KEŞFEDİLMEMİŞ BENLİK
YAZARI : CARL G. JUNG
1. Aslında ilkel insan, bizden daha mantıklı veya mantıksız değildir. Onun varsayımları bizimkilerden farklıdır ve onu bizden farklı kılan da bu özelliğidir. Düşünceleri ve davranışları bizimkilerden değişik temeller üzerine oturur. Olayları kendi tarzında açıklarken bize çok benzer, varsayımlarını sorgulamaz.
2. Örneğin benim mektuplarımı taşıyan yerli hiç durmadan 75 mil koşabiliyordu. Altı aylık hamile bir kadının sırtında bebeği, ağzında uzun piposu, 95 derece sıcaklıkta, bir ateşin çevresinde sabaha kadar hiç yorulmadan dans ettiğini gördüm.
3. Biz, sular bilinmeyen bir nedenle ters akmaya başlayınca kesinlikle panikleriz, ama bir karıncayiyeni gündüz görünce veya bir albino doğunca veya güneş tutulunca alarma geçmeyiz. Bu tür olayların anlamını veya hareket alanını biliriz ama ilkel insan bilmez. Olağan olaylar onun için onu ve diğer bütün yaratıkları kapsayan tutarlı bir bütün oluştururlar. Bu nedenle çok tutucudur ve her zaman yapılagelen şeyleri yapar. Nerede olursa olsun, bu bütünü bozan bir şey gerçekleşirse, iyi düzenlenmiş dünyasında bir çatlağın varlığını hisseder. Bir şekilde çarpıcı olan bütün hadiseler hemen sıra dışı bir olayla bağlantılandırılır.
4. Büyü balta girmemiş ormanın bilimidir. Astroloji ve diğer kehanet yöntemleri, tereddütsüz bir biçimde, eskinin bilimi olarak isimlendirilir.
5. Şanssızlıklar teker teker gelmezler.
6. Peşpeşe gelen olumsuz olaylarla karşılaştığımızda, doğal nedenlere olan inancımızı bir kenara bırakırız ve onun yerine “kolektif simgeselliğe” –denetlenemez bir gücün devrede olduğuna- yöneliriz. Birçok modern insan –çok inatçı olmadıkları sürece- doğal nedenselliğin açıklayamadığı olaylarla karşılaştıklarında böyle düşünürler. Doğal olarak bunlardan kaçınmaya çalışırız. Bize tatsız gelirler, çünkü yaşamımızın düzenli akışını bozarak her şeyin olası olduğunu hissettirirler. Bunların üzerimizdeki etkisi, ilkel aklın hala ölmediğini gösterir.
7. Yaşlı bir Afrikalı, “Burası insanın ülkesi değildir, Tanrının ülkesidir” demiştir.
8. Günlük yaşamımızda daima diğer insanların ruhsal süreçlerinin bizimkiyle aynı olduğunu varsayarız. Bize hoş gelen veya arzulamadığımız bir şeyin diğer insanlar için de aynı şeyi ifade ettiğini düşünürüz. Bize kötü gelenin onlar için de kötü olması gerekir.
9. ..ve biz hala kendimizde görmek istemediğimiz bütün kötülükleri ve değersizlikleri “diğer insana” atfetmeye devam ederiz. Bu nedenle, onu eleştirmemiz ve ona saldırmamız gerekir. Bu durumda asıl gerçekleşen şey aşağılık bir ruhun bir insandan diğer insana göç etmesidir.
10. Kendimizde bilincinde olmadığımız her şeyi komşumuzda keşfederiz ve ona göre davranırız. Uygarlığımızda ona zehir içirtmeyiz, onu yakmayız veya onu çivilemeyiz, ama onu en derin inançlarla vurgulanmış ahlaki yargılar kanalıyla yaralarız. Onda mücadele ettiğimiz şey genellikle bizim kendi kötü yönümüzdür.
