GENÇ KALMA SANATININ TEMEL TAŞLARI :
Genç kalma sanatının temel taşları sağlıklı beslenmek, fazla kilolardan arınmak, aktif yaşamak, stresten korunmak, serbest radikallerden korunmak, bağışıklık sistemini güçlü tutmak ve hormon üretimini desteklemektir. Bunlardan sağlıklı beslenmek, fazla kilolardan arınmak, aktif yaşamak ve stresten korunmak konularını daha önce incelemiştik, şimdi diğerlerini görelim.
SERBEST RADİKALLERDEN KORUNMA :
Oksijensiz yaşamak mümkün değildir, yani oksijen yaşam kaynağımızdır. Vücudumuzdaki bütün biyokimyasal olayların cereyan edebilmesi için mutlaka oksijene ihtiyaç vardır. Bu kadar önemli olan oksijen aynı zamanda saldırgan, yıkıcı ve yaşlandırıcı da olabilmektedir. Her nefes alışımızda akciğerimize yarım litre hava dolar, bunun %21’i oksijendir. Akciğerimize kalpten gelen kanın içindeki alyuvarlar bu oksijeni tutar, sonra da pompalanan kanla birlikte vücudumuzun bütün hücrelerine taşır. Enerji kaynağımız olan şeker oksijenle oksitlenerek enerjiye dönüşür. Bu oksitlenme esnasında oksijen moleküllerinin %1 ila %5’i bir elektronu kaybederek saldırgan oksijen molekülü yani serbest radikal haline dönüşür. Bu oksijen molekülleri sağlam vücut hücrelerine saldırarak onların da elektronlarını çalıp kendilerine katmaya çalışır. Serbest radikallerin zincirleme bir reaksiyonla çoğalmaları bütün hücrelere zarar verir. Öncelikle hücre zarlarını tahrip etmeye başlar, daha sonra damar sertliği, kalp krizi, ülser ve kanser gibi hastalıkların oluşumuna neden olurlar.
Serbest radikaller damar sertliği, koroner kalp hastalıkları, Parkinson, Alzheimer, kanser çeşitleri, diş eti iltihapları, uzun devam eden iltabi hastalıklar, anti romatizma gibi hastalıkların oluşmasına ve yaşlanmanın hızlanmasına zemin hazırlar. Vücudun kendi iç mekanizması serbest radikalleri zararsız hale getirir. Bunun için de çok miktarda enzime gerek vardır. Saldırgan oksijen molekülleri, bu enzimler tarafından tamir edilir ya da zararsız moleküllere çevrilerek verdikleri zararlar ortadan kaldırılır.
Serbest radikallerin verdikleri zararlar genç yaşlarda süperoksit dismutaz, glutatyon, peroksidaz, katalaz vb. enzimler tarafından giderilir. Stres, aşırı güneş, röntgen ışınları, ozon gazı, sigara, bilinçsiz beslenme, kimyasal maddeler, çevre kirliği, ağır çalışma ve aşırı spor serbest radikallerin vücutta çoğalmasına neden olurlar. Bu durumlarda koruyucu olarak dışardan antioksidan almakta büyük fayda vardır. Antioksidanlar serbest radikallere karşı hücreleri bir zırh gibi korumakta, serbest radikallerin meydana getireceği zararları önlemektedir. En güçlü antioksidan besinler: somon balığı, ton balığı, alabalık, yeşil çay, kuruyemişler (ceviz, fındık, kabak ve ayçiçeği çekirdeği), elma, brokoli, domates, karpuz, havuç, kara üzüm çekirdeği ekstresi, kuru siyah erik, böğürtlen, çilek, kivi, portakal, avokado, kızılcık, pancar, brüksel lahanası, ıspanak, bal, kırmızı biber ve tahıl tohumlarıdır.
