KİTABIN ADI : İÇE DÖNÜK KONUŞMANIN GÜCÜ
KİTABIN YAZARI : SHAD HELMSTETTER
1. İnsan beyni, hepimizin sahip olduğu inanılmaz ölçüde güçlü, kişisel bilgisayar denetim merkezidir. Onun sizin için yapmasından hoşlanacağınız, mantıklı herşeyi yapmaya gücü vardır. Fakat ona nasıl davranacağınızı bilmelisiniz. Eğer doğru davranış ve doğru yönergeleri dikkatle verirseniz, doğru şeyi yapacak - sizin için en doğru şekilde çalışacaktır. Fakat, zihin bilgisayarınıza yanlış yönergeler verirseniz, o da bu yanlış yönergelere göre davranır; sizin ve dünyanın geri kalan kısmının farkında bile olmaksızın, ona yüklediğiniz olumsuz programa yanıt vermeye devam eder.
2. 148.000 “Hayır!”
Çoğumuzun maruz kaldığı olumsuz programlanmaya bir örnek vereceğim. Yaşamlarımızın ilk on sekiz yılı boyunca, makul ölçüde olumlu yuvalarda büyüdüysek, bize 148.000 kereden daha fazla “Hayır!” denmiştir ya da ne yapamayacağımız söylenmiştir. Eğer birazcık daha şanslıysanız sadece 100.000 ya da 50.000 kere “Hayır” denmiş olabilirsiniz. Sayısı her ne olursa olsun, bu ihtiyaç duyduğumuzdan fazlaca yüklenmiş olumsuz programlamadır.
3. Bu arada, aynı süre boyunca, yani yaşamınızın ilk on sekiz yılında size tahminen kaç kez
ne yapabileceğiniz ya da hayatta neyi başarabileceğiniz söylendi. Bin kez ? Birkaç yüz kez? Ülke çapında gruplarla yaptığım görüşmeler sırasında, hayatta neyi başarabileceklerinin, kendilerine, üç ya da dört kereden fazla söylendiğini hatırlayamayan insanlarla karşılaştım. Sayıları ne olursa olsun, basit bir hesapla, çoğumuzun kaydettiği “evet”ler, “hayır”ları dengelemiyor. Ara sıra söylenen “güven” sözleri tam anlamıyla ara sıradır ve etkisi, bizim günlük olarak aldığımız “yapamazsın”ların dozuyla çok hafifleşmiştir.
4. Hepimizin maruz kalmış (ve halâ da kalmakta) olduğu bu olumsuz programlama, aslında
bize kasıtsız olarak yapılır. Bunu bize ana babalarımız yapar (onlar bizi korumak isterler). Bunu bize kardeşlerimiz, öğretmenlerimiz, okul arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, hayat arkadaşlarımız, her türlü reklam, sabah gazeteleri ve saat altı haberleri yapar.
5. Önde gelen davranış bilimi araştırmacıları, düşündüğümüz herşeyin yüzde yetmiş yedi kadarının amaca zararı dokunur ve bize karşı çalışır türden olduğunu tespit etmişlerdir. Aynı zamanda tıp araştırmacıları tüm hastalıkların yüzde yetmiş beşinin kendi teşvikimizle oluştuğunu söylemektedirler. Hiç şaşırtıcı değil. Ya araştırmacılar haklıysa? Bu demektir ki, programımızın yüzde yetmiş beşi veya daha fazlası yanlış türden. Çok yakın zamanlara kadar hiç kimse insan zihnini onun gerçekten nasıl çalıştığını - yeterli bir şekilde anlamamıştı. Sonuç şuydu: Çevremizdeki herşey ve herkes, ne yaptıklarını bilmeden ve bu “rasgele” programlamanın üzerimizdeki çok büyük etkisini tanımadan, bizi yanlış şekilde programlamışlar.
