KİTABIN İSMİ : KARANLIK BİR DÜNYADA BİLİMİN MUM IŞIĞI
YAZARI : CARL SAGAN
1. Araştırmalar, Amerikalıların % 95’inin “bilim cahili” olduğunu gösteriyor. Bu, bir köleye okuma-yazma öğretmenin çok ciddi cezalarla yasaklandığı İç Savaş öncesi dönemde, neredeyse hepsi köle olan Afrikalı-Amerikalıların cehalet oranı ile aynı.
2. Birçok alanda bilgisiz olduğumuzu kabullenmektense, evrenin anlaşılamayacak denli kutsal yapıda olduğu şeklinde ifadelere başvuruyoruz. Anlamadığımız kavramlardan sorumlu tutmak üzere bir Bilinmezler Tanrısı buluyoruz.
3. Tarım öncesi zamanlarda avcı-toplayıcı atalarımızın ortalama ömrü 20-30 yıldı. Ortaçağda ve Geç Roma dönemi Avrupa’sında da öyle. Ortalama ömrün 40 civarını bulması, ancak 1870’lerde gerçekleşebildi. Yaşam süresi 1915’te 50’ye, 1930’da 60’a, 1955’te 70’e yükseldi. Bugünse, erkeler için biraz daha kısa olmak üzere, 80’lere yaklaşmıştır.
4. Ahlaki açıdan değerlendirilecek olursa, kendimizi iyi hissetmemizi sağladığı sürece, bir şeyin doğru olup olmadığını umursamamak, cebiniz doluysa paranın nereden geldiğine boş vermek kadar kötüdür.
5. Öte yandan, Yeniçağ ve din yazarları, bilim adamlarının “her şeyin buldukları kadarından ibaret” olduğuna inandıklarını öne sürüyor. Bilim adamları, birinin demesinden başka hiçbir kanıtı olmayan gizemli iddiaları reddedebilir; ama doğaya ilişkin her şeyi bildiklerini asla düşünmezler.
6. …Bizi doğrulayanı dostça kabullenir, karşı çıkana da inatla direniriz; oysa ki, sağduyu tam tersini gerektirir.
7. Örgütlü dinlerin bende güven duygusu uyandırmamasının nedenlerinden biri şudur: Belli başlı inançları temsil eden liderlerden hangisi inançlarında eksiklik ya da hata olabileceğini dile getiriyor ve öğretilerindeki olası açıkları saptamak için girişimde bulunuyor?
8. Diğer primatlar gibi insanlar da sürü halinde yaşar. Birbirimizle bir arada olmaktan hoşlanırız. Memeli olduğumuzdan soyumuzun devamı için çocuğun anne-baba bakımı görmesi şarttır. Anne-baba çocuğa gülümser, çocuk da onlara; böylece bir bağ kurulur ve güçlenir. Bebek görmeye başladığından andan itibaren yüzleri tanır. Bu becerinin beynimizde kodlu ve kalıtsal olduğunu artık biliyoruz. Bir milyon yıl önce bebekler kendilerine gülümseyen bir yüzü tanıyamıyor, anne babalarının kalbini kazanamıyor, bu nedenle de gelecekleri tehlikeye giriyordu. Bugünse, her bebek insan yüzünü hemen tanıyarak kocaman bir gülümseme ile işini garantiye alıyor.
9. Her çağın kendine özgü bir budalalığı, kazanç sevdası, heyecan merakı veya sırf taklit hevesiyle kendini kandırdığı bir plan, proje ya da fantezisi vardır. Bunların ötesinde, siyasetin, dinin ya da ikisinin bileşiminin yarattığı bir çılgınlık da görülür.
