kimseler genellikle güçlü olmaya büyük bir değer verirler.
50. “Tek” çocukların ana-babaları genellikle görülmemiş derecede dikkatli ve tedbirli davranırlar; kendileri de hayatı büyük bir tehlike olarak görürler, bu yüzden çocuğa gerektiğinden fazla yardımcı olurlar.
51. Evren sınır koymaz; biz inançlarımızla sınırlarız kendimizi.
52. Tanrı bize korku değil; Güç, Sevgi ve kusursuz düşünen bir ruh bahşetmiştir.
53. Çoğunlukla ana babalar, çocuğun ulaşabileceğinden yüksek standartlar belirler ve çocuğun kendisini zorlamasına neden olurlar. Kekemelik genellikle aile tarafından istenen mükemmelliğin bir sonucudur; onaylanmama korkusuna dayanan utangaçlığın sonucudur.
54. Bazen çektiğimiz acılardan ana babaları, eşleri sorumlu tutma, başkalarını cezalandırma arzusudur.
55. Kendimiz hakkındaki inancımız, kaderimizi belirler. Dünya kendi değerlendirmemize göre muamele eder bize; ama daha önemlisi; yaşam yasası, sahip olabileceğimize inandığımız, kendimiz için kabullenebildiğimiz her şeyi şaşmaz bir doğrulukla bize geri verir. -ne eksik ne fazla-
56. Edison başarısızlığı kabullenmeyi reddetti. Ampulü çalıştırmak için binlerce yol denedikten sonra: “Çalıştıramamanın binlerce yolunu keşfettik” dedi.
57. Sosyalleşme süreci çerçevesinde Erikson, çocuğun gelişimini beş ana grupta toplamaktadır:
¨ Bebeklik (infancy) : Bir yaşına kadar,
¨ Çocukluk (early childhood) : İki-üç yaş,
¨ Oyun çağı (play age) : Dört-beş yaş,
¨ Okul çağı (scholl age) : Altı-oniki yaş,
¨ Ergenlik (adolesance) : Onüç yaşından başlayıp muhtemelen ondokuz
yaşına kadar devam eden dönem.
58. “Bu süreçte delikanlılık döneminin özellikleri ile karşılaşılmaktadır. Çevreyi tanımamak, hiçe saymak, otoriteye karşı gelmek, saldırgan davranışları benimsemek, kabadayılığa özenmek, aileden bağımsız ve fakat kendi seçtiği arkadaş grubuna bağımlı hareket etmek gibi kararsızlığın, güvensizliğin, yerini bulamamışlığın verdiği dengesiz hareketler delikanlılık çağını karakterize etmektedir. Antropoloji literatüründe bu durum gençlik kültürü (youth culture ya da youth sub-culture) olarak adlandırılmaktadır.
59. Bu anlamda, Aristo 2300 yıl önce gençliğin özelliklerini çok çarpıcı ve özlü biçimde anlatmıştır: ”Gençlerin istekleri pek çoktur ve bunları hemen eyleme dönüştürmek isterler. Bedensel isteklerine karşı koyamaz, özellikle cinsel isteklerine yenilirler. Çok değişkendirler, istekleri geçicidir, hasta bir insanın açlığı ve susuzluğu gibi birden parlar, birden söner. Tutkuludurlar, huysuz ve öfkelidirler. Kendilerini içtepilerine kaptırır, tutkuların kölesi olurlar. İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile katlanamazlar. Onura ve başarıya paradan çok değer verirler; çünkü paraya ihtiyaçları olmamıştır. Eli açık ve iyilikseverdirler; çünkü kötülükleri tanımamışlardır. Çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar; çünkü aldatılmamışlardır. Yüksek amaçları ve hayalleri vardır; çünkü daha hayatın sillesini yememişler, şartların sınırlayıcı etkisini öğrenmişlerdir. Gençler yanılınca çok yanılırlar. Sevgide de nefrette de aşırıya kaçarlar. Her şeyi bildiklerini sanır, onun için yanlışlarında sonuna dek direnirler.”
60. “Gençlik kültürünün diğer özelliği, düzenli olmaya ve planlamaya karşı oluşudur. Modernlik, saat ve takvimin belirlediği zaman boyutu üzerinde yaşamayı gerektirir. Saat, günlük hayatı düzene sokarken; takvim, hayat planı diye adlandırılan karmaşık süreçlerin realize edilmesini mümkün kılar. Esas itibariyle, gençlik kültürü beklemeye muhaliftir ve beklemenin karşısındadır. Düzen ve plana karşıt olan gençlik kültürü, ”işi gevşek tut”, “boş ver aldırma”, ”yarını düşünme”, ”sistem nasıl olsa çalışıyor” ve benzeri sloganlarla muhalefetini ortaya koymaktadır.”
61. “Kuşaklar arası çatışmanın genel sosyo-kültürel nedenleri olarak şu faktörler belirtilebilir: ”Teknolojik değişmelerin hayat biçimimizde yarattığı değişmeler, boş zamanların artışı, kentleşme, artan fiziksel hareketlilik, geleneksel toplulukların kayboluşu, makineleşme, bilgi patlaması, demografik açıdan gençlerin sayısının artması, gençliğin bilinçlenmesi, uzatılmış gençlik dönemi, değerlerin değişmesi.”
“Kuşaklar arası çatışmanın meydana gelmesinde, kuşaklar arasında sağlıklı ilişkilerin kurulamaması önemli etkendir. Bu anlamda, yetişkinlerin gençleri küçümsemeleri, onları yukarıdan bakmaları, sorumsuz, haylaz, asi olarak görmelerine karşılık; genç ise kendini yetişkin olarak algılamakta ve kişiliğini kabul ettirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan, gençlerin yetişkin kuşağından yargılar, kanılar, yaşama ve duygulanma biçimi yönünden farklı olmaları kuşaklar arası anlaşmazlıklara neden olmaktadır.”
“Başlıca kuşaklar arası çatışma konuları ülkemiz açısından şunlardır:
¨ Karşıt cinsle arkadaşlıkların onaylanmaması
¨ Siyasal görüş farklılıkları,
¨ Serbest zaman uğraşlarına karışmalar ve konudaki sorunlar,
¨ Arkadaşlık ilişkileri, arkadaşlara müdahaleler ve arkadaşların yetişlerce beğenilmemesi,
¨ Para, harçlık yetersizliği ve harcanma biçimleri,
¨ Geceleri sokağa çıkmanın kısıtlanması ve izinsiz çıkışlar,
¨ Sürekli ders çalışmaya zorlanma, okul sorunları (başarısızlık, devamsızlık vs.),
¨ Sürekli eleştiri, nasihat, baskılar,
¨ Gencin üstüne çok düşülmesi.
58. Çocuk büyümeye başlayınca, ona toplumun kurallarını öğretenlerden kaçmaya, bu kuralları çiğnemeye göz yumanları, hatta teşvik edenleri sevmeye başlar. Okula başlar, başarısızlığına göz yuman öğretmen, ailesi tarafından iyi olarak nitelendirilir. Üniversitenin sonuna kadar geçer not almadığı halde, durumu idare eden hocalar, iyi hocalar olarak bilinir ve sevilir. Çok daha yetenekli meslektaşları ve arkadaşları olmasına karşın, sevap işlediği, iyi bir insan olduğu söylenen biri tarafından, yıllarca insanların kaderine ve mutluluğuna etki edecek önemli bir işe yerleştirilir ve herhangi bir gerçekçi seçilime uğramadan aynı şekilde, yarım bilgisi, yerleşmemiş toplum ilkeleriyle yoğrulmuş yetkilerine dayanarak topluma hizmet (!) vermeye başlar.
Artık, iyilik yapma ve sevap işleme sırası ona gelmiştir. İyilik ve sevap olsun diye, fakir fukara olarak nitelendirilenlere devletin arazilerini gecekondu olarak peşkeş çeker; park yapılacak yerlere bina diktirir,; imara ters yapılaşmaya göz yumar; altındaki resmi arabayı, arkadaşlarına iyilik olsun diye sigara almak için şehre gönderir;yanında çalışanların, çocuğuna bakacak, geçimsiz kocasına yemek yapacak, hatta güne gidecek diye işten kaçmalarına izin verir; polisse, ölümcül kazaya neden olabilecek hataları görmezlikten gelir; politikacı ise vergilerini vermeyenleri affeder; sağlık hizmeti altında yeşil kart çıkarır; erken emekliliği getirir; ülkenin ormanlarını ve diğer kaynaklarını yağma ettirir. Sorulduğunda, fakir vatandaş edebiyatı yapar ve “benim muhtaç vatandaşım ne yapsın” der. Çünkü yaşamının hiçbir döneminde “nimetlerle külfetlerin aynı adamda toplanması gerekir” felsefesini yaşamamıştır ve böyle bir adamla da karşılaşmamıştır.