6. Maalesef, çoğu yanlış yönde bir programlamaydı ve biz yürekten etkilendik. Yılı yılına, kelimesi kelimesine olumsuz yaşam hikayelerimiz içimize kazındı. Katman katman, neredeyse silinmez bir şekilde, kendi görünümlerimiz yaratıldı. Zamanla biz de buna katıldık. Başkaları tarafından bize söylenenlerin ve bizim kendimize söylediklerimizin gerçek olduğuna inanmaya başladık. İster iyi niyetle verilmiş, ister kurnazca ima edilmiş olsun, aynı söz ve düşünceleri tekrar tekrar işitmeye başladık; yüzlerce, hatta binlerce kez, ne yapamayacağımız, neyi başaramayacağımız bize söylendi ya da biz kendimize söyledik. Tekrar, inandırıcı bir tezdir. Sonuç olarak, başkalarının bize, bizim de kendimize en çok söylediğimiz şeye inandık. Zihnimizde yarattığımız kendi tablomuzu yaşamaya başladık.
7. Zamanla, kendimiz hakkında en çok inandığımız şeyler neyse öyle olduk. Böyle yaparak, çoğumuz için, eski programımız yürürlükte kaldığı sürece bizimle sınırsız geleceklerimiz arasında görünmez fakat güçlü bir şekilde duran bir duvar yarattık. Aldığımız bu olumsuz programlar silinmez ya da yerine olumlusu konulmazsa, o bizimle sürekli kalacak ve yaşamımızın geri kalanında yapacağımız herşeyi yönetip etkileyecektir.
Hiç düşündünüz mü? Nasıl davrandığınız, ne kadar başarılı olduğunuz gibi konuların ne kadarı başkalarının şartlamalarına, programlamalarına, ne kadarı sizin kendi programlarınıza bağlıdır. Herhangi birimiz için, ne kadar önemsiz olursa olsun, şartlanmışlıklarımızdan etkilenmeksizin herhangi bir şey yapmak neredeyse olanaksızdır. Attığınız her adım, yaptığınız her hareket ya da söylediğiniz her söz, sizin önceki şartlanmalarınızdan etkilenmiştir.
8. O zaman neden bazıları hemen her görevin üstesinden daha kolaylıkla gelir, amaçlarına daha rahat ulaşır ve hayatlarını daha dopdolu yaşarlar? Sizce başkalarından “daha şanslı” gibi görünenler, aslında yalnızca daha iyi program yapmış veya eski olumsuz programlarını silip yerine daha iyi bir şeyler koymayı öğrenmiş olabilirler mi?
Felsefeleri, teorileri ve insan davranışını etkileyen uygulanmış yöntemleri incelendikten sonra, şu küçük gerçeğin basitliğini öğrendiğimde şok oldum: Siz en çok düşündüğünüz şey olursunuz; herhangi bir şeydeki başarı ya da başarısızlığınız, büyük ya da küçük, programınıza bağlı olacaktır - yani başkalarından ne kabul ettiğinize ve kendinizle konuşurken ne söylediğinize.
Bu artık başarı üzerine bir teori değildir. Bu basit fakat güçlü bir gerçektir. Ne şansın ne de arzunun bununla en ufak bir ilgisi yoktur. Ona inanıp inanmamamız da hiçbir fark yaratmaz. Beyin sadece en çok söylediğiniz şeye inanır. Ona kendiniz hakkında ne söylerseniz, onu yaratacaktır. Başka seçeneği yoktur.
