KİTABIN ADI : DEMOKRASİ
KİTABIN YAZARI : TOKTAMIŞ ATEŞ
1. “Siyaset bir toplumdaki kaynak paylaşımı için yapılan çabaları” betimliyor. İşte bu paylaşım kavgası örgütlü ve özgürlük içinde yapılırsa adına demokrasi diyoruz.
2. Demokrasi diyor Churchill, “Berbat bir rejimdir. Ama rejimlerin en az berbat olanıdır.”
3. Yeryüzünde ilk canlılar bundan bir buçuk milyar yıl kadar önce denizlerde ortaya çıkan tek hücreliler oldu. Karada ilk bitkilerin yaşaması ise bundan 1.2 milyar sonra; yani günümüzden üç yüz milyon yıl önce oldu.
4. Bizce insanları bir arada yaşamaya iten etkenlerin en önemlisi, insanların doğa karşısındaki acizlikleri olmuştur.
5. İlkel insanın ilk örgütlenişi Klan çevresinde olmuştur. Klan, yüksek bir varlığın kutsal koruyuculuğu altında olduğuna inanır. Bu varlık insanların ve malların mutlak efendisidir. Genellikle bir hayvanda sembolleşen bu varlık, tanrısal gücünden ötürü Klanın alameti, totemi şekline dönüşür. Bu totem bütün yaşam kaynaklarını elinde bulundurur, isteği gibi kullanır.
Klanlar arası çıkan savaşlarda; önceleri savaşta alınan tutsaklar öldürülürdü. Zamanla bu tutum değişti ve tutsakların emeği klanın hizmetine verilmeye başlandı. Bu durumda klan zenginleşmeye başladı. Bazı Klanlar da aynı nedenden ötürü ortadan kalktılar.
Klanda şefin ortaya çıkışı ve iktidarın oluşması konularına geçmeden önce üzerinde durmak istediğimiz bir husus olacak. Alfred de Garazia, “Siyasal Davranış” adlı yapıtında, insanların ne olduğu ne istedikleri ve bunun nasıl mümkün olabileceği, soruları üzerinde çalışan düşünürlerin; ilgilerini olaylara çevirdiklerini ve siyasal yaşamın moral yönünü ihmal ettiklerini ileri sürmektedir.
6. Şimdi tekrar Klana ve şefin ortaya çıkışı sürecine dönebiliriz. Klanı uzun süre ihtiyarlar kurulu yönetti. Otorite yaygın ve dağınık bir durumda idi. Ancak zamanla otorite Klanın alametini taşıyan insanda toplandı. Bu gelişme totemi bir tanrı ve bu insanı da şef yaptı. Sosyal ilişkilerin başladığı yerde siyasal ilişkiler de başlar. Yöneten-yönetilen ayrımın olduğu yerde, ana ilişki siyasi ilişkiye dönüşmüştür.
7. Siyasi düşüncenin yanıtlamak zorunda olduğu iki önemli soru vardır. Bunlardan birincisi; insanların neden toplu yaşamak zorunda olmaları, neden bir topluluk ve giderek bir devlet içinde yaşamak istemeleri ve buna bağlı olarak neden belirli bir otoriteye boyun eğmeye razı olmalarıdır. İkinci soru neden bazı kişilerin yönetmek istemesi, iktidara sahip olmak istemeleridir.
8. Birey iradesinin genel irade ile uzlaşıp kaynaşması “objektif ahlak” da gerçekleşir. Objektif ahlakın gerçekleşmesi üç aşamada olur. Birinci aşama “aile”dir. Burada objektif ahlak henüz tam değildir. Birey “doğal” ve “doğrudan doğruya” bir durumdadır. Bununla birlikte Hegel’e göre aile bir sevgi bağlılığından çok, ahlaki bir kurumdur. Birey “genel”i ilk olarak aile içinde yaşar. Objektif ahlakın gerçekleşmesinin ikinci aşaması “medeni toplum” (bürgerilche Gesellschaft) dur. Hegel burada “burjuva toplumu” nu ele almaktadır. Birey bu toplumda kendi çıkar ve ihtiyaçları peşinden koşarken, bunları ancak öteki bireylerin yardımlarıyla, onlarla dayanışarak sağlayabileceğini öğrenir, bu yolla “genel”e bağlanır. Üçüncü aşama devlettir. Objektif ahlak ancak devlette, gelişmesinin bu son ve “en yüksek” durağında, tam bir gerçekliğe varır. Birey iradesi ile genel irade burada tam bir uyum içindedir.