11. Mantıklı ve eleştirel düşünme yeteneği insanoğlunun en belirgin özellikleri arasında değildir olsa bile, kararsız ve değişken niteliklidir ve kural olarak politik gruplar ne kadar büyük olursa, o kadar kararsız ve değişken olurlar. Kitleler, tek tek bireylerde varolması mümkün olmayan içgörü ve düşünme yeteneğini ezip geçerler. Ve bu da anayasal devlet bir zayıflığa düştüğü zaman, doktriner ve otoriter despotluğa yol açar.
12. Mantıklı akıl yürütme, ancak bir durumun duygusallığı belli bir kritik ölçüyü aşmadığı sürece başarılı olur. Eğer duygusal ısı bu kritik derecenin üstüne çıkarsa, aklın etkinliği yok olur ve yerini sloganlar ve hayali dilek-fanteziler alır. Yani, bir çeşit toplu cinnet ve hızla yayılan psişik bir hastalık topluma musallat olur.
13. Fanatik bir kızgınlıktan kaynaklanan yıkıcı düşünceler kolektif mantıksızlığa hitap eder ve orada kendine verimli bir toprak bulur, zira daha normal insanların akıl ve sağduyu örtüsü altına gizleyebildiği tüm güdüleri ve kızgınlıkları ifade ederler. Dolayısıyla genel nüfusa oranla küçük bir sayıda olmalarına rağmen, bu insanlar hastalık bulaştırma kaynakları olarak tehlikelidirler. Çünkü normal denilen insanların kendini tanıma derecesi çok sınırlıdır.
14. Birçok insan “kendini tanımayı” bilinç düzeyindeki ego kişiliğinin bilgisi ile karıştırır. Biraz ego bilincine sahip herkes kendini tanıdığından emindir. Ama ego sadece kendi içeriğini bilir, bilinçdışı ve onun içeriğini bilmez.
15. İnsanlar kendini tanıma derecelerini çevrelerindeki ortalama bir insanın kendini tanıma oranı ile değerlendirirler, büyük ölçüde kendilerinden gizlenmiş olan ruhsal gerçeklerle değerlendirmezler. Bu bakımdan, ruh fizyolojik ve anatomik yapısı ile ortalama insanın aslında hakkında pek az şey bildiği bedeni gibi davranır. Onun içinde yaşadığı ve onunla birlikte hareket ettiği halde, sıradan bir insan için bedeninin büyük bölümü hemen hemen tümüyle bilinmeyen bir şeydir. Bilinmeyen ama varolan tüm şeyler bir yana, insana bedeni hakkında bilinen şeyleri tanıtmak için özel bilimsel bilgi gerekir.
16. Sonuçta, yaygın olarak “kendini tanımak” denen şey, büyük bölümü sosyal faktörlere ve insan ruhunda olup bitenlere bağlı olan çok sınırlı bir bilgidir. Dolayısıyla, daima filanca veya falanca şeyin “kendisine olmayacağı” veya “ailesinde” ya da arkadaşlarında ve tanıdıklarında görülmediği önyargılarıyla karşılaşırız. Öte yandan en az bunun kadar hayali varsayımlarla, gerçek olguları gizlemeye yarayan bir takım niteliklerin bulunduğu iddialarını dinleriz.
17. Eğer bir bireyi anlamak istiyorsam, ortalama insan hakkındaki tüm bilimsel bilgileri bir yana atıp, tüm teorileri göz ardı ederek tümüyle yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım. Anlamak işine ancak tam özgür ve açık bir kafayla yaklaşabilirim, oysa insanı bilme veya insan karakterini kavrama çabası insanlık hakkında her türlü bilgiyi önceden varsayar.
18. Şimdi, ister bir başka insanı anlamak, ister kendimizi tanımak söz konusu olsun, ker iki durumda da tüm teorik varsayımları bir kenara bırakmak zorundayım.
19. Kölelik ve başkaldırı birbirinden ayrılmaz bir ikilidir. Dolayısıyla iktidar çekişmesi ve aşırı güvensizlik tepeden tırnağa tüm organizasyona yayılır. Dahası, kitleler içinde bulundukları, biçimden yoksun, kaotik ortamı telafi etmek için daima bir “lider” üretirler ve tarihte birçok örneğini gördüğümüz gibi bu lider mutlaka sonunda kendi şişirilmiş ego-algısının kurbanı olur.