59. Zekanın gelişmesi, insan soyunda, tiroksin hormonu dediğimiz, tiroit bezinden salgılanan bir hormonla yakından ilişkilidir. Tiroit hormonunun etkinliğini sağlayan kısmı, iyot taşıyan bir kısımdır; dolayısıyla yeterince iyot alınmayan bir ortamda yetişen bireylerin zeka düzeyi ve keza vücut oranları bakımından yetersiz olduğu birçok gözlemle bilinmektedir.
60. İyot sıvı hale geçmeden buharlaşabilen, yani süblime olabilen, ayrıca yükseklere çıkıldıkça, buharlaşma oranı artan nadir elementlerden biridir. Bu nedenle arazi bakımından dünya ortalamasının çok üstünde bulunan Anadolu toprakları, ne yazık ki, iyot bakımından dünyanın en fakir topraklarından biridir. Dolayısıyla Anadolu insanı yeterince iyot almadan gelişimini sağlar. Bu nedenle örneğin bir iyot faktörünü ortadan kaldırmadan, Anadolu insanının zeka düzeyi üzerinde ortalama bir yorumlamada bulunmak ve bunu kalıtsal yapıya dayandırmak sakıncalı olabilir. Belki de Türkiye'de iyotlu tuz kullanmayı yasal bir zorunluluk haline getirmeyle, bu koşulun yerine getirilmesi sağlanabilir.
61. İnsanın sinir hücreleri, ana karnında yaklaşık 4. aya kadar, uzantılarından hemen hemen yoksundur (apolardır) ve bu süreç içerisinde çoğalmalarını sürdürürler. Bu sürenin sonunda, sentrozom denen yapılarını hücre dışına atarak bölünme yeteneklerini yitirirler ve ancak yanlara doğru uzun (akson) ya da kısa (dendirit) kollar meydana getirerek dallanmaya başlarlar. Bu aşamadan sonra sayıca değil, hacimce bir büyüme söz konusudur. Özellikle bu evreye kadar protein ve vitaminler başta olmak üzere, zengin bir diyetle beslenen hamile kadınların çocuklarında, her ne kadar alt ve üst sınırı kalıtsal olarak saptanmışsa da, sinir hücrelerinin sayısı, bu sınırlarda en yüksek düzeyine çıkarılır. Yani zeka ve becerilerin esas ham materyali daha bu evrelerde kurulmaya başlanır. Bu evreden sonraki gelişmeler ise, kişinin daha sonraki yargı ve yorumlama yeteneğinin artmasını sağlayan gelişmelerdir.
62. Beyindeki sinir liflerinin, beyin yapısı içerinde “Trakt=Yol” denen karmaşık bir örgülenme yaptığı bilinmektedir. Bu örgülenmenin temel yapısı, insan soyunda hemen hemen benzer olmakla birlikte, derecesinin ve karmaşıklığının bireyden bireye değiştiği de bilinmektedir. Bu yolların mimarisinin de kalıtsal yapıyla saptanmasına karşın, sayıca artırılmasının ve en önemlisi işlerliğinin devam ettirilmesinin, dıştan verilecek uyarılarla sağlanması, eğitim ve öğretim bilimi açısından son derece önemlidir. Bu yolların sayısı, mimarisi ve örgülenme şekli, kişinin bilgi ve becerisinin derecesini saptar. Öğrenme, yaratma, yargılama, hatta belki dogmatik eğilimli olma, bu yolların izlediği güzergâhlarla ilgili olabilir.
Fakat burada en dikkat çeken husus şudur: Bu bilgi yolları, gelişim evresinin ancak belirli dönemlerinde, özellikle ilk yaşlarda açıktır; daha sonra kullanılıp-kullanılmadığına ya da hangilerinin kullanılıp-kullanılmadığına bağlı olarak bu yollardan bazıları, dönüşsüz olarak kapatılır ve kişi o yöndeki becerisinin önemli bir kısmını yitirir.
İşte bu nedenle, potansiyel olarak Nobel Ödülü alabilecek fizik yeteneğine sahip olan bir ayakkabı tamircisi, daha sonra eğitilmesi için bu olanaklara kavuşsa dahi, becerisini geliştirecek organik yapıyı geri getiremez. Bunun yerine seçtiği ve geçtiği yaşam yolu, ancak el becerisini sağlayacak bilgi yollarının geliştirilmesini sağlar. Eğer bu el beceri yolları, bu kişide kalıtsal olarak mükemmel ise, el becerileri bakımından da iyi usta ya da yaratıcı olur; eğer mükemmel değilse, yeteneksiz bir tamirci olarak yaşamını sürdürür.
63. Din faktörü insan toplumuna girinceye kadar, gücün üstünlüğü ve seçtirici özelliği, tartışmasız bir şekilde toplumların tümüne egemen olmuştu. Belki bu kaba güce bir tepki olarak, ulaşılamaz, insan tarafından alt edilemez yeni bir güç tanımlanması gerekti ve böylece yaratıcı (tanrı ya da tanrılar) kavramı doğdu. Artık insanlar, güçlünün karşısına, gerçekte var olmasa dahi, en azından gücünü hayallerinde yarattıkları adil bir kuvvetle çıkabilmekteydiler. Böylece, hayvani güç, hayali güçle denetim altına alınmıştı. İki başlılığın ortaya çıkardığı kargaşalıkların yeni düzenlemeler ile ortadan kaldırılması gerekecekti. Böylece, hak ve özgürlükler yeniden tanımlandı.
64. Çocuk olayları değiştirme gücüne sahip olmamasının tepkisini, kulak ağrısı yaratarak gösterir. Sağırlık birlikte yaşamak zorunda olduğunuz bir kişiyi dinlemeye katlanamamanın göstergesidir.
65. Küçük çocukların gözlük taktıklarını gördüğümde, evlerinde görmek istemedikleri şeylerin olduğunu biliyorum. Görme yetilerini bulanıklaştırarak, kendilerince görmek istemedikleri şeylerin açıklığını ve netliğini bir derece azaltırlar.
66. Sandra'yla konuşurken, kendi karakterimizin, amaçlarımızın ve oğlumuzla ilgili algılarımızın ne kadar güçlü bir etkisi olduğunu üzüntüyle kavradık. Toplumsal karşılaştırma dürtülerimizin derin değerlerimizle çeliştiğini anladık. Bu, koşula bağlı bir sevgiye yol açabilir ve sonunda oğlumuzun kendisine verdiği değerin azalmasına neden olabilirdi. Bu nedenle çabalarımızı tekniklerimize değil, kendimize, en derin amaçlarımıza ve oğlumuzla ilgili algılarımıza yöneltmeye karar verdik. Çocuğumuzu değiştirmeye çalışmak yerine bir kenara çekilmeye, kendimizi ondan ayrı tutmaya çalıştık. Oğlumuzun kimliğini, bireyselliğini, ayrı biri oluşunu ve değerini sezmek için çaba harcadık.
67. Oğlumuzu başkalarıyla karşılaştırmak ya da yargılamak yerine, karım ve ben onun zevkine varmaya başladık. Oğlumuzu tıpatıp kendimize benzetmekten ya da onu toplumsal beklentilere göre ölçmekten vazgeçtik. Onu kabul edilebilir bir toplumsal kalıba sokmak için nazikçe, olumlu bir biçimde yönlendirmeye çalışmaktan vazgeçtik. Çocuğumuz bu korumayla yetiştirilmişti. Bu nedenle başlangıçta biraz acı çekti. Bunu dile getirdiğinde, kabullendik, ama eskisi gibide davranamadık. Dile getirilmeyen mesajımız şuydu:"Seni korumamıza gerek yok. Aslında sorunlu biri değilsin."