9. “Nasıl Yapmalı”larla Geçen Otuz Yıl Benim bahsettiğim türden “kendini geliştirme”
kavramlarından haberdar olabilir ya da olmayabilirsiniz. Son yirmi ya da otuz yılda kendini geliştirme konusundaki literatürü takip ederek çok zaman harcamadığınızı düşünerek bu konudaki en popüler öğretileri sizin için özetleyeceğim. Literatür der ki, daha başarılı olmak istiyorsanız, şunları yapmalısınız:
¨ Kendinize Güvenin
¨ Önceliklerinizden Taviz Vermeyin
¨ Kendiniz İçin Sorumluluk Alın
¨ Kendi Geleceğinizi Yaratın
¨ Ne İstediğiniz Üzerinde Odaklanın
¨ Hedeflerinizin Sonuçlarını Kafanızda Canlandırmayı Öğrenin
¨ Hiç Kimsenin Kaderinizi Sizin İçin Denetlemesine İzin Vermeyin
¨ Yaratıcı Olun
¨ Büyük Düşünün
¨ Stresi Kontrol Edin
¨ Girişken ve İkna Edici Olun
¨ Olumlu Düşünün
¨ Rotanızı Planlayın
¨ Belli Hedefler Belirleyin ve Onları Sık Sık Gözden Geçirin
¨ Zihninizi Geliştirmek İçin Her gün Biraz Zaman Ayırın
¨ Sonuçları Gözden Geçirin ve Gerekli Ayarlamaları Yapın
¨ Hoşgörülü Olun
¨ Herşeyi Sevgiyle Yapın
¨ Nefret Etmeyin
¨ Cesur olun
¨ Hayat Hakkında İnandığımız Şeylerin Çoğunun Bir İllüzyon Olduğunu Kabul Edin
¨ Dürüst Olun
¨ Çok Çalışın
¨ Paranın İyi Olduğuna ve Size Geleceğine İnanın
¨ İnançlı Olun
¨ Birşeyi Yapmaya Kabul Ediyorsanız, Ondan Hoşlanın
¨ Güçlü Olun
¨ Şefkat Gösterin
¨ Zamanınızı İyi Kullanın
¨ Doğru Giyinin
¨ Kendinizi Satmayı Öğrenin
¨ Kendinize Zaman Ayırın
¨ Bir “Yüksek Ben”inizin Olduğuna İnanın
¨ Doğru Beslenin
¨ Temkinli Yaşayın
¨ Amaçlarınızı Destekleyen Başka İnsanların Yardımını İsteyin
¨ Başkalarında Yardımda Bulunun
¨ Kendinizi Sürekli Güdüleyin
¨ Derin Düşünün
¨ İyimser Olun
¨ Başkalarına Güvenin ve Güvenilmeye Layık Olun
¨ Başarının Paradan Daha Önemli Olduğunu Kabul Edin
¨ İyi Olun
¨ “Büyük Tablo”yu Görün
¨ Ayrıntılara Önem Verin
¨ Organize Olun
¨ Sürüncemede Bırakmayın
¨ Denetimi Elden Bırakmayın
¨ Zinde Olun
¨ Sorunları “Fırsatlar” Olarak Görün
¨ İşiniz hakkında Öğrenebileceğiniz Herşeyi Öğrenin
¨ Başarıdan Korkmayın
¨ Başkalarına Karşı Cömert Olun
¨ Tanrıya İnanın
¨ Ulaşabileceğinizi Düşündüğünüzden Biraz Daha Yükseğe Ulaşın
¨ Gözlemlerinizi Tespit Edin
¨ Eyleme Geçin
¨ Asla Vazgeçmeyin
Bana dendi ki, bunların hepsini yaparsanız başarılı olursunuz. Şüpheci biri olarak bile şunu kabul etmek zorundaydım: Tüm kendini geliştirme kitaplarının en iyilerini birleştirirsek, bize “başarının anahtarları”nın çoğunu verirler.
Eğer bu gerçekse -ki ben buna inanıyorum- o zaman yanlış olan nedir? Eğer prensipler, hatta birçok durumda detaylı direktifler bizin için net olarak belirlenmişse, neden daha çok kitaba, daha çok çözüme ve daha çok uyarıya ihtiyaç duyarız?
Yakın bir geçmişte, yalnızca A.B.D.’de 200 milyon dolar değerinde kendini geliştirme kitap ve materyalinin satın aldığı hesaplandı. Bu başlı başına bir endüstri. Bütün bunlar varken, eksik olan ne? Eksik anahtar nedir? Bilmeceyi ne tamamlayacak ve bize sürekli bireysel başarı ve doyumu sunacak?
10. Neyin sonuç verip neyin vermediğini analiz ettiğimde, hemen hemen tüm literatürde bütünüyle eksik olan üç şey buldum:
¨ Eksik olan ilk şey kalıcılıktır. Bütün “harici” çözümler geçicidir. Fikirlerin en iyileri bile bir süre faydalı olurlar. Sürekli dikkat ve çaba olmaksızın, en heyecan verici başarı hamlelerinin bile bir süre yol alıp, sonuçta vardıkları yer “iyi fikirler” ve “iyi niyetler” listemiz oluyor. Çok azı, onları uygulanabilir halde tutmak için içsel yollar önerir. Ben, hâlâ, her sabah raftan atlayıp omuzunuza vuracak ve şöyle diyecek bir kitap bulmak istiyorum. “Hey: Beni hatırlıyor musun? Sana ne öğrettiğimi hatırlıyor musun? Neden hâlâ yapmıyorsun?”