Sebze ve meyvelerin antioksidan içeriği ve serbest radikalleri emme yetenekleri ölçülmektedir. ORAC (Oxygen Radical Absorbonce Capacity – Serbest Radikalleri Emme Yeteneği )’ni ifade eder. Yüksek ORAC kabiliyetli sebze ve meyveler bizi yaşlanmaya, kansere ve diğer hastalıklara karşı korur. Her birimizin günde 3000 ORAK birimi almamız gerekir. 5000 ORAC birim maksimum koruma sağlar. Sağlıklı beslenmek, daha dinç olmak, serbest radikallerin dejeneratif hastalıklara yol açan etkilerinden kurtulmak, daha genç ve sağlıklı yaşlanmak için mutlaka emme yeteneği açısından değeri yüksek sebze ve meyvelere beslenmemizde yer vermemiz gerekiyor. Sebze ve meyvelerin 100 gramındaki ORAC değerlerinden bazı örnekler : Kuru erik 5770, kuru üzüm 2830, böğürtlen 2036, çilek 1540, ahududu 1220, kara lahana 1770, ıspanak 1260, brokoli 890, pancar 840, kırmızı biber 710, erik 949, portakal 750, kara üzüm 739, kiraz 670, kivi 602, soğan 450, yeşil üzüm 446, mısır 400, patlıcan 390, muz 221, elma 218, yeşil fasulye 201, domates 189, katısı 164, şeftali 158, armut 134, karpuz 104, kereviz 61 ve salatalık 54 vb. Görüldüğü gibi bizi kansere ve yaşlanmaya karşı koruyan koruma değeri en yüksek meyve kuru erik’tir. Ancak fazlası kilo aldırır ve kan şekerini yükseltir. Günde çok dolu olmayan bir avuçtan fazlası yenmemelidir. Dışardan alınması gereken başlıca antioksidanlar ise: A vitamini (Beta-Karoten), C ve E vitamini, Likopen (Lykopen) , Lutein, Koenzim Q-10, Ginkgo biloba, Milk thistle, Selenyum, Çinko, Glutatyon ve Karnitin’dir. Bunlar birçok hastalığı başlattığı ve vücuda zararlı olduğuna inanılan serbest radikalleri nötralize edebilirler. Dışarıdan alınması gereken bu antioksidanları biraz daha detaylı incelemek yararlı olacaktır.
A VİTAMİNİ (BETA KAROTEN) : A vitamini kandaki beyaz hücre aktivitesini artırarak kanser tümörleriyle savaşmaya yardımcı olur. Bu vitamin maydanoz, havuç, sarı renkli tüm taze sebzelerde (biber, ıspanak, brokoli, lahana, domates, kırmızı greyfurt, incir vb.) kayısı, kavun, yumurta sarısı, kabak çekirdeği, siyah çay ve karaciğerde bulunur. Bir orta boy patates günlük A vitamini ihtiyacının iki katını karşılar. Bir antioksidan olan beta karoten vücutta vitamin A’ya bağımlıdır. A vitamini ile meyve ve sebzelerdeki yapı taşı olan beta karoten bağışıklık sistemini güçlendirir, serbest radikallerle savaşır ve kanseri önlemede immün sistemini güçlendirebilir. Son çalışmalar, beta karotenin serbest radikalleri nötralize ederek kanseri önlediği bildirilmektedir. Kalp ameliyatı geçirmiş hastalara muntazam verildiğinde ölüm oranlarını azaltır. A vitamini gibi beta karoten de havuç, ıspanak, brokoli ve marulda bulunur. Bilinenin aksine domates ve havuç gibi karoten içeren besinlerin çiğ değil pismiş yenmesi daha yararlı olup, kanseri önlemede büyük fayda sağlar.Karoten maddesi kabuk yada kabuğun hemen altında olduğu için domates,havuç,incirin kabuklarını soymadan temek daha yararlıdır.A vitaminin tersine beta karoten toksik değildir ve tamamlayıcı olarak alınabilir. Günde 6-9 mg. alınması ve bu vitamini içeren sebzelerden yapılmış salata ve kayısı yenilmesi önerilmektedir. Uzun sürede ve yüksek miktarlarda A vitamini alımı başta karaciğer olmak üzere vücuda zararlı olabilir.
C VİTAMİNİ : Bu vitamin bulabileceğimiz en kuvvetli, en ucuz ve en güvenli kalp ilacı olup kansere yakalanma riskini azaltır. C vitamini bulaşıcı hastalıklar karşı bağışıklık sistemini güçlendirir, sigaranın olumsuz etkilerini azaltır, cildi ve damarları korur, LDL’ yi (kötü kolesterolü) düşürebilir, HDL’yi (iyi kolesterolü) artırabilir ve kataraktı önleyebilir, antioksidan yararları nedeniyle uzun yaşamı destekler. C vitamini eksikliği halinde yorgunluk, bedensel güçte azalma, eklem ağrıları ve enfeksiyon hastalıklarında (dişlerde kanama, soğuk algınlığı vb.) artma görülür. Araştırmalar C vitamininin osteoporozdan kaynaklanan kemik kayıplarını ve yaşlanmadan kaynaklanan kıkırdak yetersizliğini engellediğini göstermiştir. C vitamini kuşburnu, ısırgan otu, maydanoz, tere, roka, turpgiller, taze biber, brüksel lahanası, ıspanak, pazı, bezelye, karnabahar, brokoli, domates, kuşkonmaz, kivi, limon, portakal, greyfurt, kavun, mango, çilek, ahududu, avokado, ananas, siyah kuş üzümü, soğan ve patateste bol miktarda bulunur. C vitaminini doğal yollardan almak için; her sabah bir bardak portakal/greyfurt suyu içilmeli, günde iki defa salata yenilmeli ve içine her çeşit taze biber ilave edilmeli, yemeklerin yanında bol miktarda az haşlanmış brüksel lahanası, brokoli ve karnıbahar tüketilmelidir.Tansiyon, psikiyatri, kolesterol, uyku, epilepsi, kalp, alerji, mide vb. ilaçlar greyfurt suyu içen kişilerde zararlı yan etkilere neden olur. Bu nedenle eğer ilaç kullanıyorsanız greyfurt suyu içmeyin. C vitaminin yanı sıra çinko ve bol bol su tüketilirse soğuk algınlığından çabuk kurtulunulur. Sigara içenlerin ek C vitamini almaması halinde kalp, damar ve kanser gibi hastalıklara yakalanma riskleri içmeyenlere göre çok daha büyüktür. C vitamini alımı sigara içenler için yalnızca sorunu geciktirir. C vitamini suda çözülür onun için sorun yaratacak kadar alınması mümkün değildir, çünkü idrarla dışarı atılır. Günde 500-1000 mg alınabilir. Antioksidan yarar için günde 1000-1500 mg ilave C vitamini desteği alınması gerekir.