10. “Uçan daire” teriminin ortaya çıkışı da oldukça ilginçtir. 24 Haziran 1947 günü Rainier Dağı yakınlarında garip birtakım cisimler gören ve uçan daire teriminin türemesine yol açan sivil pilot Kenneth Arnold, yayımlanan gazete haberleri konusunda şunları söylemiş :
“Gazeteler dediklerimi doğru aktarmadı. Gördüklerimi basına anlattığımda söylediklerimi yanlış ilettiler ve kapıldıkları heyecanın etkisiyle olsa gerek, bir iki gazete öyle çetrefilli bir anlatım kullandı ki, neden bahsettiklerini kimse tam olarak anlayamadı. Gördüğüm cisimler azgın sulardaki tekneler gibi çırpınıyor, sağa sola savruluyor gibiydi. Nasıl uçtuklarını betimlerken de daire şekilli bir cisim alıp suyun üzerinden fırlatırcasına uçtuklarını söyledim. Gazetecilerin çoğu da bunu da yanlış anladı ve yanlış aktardı. Cisimlerin daire şeklinde olduğunu söylediğimi yazdılar. Oysa ben cisimlerin dairesel tabaklar gibi devindiğini söylemiştim.”
11. Başarılı ikinci el otomobil alıcılarının da kanıtladığı gibi, kuşkucu yaklaşım ileri derecede bir eğitim gerektirmiyor. Kuşkucu yaklaşımın demokratik uygulamasının özünde, bilgi olarak yerleşmeye çalışan iddiaları etkin ve yapıcı bir şekilde değerlendirebilme yetisi yatıyor. Bilimin tek istediği, kullanılmış otomobil alırken ya da TV reklamlarında gördüğümüz biraların, ağrı kesicilerin kalitesini denerken gösterdiğimiz kuşkuculuğu diğer konularda da kullanmak.
12. Gerginlik durumlarında, söz konusu yabancı dilleri bilen NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi) personeli kulaklıklarla gün boyu oturarak karşı tarafın yüksek rütbeli personelinin yaptığı şifreli görüşmelerden yatak sohbetlerine kadar her türlü haberleşmeyi dinlerler.
13. Cinselliği bastırılmış erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler sınıfından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, Engizisyonda güçlü bir cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor.
14. İnancı ayakta tutan şey kolay inanırlıktır.
15. Reklamların özellikle etkiye açık izleyiciler üzerinde kullandığı görsel yineleme yoluyla benimsetme yönteminin gücünü düşünün.
16. Saf bir akıl...garip şeylere inanmaktan büyük haz alır. Bulduğu ne denli garipse, onun için o kadar iyidir. Sade ve anlaşılır şeylere ise yüz vermez; çünkü onlara zaten herkes inanır.
17. Kimi anılarımız, kendi ürettiğimiz bir dokuya iliştirilmiş parçalar olabilir. Parçaları dikkatlice dikersek, her seferinde kolayca anımsayabileceğimiz, bütünsel bir öykü elde edebiliriz. Belli bir doku içinde yoğrulmamış tek tek parçaları anımsamak ise daha zordur.
18. Kuraklık, veba ve savaşın lanetlediği, sıradan insanların yararlanabileceği toplumsal ya da tıbbi hizmetlerden yoksun, halkı okur-yazar olmayan, bilimsel yöntemin ise adının bile duyulmadığı bir zamanda, kuşkucu yaklaşıma elbette ender rastlanıyordu.
19. ABD’de hemen hemen üçte ikisi 18’inden önce olmak üzere, her on kadından biri tecavüze uğramış. Son yapılan bir araştırma, polise bildirilen tecavüz kurbanlarının altıda birinin 12 yaşın altında olduğunu gösteriyor. (Üstelik bu, polise en az sıklıkla bildirilen kategoriyi oluşturuyor.) Bu kızların beşte biri, babaları tarafından tecavüze uğramış. Bu konuda çok açık olmak istiyorum: Ailelerin ya da ebeveyn rolü üstlenmiş yetişkinlerin çocuklarına cinsel tacizde bulunmak gibi iğrenç bir eğilim gösterdiği çok sayıda gerçek örnek var. Kimi vakalar fotoğraf, günlük, çocukta bel soğukluğu gibi somut kanıtlarla gün ışığına çıktı. Çocuklukta taciz, toplumsal sorunların olası nedenleri arasında sayılıyor. Bir araştırmaya göre, şiddet suçlarından hüküm giymiş mahkumların %85’ini çocukluklarında tacize uğramış kişiler oluşturuyor. Ergenlik döneminde anne olan kadınların üçte ikisi, çocukluk ya da ergenlik dönemlerinde tecavüze uğramış veya taciz edilmişler. Tecavüz kurbanlarında içki ve uyuşturucu bağımlılığı oranı, diğer kadınlara göre on kat yüksek. Bu, acil çözüm gerektiren gerçek bir sorun. Trajik ve doğruluğu su götürmeyen bu çocukluktaki cinsel taciz vakalarının çoğu, belleğe hatırlanması söz konusu gizli anılar şeklinde değil, hiç unutmaksızın erişkinliğe değin taşınan anılar olarak yerleşiyor.