¨ Başarı literatüründe çoğunlukla eksik olan ikinci şey de, zihnin/beynin fiili fonksiyonları hakkında insan beyninin doğrulukları kanıtlanmış fizyolojik süreçleri üzerine bilgidir. İnsan beyninin bilgiyi (programlamayı) kabul etmesi ve sonuçta cevap verip, yönetip, iyi sonuç veren ve süresiz olarak da iyi sonuç vermeye devam eden herhangi bir başarı planını yaratması, bizi denetleyen fiili süreçleri anlamadan, zor ya da imkânsız olacaktır. Gemiyi yürüten beyindir. Herhangi bir şekilde kalıcı bir değişiklik yapmak istiyorsanız, kurallara uymak zorundasınız. Eğer bir değişiklik yapmak ve onu orada tutmak istiyorsanız, bunu beynin çalıştığı yolda yapmak zorundasınız.
¨ Üçüncü eksik kısım ve hepsinin en önemlisi yeni, kelime kelime belirlenmiş bir direktifler seti, bilinçaltında (beynin kontrol merkezinde) yeni bir programlamadır. Bu eski olumsuz programı silip yerine olumlu yapıcı yeni yönergeler koymak üzere belirli bir şekilde ifade edilmiş, herkesin her zaman kullanabileceği özel bir “programlama dili” demektir.
¨ Eksik olan - üç unsurun hepsini içeren tek çözüme “İçe Dönük Konuşma” diyoruz. Bir an için yaşamınızda üstesinden gelmek ya da başarmak istediğiniz büyük şeyleri - veya hayatınızda hemen şu anda değiştirmek istediğiniz daha küçük şeyleri- düşünün. Hedefiniz daha fazla gelir elde etmek, daha iyi bir aile hayatı sürmek, becerilerinizi geliştirmek, okulda daha başarılı olmak, işte daha başarılı olmak ya da başka bir şey olabilir.
¨ Bu değişikliği yapmak için hangi yöntemleri kullanırsanız kullanın, sizi herşeyi eski yöntemlerle yapmaya zorlayan yılların şartlanmışlıklarını, eski “program”ınızı değiştirmekle işe başlamazsanız, muhtemel sonuç şu olacaktır: Ya başarmak istediğinizi başaramayacaksınız, ya da bu başarı uzun sürmeyecektir.
11. Geçen birkaç yıl boyunca, nörologlar, insan beyni hakkında şüphelendiğimiz şeylerin çoğunun gerçek olduğunu öğrendiler: Beyin, kişisel bilgisayara çok benzer bir şekilde çalışır. Şüphesiz bu kadar basit değil. Örneğin beyin, şu ana kadar yaratılan en güçlü bilgisayarlardan, birçok açıdan, bir çok kez daha güçlüdür. Yetişkin bir insan beyni sadece bin altı yüz gram gelmesine ve bir masa üstü bilgisayarından ziyade gri bir karnıbahar yumrusuna benzemesine rağmen, birçok önemli yönden kendisinden örnek alınan insan yapısı bilgisayarlara oldukça benzer şekilde işlev görür.
Teknik olmayan bir dille, bir bilgisayarın üç temel parçası vardır: bir “görüntü” ekranı, bir klavye ve bir program diski, Ekran, bilgisayarın, programlanan bilgiyi görsel olarak algıladığımız bölümüdür. Ekran aynı zamanda sonuçları da gösterir. Bilgisayardan bizim için saklamasını ya da hesaplamasını istediğimiz sayılar, resimler, kelimeleri. Klavye, bir daktilonunkine çok benzer ve biz onu, bilgisayara vermek istediğimiz bilgi ve direktifleri yazmak için kullanırız. Ve disk (kişisel bilgisayarda genellikle “floppy disk” denir) üzerine bilgiyi kaydettiğimiz küçük bir levha manyetik kayıt bantıdır. Oraya ne kaydeder ya da programlarsak, birisi eski bilgiyi silip boş bırakarak veya yeni bilgi girerek onu değiştirmediği sürece, orada sonsuza dek kalacaktır.