9. “Kuvvetlerin ayrılmadığı ve özgürlüklerin güvence altına alınmadığı yerde anayasa yoktur.”
10. “Her birimiz varlığımızı ve gücümüzü bir arada genel istemin buyruğuna verir ve her üyeyi bütünün bölünmez bir parçası kabul ederiz.”
11. J.S. Mill’e göre, toplum bağlarının artışı, toplumun tüm doğal gelişimleri, kişiye salt genel iyiliği aramak, yoklamak için gittikçe büyüyen kişiliği vermekle kalmayacak; yavaş yavaş onu genel iyilikle kendi duygularını birleştirmeye götürecektir; adeta içgüdüsünün etkisiyle, doğal olarak diğerlerini düşünme yolunu tutacaktır. İnsanların çıkarlarını ve yararlarını gözetmek onun için kendi sağlık koşullarını ve doğrudan doğruya kendi varlığını düşünmek kadar zorunlu olacaktır
12. Green “Devletin bazı özgürlükleri, başka özgürlükleri korumak için yasa yoluyla kısıtlamasının mümkün olup olmadığını” sormakta ve bu tür bir davranışı ancak, “bazı bireylerin keyfi eylemlerine engel olmak amacıyla yapılması” durumunda hukuka uygun bulmaktadır.
13. ABD anayasası şimdiye dek yirmi altı kez değiştirilmiş, ancak yapılan değişmelerle özgürlüklerde bir gerileme değil, ilerleme sağlanmaya çalışılmıştır. Örneğin 1865’de ilk on üç değişiklikle kölelik yasaklanmıştır, on dördüncü değişiklik 1868’de kişilere yasa önünde eşitlik getirmiştir.1920’de yapılan on dokuzuncu maddedeki ordu ile ilgili endişeler Cromwell deneyinin sonucudur. Yirmi altıncı değişikle oy verme yaşı on sekize indirilmiştir.
14. Tanrının yardımına tam bir güvenle, hayatlarımız, servetlerimiz ve en kutsal varlığımız olan şerefimizle and içeriz.(4Temmuz 1776 Bağımsızlık Bildirisi’nin sonunda yapılan yemin)
15. ABD’de burjuvazinin, toprak aristokrasisini saf dışı etmesi ancak İç Savaş sonrasında mümkün olmuştur.
16. Özgürlük, başkalarına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmek demektir.
17. Robespierre’e göre “ yasalar, bir azınlığın büyük bir çoğunluğu sömürmesi ve ona boyun eğdirmesi için yapılan çabaların sistemleştirilmesinden başka bir şey değildir.”
18. Günümüze kadar toplumların tüm tarihi, sınıf kavgasından ibarettir. Bu kavganın ardındaki itici güç ekonomi, ekonominin ardındaki itici güç de teknik gelişme olmakta; üretim ilişkilerini üretim teknikleri belirlemekte ve bu ilişkilerin düzenlediği altyapı, tüm üstyapı kurumlarına yön vermektedir.
Bu yoruma göre tüm sosyal, siyasal, kültürel ilişkiler, kısaca ekonomik ilişkilerin dışındaki tüm ilişkiler üstyapı ilişkileridir ve ekonomik ilişkilere bağlı olarak biçimlenirler; toplum, aile, din gibi tüm kurumlar da üstyapı kurumlardır ve alt yapıya bağlı olarak gelişir ve değişirler.
19. Hıristiyanlığın devrimci görüşleri Roma İmparatorluğu’nun büyük gücü karşısında ödün vermek ve devlete uyuşmak zorunda kaldı. İslamiyet ortaya çıktığı zaman, içinde mücadele etmek zorunda olduğu büyük bir imparatorluk yoktu. Böylece İslamiyet ana görüşlerinden hiçbir ödün vermek zorunda kalmadı ve tam aksine “dil, ırk, cins farkı tanıma” “geniş bir hoşgörü”, “vicdan özgürlüğü”, “servet farklarının azaltılması” gibi erdemleriyle, büyük imparatorlukların kurulmasına temel oldu. İslam İmparatorluğunun sınırları İspanya’dan Endonezya’ya kadar genişledi. Bizans hiçbir zaman Mekke’yi kuşatmadı, ama Araplar İstanbul’u kuşattılar.
20. Günümüzde sayıları gittikçe artan devletlerin tümünde ortak olan bir sav vardır. Yönetimin, halkın çıkarları ve mutluluğu yönünden çabalamakta olması ve gene bu devletlerin hemen tümünde ortak olan bir sav vardır ki, bu da yürürlükteki düzenin bir demokrasi olmasıdır.