E VİTAMİNİ : E vitamini güçlü bir antioksidandır, bazı toksik maddelerin olumsuz etkisini azaltır. E vitamini antioksidan etkileri nedeniyle yaşlanmayı ve yaşlılık belirtilerini geciktirir, cildi korur ve destekler, damarları güçlendirir, LDL kolesterolün damarsal zararlarını azaltır, HDL kolesterolü artırır, bağışıklık sistemini destekler, beyin fonksiyonlarını korur. Eksikliği halinde kanser, damar sertliği, yüksek tansiyon, kalp krizi, felç, Parkinson ve Alzheimer gibi hastalıkların erken yaşta gelişmesine neden olur. E vitamini sızma yöntemi ile üretilmiş sıvı yağlarda ve bu yağlardan elde edilen yiyeceklerde, tahıllarda, yumurta, süt, sakatat ve soya fasulyesinde, tatlı patateste, buğday-keten tohumunda, kahve rengi pirinçte, baklagillerde, ıspanak, sarımsak, ıstakoz, somon balığı ve kabuklu yemişte bulunur. Zeytinyağı, mısırözü, ayçiçeği, fındık, ceviz yağları ve bunların kendilerinde ve bademde bol miktarda E vitamini mevcuttur. E vitamini yağda çözülür. Yani yağ moleküllerinde ve hücre zarlarında bulunur. E vitamini ihtiyacını doğal yollardan almak için salatalara konan zeytinyağı ve ayçiçeği yağı en uygun yoldur. Ayrıca ölçülü olmak kaydıyla fındık, ceviz ve badem yenebilir. E vitamini kalp ve damar sağlığı için son derecede önemlidir. E vitamini kalp hastalığından kaynaklanan ölüm riskini düşürür. Kandaki E vitamini düzeyi ne kadar yüksekse kalp hastalığından ölme riski o kadar düşüktür. E vitamini ayrıca cinsel aktivite sorunlarını da hafifletebilir. Destekleyici doz olarak günde 400-800 mg.alınabilir, 400 mg. yeterli olabilir. Kişinin yaşının beşle çarpımı günlük doz olarak baz alınabilir.(60 yaş için 60x5=300 mg gibi) .veya vücut ağırlığına göre kilogram başına 5 mg. esas alınabilir. ( 70 Kg. için 70x5 =350 mg. gibi.) C ve E vitaminleri görüldüğü gibi çok değerli vitaminler olup beraber alındığında cinsel performansı, görme yeteneğini ve bir çok işlevi olumlu yönde etkilerler. Bu nedenle her gün ve yaşam boyu bu iki vitamin düzenli olarak alınabilir ancak bunlar alfo lipotik asit ve biyoflovonoitlerle desteklenmelidir.
SELENYUM : Vücudumuzda üretilmeyen ve dışarıdan almak mecburiyetinde olduğumuz hayati bir antioksidan olup, yaşlanmaya bağlı dejeneratif sorunların başlamasını geciktirir ya da engeller. E vitamini ile birlikte çalışan ve onun etkisini artıran bir mineraldir. Bağışıklık sistemini korur ve bazı tip tümörlerin oluşumuna karşı koruyucu görev yapar. Pankreasın çalışması ve doku esnekliği için de gereklidir. E vitamini ve çinkoyla birlikte kullanıldığında prostat büyümesi olanlarda rahatlama sağlayabilir. Eksikliği halinde bağışıklık sistemi yetmezliği, erken yaşlanma, yüksek tansiyon, katarakt, kolesterol artışı, gelişme bozukluğu, enfeksiyon, damar sertliği ve kanser oluşmasına neden olabilir. Balık (ton, ringa, morina, uskumru, sardalya), et, kuruyemiş, yumurta sarısı, mantar, ciğer, tavuk, süt ürünleri, deniz ürünleri, brokoli, lahana, kabak, zeytinyağı, sarımsak, soğan ve bakliyatta bulunur. Beslenmemizde balık, et, ceviz, fındık gibi selenyum içeren yiyeceklerin önemi büyüktür. Yaş ilerledikçe kandaki selenyumun miktarı azaldığından ek destek olarak 50-100 mikrogram tabletlerden günde 100-200 mikrogram dozda alınabilir.