12. Yetişkinlerin bize anlattığı şeyler çocukken üzerimizde inanılmaz derecede önemli bir etki yapar. Çevremizde olup biten şeylerin çoğu hakkında neye inanacağımızı ve kendimizle ilgili inanmaya başladığımız hemen herşeyi şekillendirir.
13. İlkokul öğrencisiyken, bir müzik aleti çalmayı ve okul bandosunun üyesi olmayı, düşünebildiğim herşeyden çok istediğim zamanları hâlâ hatırlıyorum. Benim sınıfımdaki on-oniki civarında başka çocukla bandoya girmeyi denemeye karar verdim. Elime bana tamamıyla yabancı bir müzik aleti verildi. Onunla, bando şefi, sınıf öğretmenim ve diğer öğrencilerin önünde müzik yapmayı denedikten sonra elendim.
14. İyi yapmadığımı biliyordum. Fakat bir saat geçince, son öğrenci de çaldıktan sonra bando şefinin sınıf öğretmenime söylediklerine kulak misafiri oldum. Sadece bandoda çalamamakla kalmıyordum. Hiç müzik yeteneğim yoktu ve asla müzik aleti çalamayacaktım. Tüm kalbiyle nasıl çalınacağını öğrenmek isteyen oniki yaşındaki bir çocuk için ne inanılmaz bir programlama.
15. Fakat amacına ulaşmıştı. Başka birisinden müziğe yeteneğim olmadığını işittim ve buna inandım. Hiç müzik yeteneğim olmadığını ve asla olmayacağını bir gerçek olarak kabul ettim. Nihayet yıllar sonra, bir piyano kiralamak, biraz nota öğrenmek ve etrafta bana çalamayacağımı hatırlatan kimse olmadığında gizlice çalmak için yeterli cesareti topladım. Hiçbir zaman istediğim ustalığa ulaşamadım. Fakat, boşa harcanmış yirmi yıldan sonra öğrendim ki okulumuzun bando şefi yanılmış. Oysa ben ona ne kadar çok inanmıştım.
16. İşte ters yönde başka bir örnek: Altı yaşındaki Michael, öğleden sonraları sohbet etmek için kapı komşusu olan yaşlı beyi ziyaret ederdi. Bir akşam yatmak için hazırlandığında yaşlı komşu uğradı. Michael, merdivenlerin üst tarafında onlar tarafından görülemeyecek ama konuşulanları duyabilecek bir yerdeydi. Küçük Michael, yaşlı adamın, annesine, Michael’ın ne kadar yaratıcı olduğunu ve büyüyünce çok yaratıcı şeyler yapacağına emin olduğunu söylediğine kulak misafiri oldu.
17. Yıllar sonra, bu gün Michael, Mike Vance Walt Disney Üniversitesi’nin dekanıdır. Dünya çapında büyük kuruluş ve organizasyonlarla yaptığı çalışmalar ve kendi kişisel danışmanlık hizmetleriyle, Amerika’nın belki birinci sıradaki yaratıcılık hocası olma yolundadır. Küçük Michael, kazara kendisi hakkında yapılan küçük bir “program” a kulak misafiri oldu ve buna inandı.
18. Maalesef, kendi programlamamızın pek azı, kendi namımıza bu kadar çok şey yapar. Düşünebiliyor musunuz, bir çocuk, masum fakat düşüncesizce söylenmiş şu tür sözleri kaç kez işitir: “Senden bir şey olmaz” ya da “o mesleğin” , “o arkadaşın”, “o sporun” ya da “o hayalin” ona uygun olmadığı kaç kez kendisine söylenir. Bizim istekli ve açık genç zihinlerimizin neler algılayıp, nelere inandığını bir düşünün.
19. Hergün, hepimiz diğer insanlardan sonsuz emirler, direktifler, denetimler, teşvikler ve tahrikler seline maruz kalırız. Çevremizdeki herşey bizi iteler, talep eder veya ikna eder. Yetişkinler olarak bile, çoğunlukla farkında olmadığımız bir tesirler akınına uğrarız. Biz sayısız kaptanı olan gemileriz. Bu kaptanlar, bizi yolumuzdan çıkardıklarının farkına bile varmadan, kendi amaçları için kendi rotalarına sokmaya çalışırlar.