20. Bugünse standartlarımız çok daha düşük. Çocuklarımıza duygusal olarak hoş anlamlar taşıdıkları için Noel Baba, Paskalya Tavşanı ve Diş Perisi’nden söz ediyor, sonra da erişkinliğe ulaşmadan önce kafalarını bu söylencelerden arındırmaya çalışıyoruz. Neden böyle bir geri adım atıyoruz? Çünkü yetişkin olarak ayakta durabilmeleri, dünyayı gerçekten olduğu şekliyle tanımalarına bağlıdır. Noel Baba’ya hala inanan yetişkinler adına, haklı nedenlerle endişe duyarız.
21. Öğretisel dinler konusunda, Filozof David Hume şöyle diyor: “İnsanların öyle konularda besledikleri kuşkuları kendilerine bile itiraf etmeye cesaretleri yoktur. Ölçütleri, sorgusuz inançtır ve asıl inançsızlığı, verdikleri güçlü hükümler ve yobazlıkla göstermiş olurlar.
22. Ahlakın temeli...hakkında kanıt olmayan şeylere inanır görünmekten ve bilgi sınırlarının ötesindeki sorgulanamaz önermeleri yinelemekten vazgeçmeye dayanır.
23. Yalanlara karşı hoşgörünün artması, birçok diğer kötülük için de zemin hazırlar.
24. Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.
25. Tüm kanserlerin rasgele iyileşme oranının, on binde bir ile yüz binde bir arası bir değere karşılık geldiği tahmin ediliyor.
26. Ancak, eklenmesi gereken başka bir nokta daha var: Güz Ayı, Amerika’da yaşayan geleneksel Çinli toplumlar için önemli bir festival. Festivalden önceki bir hafta içerisinde, bu topluluklarda ölüm oranında %35’lik bir düşüş olduğu bulguladı. Sonraki hafta, ölüm oranında %35’lik bir artış oluyor. Çinli olmayan kişilerden oluşturulan kontrol gruplarında ise böyle bir etkiye rastlanmadı. Durumdan intiharların sorumlu olduğunu düşünebilirsiniz; ancak yalnızca doğal kaynaklı ölümler hesaba katılmıştı. Gerginlik ya da aşırı yemeyi neden gösterebilirsiniz; ancak Güz Ayı’ndan önce ölüm oranında düşme olmasını bunlarla açıklayamazsınız. Bu etki en çok da gerginliğin önemli etkileri olduğu bilinen kalp-damar hastalarında gözleniyor. Kanser hastalarında daha küçük bir etkilenme oluyor. Yapılan daha ayrıntılı bir çalışma, ölüm oranındaki salınımların, özellikle 75 ve üzeri yaşlardaki kadınlarda görüldüğünü ortaya çıkardı. Güz Ayı Festivali’ne, evdeki en yaşlı kadınlar başkanlık eder. Demek ki ölmek üzere olan yaşlı kadınlar, geleneksel sorumluluklarını yerine getirebilmek için ölümü bir ya da iki hafta başlarından savmayı başarıyorlar. Benzer etki, yaşlı erkeklerin lider rolü üstlendiği bir ayin olan Hamursuz Yortusu sıralarında Musevi erkeklerde ve dünya çapında doğum günü, mezuniyet töreni ve benzeri kutlamalar sırasında da gözleniyor.