ÇİNKO : Bağışıklık ve savunma sisteminin çalışması için bu antioksidan etkili minerale mutlaka ihtiyaç vardır. Üreme organlarının gelişimi ve prostat problemini önlemeye yardımcıdır. Ayrıca bağışıklık sisteminin destekleyicisi, yaşlılarda görmeyi korumaya yardım edebileceği ileri sürülmektedir. Çinko alımının organizmaya erkeklik hormonu üretiminde faydası vardır. İyi çinko kaynakları balık, istiridye, karides, mantar, karaciğer, kırmızı et, yumurta, süt, peynir, kümes hayvanları, soya fasulyesi, baklagiller, buğday tohumu, tahıl ürünleri, ayçiçeği ve kabak çekirdeğidir. Bağışıklık sisteminin zayıflamaya başladığı 50 yaşından itibaren günde ek olarak 15-30 miligram alınmasında fayda vardır. Günlük alınan çinko miktarı önemlidir. Günde 50 mg.’ın üzerinde alınmamalıdır. Aşırısı tehlikeli olup, zehirlenme yapabilir.
GLUTATYON : Serbest radikallerin zararından korunması için gerekli en önemli maddedir. Hücre içinde üç amino asitten üretilir. Bunlar ; gliserin, glutamin ve cysteindir. İlk ikisi et, tavuk ve balıkla vücudumuza bol miktarda girer. Burada problem cystein amino asitidir. Hap veya enjeksiyon şeklinde vermenin bir faydası yoktur. En zengin cystein kaynakları soğan ve sarımsaktır.
KOENZİM Q-10 : Koenzim Q-10 vücuttaki her hücrede bulunur ve yaşlanırken bu enzimin düzeyleri düşmeye başlar. Koenzim Q-10 vücut tarafından sentezlenebilir ya da yiyeceklerden elde edilebilir. Soya fasulyesi, ceviz, badem , uskumru, sardalya gibi balıklar, taze fasulye, ıspanak ve sarımsak’ta bulunur. Koenzim Q-10 son 10 yılda dünyada en popüler besin takviyesi haline gelmiştir. Yüksek tansiyon, şeker, Parkinson semptomları, ritim bozukluğu (düzensiz kalp atışları), anjina (göğüs ağrısı) ve mitral kapak sarkması gibi diğer kalp ve kan damarları ile ilgili rahatsızlıkların tedavisinde kullanılır. Belleği korur, kronik yorgunlukları azaltır. Diş ve diş eti sağlığına, diyabet ve yaşlılıkla ilgili durumlar üzerine çok olumlu etkileri vardır. Piyasada 30 ve 100 miligramlık kapsül veya tabletler halinde bulunur. Günlük 30 miligram yeterlidir.Yağda eridiğinden bir miktar yağ ile alınması gerekir. Bir miktar yer fıstığı ezmesi veya zeytinyağı ile yemeklerden sonra alınabilir.