20. Siz ve ben, başkalarının bizi, onların seçimlerine uyacak şekilde programlamalarına izin verirsek, hiç şüphe yok ki kendimizi kontrolden çıkmış, bilinmeyen bir kaderin kaprislerine esir düşmüş olarak buluruz.
21. Neden pek çok terapist hastasını, çocukluğuna, sorunların yaratıldığı zamana götürür? Çünkü o zaman, inançların başladığı zamandır. O, korkunun, travmanın ya da kendi kimliğinizin kök salmaya başladığı zamandır. Bu ilk çağlarda her birimiz kendimizin kurgulanmış bir resmini oluşturduk. Yarattığımız resmin gerçeği yansıtıp yansıtmaması pek önemli değildi. Tecrübelerimiz, başkalarından duyup kabul ettiklerimiz ve kendi kendimize söylediklerimiz, bizi bugüne getiren zihinsel programımızın kaynağını oluşturdu.
22. Bayan garson, iki kolu tabaklarla yiyecek yüklü masamıza yaklaşırken sendeledi ve bir elindeki bütün sıcak yemekleri önümüzdeki masaya dökerken, yüksek sesle “Ah, ne kadar sakarım!” diye bağırdı.
23. Arkadaşım ve ben, olumsuz içe dönük konuşmanın en basit türünün birinci elden örneğine şahit olmuştuk. Bundan önce bu garsonun kaç kez kendisine sakar olduğunu söylediğini bilmiyorum. Fakat şüphe yok ki, bunun gerçek olduğunu inanacak ve bunun olmasını sağlayacak kadar söylemiştir.
24. Başka bir örnek olarak, isimleri hatırlayamama gibi genel bir sorunu ele alalım. Yirmi beş yıl boyunca, kendi kendinize “İsimleri asla hatırlayamam” demiş olabilirsiniz. Sonra bir akşam bir partiye gidersiniz. İsmini daha sonra hatırlamak istediğiniz birisiyle tanıştırılırsınız ve kendi kendinize “Bu şahsın ismini hatırlayacağım” dersiniz. On saniye sonra ne olur? İsmi unutursunuz! Neden? Çünkü yirmi beş yıldır kendi kendinize böyle yapacağınızı söyleyip duruyordunuz. Kendinizi unutmak için programlıyordunuz.
25. Dakikalar sonra, partide kendinizi, biraz mahçup, orada durup, zihinsel olarak alfabenin üzerinden geçerek bu şahsın ismini hatırlamaya çalışırken bulursunuz. Bu esnada, kendinizi unutkan ve aptal gibi hissederken, bilinçaltınız gurur duyar ve “Bak, bana söylediğini yaptım! Sana ismi unutturdum!” der.
26. Programlarımızı çevremizdeki insanlardan öğrendiğimiz için, aynı programlamayı başkalarına aktarmak da doğaldır. Farklı bir şeklini öğrenmezsek, aynı programlamayı kendi çocuklarımıza da aktarırız. Çocuklarını çok seven ana babaların, onlara hediye etmek istedikleri mutluluk ve başarı yerine, başarısızlık yaratacak bir inanç oluşturduklarını hiç farketmeden söyledikleri ifade ve yorumlardan düzinelerce örnek topladım.
27. Bu örneklerden bazılarını tanıyabilirsiniz. Aslında gerçekten samimi, seven, ilgilenen ana babalar, öğretmenler ve arkadaşların bize söylediklerine bir bakalım: “Bu konuda hiç iyi değilsin.” “Odan hep karmakarışık.” “Hiçbir şeyi doğru yapamaz mısın?” “Tıpkı Baban gibisin!” (bunun hep çocuk yanlış bir şey yaptığı zaman söylendiği görülür) “Neden birazcık kız kardeşin (ya da erkek kardeşin) gibi olamıyorsun?” “Asla bir sanatçı (ya da atlet, vs.) olamayacaksın.” “Hiç çabalamıyorsun!” “Hiç beni dinlemiyorsun” “Ben sana bir şey yapmanı söylüyorum, sen tam tersini yapıyorsun!” “Hiç ders çalışmıyorsun.” “Notların çok kötü.” “Çok fazla konuşuyorsun.” “Hep yanlış arkadaşlarla dolaşıyorsun.” “ Artık evinin nerede olduğunu bile bilmiyorsun.” “Tembelsin.” “Kendinden başka kimseyle ilgilenmiyorsun.” “Sorun yaratmakta kararlısın.” “Hiç düşünmüyorsun.” vs. Siz bunu okurken bile, bazı çocuklara en zararlı söz söyleniyor: “Senden hiçbir şey olmaz.”