Bugün dünya üzerinde insanların kaderlerini saptayan siyasi sistemler üç ana grup içinde toplanabilir.
a. Batı demokrasileri
b. Halk demokrasileri
c. Azgelişmiş ülkelerdeki rejimler
21. Demokratik yönetimin başarı koşulları dört başlık altında toplanabilir :
a. Politikada insan cevherinin yeteri kadar üstün nitelikte olması gerekir.
b. Politik kararın etki alanının fazla uzaklara götürülmemesi gerekir.
c. Güçlü ve üstün nitelikli bir bürokrasinin varlığı gerekir.
d. Demokrasi “kendi kendini kontrol” gerektirir. Bu son husus “sorumlu bir muhalefeti”, “seçmenlerin seçtikleri adaya güvenmelerini” ve “geniş bir hoşgörüyü de “ içerir.
22. Özgürlük, tanımlanması güç bir olgudur. Çünkü kavram olarak subjektiftir ve tarihsel süreç içinde yer ve zamana bağlı olarak sürekli değişmiş ve gelişmiştir.
Aslında özgürlük iki türlü düşünülmelidir. Önce bireyin devletle olan ilişkileri açısından özgürlük ele alınıp incelenebilir; daha sonra bireylerin birbirleri ile olan ilişkilerinde karşılıklı duydukları hoşgörü, gene o topluluğun özgürlüğünün sınırlarını çizer.
23. 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde özgürlük “başkalarının özgürlüğü” sınırına kadar tanınır. “Başkalarının özgürlüklerinin başladığı yerde benim özgürlüğüm biter”. Ve sonunda varılan noktada bir düalizm olacaktır. Bireyle, otorite, ya da devlet arasında.
24. John Stuart Mill’e göre; bireyle devlet arasındaki özgürlük çekişmesinde üç önemli nokta vardır :
a. Devletin yetkilerinin artması, kişi özgürlüklerinin zararınadır.
b. Toplum yaşantısında “salt kişileri ilgilendiren” ve “salt devleti ilgilendiren” olmak üzere ikili bir ayırma yapılabilir ve eğer devlet birinci bölüme karışmak isterse, özgürlüğe saldırmış olur.
c. Kişinin içinden gelen istekleri yaşamın en değerli unsuru olduğuna göre; zor altında yapılan herşey bu isteğin sınırını daraltır ve böylece özgürlüğe saldırılmış olur.
25. Aslında hiçbir toplum tüm üyelerine, hatta üyelerinden hiçbirine özgürlüklerinin tümünü sınırsız olarak vermez. Toplumun, toplum yaşantısının bir bedeli vardır. Ancak bunun saptanması ve sınırlarının belirlenmesi önemli bir konudur. Zaten demokrasinin en zor işlevlerinden birisi, özgürlüğün özünü zedelemeden, toplum yaşantısını mümkün kılacak şekilde sınırlamalara gitmektir.
26. Sosyal ayrıcalıklar, doğaları gereği, şu ya da bu şekilde sınırlandırılmaları zorunlu olan haklardır. Örneğin, sanayinin özel sektörün elinde olması birkaç kişinin özgürlüğünü, pek çoklarının özgürlüğü pahasına genişletir. Ancak eğer böyle bir sistem, insanların gereksinim duyduklarının dağıtımını en iyi bir şekilde sağlıyorsa, o zaman diğerlerinin özgürlüklerinde genişleme olmuş sayılır. Böyle bir olasılık hiç düşünülmeden reddedilemez. Fakat bu konuda karar alma durumunda olan otorite kimdir ? Demokrasi buna “çoğunluk” der. Ancak, çoğuluk ta olsa, iş insan haklarına gelince, hiçbir otorite hiçbir kısıntı yapamaz. Bir toplum azınlıkların özgür olduğu kadar özgürdür.
27. Özgürlüğün kötüye kullanılması, özgür bir ortamdan yararlanarak işbaşına gelmek ve bu özgür ortamı ortadan kaldırmak demektir. Acaba “düşünce özgürlüğü” adına buna göz yumulabilir mi?
Aslında günümüz toplumları, demokrasinin temel ilkeleri demokratik yollardan çiğnendiği zaman pek tepki göstermemektedirler: Örneğin nazi rejimi meşru yollardan geçerek iktidara gelmiştir. Vichy hükümeti bir parlamento oylaması sonucu işbaşına geçmiştir. Ayrıca günümüzün totaliter rejimlerine baktığımız zaman, ancak halk tarafından belirli oranda desteklendikleri sürece işbaşında kaldıklarını görüyoruz. Bu durumda demokrasi buna göz yummalı mıdır?