20. Kalabalık ne kadar büyük olursa, bireyin önemi o kadar azalır. Ama eğer birey, kendi zayıflık ve yetersizlik duygusu altında ezilerek, yaşamının anlamını yitirdiğini hissederse –ki bu anlam kamu refahı ve yüksek yaşam standartları ile zaten benzer değildir- o zaman çoktan devlet köleliği yoluna girmiş ve bilmeden veya istemeden, devletin kulu olmuştur.
21. Egemen devlet hayalini –bir başka deyişle devleti idare edenlerin isteklerini- her türlü sınırlamadan kurtarmak için, bu eğilimdeki tüm sosyo-politik hareketler şaşmaz biçimde dinin altındaki zemin kaydırmaya çalışırlar. Zira, bireyi devletin bir fonksiyonu haline dönüştürmek için, devlete bağımlılık dışındaki tüm bağlılıkları onun elinden alınmak zorundadır. Oysa din, deneyimin mantık dışı gerçeklerine bağımlı olmak ve boyun eğmek demektir. Söz konusu gerçekler sosyal ve fiziksel koşullarla doğrudan bağlantılı değildirler, daha ziyade bireyin ruhsal tavrı ile ilgilidir.
22. Nasıl ki sosyal bir varlık olarak insan uzun vadede toplumla bağı olmadan yaşayamazsa, birey de dış faktörlerin yıkıcı etkisini göreceli olarak azaltabilen dünya ötesi bir prensip olmadan hiçbir zaman varoluşu ve spritüel ve ahlaki özerkliği için gerçek bir neden bulamaz. Tanrıya bağlanmayan bir birey dünyanın fiziksel ve ahlaki kışkırtıcılığına kendi kaynakları ile direnemez.
23. Devletin büyük bir avantajı vardır : bireyin yanı sıra dinsel güçleri de yutar. Devlet Tanrının yerini almıştır. İşte bu nedenle sosyalist diktatörlükler din haline gelmiş ve devlet köleliği bir ibadet biçimi olmuştur. Ancak, dinin işlevi, geçerli egemen kitle zihniyeti ile çatışmayı engellemek için hemen bastırılan, gizli kuşkulara yol açmadan bu şekilde yerinden sökülemez ve yalanlanamaz.
24. Sonuçta durum, her seferinde olduğu gibi,fanatizm şeklinde aşırı bir yolla telafi edilir ve fanatizm en ufak bir muhalefet kıvılcımını bile ezen bir silah olarak kullanılır. “Amaca ulaşmak için tüm yollar, en aşağılık olanlar bile meşrudur” gerekçesi ile özgür düşünce ayaklar altına alınır ve ahlaki yargı hakkı acımasızca bastırılır.
25. Devletin politikası iman mertebesine yükseltilir, lider veya parti başkanı konumundaki kişi iyi ve kötünün ötesinde bir yarı-tanrı haline gelir ve ona kendini adayan insanlar birer kahraman, din şehidi, havari veya misyoner gibi şereflendirilir. Sadece bir tek gerçek vardır, ondan başka hiçbir gerçek yoktur. Bu gerçek çok kutsal ve dokunulmazdır, eleştiri üstüdür. Farklı düşünen herkes bir zındıktır ve tarihten de bildiğimiz gibi, her türlü kötü akıbetle karşılaşma tehlikesi içindedir. Sadece politik gücü elinde tutan parti başkanı devlet doktrinini aslına sadık biçimde yorumlayabilir. Bunu da kendine uygun gördüğü bir şekilde kafasına estiğince yapar.
26. Sonuç olarak, birey devletin gücüne, yani kitle zihniyetine daha fazla sarılacak, böylece kendini devlete hem fiziksel, hem de manevi olarak daha fazla teslim edecek ve sosyal kudretini ve yetkisini tümüyle yitirecektir. Tıpkı kilise gibi, devlet de kişilerden şevk, özveri ve koşulsuz sevgi talep eder. Nasıl ki dinler “Tanrı korkusuna” gerek duyar veya bunun var olduğunu farz ederse, diktatör devlet de gerekli korku ortamını yaratmada aynı ölçüde özen gösterir.