68. Çocuklar gerçek sahip olma duygusunu tattıktan sonra eşyalarını çok doğal bir biçimde, içtenlikle ve özgürce paylaşırlar.
Sevgi koşula bağlı olarak verildiği, sevgiyi kazanmak zorunda kalındığı zaman onlara aslında değerli ya da sevilecek kişiler olmadıkları mesajı iletilir. Değer, onların içinde değil, dışındadır. Biriyle ya da bir beklentiyle kıyaslanma sonucu elde edilir. Bir çocuk önce annesiyle babasının kendisini kabul etmesini ister, sonra da yaşıtlarının. Bunlar kardeşleri de olabilir, arkadaşları da. Yaşıtların bazen ne kadar zalim olabildiklerini ise hepimiz biliriz.
69. Reaktif Dil Proaktif Dil
Yapabileceğim hiçbir şey yok. Seçeneklerimize bir bakalım. İşte ben böyleyim. Farklı bir yaklaşımı seçebilirim. Beni öyle kızdırıyor ki. Duygularımı kontrol edebilirim. Buna izin vermezler. Ben etkili bir sunuş yapabilirim. Bunu yapmam gerekiyor. Uygun bir tepkiyi seçeceğim. Yapamam. Seçerim. Yapmalıyım. Yeğliyorum.
Keşke. Yapacağım.
70. Sevgi koşula bağlı olarak verildiği, sevgiyi kazanmak zorunda kalındığı zaman onlara aslında değerli ya da sevilecek kişiler olmadıkları mesajı iletilir. Değer, onların içinde değil, dışındadır. Biriyle ya da bir beklentiyle kıyaslanma sonucu elde edilir. Bir çocuk önce annesiyle babasının kendisini kabul etmesini ister, sonra da yaşıtlarının. Bunlar kardeşleri de olabilir, arkadaşları da. Yaşıtların bazen ne kadar zalim olabildiklerini ise hepimiz biliriz.
71. Hep yaşını başını almış kimselerin “Bu böyle gelmiş, böyle gider, bütün bu olanlar insan doğasının gereğidir. Sizin bu söylediğiniz şeyler hiçbir zaman gerçekleşemeyecek saçma sapan hayallerdir” dediklerini biliyorum. Ama böyle söyleyenlerin gözlerinden kaçan bir şey var: Bugüne dek hep çocukları koşullandırmayı düşünmüşüz, hiç yetişkin insanları koşullanmaların etkisinden kurtarmayı düşünmemişiz. Kuşkusuz eğitim hem engelliyici, hem de özgürleştiricidir.
72. Toplum durmadan gençlerin düşüncelerini denetlemeye, yoğurmaya, biçimlemeye çalışıyor. Doğduğunuz ve etki altında bırakılabildiğiniz andan başlayarak ananız babanız size ne yapmanızın, ne yapmamanızın, neye inanmamanızın gerektiğini, Tanrının olduğunu, ya da Tanrının olmadığını, buna karşın, devletin olduğunu ve bilmem hangi diktatörün de onun peygamberi olduğunu söylüyorlar. Daha küçücük yaşınızdan başlayarak bütün bunlarla kafanız dolduruyor. Siz küçükken, kolayca etki altında kalabildiğiniz bir yaşta, her şeyi merak ettiğiniz, her şeyi öğrenmek istediğiniz yıllarda kafanız bohçalanıp, koşullandırılıp, biçimlendiriliyor. Böylelikle topluma karşı çıkmayan ve toplumun gösterdiği modele uygun bir insan olmanız sağlanıyor.
73. Bu yolla toplumsal modele uygun düşünme alışkanlığını ediniyorsunuz. Eğer başkaldırırsanız, isyan etseniz bile bunu da toplumsal modelin içinde kalarak yapıyorsunuz. Bunu, daha iyi yemek, daha iyi koşullar için ceza evindeki hükümlülerin isyan etmesine benzetebiliriz, isyan etmesine benzetebiliriz, isyanlarının nedeni ceza evindeki durumlarını düzeltmekten öte bir şey değildir.
74. İşte bunun için doğru dürüst bir eğitim görmemiz çok önemlidir. Eğitilmeliyiz ki geleneğin dar kalıpları içinde boğulup kalmayalım, herhangi bir ırk, aile grubu, ya da kültürün bizim için çizdiği ve başından sonu belli olan bir yazgıyı kabullenmek zorunda kalmayalım. Bütün bu olguyu iyice anlayan kimse kendini yazgının ağzından kurtarabilir ve kendi yolunu kendi çizer. Eğer eylemleriyle yanlıştan doğruya gitmeyi amaçlarsa o zaman çizdiği yol en dolaysız biçimde gerçeğin ta kendisi olur. Uyum zihnin yaratıcılığını yok eder.
75. Bizi doğru olanı yapmaya yönelten şey sevgidir. Dünyaya uyum ve düzen getiren şey sevgidir. Bırakın sevgi ne isterse onu yapsın. Çünkü özgür ve mutlu olmanın tek yolu sevmektir. Ancak sevgi dolu, canlı, mutlu insanlar yeni bir dünya yaratabilirler. Bunu politikacılardan, düzeltimcilerden ya da birkaç hayalci idealistten beklemeyin.
76. Çünkü yaptığımız işi gerçek bir sevgiyle sevmiyoruz. Eğer şarkı söylemeyi, resim yapmayı, şiir yazmayı gerçekten sevseydiniz bu konuda ün yapmış olup olmamanıza aldırmayacaktınız. Bize verilen eğitim kötü bir eğitimdir. Çünkü bize yaptığımız işi sevmekten çok başarılı olmayı, başarı kazanmayı sevdirmektedir. Bize verilen eğitim alınan sonucu yapılan işten daha üstün tutmaya yönlendirir bizi.
77. 148.000 “Hayır!” Çoğumuzun maruz kaldığı olumsuz programlanmaya bir örnek vereceğim. Yaşamlarımızın ilk on sekiz yılı boyunca, makul ölçüde olumlu yuvalarda büyüdüysek, bize 148.000 kereden daha fazla “Hayır!” denmiştir ya da ne yapamayacağımız söylenmiştir. Eğer birazcık daha şanslıysanız sadece 100.000 ya da 50.000 kere “Hayır” denmiş olabilirsiniz. Sayısı her ne olursa olsun, bu ihtiyaç duyduğumuzdan fazlaca yüklenmiş olumsuz programlamadır.
78. Bu arada, aynı süre boyunca, yani yaşamınızın ilk on sekiz yılında size tahminen kaç kez ne yapabileceğiniz ya da hayatta neyi başarabileceğiniz söylendi. Bin kez? Birkaç yüz kez? Ülke çapında gruplarla yaptığım görüşmeler sırasında, hayatta neyi başarabileceklerinin, kendilerine, üç ya da dört kereden fazla söylendiğini hatırlayamayan insanlarla karşılaştım. Sayıları ne olursa olsun, basit bir hesapla, çoğumuzun kaydettiği “evet”ler, “hayır”ları dengelemiyor. Ara sıra söylenen “güven” sözleri tam anlamıyla ara sıradır ve etkisi, bizim günlük olarak aldığımız “yapamazsın”ların dozuyla çok hafifleşmiştir.
79. İlkokul öğrencisiyken, bir müzik aleti çalmayı ve okul bandosunun üyesi olmayı, düşünebildiğim her şeyden çok istediğim zamanları hâlâ hatırlıyorum. Benim sınıfımdaki on-on iki civarında başka çocukla bandoya girmeyi denemeye karar verdim. Elime bana tamamıyla yabancı bir müzik aleti verildi. Onunla, bando şefi, sınıf öğretmenim ve diğer öğrencilerin önünde müzik yapmayı denedikten sonra elendim.
İyi yapmadığımı biliyordum. Fakat bir saat geçince, son öğrenci de çaldıktan sonra bando şefinin sınıf öğretmenime söylediklerine kulak misafiri oldum. Sadece bandoda çalamamakla kalmıyordum. Hiç müzik yeteneğim yoktu ve asla müzik aleti çalamayacaktım. Tüm kalbiyle nasıl çalınacağını öğrenmek isteyen on iki yaşındaki bir çocuk için ne inanılmaz bir programlama.