LİKOPEN : Çok güçlü bir antioksidan olup, bu özelliği beta karotenin iki mislidir. Likopen meyve ve sebzelere kırmızımsı rengini verir. Domates , karpuz, pembe greyfurt, kurutulmuş kayısı, kuşburnu ve kırmızı biberde bulunur. Dışarıdan likopen desteği almak yerine taze kaynakların tüketilmesi önerilmektedir. Likopen vücudu serbest radikal zararlarından korur, antioksidan savunma sistemini destekler, bağışıklığı güçlendirir. Bu madde prostat ve meme kanserinin önlenmesinde önemli rol oynar. Cildin oksijeni daha iyi ve etkin kullanmasını sağlar, ültraviyolenin ciltteki yaşlandırıcı etkilerini önler, cildin yangısal tepkisini, prostat irileşmesini ve kalp krizi riskini azaltır. Yapılan çalışmalarda domatesin prostat kanserinin yanı sıra kalp ve damar hastalıkları, astım ve osteoporoz (kemik erimesi) oluşma riskini de azalttığı saptanmıştır. Domates ayrıca, midedeki asitleşmeyi giderir, kanı temizler, üreyi ve pekliği azaltır, böbrekteki taşları düşürür, romatizmaya iyi gelir. Isıtma ya da soğutma yoluyla hasar görmediğinden bol bol domates yer ya da her gün iki büyük bardak saf domates suyu içilirse bu madde doğal yolla alınmış olur.Domates meyve olarak sınıflandırılmakta olup, pişirildiği zamanlar dışında mevsiminde yenilmesi tavsiye edilmektedir. Domatesin lezzetinden tam olarak yararlanmak için buzdolabına konulmamalı, yemeden hemen önce yıkanarak tüketilmelidir. Domates etin yanında çiğ olarak yendiğinde etteki zararlı maddeleri zararsız hale dönüştürür. Salatanın içerisine konulmuş yağ, tuz, limon, soğan sos ve baharatlar domatesten beklenen şifalı gücü hemen hemen tamamen ortadan kaldırıyor bu nedenle domates veya domates suyu hiçbir katkı ilave edilmeden tüketilmelidir. Isıl işlem sonucu domatesin içindeki likopen maddesi arttığı için domates ürünleri (pişmiş veya salça gibi) çiğ domatesten bile daha iyi bir likopen kaynağı olurlar.Tüm bu olumlu etkileri kazabilmek için, günde bir adet domates yenmesinin dahi yeterli olduğuna dair araştırma sonuçları bulunmaktadır.
LUTEİN : Etkili antioksidanlardan biridir. Vücutta üretilmediğinden dışarıdan alınması gerekir. Hücreleri serbest radikallerin zararlı etkilerinden korur. Ispanak, semizotu, roka gibi yeşil yapraklı sebzelerde ve antep fıstığında bol miktarda bulunur. Bu sebzeler çok tüketildiğinden dolayı bir problem teşkil etmemektedir.
B. BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLÜ TUTMA :
Sağlıklı bir bağışıklık sistemi kendinizi iyi hissetmenizi, iyi görünmenizi ve enerjinizi daha iyi kullanmanızı sağlar. Sizi enfeksiyonlardan, kanserden, çevresel zararlardan korur.
Yetersiz beslenen, hijyenik olmayan ortamlarda yaşayan insanların bağışıklık sistemleri iyice zayıflar. Zayıf bulduğu canlının vücuduna girerek onu hasta eden hatta ölümüne bile sebep olan mikroorganizmalar vardır. Vücudumuzun dıştan saran deri ve iç organlarımızın içini saran iç deri (mukoza) savunma sisteminin önemli kısımlarıdır. Kemik iliği, timus bezi, bademcikler, dalak ve lenf bezleri savunma sistemimizin diğer unsurlarıdır. Bağışıklık sistemini güçlendirmek için sigara derhal bırakılmalı, olabildiğince stresten uzak durulmalı, her gece yeterince uyunmalı (6-8 saat), düzenli bir şekilde egzersiz yapılmalı (günde en az 20, haftada üç kez 35-45 dakika yürüyüş, yüzme ya da bisiklet), günde bir kadeh şarap veya bir bardak biradan fazla alkol alınmamalı, dengeli ve yeterli beslenmelidir.
C. HORMON ÜRETİMİNİN DESTEKLENMESİ :
(1) Kadınlık hormonu (Östrojen ve Projesteron) :
Kadınlık hormonlarının bir numaralı vazifesi insanın üremesini sağlamaktır. Kadınlık hormonları yumurtalıkta üretilmekte olup, östrojenler ve projesteron (gestajenler) olmak üzere iki gruba ayrılır. Östrojen kadının gençliğini, cinselliğini ve güzelliğini sağlayan temel hormondur. Ayrıca dolgun ve güzel saçların iksiri, kemiklerin güçlendiricisi ve kalp-damar hastalıklarını önleyici bir hormondur. Östrojen hormonu, mutluluk hormonu diye adlandırılan serotoninin yapımını artırır. Bu hormon geceleri vücudumuzun doğal uyku ilacı olan melatonine dönüşür. Uyumak, yemek, sevmek ve sevişme isteği bu hormonla sağlanmaktadır. Kadında zihinsel faaliyetler; konsantrasyon, hatırlama, kavrama, öğrenme kabiliyetleri östrojen hormonu sayesinde olmaktadır. Projesteron kadının ikinci muhteşem hormonudur. Östrojen yumurtayı yumurtalıklarda döllenmeye hazır hale getirirken, projesteron