Biz bu soruyu “hayır” diye yanıtlıyoruz. Bize göre devlet, özgürlüğü salt korumakla değil, bunun yanısıra bu özgürlüğün ortamını da kurmakla yükümlüdür. Ancak bu yükümlülük, devletin özgürlüğü koruma işlevini ortadan kaldırmaz. Ve devlet hem bugünkü, hem de yarınki özgürlüğü korumak zorundadır, bunda haklıdır. Zira “milletlerin de meşru müdafa hakları vardır.”
28. Aslında, demokrasiyi ciddi olarak tehdit etmediği sürece, antidemokratik düşünceye de yaşama şansı verilmesi doğru olur düşüncesindeyiz. Bu, hem demokrasiye güveni artırır. Hem de demokrasinin getirmesi muhtemel “siyasi uyuşukluğa” engel olur. Kaldı ki; demokrasi eğer antidemokratik düşünceyi düşünce düzeyinde durduramıyor, kendi potasında eritemiyor ise, zaten düşünülmesi gereken başka sorunlar var demektir. Demokrasi, antidemokratik düşünceden önce bu sorunlarla uğraşmalı ve çözümlemelidir.
Bahri Savcı; biçimsel bazı demokrasilerin, antidemokratik rejimlere köprü olmasının nedeni olarak, halkın bu tip ülkelerde gereken düzeye ulaşamamış olmasını görüyor. Biz bu görüşe katılmakla birlikte şu inancımızı da belirtmek isteriz ki; bu düzeye ulaşmanın temel koşulu da “öncesi” ve “sonrası” ile düşünce özgürlüğüdür.
29. Uygarlığın nimetlerinden yeni yararlanmaya başlamış azgelişmiş ülkelerden, en gelişmiş ve güçlü devletlere kadar tüm toplumlarda, halkın “yönetici” ve “yönetilen” olarak iki sınıfa ayrıldığı görülür. Ülkenin ekonomik gelişmişliği ne olursa olsun, bu ayrılığın görüleceği gibi, rejimin adı ve nitelikleri ne olursa olsun aynı olgu görülecektir.
Bizim kısaca “elit” diye adlandırmak istediğimiz bu seçenekler grubunun oluşması rejimin niteliğini belirler.
30. Günümüzde ABD toplumunu inceleyen Wright Mills, eliti içiçe geçmiş üç çember olarak görmekte ve bu çemberleri askeri, ekonomik ve siyasal iktidar seçkinleri olarak adlandırmaktadır. İçiçe geçmiş bu üç çemberi “iktidar seçkinleri” olarak adlandıran Mills, politik, ekonomik ve askeri üst çevrelerden gelen kimselerden oluşan bu kurumlaşmış seçkinler topluluğu içinde her an gergin bir havanın esmekte olduğunu ve seçkinlerin ancak bazı ortak çıkarların kesiştiği alanlarda, bazı “büyük olaylar ve bunalım günlerinde” birbirleri ile birleşebildiklerini ileri sürmektedir.
· Zirvedeki elit 20 bin kişide 1 kişi
· “Kim Kimdir” eliti 10 bin kişide 3 kişi
· Orta elit Halkın % 5 i (aileler dahil)
· Aktivistler Halkın % 3 ü (aileler dahil)
· 20 yaşından büyükler Nüfusun % 60 ı
· Seçmenler Halkın % 38 i
· Seçime katılmayanlar Halkın % 12 si
· Ayrıcalıklılar Halkın % 10 u
· 20 yaşından küçükler
31. Askerlerin elit içinde yer almaları yüksek bürokrasinin elit içinde yer almalarına bağlı bir husustan başka bir şey değildir.
32. Azınlık dendiği zaman, iki türlü azınlık olduğunu düşünmemiz gerekir. Bunlardan birisi demokratik sürecin herhangi bir aşamasında, çoğunluk sağlayamamış; düşünce ya da bir tercih bakımından azınlıktır. Diğeri ise; bir ülke sınırları içinde azınlık şeklinde yaşamakta olan etnik gruplar, ırk, dil, din ya da kültürel azınlıktır.
33. Çoğunluk kararına her konuda; bu karar demokratik kurumları yaralasa bile, uymak zorunluğu var mıdır? Ya da bir başka şekilde sorarsak, antidemokratik bir azınlık çoğunluğa dönüşür ve demokratik hakları ortadan kaldırmak isterse uymak zorunlu mudur? Kesinlikle hayır!