80. Fakat amacına ulaşmıştı. Başka birisinden müziğe yeteneğim olmadığını işittim ve buna inandım. Hiç müzik yeteneğim olmadığını ve asla olmayacağını bir gerçek olarak kabul ettim. Nihayet yıllar sonra, bir piyano kiralamak, biraz nota öğrenmek ve etrafta bana çalamayacağımı hatırlatan kimse olmadığında gizlice çalmak için yeterli cesareti topladım. Hiçbir zaman istediğim ustalığa ulaşamadım. Fakat, boşa harcanmış yirmi yıldan sonra öğrendim ki okulumuzun bando şefi yanılmış. Oysa ben ona ne kadar çok inanmıştım.
İşte ters yönde başka bir örnek: Altı yaşındaki Michael, öğleden sonraları sohbet etmek için kapı komşusu olan yaşlı beyi ziyaret ederdi. Bir akşam yatmak için hazırlandığında yaşlı komşu uğradı. Michael, merdivenlerin üst tarafında onlar tarafından görülemeyecek ama konuşulanları duyabilecek bir yerdeydi. Küçük Michael, yaşlı adamın, annesine, Michael’ın ne kadar yaratıcı olduğunu ve büyüyünce çok yaratıcı şeyler yapacağına emin olduğunu söylediğine kulak misafiri oldu.
81. Yıllar sonra, bu gün Michael, Mike Vance Walt Disney Üniversitesi’nin dekanıdır. Dünya çapında büyük kuruluş ve organizasyonlarla yaptığı çalışmalar ve kendi kişisel danışmanlık hizmetleriyle, Amerika’nın belki birinci sıradaki yaratıcılık hocası olma yolundadır. Küçük Michael, kazara kendisi hakkında yapılan küçük bir “program” a kulak misafiri oldu ve buna inandı.
82. Maalesef, kendi programlamamızın pek azı, kendi namımıza bu kadar çok şey yapar. Düşünebiliyor musunuz, bir çocuk, masum fakat düşüncesizce söylenmiş şu tür sözleri kaç kez işitir: “Senden bir şey olmaz” ya da “o mesleğin” , “o arkadaşın”, “o sporun” ya da “o hayalin” ona uygun olmadığı kaç kez kendisine söylenir. Bizim istekli ve açık genç zihinlerimizin neler algılayıp, nelere inandığını bir düşünün.
83. Bir çocukta dışadönüklüğün ilk işareti çevresine çabuk uyum sağlaması ve eşyalara, özellikle de onlar üzerindeki kendi etkisine olağanüstü dikkat etmesidir. Nesnelere karşı çekingenlik çok azdır. Çocuk onların arasında güvenle dolaşmakta ve yaşamaktadır. Ani, ancak gelişigüzel biçimde algıları vardır. Açıkça az ihtiyatlı ve kural olarak korkusuz olduğundan içedönük bir çocuktan daha hızlı gelişir. Ayrıca kendisi ve eşyalar arasında hiçbir engel hissetmez ve bu nedenle onlar serbestçe oynayabilir ve onlardan öğrenir. Üstlendiği işleri severek en iyi şekilde yapmaya çalışır ve bu çabasında kendini tehlikeye atar. Bilinmeyen her şey ona çekici gelir. Ana babanın ve öğretmenlerin sevgilisi olan çocuk tipi budur. Ondan ‘iyi, uyumlu’ olarak bahsedilir ve daha erken geliştiğinden dolayı gerçekte olduğundan ‘daha zeki’ olarak değerlendirilir.
84. İçedönük çocuk çekingen ve tereddütlüdür. Tüm yeniliklerden hoşlanmaz ve yeniye ihtiyatla, bazen korkuyla yaklaşır. Tek başına oynamayı sever ve birçok arkadaş yerine bir tek arkadaş tercih eder. Dışadönüklüğün yaygın biçimde muteber olmasından dolayı bu tür içedönük çocuklar ailelerine endişe verirler. Fakat onlar da diğer çocuklar kadar ‘normal’ ve zekidirler. Nazik ve düşüncelidirler. Ve genellikle zengin bir hayal dünyaları vardır. En çok ihtiyaç duydukları şey daha belirginleşmemiş olan yeteneklerini geliştirmek zaman ve dış dünyada da kendilerini evdeymiş gibi hissetmeyi öğrenmektir.
85. Bir içedönük çocuk popüler bir kitabı okumayı reddeder ve herkesin övdüğü bir şeyi değersiz sayar. Bu kararlarındaki bağımsızlık ve günün şartlarına uymadaki başarısızlık doğru olarak ele alınır ve kullanılırsa değerli olabilir. Ayrıca sosyal niteliklerinin eksikliğine rağmen içedönükler sadık ve samimi dostturlar. Maalesef her iki tip birbirini yanlış anlar. Ötekinin yalnız zayıf tarafını görme eğilimindedir. Bu yüzden dışadönük için içedönük tip egoist ve sıkıcıdır. Diğer yandan içedönük ise dışadönük tipin gösterişçi ve sahte tavırlı olduğunu düşünür. Açıktır ki, bu davranış farklılıkları evlilikte de yanlış anlamalara ve sorunlara yol açabilir.
86. Ancak garip olmasına rağmen her tip içinde karşıt tipten biriyle evlenme yönünde belirli bir eğilim vardır. Her birisi içinden diğerinin hayatın kendisi için hoş olmayan yönlerinin üstesinden geleceğini ümit eder.
87. Jung’a göre dünyada kendimizi yönlendirmede (aynı zamanda iç dünyamızı da) kullandığımız dört işlev vardır:
¨ Duygularımız yoluyla algılama, duyuş (sensation),
¨ Mana ve kavrayış sağlayan düşünme (thinking),
¨ Tartan ve değerlendiren hissetme (feeling),
¨ Bize ilerideki olasılıklardan bahseden, bütün tecrübelerin çepeçevre saran atmosfer hakkında bize bilgiler veren sezgi (intuition).
88. Doğal davranmalarına izin verilen küçük çocuklar genellikle hırslı, haris ve saldırgan olurlar ve yetişkinlerin büyüdüklerinde veya gördükleri eğitim sonucunda artık kendilerini kurtardıklarına inanılan tüm eğitimleri sergilerler.
89. Jung, kendi deyişiyle ‘hayatın aşamaları’ arasıdaki farklılıkların ortaya konulmasının çok önemli olduğunu düşünmektedir. O, hayatın ilk yarısını güneşin ufuktan doğup yavaş yavaş en yüksek noktaya doğru tırmandığı öğle öncesine ve ikinci yarısına da güneşin çizdiği eğriyi tamamlayıp battığı ve sonunda gözden kaybolduğu öğleden sonraya benzetmektedir. Hayatın sabahı için uygun olan öğleden sonra uygun değildir.
90. Genç adam kendisine dünyada bir yer edinmek, uygun bir eş bulmak ve bir aile kurmak ihtiyacını duyar. Genç kadın ise evlenmek, çocuk sahibi olmak ve bulunduğu mevkiin toplumsal gereklerini yerine getirmek ihtiyacındadır. Her ikisinin de kişiliklerinin bu yönü üzerinde yoğunlaşması gerekmektedir. Erkek için zekasını veya özel yeteneğini geliştirmek, kadın içinse dünyada kendisinden bir iz kalmasını sağlayacak özel yeteneklerinin ve niteliklerinin feda edilmesi zorunlu olmaktadır. Her ikisinden de yararlılık, verimlilik ve toplumsal uyum istenir ve enerjileri bu yöne kanalize olmalıdır.
91. Toplumumuz bilimsel bilgi ve teknik beceri üzerine kurulmuştur ve bunu elde etmek için insanlar kaçınılmaz olarak tek yönlü gelişmeye zorlanırlar. Bilince bağlı akıllarını geliştirirler ve sezgici özlerini bastırırlar. Maalesef kadınların da genellikle bu yolu izlemeleri beklenir. Ve her iki cinsiyet de bilincin gelişmesi için ağır bir fatura ödemek zorunda kalırlar. Genç insanların çoğu için bu ücreti ödemek mümkün olmaktadır. Ancak bunların arasında bile kendi gerçek yapılarını göz ardı etmeyi kabullenmeyen ve bu yüzden bunalımlar geçiren, hasta olanlar vardır.