da aybaşı periyodunun ikinci safhası olarak, ana rahim içini olabilecek bir hamileliğe hazırlar. Döllenmenin oluşmaması durumunda bu yapı rahimden ayrılarak aybaşı kanamasıyla vücuttan atılır. Kadınlarda menopozun sebebi kadınlık hormonlarının vücuttaki miktarlarının azalmasıdır. Önce prosterojen yapımı azalır, sonra da östrojen. Hormonların miktarlarının düşüş hızına bağlı olarak ve kişiden kişiye değişmekle beraber sıcak basması, ani terleme, baş dönmesi, sinirlilik, uykusuzluk, aşırı hassasiyet, bunalım, ciltte kuruma ve sarkma, ağrılı cinsel ilişki, saçlarda incelme, zayıflama ve dökülme, kemik erimesi, damar sertliği, yüksek tansiyon, aşırı unutkanlık ve hatta bunama gibi birçok şikayet ve hastalık ortaya çıkabilir. Kadınlık hormonu etkisi yapan maddeler birçok yiyecek ve içecekte bulunmaktadır. Bunlar soya fasulyesi ve ürünleri , mercimek, bezelye, keten tohumu, kabak çekirdeği, arı poleni, yeşil çay, inek sütü ve biradır. Soya fasulyesi ürünleri ve birçok yiyecek maddesindeki östrojen etkisi yapan maddelerin başlıcaları İsoflavone ve Lignane ‘dir. Bunlar antioksidan etki yaptıklarından kanserin önlenmesinde büyük yararları vardır. Bu maddeleri bunları içeren yiyecekleri tüketerek almak en doğrusudur. Ayrıca, bu maddeleri konsantre şekilde tablet veya kapsül formunda almak da mümkündür. Bu ilaçların etkili maddesi olan İsoflavon’u yeterli miktarda (20-80 mg.olmalı) içerip içermediği kontrol edilmeli, tüm verileri ambalajında yazılı olmalı ve ciddi firma ürünü olmalıdır. Bunların soya fasulyesi, kırmızı yonca ve arı poleninden elde edilen çeşitleri vardır. Hormon tedavisinde hormon seviyeleri çok iyi tespit edilmeli ve tedavi mutlak surette bir hormon uzmanı tarafından yürütülmelidir. Yani piyasada bulunan östrojen ve projestoron preperatları rasgele kullanılmamalıdır. Yapılan araştırmalarda meme kanserinin menapoz sonrası görülme sıklığının artışı birçok sebebe bağlanmaktadır. Bu sebeplerin başında Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da günümüze kadar kullanıla gelmiş olan kalıplaşmış menapoz tedavisi (yani sentetik östrojen-projesteron) olduğu düşünülmektedir. Menapozla eksilen hormon seviyeleri mutlaka hormon uzmanı tarafından çok hassas bir şekilde tespit edilip tedavisi buna göre yapılmalıdır.
(2) Erkeklik hormonu (Testosteron) :
Testosteron erkeğe erkeklik gücünü, cesaretini ve saldırganlığını verir. Cinsel istek, güç ve ereksiyon onun sayesinde olur. Erkeğe üreme özelliği kazandırır, yağları eritir, kasları geliştirir, kemikleri güçlendirir, beyinsel fonksiyonları artırır. Testosteron hormonunun seviyesi 30’lu yaşlarla yavaş yavaş düşmeye başlar, 45-60 yaşları arsında bu düşme hızlı bir ivme kazanır. Hormon azalınca öncelikle güçsüzlük, cinsel isteksizlik ve ereksiyon şikayetleri başlar ama olay bununla bitmez, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, bel ve bilhassa karın bölgesinde yağlanma, kasların zayıflaması, içine kapanma, toplumdan kaçma, eklem ve sırt ağrıları, aşırı sinirlilik, ciltte kırışma, bazı durumlarda göğsün büyümesi, uykusuzluk, sıcak basmaları ve terleme gibi birçok sorun da yaşanır. Hormon düşüşüne sigara, hareketsizlik, yanlış beslenme, şişmanlık, aşırı alkol, stres ve düzensiz yaşamın da eklenmesi durumunda kansızlık, kan yağlarının hızlı bir şekilde yükselmesi, damar sertliği, yüksek tansiyon, felç, kalp krizi, kalp yetmezliği, kemiklerin zayıflaması, yaşlılık şekeri ve çeşitli organ kanserleri gibi hastalıklar kısa zamanda ortaya çıkabilir. Son yapılan bir araştırma kanlarında daha az miktarda testosteron dolaşan erkeklerin Alzheimer’e yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu göstermiştir. İlerleyen yaşla beraber yalnız erkeklik hormonu değil diğer hormonlar da azalır. Bilinçsiz yapılan hormon tedavisinin prostat büyümesi veya prostat kanserine neden olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle gerçek ve geniş bir check-up’tan geçtikten sonra tedavinin bir uzman (endokrinolog) tarafından yapılması şarttır. Herkese sentetik hormon tedavisi uygulanmaz. Vücudun erkeklik hormonu üretimini artıracak alternatif tedaviler da vardır. Yulaf ezmesinin içinde erkeklik hormonu etkisi yapan maddeler olduğundan haftada birkaç defa kahvaltıda yulaf ezmesi yenmesinin hormon üretimine fayda sağladığı düşünülmekte olup, ginseng, ginkgo-biloba ve çinko alımının hormon üretimine faydası vardır.