Tam tersine buna isyan etmek zorunludur. Ancak bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır. Bir demokrasi içinde antidemokratik azınlıkların durumu ne olacak, rejim bunlara karşı ne gibi bir tavır takınacaktır.
Herşeyden önce ilke olarak, antidemokratik bir düşüncenin iktidara gelme olanaklarının ortadan kaldırılmasına demokrasinin hakkı vardır, bu onun meşru savunma hakkıdır.
34.Azgelişmiş ülke kavramı İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmış bir kavramdır. Savaş sonrasında ABD’nin iktisaden azgelişmiş ve savaşta ekonomik gücünü yitirmiş ülkelere yardım yapacağını ilan etmesinden sonra, ülkelere azgelişmiş, çok gelişmiş vb. gibi ayrımlar uygulanmaya başlanmıştır.
Aslında azgelişmiş ülke kavramı ekonomik bir kavramdır. Bugün azgelişmiş olduğu konusu hiçbir tereddüt uyandırmayan pek çok ülke, sosyokültürel bakımdan gelişmiş ülke niteliğindedir.
35. İlk kez Rostow’un düzenlediği şekilde, ekonomik gelişmenin beş aşaması vardır :
· Gelenekçi toplumlar
· Sanayileşme dalgalanmaları içindeki toplumlar
· Harekete hazır toplumlar
· Ekonomik açıdan olgunlaşmış toplumlar
· Kitle tüketimi toplumu
36. Konumuz açısından ilgimizi çeken husus, azgelişmiş ülkelerde demokrasinin uygulanabilmesinin mümkün olup olmadığıdır. Ancak bundan önce, azgelişmiş ülkelerin bazı siyasal sorunları üzerinde durmak gerekir.
Günümüzde azgelişmiş ülkeler çoğunlukla ya eski büyük imparatorlukların günümüzdeki kalıntıları ya da başka büyük imparatorlukların eski sömürgeleridir. Bu ülkelerin bugünkü durumları ile dünya siyaset sahnesine çıkmaları genellikle son yarım yüzyılın ürünüdür ve bu ülkelerin dünya siyaset sahnesine çıkmaları, çoğu kez bir devrim sonucu olmuştur.
37. Azgelişmiş ülkelerdeki uygulamaları üç grupta toplayabiliriz :
· Diktatör olmayan tek parti egemenlikleri: Hindistan’daki Kongre Partisi, Meksika’nın Partido Revolucionario Institucional, Tunus’un Yeni Düstur Partisi, Senegal’in Union Popularie Senegalaise’si ve bizde 1950 öncesi CHP buna örnek olabilir. Komünizme (ya da faşizme) en yatkın örnekler, azgelişmiş ülkelerdeki bu tek parti rejimleridir. Ancak bunlar “ideolojik” diktatörlükler değil, “gelişmeci” diktatörlüklerdir.
· Plebisitçi askeri diktatörlükler: Bunun en ilginç örneği Nasır’ın Mısır’ı ya da Kaddafi’nin Libya’sıdır.
· Karma rejimler: Bu rejimlerde, örneğin bir Sukarno ya da Peron, organize güçlerin plüralizmini, bir hukuk devletinin demokratik kurumları ile değil, kendi kişisel otorite ve prestijleri ile dengeliyorlardı. Ancak bu denge çok hassas bir denge olduğu için kolay bozulabiliyordu.
38. Münci Kapani azgelişmiş ülkelerde demokrasinin yaşayamayışının nedenlerini beş grup içinde toplamıştır :
· Çeşitli din, dil, ırk, kültür gibi faktörlerin homojen bir durumda olmamasının “milli bütünleşmenin” gerçekleşmesine engel olması,
· Cehaletten ötürü geniş kitlelerin siyasete katılmayışı ve bunun küçük bir elitin tekelinde kalması,
· Yarı feodal ve oligarşik sosyal yapılardan ötürü gerçek tercihin ortaya çıkmaması ve politik iktidarın, sosyoekonomik iktidara sahip bir azınlık sınıfının elinde toplanması,
· Siyasal kültür düşük olduğu için, kitlelerin özgürlük bilincine varmamış olmaları,
· İktidarı elinde bulunduran kadronun bunu vermeye yanaşmaması ve oyunun kurallarına uymaması.
39. Bahri Savcı, doğu uygarlıklarında “kulluk” anlayışının, daha başlangıçta işi aksattığını ve ayrıca, devleti yüceltme anlayışının, devleti hukuk temeli üzerinde kurma çabalarını engellediğini ileri sürmektedir.