28. Kapalı kapılar ardında çocuklara ve yeni gençlere söylenenlerin bazılarının, verdiğim birkaç örnekten daha da şiddetli olabileceğinden eminim. Ne yazık ki bu tür bir programlamayla, en masum ve rasgele şekliyle bile kaç kez onların kişisel bilgisayarlarına kötü bir program gireriz? Genç, hassas, habersiz çocuklara kaç kez kendilerine zararı olacak şeyler söylenir?
29. Şüphesiz, söylediğimiz şeylerin çoğu, çocuğa uygun bir eğitim, uygun bir “terbiye” verme amacıyla söylenir. Fakat böyle yaparak, çocuğu yanlış yönde programlayacak kelimeler kullanarak, bilmeden, onun kendini, bizim söylediklerimizin “gerçek” olduğuna inanarak tanımlamasına yardımcı oluruz. Çocuğun kendisine, içinde nasıl göründüğünün ve sonuçta nasıl olacağının bir resmini yaratırız.
30. Yaşamınızda başarmış olabileceğinizi bildiğiniz hayalleri bir an için düşünün; eğer kendinize yeterince inancınız- yapamayacağınız yerine yapabileceğinize inanç- olsaydı, halihazırda içinizde olan, sürekli başarılara dönüştürebilecek yetenek ve hünerleri bir düşünün. Bize hayallerimizi gerçekleştirebilecek sihirli bir asa verilseydi, çoğumuz, hayatlarımızda kesinlikle bazı değişiklikler yapardık.
31. Hepimizin hayalleri oldu. Hepimiz hayallerimizin gerçekleşmesini görmeyi hak ediyoruz. Kötü programlamanın yolumuzda duran tuğla duvarı olmasaydı, her birimiz, her gün bu hayallerin daha çoğunu sonuna kadar yaşıyor, hayalini bile pek az kurduğumuz başarının zirvelerine ulaşıyor olacaktık.
32. Beyin dediğimiz inanılmaz mekanizmanın içerisinde neler olup bittiğini anlamaya başladığımız bir zamanda yaşadığımız için şanslıyız. Zihnimiz hakkında birkaç sırrı çözmekle bile, kendi kaderimizin oluşumunda kişisel bir oy hakkımız olduğunu öğrendik.
33. Öğrendik ki, beynimize ne koyarsak, onu geri alırız. Yine öğrendik ki, bilinçaltımız bir süngerdir; yeterince sık ve kesin söylerseniz ona söylediğiniz her şeye inanacaktır -bir yalana bile. Beyin ahlaki yargılarda bulunmaz, sadece ona söyle kabul eder. Büronuzdaki masa-üstü bilgisayar ona ne programladığınızla ilgilenmez. Gerçeği söyleyip söylemediğinizi asla sorgulamaz. Sadece kabul eder ve programladığınız gibi hareket eder. Geçmişte kendiniz hakkında söylediğiniz ya da inandığınız şeylerin doğru olup olmaması hiç fark etmez. Bunlar beynin umurunda değildir.
34. Herşey bizim programlanmamızla başlar. Dış dünyadan kabul ettiklerimiz ya da kendimize verdiklerimiz, doğal bir neden-sonuç zinciri dizisini başlattı; bu da bizi, kendimizi başarılı bir şekilde yönetmeye ya da kendimizi, kaynaklarımızı, geleceğimizi başarısız bir şekilde kötü yönetmeye yönlendirmemezlik edemezdi.
35. İnançlarımızı oluşturan programlanmamızdır ve tepki zinciri başlar. Mantıksal ilerlemede inandıklarımız tutumlarımızı belirler, duygularımızı etkiler, davranışlarımızı yönetir ve başarı ya da başarısızlığımızı belirler.
¨ Programlama inançları yaratır.
¨ İnançlar tutumları yaratır.
¨ Tutumlar duyguları yaratır.
¨ Duygular eylemleri belirler
¨ Eylemler sonuçları doğurur.