Daha da tartışmalı bir çalışmada, Stanford Üniversitesi ruh hekimleri, metastatik meme kanseri hastası 86 kadını iki gruba ayırdılar: Birinci grup ölüm korkularını inceleme ve kendi yaşamlarından sorumlu olma yolunda teşvik ediliyor; ikinci gruba ise belirli bir ruhsal destek sağlanmıyordu. Araştırmacıları da şaşırtan sonuç, destek gören grubun daha az acı çekmekle kalmayıp, ortalama olarak 18 ay daha uzun yaşaması oldu.
27. Tarihin en acı derslerinden biri de şudur: Yeterince uzun zamandır aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir. Tuzağa düştüğümüzü kendimize bile itiraf etmek, son derece acı vericidir çünkü.
28. Bir bilim adamı, Paris gazetelerinden birine, ücretsiz yıldız falına bakacağına dair bir ilan verir. İstendiği üzere doğum yer ve zamanlarını bildiren 150 kadar yanıt alır. Her birine falın ne kadar doğru çıktığını soran bir anketle birlikte içeriği tümüyle aynı tek bir fal gönderilir. Yanıt gönderenlerin %94’ü (ve üstelik arkadaşlarının ve ailelerinin %90’ı) falın kendilerini en azından bir ölçüde tanımladığını bildirirler. Ne var ki, fal aslında Fransız bir seri katili tanımlamaktadır. Bir yıldız falcısı, müşterileriyle görüşmeksizin bu denli ileri gidebiliyorsa, insanlardaki ince ayrıntılara duyarlı ve pek de vicdan taşıyamayan birinin neler yapabileceğini bir düşünün.
29. Anahtar rol oynayan araçlardan biri de “hazır kılıf” denen ve herhangi birinin hemen kendine göre bir gerçek seçebileceği kadar ince ayarla oturtulmuş herkese uygun eğilimler listesi. İşte bir örnek:
Kimi zaman dışa dönük, nazik ve sosyal; kimi zaman da içe dönük, temkinli ve uzaksınız. Kendinizi diğerlerine açmada çok dürüst olmanın mantıklı olmadığını düşünüyorsunuz. Belli ölçüde değişiklik ve çeşitliliği seviyor, kısıtlama ve sınırlamalarla karşılaştığınızda hoşnut olmuyorsunuz. Dışarıya karşı disiplinli ve kontrollü görünmekle birlikte, içinizden endişeli ve güvensiz hissediyorsunuz. Kişiliğinizin zayıf yönleri olmasına karşın, genellikle bunları kapatmayı başarıyorsunuz. Kendi yararınıza kullanmadığınız büyük bir kapasiteniz var. Kendinizi eleştirmeye eğilimlisiniz. Diğer insanların sizde hoşlanmaları ve size hayranlık duymalarına gereksinim duyuyorsunuz.
30. Akla dayalı bilim, kartlarını her istendiğinde gösterebilir, öte yandan akla dayalı olmayan otoritecilik, kartlarının sorulmasını inanç eksikliği sayar.
31. Hepimiz kusurlu, çağımızın ürünü yaratıklarıyız. Kendimizi geleceğin bilinmeyen standartlarına göre yargılamak adil olur mu? Kuşku yok ki çağımızın kimi alışkanlıklarını sonraki kuşaklar tarafından barbarca tavırlar olarak görülecek.
32. Cehalet bilgiden daha fazla güven telkin eder: Şu ya da bu sorunun bilim tarafından asla çözülemeyeceğini kendinden öylesine emin bir ifadeyle ileri sürenler, çok bilenler değil az bilenlerdir.
33. On bin Amerikalı bilim adamı ve mühendis, Yıldız Savaşları programında çalışmayacaklarını ya da SDI örgütünden para kabul etmeyeceklerini açıkça bildirmişlerdi. Bu durum (kişisel bedeli yüksek olsa da) bilim adamlarının, en azından geçici olarak, yoldan çıkmış demokratik bir hükümetle işbirliğini cesaretle reddedebildiğini gösteren bir örnektir.