(3) Kadında erkeklik, erkekte kadınlık hormonu :
Her kadında erkeklik hormonu salgılanır, kadının buna ihtiyacı vardır. Kadının cinsel yaşamında mutlu olabilmesi için kanında erkeklik hormonu bulunmasına ihtiyaç vardır. Erkeklerin de kadınlık hormonuna mutlaka ihtiyaçları vardır. Erkekte kadınlık hormonu spermin döllenme kabiliyetini sağlar. Eğer erkeğin kanında yeterince östrojen yoksa, spermleri zayıf ve hareketsiz olur, kadının yumurtasını dölleyemez. 30 yaşındaki bir erkeğin ürettiği kadınlık hormonu 65 yaşındaki kadından daha fazladır. Erkek yaşlanınca hem erkeklik hormonu hem de kadınlık hormonunun seviyesi düşer. Menopozda kadınlarda ortaya çıkan şikayetler yaşlanan erkeklerde de görülebilir. Bu şikayetler, enerji azalması, sıcak basmaları, terleme ve uyku bozuklukları şeklinde olabilir. Bu durumlarda bitkisel kadınlık hormonu içeren soya fasulyesi ve ürünlerini tüketmekte büyük fayda vardır.
(4) Melatonin ve Serotonin hormonu :
Melatonin uyku sırasında beyinin orta alt kısmında yerleşik epifiz bezinden (kozalaksı bez) salgılanan bir hormondur. Akşam olup karanlık çökünce, ilerleyen gece ile birlikte önüne geçilmez bir yorgunluk ve kapanan gözler bizi yatağımıza sürükler. Bu uyuma ihtiyacını ve hissini meydana getiren melatonin hormonudur. Ortalık aydınlanınca içimizdeki saat bizi uyandırır. Mutluluk hormonu da denen serotonin güne büyük bir enerji ile başlamamızı sağlar. Tüm yorgunlukları atmış, dinç, yeniden doğmuş gibi güne başlarız. Melatonin uykusuzluğu düzeltir, bağışıklık sistemini güçlendirir, katarakt tehlikesini azaltır, hatta ortadan kaldırır, zihni kuvvetlendirir, “jet lag” sorununu önler ve genel olarak da daha iyi yaşamamızı sağlar. Yetersizliği erken yaşlanma, Alzheimer hastalığı, çeşitli kanserler ve diğer hastalıkların gelişmesinde önemli bir unsurdur. Bugün birçok araştırmacı , melatoninin doğal bir anti-aging hormonu olduğundan kuşkulanmaktadır. Ancak, melatonin üretimi yaşla birlikte çarpıcı şekilde düşer. Bu nedenle dışarıdan alınması gerekebilir. Melatoninin sentetik formları, üç miligram kuvvetinde tablet veya kapsül şeklinde piyasada bulunmaktadır.
(5) DHEA (Dehidroepiandrosteron) hormonu :
Böbrek üstü bezinde salgılanan bu hormona hormonların anası da denebilir. Yapılan araştırmalarda bu hormonun yaşlılara dışardan verilmesiyle zihinsel performansın arttığı, belleğin ve bağışıklık sisteminin güçlendiği tespit edilmiştir. Bu hormon vücudumuzu kanserden korur ve gelişimini önler. Kanında DHEA hormonu seviyesi yüksek olan kişilerin kan yağlarının normal seviyede olduğu, tansiyonlarının yüksek olmadığı, kalbi besleyen damarlarda kireçlenmenin oluşmadığı, dolayısıyla da kalp krizi rizikosu taşımadıkları belirlenmiştir.Yaşlı bakımevlerinde yapılan araştırmalarda DHEA seviyesi çok düşük olanların bakıma muhtaç olduğu, buna karşılık hormon seviyesi normal olanların her türlü ihtiyaçlarını, kendilerinin giderdiği saptanmıştır. Stres anında kortizon salgılanır. Kortizonun görevi stresi kontrol edilebilir bir hale getirmektir. Stresin ağırlığı ve devamlılığı arttığında kortizon salgısı da artarak vücuda büyük zararlar verir. Bu durumda DHEA devreye girerek kortizon salgısını azaltır ve stresin etkisini yumuşatır. Yaş ilerledikçe DHEA hormonu azalır, buna karşılık kortizon salgısı çoğalarak yaşlanmamıza hız kazandırır. Tedavi için öncelikle ciddi bir kontrolden geçirilip hormon seviyesi ve hormon-kortizon oranı tespit edilmeli, teşhis ve tedavi hormon uzmanı tarafından yapılmalı, öncelikle doğal yollarla hormon salgısının artırılması hedeflenmelidir.