92. Çocuklar okula gittiklerinde, ders saatleri boyunca öğretmenleri ana babanın yerini alırlar ve çocuklar ana babalarına karşı olan hislerini öğretmene karşı duyarlar ve buna mukabil öğretmenlerin kişiliklerinden etkilenirler. Bu karşılıklı ilişkinin herhangi bir eğitim yönteminden daha çok önemi vardır. Eğer bu ilişki tatmin edici değilse çocuğun öğrenme yeteneğini sürekli olarak köstekler. Yinelersek, öğretmenler çocukların ilerde iyi ve yeterli erkek ve kadınlar olarak yetişmelerine yardımcı olan ve onların sadece ‘bilgiyle doldurmakla’ kalmayan eğitimciler olmayı gerçekten istiyorlarsa bunu kendilerinin sağlam kişilikleri varsa başarabileceklerdir. Ne kadar iyi yapılmış olursa olsun hiçbir vaaz, ne kadar kuvvetli olursa olsun hiçbir ilke, akıllı teknik veya mekanik yardımcı iyi gelişmiş bir kişiliğin yerini alamaz. Öğretmenler en azından hayatın orta veya ileri dönemlerine gelinceye kadar ‘tam birey’ , (yani bireyleşme sürecinin tamamlanması anlamında) olmayı ümit edemezler. Fakat onlar olabildiğince normal ve tam bir hayat yaşamalı ve bilgilerini mümkün olduğu kadar genişletmelidirler. Böylece kendi komplekslerinin sorumlu oldukları çocuklara yansımasına engel olurlar aksi halde enerjilerini boşa harcarlar ve daha çok etki altında kalabilen talebelerinin amaçlarını saptırırlar.
93. Mesela kendi animus’u ile uzlaşamamış, bekar bir kadın öğretmen entelektüel başarının değerini o kadar abartabilir ki, sonuçta kız talebelerinde hayatlarının ilerki dönemlerinde sürekli bir güçlük olacak olan, özel dişice amaçlarında aşağılık duygusu bırakabilir. Tabii ki bu kendi dişiliklerinin değerinden emin olan kızlarda olmayacaktır. Fakat bu tür gelişme için ortamın hazır olduğu, annesiyle ilişkilerini tatmin edici bir düzeyde geliştirememiş çocuklar için söz konusu olacaktır.
94. Öğretmenlerin komplekslerinin birçok delillerini, disiplin lehinde-aleyhinde sürüp giden tartışmalarda da bulabiliriz.
95. Bilinçdışı insanın sadece eskilerini attığı bir bodrum odası değil, bilincin ve insanlığın yaratıcı ve yıkıcı ruhunun kaynağıdır. Dışadönükler hem iyimser hem de coşkulu olma eğilimindedirler ancak bu coşku iyi bir şekilde sürmez. Aynı şey onların diğer insanlarla olan ilişkileri için de geçerlidir. Kolaylıkla ve kısa zaman da kurulan ilişkileri aynı şekilde bozulur.
96. Topluma iyi uyum sağladıklarından günün geçerli ahlaki değerlerini ve inançlarını genellikle kabullenirler ve verdikleri kararlarda aşağı yukarı bu basma kalıp değerlere uygun davranma eğilimindedirler. Her şeye rağmen bunlar çok faydalı insanlardır ve toplum hayatı için mutlaka gereklidirler.
97. Nörotik insanlar arasında bir işlevin mükemmel derecede gelişmiş olması, ve böylece diğer işlevlerin zorunlu olarak ihmal edilmiş olmaları çok yaygındır. Örneğin sezgici tipler genellikle duyuşu ihmal ederler. Bunun sonucu olarak kendi vücutlarını da ihmal ederler ve fiziki olarak hastalığa yakalanabilirler. Düşünen tipler hissetmeyi ihmal ederler ve bu nedenle kişisel ilişkilerin önemli olduğu yerlerde ciddi sorunlar içine düşerler. Zihinsel (ve bazen de bedensel ) sağlık ihmal edilmiş olan işlevin geliştirilmesine ve kişiliğin giderek daha fazla bütünsellik kazanabilmesine bağlıdır.
98. Bu demektir ki, aynı zamanda bizden beklenilenlere uygun davranmak, aldığımız eğitime ve toplumsal baskıya cevap vermek, düşünme, sezgi, hissetme veya duyuş olsun, genellikle en iyi işlevimizi geliştiririz ve kabul edilen davranış biçimlerine uyma yönünde içimizde kuvvetli bir eğilim vardır. Bu süreç içinde doğrudan kişiliğe ait olan birçok şey kaybolmakta ya da daha doğrusu, bilinçdışına itilmektedir. Psikolojideki ifadesiyle bastırılmaktadır.
99. Birçok eğitimci, ana-baba, öğretmen ve benzerlerinin yaptıkları hata, kendi kontrollerinde çocukların doğasını gerçekten değiştirdiklerine inanmalarıdır. Aslında bütün olan şey, kabul edilemez ve aşağı olarak görülen eğilimlerin geri plana itilmesi ve unutulmasıdır. Ancak bu eğilimler yetişkinlerde yaşamaya devam ederler. Bu unutma olayı genellikle o kadar başarılıdır ki sonunda göründüğümüz gibi olduğumuza inanırız ve bu da bazen çok kötü sonuçlara yol açar. İnsan doğası tutarlı değildir, ama bir rolü oynarken tutarlı görünmek zorundadır. Bu yüzden de kaçınılmaz olarak olduğundan başka biçimde görünmektedir.
100. Bir duygunu tesirine kapıldığımızda veya bir öfke nöbetinde ‘kendimle değildim’ ya da ‘gerçekten bana ne oldu bilmiyorum’ diyerek kendimizi mazur göstermeye çalışırken bu yabancı kişilikle uzaklardan tanışmaktayızdır. Gerçek ‘bize olan’ gölgemizin, ilkel, kontrolsüz ve hayvansal parçamızın ortaya çıkmasıdır. Gölge aynı zamanda kendini kişileştirir. Birisinden özellikle hoşlanmadığımızda, bu beğenisizliğin özellikle mantıklı bir sebebi yoksa şüphe etmeliyiz ki aslında o şahısta bulunan kendimizin hoşlanmadığımız bir niteliğidir.
101.Erkeğin bir kadınla ilk ve en önemli tecrübesi annesidir. Ve bu kendisini şekillendirmede, etkilemede en güçlü tecrübedir. Kendilerini annelerinin büyüleyici tesirinden kurtarmayı asla başaramayan erkekler vardır. Fakat çocuğun bu tecrübesinin önemli bir öznel karakteri de şudur ki, önemli olan sadece annenin nasıl davrandığı değil çocuğun annesinin davranışını nasıl hissettiğidir.
102. Her çocukta bulunan anne imajı, annenin doğru bir portresi değil, bir kadın imaj yaratmada doğuştan varolan kapasitenin, yani ‘anima’ nın meydana getirdiği ve renklendirdiği bir portredir. Daha sonraları bu imaj, erkeğin hayatı boyunca ilgi duyacağı kadınların üzerine yansıtılacaktır. Doğaldır ki bu da sayısız yanlış anlamalara yol açacaktır. Çünkü, erkeklerin bir çoğu kendi kafalarındaki kadın portresini farklı bir başka kadına yönelttiklerinin farkında olmazlar. Açıklaması güç birçok aşk ilişkisi ve hüsranla sonuçlanan evlilikler bu yüzden ortaya çıkarlar. Maalesef bu yansıtma olayı akılcı biçimde kontrol edilebilecek bir şey değildir. Yansıtma işlevini erkek bilinçli olarak kendisi yapmaz, kendiliğinden erkeğin içinde ortaya çıkan bir olaydır. Her anne ve her sevgili erkeğin içindeki derin gerçekliği oluşturan, her zaman mevcut olan, bu ezeli imajın taşıyıcısı olmak zorunda kalırlar.
101. Hayatın ikinci yarısındaki birçok insan için ise, varoluş mücadelesi içinde ve ihtiras ve isteklerinin peşinde koştukları zamanlarda acımasızca baskı altına aldıkları yönlerini anlamak, gereklilik halini alır.
102. Gençlik ihtiraslarının artık kişiyi tatmin etmediği ve baş tacı edilen değerlerin eskisi kadar parlak ve önemli gözükmediği kırk yaşları civarında zihinsel depresyon ve sinir hastalıklarında belirgin bir artış olmaktadır.