34. CIA genel başkanı 1995’te, “kesin gizliliğin kesin çürümeye yol açacağı” yorumunda bulunmuştu.
35. Gerçek olamayacak kadar harika hiçbir şey yoktur.
36. Denenmemiş, desteksiz kavrayış, doğrunun yetersiz bir garantisidir.
37. Yeniçağcılar, eskiden olduğu gibi ne mahkeme makamına çıkarılıp yargılanıyor, ne düş gördükleri gerekçesiyle kamçılanıyor, ne de kazıkta yakılıyor. Neden eleştiriyi böylesine kötü algılıyorlar? İnançlarının, kuşkucuların öne sürebileceği en iyi karşıt savlara ne denli dayanıklı olduğunu merak etmiyorlar mı?
38. Eski bir Çin atasözü, “Çok kuşkucu olmaktansa, çok saf olmak yeğdir” diyor.
39. Çin uygarlığı baskı makinesini, barutu, roketi, manyetik pusulayı, depremölçeri, sistematik gök gözlemlerini ve gök olaylarının tarihini tutmayı buldu. Hintli matematikçiler, aritmetiği rahatlatmanın ve dolayısıyla niceliksel bilimin esası olan sıfırı keşfettiler. Aztek uygarlığı, kendisini işgal edip ortadan kaldıran Avrupa uygarlığınınkinden çok daha iyi bir takvim geliştirmişti. Aztekler, gezegenlerin konumunu daha uzun vadeli olarak ve çok daha iyi tahmin edebiliyorlardı. Ancak, bu uygarlıklardan hiçbiri, diyor Cromer, bilimin kuşkucu, sorgulayıcı, deneysel yöntemini geliştiremedi. Bu yöntem tümüyle Eski Yunan’dan gelmeydi:
Nesnel düşünmenin Yunanlılarca geliştirilmiş olması, birtakım özel kültürel etmenler gerektirmiş olmalı. İlki, erkeklerin akıllarını kullanıp tartışarak birbirlerini ikna etmeyi ilk kez öğrendikleri meclislerdi. İkincisi, kendi içine kapanma ve dar kafalılığı önleyen denizciliğe dayalı bir ekonomiydi. Üçüncüsü, yolcu ve bilimcilerin ziyaret edebileceği, Yunanca’nın yaygın kullanıldığı bir dünyanın varlığı idi. Dördüncüsü, kendi öğretmenlerini kiralayabilen bağımsız bir tüccar sınıfının varlığı idi. Beşincisi, kendi başlarına liberal akılcı düşünmenin özetleri sayılabilecek yazınsal başyapıtlar olan İlyada ve Odysseia idi. Altıncısı, rahiplerce yönetilmeyen edebi bir dindi. Yedincisi ve sonuncusu da bu etmenlerin 1000 yıldan fazla süre varlığını sürdürmüş olmasıydı. Tüm bu etmenlerin büyük bir uygarlıkta bir araya toplanmış olması oldukça rastlantısal idi; ikinci bir kez de tekrar etmedi.
40. Bilim hem aşırı batıl inançlardan hem de aşırı adaletsizlikten kurtulmamızı gerektirir. Genellikle hurafeler ve adaletsizlik, aralarında sızılmaz bir işbirliği yürüten dini ve laik otoritelerce dayatılır. Siyasi devrimlerin, din konusunda kuşkuculuğun ve bilimin yükselişinin aynı anda yürüyebilmesi şaşırtıcı değil. Hurafelerden kurtulmak, bilim için gerekli bir koşul, ama yeterli değil.
41. ABD’de standart okul yılının 180 gün olmasına karşılık bu rakam Güney Kore’de 220, Almanya’da 230 ve Japonya’da 243. Bu ülkelerin bazılarında çocuklar cumartesi günleri de okula gidiyor. Amerikalı ortalama ortaokul öğrencisi ev ödevine haftada 3,5 saat ayırıyor. Gerek sınıfta gerekse sınıf dışında çalışmaya ayrılan toplam zaman haftada 20 saat. Japon beşinci sınıf öğrencileri haftada 33 saat çalışıyorlar. ABD’nin yarı nüfusuna sahip Japonya her yıl ABD’den iki kat fazla yüksek dereceli bilim adamı ve mühendis yetiştiriyor.