27. İnsan kendisi için bir muammadır. Bu anlaşılabilir bir şey, zira insan kendisini tanımak için gerekli olan karşılaştırma araçlarından yoksundur. Anotomi ve fizyoloji açısından kendisini diğer hayvanlardan ayırt etmesini bilir, ancak bilinçli, düşünen ve konuşabilen bir varlık olarak kendisini yargılamak için hiçbir kriteri yoktur. Bu gezegende, başka hiçbir şeyle kıyaslayamayacağı eşsiz bir fenomendir. Karşılaştırma yapma ve dolayısıyla kendini tanıma fırsatı ancak eğer başka yıldızlarda yaşayan insan gibi memelilerle ilişki kurabilseydi mümkün olurdu.
28. Beynin yapısı ve fizyolojisi ruhsal sürece dair bir açıklama sağlamaz. Ruhun başka hiçbir şeye indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası vardır.
29. Otoritenin gücü ne kadar artarsa birey o kadar zayıflar ve çaresizdir.
30. Nasıl kalabalıkların, hepsi de karşılıklı doyumsuzluk ve kızgınlıkla biten, kaotik hareketleri bir diktatörün iradesi ile belli bir yöne çekiliyorsa, çözülmüş durumdaki bireyin de yönlendirilmeye ve düzene sokucu bir prensibe ihtiyacı vardır.
31. Tüm kötülüklerin kaynağını dış dünyada arama eğiliminde olan bilinç uyarıca, politik ve sosyal değişim isteyen sesler yükselir. Bu değişimlerin, çok daha derinlerde yatan bölünmüş kişilik problemini otomatik olarak çözeceği zannedilir.
32. Sonuç olarak, modern insan ancak kendisinin bilincinde olabildiği ölçüde tanıyabilmektedir kendini. Bu da büyük ölçüde çevresel koşullara, bilgi edinme dürtüsüne ve özgün içgüdüsel eğilimlerini bir ölçüde değiştirerek kontrol almasına bağlı olan bir yetenektir.
33. Bazı bilinçli niyetlerin, bunları kontrol altında tutan içsel bir karşıt olmadığı zaman ne denli kolaylıkla harekete geçebileceğini bir “Lideréin örneğinde gördük. (Hitler kastediliyor. n.a.)
34. Kendini tanımak konusundaki bir soruya olumlu bir cevap verebilmek için, bireyin büyük bir özenle benliğini sorgulama ve kendini tanıma çabasına gönüllü olması gerekir.
35. Bildiğiniz gibi Tabiat, yüksek bir zekaya aynı zamanda ruh yeteneği de verecek kadar cömert değildir. Kural olarak, birinin olduğu yerde diğeri bulunmaz ve bir yetenek kusursuz biçimde var ise bu, genellikle diğer yeteneklerin pahasına gelişmiştir. En iyi koşullarda birbirinin önüne çıkan akıl ile duygu arasındaki zıtlık, insan psişesinin tarihinde acı dolu bir sayfadır.
36. Ancak, insanın kendi bağrında değil de daima başkalarının bağrında gördüğü kötülükten korkması her seferinde mantığına engel olmaktadır, yoksa insan bu silahı (nükleer silahları) kullanmanın canlı yaşamını dünya yüzünden sileceğini zaten biliyor.
37. Nasıl bireyin kendisiyle ilgili anlamadığı ve anlamak istemediği her şeyi bir başkasına yükleyerek başından atmak gibi vazgeçemediği bir eğilimi varsa, kötülüğü daima karşı tarafta görmek de politik oluşumların doğasında vardır.
38. Nerede adalet belirsizse, polis casusluğu ve terör iş başındaysa, insanlar soyutlanmaya ve yalnızlığa düşerler, ki diktatör devletin amacı ve hedefi de budur, çünkü varlığını güçleri ellerinden alınmış sosyal ünitelerin mümkün olduğunca çok sayıda bir araya yığılmasına dayandırır.
39. Sevginin bittiği yerde, güç savaşları, şiddet ve terör başlar.