103. Hayatın ikinci yarısının sorunu, hayatta yeni bir anlam ve amaç bulmaktır ve belki garip gelecek ama bu amaç en iyi biçimde kişiliğin ihmal edilmiş, ikincil ve gelişmemiş aşağı yönünde bulunmaktadır.
104. Birçok insan ise böyle bir olasılığı kabullenememekte ve gençlikteki değerlerine sarılmayı tercih etmektedirler. Hatta daha aşırı bir biçimde onların peşinden koşarlar. İşte bu insanlar için bireyleşme kavramının bir anlamı olamaz.
105. Öte yandan başarısız kişi kendisini kanıtlama ile başarısızlığını telafi yoluna gittiğinde ise amaçlarının hayali şeyler olduğunu ona göstermek gerekir.
106. İnsan aklının günah fikrini keşfetmeyi başarmasıyla birlikte insanlar, ruhsal gizliliğe başvurmağa başlamışlardır, ya da analitik dilde konuşursak bastırma olayı ortaya çıkmıştır.
107. İnsanların bazı şeyleri gizlemeleri toplumdan yabancılaşmalarına yol açar. Gizlenen şey içimizdeki “karanlık kusurlu ve aptalca” olan her şeye yönelir ve böylece sıradan ahlak kuralları açısından gerçekten yanlış olsa da olmasa da, sır suçlulukla yüklenmiş olur. Gerçekten de gizlemenin bir türü olan duyguların gizlenmesi genellikle bir fazilet olarak kabul edilmektedir. Ki, aslında bunun çok zararlı tesirleri olabilir.
108. Kocasından memnun olmayan bir anne normal olarak kocasına yönlenmesi gereken hislerin farkında olmadan oğluna yükleyebilir. Ve bir baba kendi küçük kızına aşık olabilir. Ve onun hayatına başkaca bir şeyin girmesini kıskançlıkla engelleyebilir.
109. Tutarlı bir disiplin uygulamaktan gerçekten aciz olan çocuksu öğretmen, özgürlüğü yücelterek bir ilke haline dönüştürür. Öte yandan güçlülük arzusu tarafından yönlendirilen kendilerini otoriter bir figürle özdeşleştiren diğerleri, en sıkı kaideler ve cezalarda ısrar ederler.
110. Günümüzde biz insanları hayatlarını kazanabilecekleri ve evlenecekleri noktaya kadar eğitiyoruz. Sonra eğitim sanki tam bir zihinsel uygunluk kazandırılmış gibi tamamıyla durmaktadır. Hayatın geride kalan tüm karmaşık sorunlarının çözümü kişinin dikkatine ve umursamazlığına bırakılmıştır. Sayısız yanlış telkinli ve mutsuz evlilik, sayısız mesleki hayal kırıklıkları sadece ve sadece bu yetişkin eğitiminin eksikliğinden ortaya çıkmaktadır. Büyük sayıda kadın ve erkek böylece bütün hayatlarını en önemli şeyleri tamamıyla umursamadan harcamaktadırlar.
111. Psikoseksüel Gelişim: Freud çocuğun olgunlaşma süresince üç temel psikoseksüel dönemden geçtiğini varsaymıştır. Bunlardan her biri oral, anal ve genital libidonun (enerjinin) o dönemde yoğunlaştığı beden bölgeleriyle ilişkilidir.
112. Oral Dönem: 0-12 aylık yaşamı kapsar. Bu dönemde başlıca haz kaynağı ağızdan besin almaktır. Bu dönemde bebek sürekli alıcıdır. Dış dünya ile ağız (oral) yoluyla ilişki kurar. Nesneleri ağzıyla yakalar, çiğner, severse yutar, sevmezse tükürür, çıkarır. Bu dönemde çevredeki insanlarla özellikle anneye bağımlıdır. Daha sonra çeşitli sorunlar olmaması için ne çok aşırı beslenme, ne de yoksun bırakma olmalıdır. Sağlıklı bir anne-çocuk ilişkisi olmalıdır. Böylece sorunsuz atlatılan bu dönem, kişinin yaşamı boyunca aşırı bağımlı olmamasını sağlayacaktır. İleri yaşlarda ego gelişmesine karşın, bağımlılığa eğilim yaşam boyu sürer. İnsanın kaygısının arttığı, zorlu yaşam olayları döneminde tekrar ön plana geçebilir.
113. Anal Dönem: İkinci dönemdir (12-36 ay). Haz alınan eylem boşaltım eylemidir. Bu dönem tuvalet eğitiminin ön plana çıktığı dönemdir. Çocuk isterse kakasını tutabilmekte, annesine karşı silah olarak kullanabilmekte, tuvalette yapmayıp sonra uygunsuz yerlerde yapabilmektedir. Bu dönemin en önemli özelliği tutuculuk, biriktiriciliktir. Tuvalet eğitimi önemlidir ve kişilik gelişmesinde derin etkiler bırakır. Ana-baba tutumları bu dönemde sert, cezalandırıcı olursa ve erken tuvalet eğitimi verilirse çocuğun kişilik yapısına anal karakter adı verilen titiz, cimri, temizliğe ve düzene aşırı düşkün bir yapıda olacaktır. Obsesif-Kalpulsif kişilik de denen bu yapıdaki kişilerin süper egoları aşırı katı ve cezalandırıcıdır ve bazı hastalıklara yatkınlık oluşturur.
114. Fallik Dönemi: 3-6 yaş arası dönem fallik dönemidir. Bu dönemde çocuklar cinsel uyarıların farkına varabilir, karşı cinsten ebeveynlerine cinsel ilgi duyabilirler. Erkek çocuk anneye ilgi duyup babayı rakip olarak görür. Kız çocuk ise babaya ilgi duyup anneyi rakip olarak görür. Erkek çocuğun babayla rekabeti iki yıl kadar sürer. Bu arada “güçlü” babanın durumunun farkına varıp, küçük varlığı, kendisini cezalandırabileceği, özelliklede penisini keseceği, iğdiş edeceği (kastrasyon) korkusunu yaşar. Bu karmaşaya da bütün olarak ödipal kompleks adı verilir. Freud, Sofokles’in bir tiyatro oyunundan esinlenerek (Kral Odipus) bu adı vermiştir. Odipal kompleks, kastrasyon korkusunun da yardımıyla 6 yaş dolayında çözülür. Yani erkek çocuk artık babayı bir rakip (düşman) olarak görmekten vazgeçer. Kendisi de onun gibi olmaya özenir, onunla özdeşim (identifikasyon) kurar ve küçük bir baba rolü oynamaya başlar. Babası gibi giyinmek, traş olmak vb. gibi şeyler yapmak ister. Kız çocuğu ise anneyi rakip görmekten vazgeçer ve küçük bir anne gibi davranmaya, anne gibi olmaya çalışır, onunla özdeşleşmiş olur. Odipal dönemin ardından gelen dönem gizlilik (latans) dönemi adını alır ki bu dönem 6-11 yaşlar arasını kapsar. İlkokul dönemine denk düşen bu dönemde çocuklar (daha önce anaokulu vb. gitmemişlerse) ilk kez aileden ayrılmakta, dış dünyaya açılmaktadırlar. Orada yaşıtları olan oğlanlar ve kızlarla bir aradadırlar. Bu dönemde çocuk cinsel konulara karşı ilgisizdir. Önceki dönemlerdeki gibi cinsel konularda hiç soru sormaz, o konuların konuşulmasını istemez. Tümüyle bastırmış gibidir. Ödipal karmaşayı çözerken cinsel dürtülerini tümüyle baskılamış, cinsel dürtülerini bilinçdışına itmiştir. Genelde cinsel konuları yadsımakta, karşı cinse karşı tutum takınarak, oğlansa sadece oğlanlarla, kızsa kızlarla oynamakta, diğerlerini küçümsemekte, dışlamaktadır. Yani cinsel kimlik iyice belirmiş ve netleşmiştir. Herkes kendi cinsinin (ya da o dönemdeki algılayışla kampının) üyesidir. Onların kuralına uyacak, diğerlerini dışlayacaktır. (Tabii arada önceki dönemi sağlıklı geçirememiş, aynı cinsten ebeveyniyle ya da yerini tutan biriyle özdeşim kuramamış, cinsel kimliği belirginleşmemiş çocuklarda olabilmektedir. Bazen bazı çocuklar kendi cinsinden olanlar yerine diğerleriyle daha uyumlu olmakta, o grubun bir üyesi olarak algılanmaktadırlar