42. Amerikalı çocukların çoğu aptal değil. Çok çalışmamalarının bir nedeni, çabalarının karşılığında pek az somut yarar sağlıyor olmaları. Sözel beceriler, matematik, fen ve tarih alanlarında yeterlik (yani konuyu gerçek anlamda bilmek), ortaöğretimden sonraki ilk sekiz yılında ortalama genç erkeklerin kazançlarında bir artış sağlamıyor. Bu nedenle birçoğu da sanayiden çok, hizmet sektörünü yeğliyor.
Ekonominin üretken sektörlerinde ise işin rengi değişiyor. Yeterli müşteri olmadığı için değil, işe giren işçilerin çok azı basit aritmetik hesapları yapabilecek düzeyde olduğu için iflasın eşiğine gelen mobilya fabrikaları var. Başlıca elektronik şirketlerinden biri, işe başvuranlarının %80’inin beşinci sınıf matematik sınavını geçemediğini bildiriyor. ABD (özellikle yitik üretkenlik ve eğitimde iyileştirmeye giden harcamalar alanında), işçiler büyük çoğunlukla yazamadığı, okuyamadığı, sayamadığı ve düşünemediği için yılda 40 milyar dolar zarar ediyor.
43. Büyümekte olan bir kanser, yakınındaki kan damarlarını çevreleyen hücrelere her yana iletilmek üzere bir bildirge gönderir: “Kana gereksinmemiz var” demektedir mesaj. Endotel hücreleri, kanser hücrelerine gerekli kanı sağlamak üzere yardımsever bir tavırla kan damarı köprüleri kurar. Nasıl bir süreçtir bu? Mesajın yolu kesilebilir ya da iptal edilebilir mi?
44. Yalnız özgür insanların eğitilmesi gerektiğini söyleyen çoğunluğa değil, yalnız eğitimlilerin özgür olduğunu söyleyen düşünürlere inanmalıyız.
45. İnsanlığın dünyada bulunduğu sürenin %99’u boyunca kimse ne okudu ne de yazdı.
46. Son araştırmalar, yetersiz beslenen birçok çocukta anlama ve öğrenme kapasitesinde azalma, yani “bilişsel yetersizlik” görüldüğünü bildiriyor. Bu durumun ortaya çıkması için çocuğun açlık çekiyor olmasına da gerek yok. Hafif bir beslenme yetersizliği bile (Amerika’da yoksul kesimde en çok görülen tür olanı..) bu bozukluğa yol açabiliyor. Anne yeterince yemiyorsa doğmadan önce, bebeklikte ya da çocuklukta baş gösteren bilişsel yetersizlik, yeterli besin almama durumunda vücudun sınırlı besin kaynağını ne şekilde kullanacağı konusunda verdiği kararın bir sonucu. Vücut için önce yaşamayı sürdürmek, sonra gelişmek geliyor. Beslenmenin dayattığı bu önem sıralaması boyunca, vücut öğrenmeyi son sıraya koymak zorunda kalıyor. Sonuç olarak organizma için zeki ve ölü olmaktansa, aptal ama canlı olmak önemlidir.
47. Çoğu sağlıklı çocuk gibi öğrenmeye heves ve şevk beslemektense, yetersiz beslenen çocuk kolay sıkılır, ilgisiz ve tepkisiz olma eğilimi gösterir. Yetersiz beslenme daha ciddi boyutlara ulaştığında (kimi uç örneklerde), düşük kilolu ve küçük beyinli doğumlar görülebiliyor. Bununla birlikte, sağlık bakımından kusursuz görünen bir çocuk bile yetersiz demir alıyorsa, ilgisini odaklamakta güçlük çekebilir. Tahminlere göre demir eksikliği anemisi Amerikalı yoksul çocukların dörtte birini etkiliyor olabilir. Bu rahatsızlığın etkileri arasında, çocuğun ilgi süresinin az ve belleğinin zayıf olmasının yanında, yetişkinliğe kadar uzanabilen diğer kötü sonuçlar var.
48. Nazi propaganda bakanı Josef Goebbels, “Kamuoyunun şekillenmesini denetlemek devletin mutlak hakkıdır” demişti.
49. Toplumsal değişimden hoşlanmayanlar, bilime kuşkuyla bakma eğilimi gösterebilirler.