36. İşte beyin böyle çalışır. Kendinizi daha iyi yönetmek ve sonuçları değiştirmek istiyorsanız bunu dilediğiniz anda yapabilirsiniz. İlk adımla başlayın. Programınızı değiştirin.
İÇE DÖNÜK KONUŞMA nedir ve nasıl yapılır? İçe dönük konuşmanın tanımlanması şöyle ifade edilebilir: İçe Dönük Konuşma, eski olumsuz programlamayı silerek ve yerine bilinçli, olumlu yeni yönergeler koyarak geçersiz kılmanın bir yoludur. İçe Dönük Konuşma, hayatlarımızı, pasif kabullenmeden çok, aktif niyetle yaşamanın pratik bir yoludur.
YAPTIĞIMIZ HERŞEY doğrudan ya da dolaylı olarak tutumlarımız tarafından etkilenir. Bir insanın tutumundaki değişiklik, o insanın yaşamında hemen herşeyi etkileyebilir. “Tutum düzeltmesi”nde ufak bir değişiklik bile ne ve nasıl yaptığımız üzerinde çok büyük bir etki yapabilir. Eğer okula giden bir kız ya da erkek çocuğunuz varsa, bunun ne kadar doğru olduğunu bilirsiniz. Yaklaşımda bir değişiklik, notlarda, kıyafetlerde, alışkanlıklarda ve arkadaşlarda değişiklikle sonuçlanabilir.
37. Başkalarının tutumlarını geliştirmekten sorumluysanız -yönetici, ana baba, öğretmen veya arkadaş olarak- mükâfatlar, dersler, cezalar, şikâyetler ya da pohpohlama ile “bir havuç veya bir sopa” kullanarak başka birisinin tutumunu değiştirebileceğinizi beklemeyin. Tutumlar bu tarzda çalışmaz!
Tutumları değiştirmek için yanlış metodu, birisine kendisine zarar verdiğine inandığımız bir tutumunu düzeltmesine yardım etmeye çalışırken kullanırız. Okuldaki danışmanlar, ana babalar, eşler, yöneticiler ve arkadaşlar sık sık “Bu tutumunu değiştirmen gerek” derler. Bunu ifade etmek hiçbir yarar getirmez. Aslında bunu birisine söylemek yanlış etki yapabilir. Bu olumsuz bir programlamadır ve bireye yarar yerine zarar getirecektir. Bu onun önceden programlanmış inancını, kendisi hakkında düşündüğü bütün kötü şeylerin gerçek olduğunu yeniden teyit eder! Aslında, bir insanın tutumunun tam olumsuz olduğu durum, o insan için bunu değiştirecek bir yol düşünmeni en zor olduğu durumdur. Neden değiştirmeleri gereksin ki? Nasıl değiştirebilirler ki?
Hepimizde tutumları yaratan doğal süreci bir an için anımsayın: “Programlama inançları, inançlar tutumları, tutumlar duyguları yaratır. Duygular eylemleri belirler ve eylemler sonuçları doğurur.” Bu adımların hepsi, davranış, duygular, tutum ve inançlar mantıklıdır ve şartlanmanın beklenen sonucudur. O zaman sahip olduğumuz her tutum, bundan bir önceki programlamanın doğal sonucudur.
Bir arkadaşım bana, yemek pişirmeyi sevmediği halde, yıllarca, geniş ve sürekli büyüyen ailesine bakmak için bunu yapmak zorunda kalan halasının hikayesini anlattı. Halası yemek hazırlamak için mutfağa her girdiğinde, kendi kendisine sesli olarak şunları söylermiş: “Bu eğlenceli olacak. Bugün yemek pişirirken iyi vakit geçireceğim.”
Daha sonra yemek bitip bulaşıklar yıkandığında, şöyle dermiş: “Çok da kötü değildi!” ve gerçekten değilmiş. Kendisine birkaç basit İçe Dönük Konuşma sözcüğü söyleyerek, can sıkıcı bir işi kabul edilebilir bir görev haline getirmişti. İşin kendisini değiştirmemiş, ama hissettiklerini değiştirmişti.
İşyerlerinde, genel müdürlerden tecrübesiz sekreterlere kadar mantıklı insanların, mantıklarını bir anda pencereden dışarı attıklarını gördüm, çünkü hayat o anda, olmasını istedikleri gibi değildi.