ki o çocukların ilerde cinsel kimlik bocalaması yaşaması ve cinsel saplantıların olması söz konusu olabilmektedir.) Bu çağdaki çocuk artık evdeki kardeşiyle yarışmak yerine (ya da onun yanında) okulunda ya da sokaktaki başka çocuklarla da yarışmak zorunda kalmaktadır. Liderlik özellikleri ortaya çıkabilmektedir. Başkalarından üstün olmak isterler ve bu onlara büyük haz vermektedir. Arkadaşlarının bedensel küçük bir farklılığı (sakatlılık, gözlüklülük, şişmanlık vb.) onlar için alay edilebilecek bir durumdadır ve acımasızca alay ederek dışlayabilirler. Okudukları kitaptan, öykü kahramanlarından etkilenme ve onlar gibi olma isteği belirgindir. Oğlanlarda saldırganlık, dövüş vb. içeren filmlere ilgi artmışlar ve onlar gibi olmak, rakiplerinin “çenesini dağıtmak, onları gebertmek” isterler. Kızlarsa filmlerdeki çıtı pıtı sevimli kızlar gibi olmak, beğenilen, sevilen hayran olunan biri olmak isterler. Bu süreç odipal karmaşanın çözülmesiyle oluşan süperegonun gelişmesine katkıda bulunur. Bu konudaki en önemli katkı bu dönemde olmaktadır. Öğretmenlerine, arkadaşlarına, lider, üstün arkadaşlarına, öykü-film kahramanlarına özenme yoluyla katkı olmaktadır. Belirtmek gerekir ki bu dönemde ilkokul öğretmenlerinin çocuklar üzerine etkisi çok büyüktür. Sağlıklı olan ve sağlıklı davranan bir öğretmenin çocukların kişiliklerinin oluşumunda ne denli önemli bir yer tutuğunu herkesin bilmesi gerekir. Öğretmenlerin yanlış tutum ve davranışları hem çocuğun kişiliğini olumsuz etkileyebilmekte hem de çocuğu okuldan soğutup uzaklaştırarak eğitimden yoksun kalmasına neden olabilmektedir. Daha sonra gelen dönem delikanlılık (adolesan) dönemidir. Bu çağ bedensel (fizyolojik, hormonal vb.) hızlı değişim ve gelişimle birlikte ruhsal olarak da kişinin çok hızlı değiştiği bir dönemdir. Fizyolojik hızlı değişime ruhsal olarak uyum sağlamak çok zor olmakta, delikanlı strese girebilmekte, uyum güçlüğü çekebilmektedir. Tepkileri abartılı, her şeye, özellikle de ebeveynlerine, başkalarından daha çok akranlarının sözünü dinleyen, onlara uyan bir davranış ve tutum sergilemektedir. Cinsel uyanışla birlikte karşı cinse ilgi artar. Kendine bakımda özenlilik, yüzünde, döneme ilişkin olarak ortaya çıkan sivilce vb. ile aşırı uğraşmalar dönemin belirgin özelliklerindendir. Yakışıklı, güzel olmak ve karşı cins tarafından beğenilmek ister. Romantik davranışlar, düş kurmalar, yaratıcı eylemler (sanat, şiir vb.) bu dönemde çok görülür. Gerçekçilik yerine akranlarının yaptıkları ön plandadır. Bir yandan eski çocukluk davranış ve tutumları sürerken öte yandan erişkin bir “kocaman adam” gibi davranırlar. Bu tam kargaşa dönemidir. Kimi gençlerde olağan bir kimlik bocalaması biçiminde gelişip hızla geçip giderken kimileri kimlik şaşkınlığı yaşamakta, uyum sorunları yoğun olabilmektedir.
115. Bu dönemde delikanlı, genellikle özel odasının olmasını ister, özel eşyalarına dokunulsun istemez. Dönemin tanınmış pop vb. yıldızların resimleri odalarını süsler. Cinsel çekiciliği, uyarıcılığı olan resimler seçebilir. Bu dönemde, cinsel dürtülerin yoğunlaşması nedeniyle akranlarından duyduğu, öğrendiği bilgilerle mastürbasyon yapabilirler. Mastürbasyona ilişkin kulaktan dolma edindikleri sağlıksız, yanlış bilgiler onları bunaltabilmektedir. Bu dönem fizyolojik olarak kızların ilk aybaşı kanamalarının erkeklerinde rüyada (ejekülasyon) olduğu dönemdir. Toplumlarda değişkenlik göstermesine karşın genel olarak bizim toplumumuzda kızlarda ilk aybaşı kanamasının 12-14 yaşlarında, erkeklerde ise ilk ejelasyonun 13-15 yaşlarında olduğu söylenebilir. Genellikle kızlar için çok olumsuz bir anı olabilerek kalabilecek bu olayın daha önce anne tarafından, olayın olağan, her kızda, o yaşlarda olması gereken bir durum olduğunu ve korkulacak bir şey olmadığı uygun bir dille anlatılmalıdır. Toplumumuzda bu bilgiler abla varsa daha çok onun tarafından ya da okulda arkadaşları tarafından verilmektedir. Giderek annelerin de daha özenli ve ilgili davrandıkları söylenebilir. Durumu bilmeyen bir genç kız kanama nedeniyle paniğe kapılabilmekte, bir sağlık sorunu ya da utanç verici bir durum olarak algılayabilmektedir. Bu da kişiyi strese sokmakta, olumsuz bazı durumların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Genel olarak 12-21 yaş arasını kapsadığı kabul edilen bu dönemin yaş sınırları değişkenlik gösterebilmektedir. Toplumsal, sınıfsal, coğrafi ve kültürel nedenlerle yaş sınırları değişebilmektedir. Örneğin 25 yaşlarında üniversitede okumayı sürdüren bir kişi delikanlı sayılabilirken, 17 yaşında evlendirilmiş, çocuğu olmuş bir genç kız, delikanlı sayılmayıp erişkin kategorisine girebilmektedir.
116. Çocuklukta “kötü ötekileri” yaratmak belirgin bir kimlik edinme yoludur. Benlik duygusu yaratmak için herkese doğuştan itibaren “bizler ve onlar” duygusu aşılanır, bizim değerlerimiz iyidir, onlarınki kötüdür... Tüm kötülükler dışarıda, tüm iyilikler içerdedir! İçinde bulunan grubu idealleştirmek ve dışarıdaki grubu şeytanlaştırmak doğal bir eğilim gibidir. Başkalarına karşı hissedilen bu kötü duygular onların bize düşmanlık yapacağı endişesine dönüşür. Bütün dinler ve milletler bu tür duygularla birliklerini pekiştirir.
ÇOCUKLARA ZEKA GELİŞİMİ OYUNLARI (SORULARI)
3 YAŞINDAKİLERE :
- Bana ağzını, burnunu, elini, gözünü vs. dediğimizde derhal cevap vermelidir. Bunun yanı sıra vücudun nispeten daha az kullanılan organlarını öğretmekte yarar vardır. Dirsek, diz, boğaz, karın vb.
- Altı heceli bir cümleyi tekrarlayabilmelidir. (Her gün farklı cümlelerle bu egzersiz tekrarlanabilir.)
- (7.3) – (6.4) gibi 4’lü gruptan en az iki rakamı, yani birinci ya da ikinci çiftli grubu söyleyebilmelidir,
- Soyadını bilmeli, klasik bir resmin ne olduğunu anlayabilmelidir,
- Her gün en az iki eşyanın ismini öğrenebilmeli. Bir sonraki gün çalışma yaparken daha önce öğretilen eşyaları hatırlayabilmelidir.
4 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA :
- Anahtar, bıçak, para vb. (günlük kullanılan eşyalar) nedir, ne işe yarar, sorularına cevap verebilmeli,
- 5 ve 6 cm. uzunluğundaki iki çizgiden uzununu görebilmeli,
- (4.1.7) – (6.8.2) – (9.3.5) gibi rakam gruplarından birisini (yani üç rakamı) tekrarlayabilmeli,
- İki farklı ağırlıktaki cisimden hangisinin ağır olduğunu bilmeli. (Ağırlık mukayesesini yapabilmeli.) Önce, iki eşya aynı anda eline verilerek hangisinin daha ağır olduğu sorulacak, daha sonraki aşamada, eşyalar tek tek verilecektir.