(6) Büyüme hormonu (Somatotropin) :
Bu hormon hipofiz bezinde salgılanır.Yaşlandıkça, büyüme hormonunun bedenimizdeki miktarı da azalmaktadır. 30 yaşından itibaren kandaki miktarı düşmeye başlar. 60 yaş sonrasında büyüme hormonu düzeyinde yüzde 75 azalma olur. İlerleyen yaş ve olumsuz yaşam koşullarından dolayı hormon miktarında düşme olunca içine kapanma, gittikçe artan yorgunluk ve güçsüzlük, cinsel isteksizlik ve yetmezlik, kasların ve kemiklerin zayıflaması, aşırı yağlanma, enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskinin artması gibi belirtiler ortaya çıkar. Büyüme hormonu seviyesi azaldıkça bağışıklık sistemi, solunum organları, cilt, kalp-damar sistemi, beyin , cinsel istek ve güç üzerinde olumsuz etkiler yapar.
Büyüme hormonunun en büyük düşmanı insülindir. İnsülin salgısını artıran yiyeceklerin yenmesiyle, bu hormonun kandaki yüksekliğinin devamlı oluşu yüksek tansiyon, yaşlılık şekeri, damar sertliği ve kalp krizi rizikosunu arttırır. Bu nedenle insülin salgısını artıran yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Çok kapsamlı tetkikler yapmadan ve hormon seviyesini tespit etmeden verilen bu hormon, fayda yerine zarar getirir. Tedavi mutlaka tecrübeli endokrinolog tarafından yapılmalı ve tedavinin faydalı olabilmesi için ; programlı egzersiz, sağlıklı beslenme, muntazam uyunması, fazla kiloların verilmesi, sigaranın bırakılması, ölçülü alkol tüketimi ve stresten arınma şarttır. Bugüne kadar büyüme hormonunun kemik ve kas kitlesinde artmaya, yağ kitlesinde azalmaya, cinsel fonksiyonlarda iyileşmeye, kırışıklıklarda azalma ve cilt gerginliğinde çoğalmaya, bellekte belirgin düzelmeye ve daha yüksek enerji hissine yol açtığı bildirilmiştir.
Genç kalmanın 10 sırrı
Gerçek yaşınızı daha aşağılara çekebilmek için önerilmiş 10 adımı denemeye ne dersiniz? Düzenli olarak uyguladığınız bu adımlar ile daha mutlu ve sağlıklı bir gelecek sizi bekliyor olacak!
1.Vitaminlerinizi alın. Düzenli olarak C, E, D vitamini, kalsiyum, folat ve B6 vitamini almak gerçek yaşınızı 6 yaş geriye taşıyabilir.
2.Sigarayı bırakın ve pasif içici olmaktan sakının. Sigara gerçek yaşınızı 8 yaş ileriye taşıyabilir.
3.Kan basıncınızı öğrenin ve izleyin. Düşük kan basıncına sahip bir kişi yüksek kan basıncına sahip bir kişiden 25 yaşa kadar daha genç kalabilir.
5.Yaşamınızdaki stres kaynaklarını azaltın. Çok stresli olduğunuz zamanlarda gerçek yaşınız takvim yaşınızdan 32 yıla kadar daha ilerde olabilir. Sağlam sosyal ilişkiler kurarak ve stres azaltma stratejilerinden yararlanarak stresin sizi taşıdığı fazladan 32 yılın 30'unu geriye doğru katetmek mümkün.
6.Diş ipi kullanın. Diş ipi kullanmak ve dişlerinizi düzenli olarak fırçalamak gerçek yaşınızı 6.4 yıl geriye taşıyabilir.
7.Lifli gıda tüketin. Günlük beslenme sırasında 25 gram lif tüketen birinin gerçek yaşı günde 12 gram lif tüketen birine göre 2.5 yıl daha geridedir. Erkeklerin günde 25 gramdan da daha fazla lif tüketmeleri gerekir.
8.Sağlığınızı yakından izleyin. Sağlığı ile ilgili gelişmeleri titizlikle izleyen, tedavi ve bakım konusunda standartlarını her zaman yüksek tutan kişiler bunu yapmayanlara göre 12 yaşa kadar daha genç kalabilirler.
9.Bol bol gülün. Kahkaha stresi azaltır, bağışıklık sistemini destekler ve gerçek yaşınızı 8 yıla kadar geriye taşıyabilir.
10.Yaşam boyu bir 'öğrenci' olarak kalmayı hedefleyin. Yaşam sürecinde entelektüel faaliyetlerden uzak kalmayan kişiler gerçek yaşlarını 2,5 yıla kadar geriye taşıyabilirler.
*Derlemedir.