- Sen kız mısın, erkek misin, sorusunu tereddütsüz cevaplandırabilmeli.
5 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA :
- Çatal, sandalye, bebek, asker gibi günlük yaşantısında kullandığı eşyalar nedir dendiğinde bilmelidir,
- On heceli cümleyi tekrar edebilmeli,
- (4.8.6.3) – (7.2.5.8) gibi rakam gruplarından birisini (yani dört rakamı) tekrarlayabilme,
4. Bir kareyi kopya edebilmeli. (Eğer solak olduğu kesin değilse kağıt sol, kalem
sağ elde) Süre, bir dakika.
6 YAŞINDAKİ ÇOÇUKLARA ;
- İki dik açılı üçgeni, bir kare veya dikdörtgeni 80 sn.de çizebilmeli,
- 16 heceli cümleyi tekrarlayabilmeli,
- Güzellik karşılaştırmasını yapabilmeli,
- Artarda üç görevi yapabilmelidir. (Mutfaktaki kalem kutusundan bir tükenmez kalemi, salondaki gazeteyi ve gözlüğümü bana getirir misin? gibi)
7 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA :
1. 1 adet eksik resimden 3’ünü 25sn.de söyleyebilmeli ayrıca parçalar
halindeki tam bir resmi birleştirebilmeli,
2. Sağını-solunu gösterebilmeli,
3. (2.4.9.1.5) – (6.8.3.1.9) gibi rakam gruplarından birisini (yani beş rakamı) tekrarlayabilmeli,
4. Eşkenar dörtgeni 1 dakikada kopya edebilmeli,
5. Para saymayı yapabilmeli.
8 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA :
- 8 ana noktası olan bir parçayı okuduktan sonra en az 2’sine değinerek anlatabilmeli,
- İnsan treni kaçırırsa ne yapar? gibi sorular sorulmalı,
- Cam – tahta, sinek – kelebek vs. benzer isimleri ayırabilmeli,
- Renklere derhal cevap vermeli,
- 20’ den geriye 20 sn.’ de sayabilmelidir.
9 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA :
1. At – köpek, acı – asker, çatal – bıçak, bebek – top vs. kullanılış benzerliği veya anlam uyumu olan kelimeleri bir araya getirebilmeli,
2. Günün tarihini bilmeli,
3. 100 kr. tan 80 kr. Çıkınca geriye kalanı 45 sn.de cevap verebilmeli,
4. Resimlerin anlamlarını söyleyebilmelidir.
5. Bir konuyu, giriş-gelişme-sonuç başlıkları altında ile anlatabilmeyi..
10 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA :
1. 8 ana noktası olan parçayı okuduktan sonra anlatırken 6’ sına değinebilmelidir,
2. 26 heceli cümleyi heceleyebilmelidir,
3. (6.1.9.3.7.5) – (5.3.8.9.4.2) gibi rakam gruplarından birisini ( yani altı rakamı ) tekrarlayabilmeli,
4. Ankara – otobüs – para gibi anlamlı bir cümle yapmaya yarayan üç kelime verilip cümle yapması istenmeli ( süre 1 Dakika )
11 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA :
1. Gurur, merhamet, kıskançlık gibi soyut kavramların tarifini veya örneklerle izahını yapabilmeli,
2. İş, ücret, hafta ... Bir dakikada anlamlı bir cümle yapabilmeli,
3. 1 dakikada da üç kafiye yapabilmeli,
4. Günlük yaşamında karşılaşabileceği farklı olaylara karşı ne yapacağını açıklayabilmelidir. Örnek: bir arkadaşın seni dövmek isterse ne yaparsın? Zayıf aldığı için teneffüse çıkmayıp ağlayan bir arkadaşını gördün, ne yaparsın? gibi sorulara mantıklı cevap verebilmelidir.
ANNE-BABALARIN ÇOCUKLARI İLE İLETİŞİM KURMALARINDA
YARDIMCI OLABİLECEK ÖNERİLER
- OLUMLU HER DAVRANIŞI İÇİN BİR YILDIZ BOYAYIN VE YILDIZIN ALTINA DAVRANIŞI YAZIN. YILDIZLARIN HEPSİ BOYANINCA ÖDÜL OLARAK BİR KİTAP ALIN.
- ÇOCUĞUNUZLA ASLA KÜSMEYİN.
- ASLA SÖZÜNÜ KESMEYİN.
- DEĞİŞİK BOYUT VE ŞEKİLLERDEKİ KAPLARA SU DOLDURUN VE BUNLARI DONDURUN. SUDAKİ DEĞİŞİMİ GÖRMESİ İÇİN YENİDEN ERİTİN VE BU KONUDA SOHBET EDİN.
- HAFTA SONU BİR BELEDİYE OTOBÜSÜNE BİNEREK ŞİMDİYE KADAR GEÇMEDİĞİNİZ YOLLARDAN GEÇEREK YENİ YERLER GÖRÜN.
- BİRKAÇ ÇİÇEK TOHUMU ALIN VE BERABERCE SAKSILARA DİKİN. BAKIM SORUMLULUĞUNU ÇOCUĞUNUZA VERİN.
- SESSİZ FİLM OYNAYIN.
- BANYODA KENDİSİNİ VE OYUNCAKLARINI YIKAMASINA İZİN VERİN.
- UYANDIĞINDA BULABİLECEĞİ KÜÇÜK BİR SÜRPRİZLE ONU MUTLU EDİN.
- ÇOCUĞUNUZUN SEVDİĞİ 3-5 OYUNCAĞI BİR YERLERE SAKLAYIN. BULMASI İÇİN İPUÇLARI VERİN. SONRA SİZ ÇOCUĞUNUZUN SAKLADIĞI OYUNCAKLARI BULUN.
11. UYANDIĞINDA “GÜNAYDIN” DİYEREK BİRBİRİNİZİ ÖPÜN.
12. ERTESİ GÜN GİYECEĞİ GİYSİYİ AKŞAMDAN HAZIRLAMA SORUMLULUĞU VERİN.
13. ÇOCUĞUNUZLA AYAK TABANLARINIZ BİRBİRİNE DEĞECEK ŞEKİLDE YATAĞA YATIN VE BİRBİRNİZE KUVVETİNİZİ VERİN.
14. BİR GECE ÇOCUĞUNUZLA UYUYUN.
15. ONUNLA AYNI RENK GİYSİLER GİYEREK DIŞARI ÇIKIN.
16. UYURKEN ONU ÖPÜN VE OKŞAYIN. O BUNU MUTLAKA HİSSEDECEKTİR.
17. PEÇETELERİ KAÇ FARKLI ŞEKİLDE KATLAYABİLİRİZ? DENEYİN.
18. ÇOCUĞUNUZUN ADIYLA ANILAN BİR KURABİYE VEYA PASTA YAPIN. BUNUN TARİFİNİ, ONUN YANINDA, ARKADAŞLARINIZA VERİN.
19. ÇOCUĞUNUZA AİT BİR EŞYAYI KULLANMADAN ÖNCE ONDAN MUTLAKA İZİN ALIN.
20. BERABER KEK-PASTA YAPIN. SÜSLEMESİNİ SADECE O YAPSIN.
21. ONA KÜÇÜK BİR FOTOĞRAF MAKİNASI ARMAĞAN EDİN.
22. ZAMAN ZAMAN ÇOCUĞUNUZA “BENİMLE EN ÇOK NE YAPMAK İSTERSİN?” DİYE SORUN. MÜMKÜNSE BU İSTEĞİNİ YERİNE GETİRİN.
23. EVDE UYGUN BİR YER GÖSTEREREK AYAKKABILARINI BOYAMASINA İZİN VERİN.
24. SIK SIK ONU NE KADAR GÜZEL BULDUĞUNUZU SÖYLEYİN.
25. ÇOCUĞUNUZA BİR SIRRINIZI VERİN. BU KENDİSİNİN GÜVENİLİR OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜRECEKTİR.
26. HAFTA SONU “AİLE YATAĞI” SOHBETİ YAPIN. ÇOCUKLARINIZI ZAMAN ZAMAN YATAĞINIZA ALIN.
*Alıntıdır.