BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  Yakın Tarihimiz
 

YAKIN TARİHİNİ BİLMEK

 

10 Kasım 1938 Kemalist rejimin bittiği gün…

11 Kasım 1938 İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, ve
Karşı devrimin başladığı gün…

 

Atatürk ölünce Celal Bayar Hükümeti usulen istifa etti.Cumhurbaşkanı olan
İsmet İnönü görevi tekrar Bayar’a verdi
ve İnönü, ilk icraat olarak Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşları olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya kurulan yeni hükümette  görev verdirtmedi.  

 

1938 sonrası Kemalist politikayı terk etme sürecinin başlangıcıdır.

 

Atatürk,oluşturduğu düşünce sistemini ve gerçekleştirdiği eylemleri son derece yetersiz ve dar bir kadro ile başarmıştır.Kurtuluş sava-şında etkili görevlerde bulunmuş olan Kazım Karabekir,Rafet Bele,Ali Fuat Cebesoy,Rauf Orbay gibi paşalar Cumhuriyet atılımlarını an- layabilecek düzeyde değildiler.

 

Bunların 17 Kasım 1924 tarihinde kurdukları “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” programında şunlar yer alıyordu; “..Parti li-manlara giriş ve çıkışta alınan gereksiz gümrük vergilerinin der-hal kaldırılmasını savunur..İç ve dış transit ticaretinin gelişmesi-ni önleyen tüm kısıtlama ve engeller kaldırılacaktır..Ulusal sana-yinin korunması için getirilen kısıtlamalar kaldırılacak,ithalattan alınan gümrük vergileri azaltılacaktır.Ekonomiyi yeniden inşa et-menin zorunluluğu karşısında yabancı sermayenin güvenini ka-zanmaya çalışılacaktır.Her türlü tekelin,bu arada devlet tekelle-rinin de çoğalmasına karşı çıkılacaktır. Merkezi yönetim biçimi yerine yerel yönetimler gerçekleştirilecektir. Ülkede liberalizm uygulanacak,devlet küçülecektir..Halkın dini inançlarına saygı gösterilecektir…” 
  Nasıl…okuduklarınız gerçekten inanılmaz değil mi.? SANKİ GÜNÜMÜZ  “IMF” PROGRAMLARINDAN KOPYA ÇEKİLMİŞ GİBİ…    

 

İsmet İnönü verilen görevi başarı ile yerine geti-ren iyi bir uygulamacıdır,ama çağın gerçeklerini yeterince kavrayamamıştır.Türk devrimine tek başına önderlik edebilecek sosyal,ekonomik,ta-rihsel kültüre ve anti-emperyalist bilince sahip değildir.

 

Rauf Orbay 1924 yılında Mecliste yaptığı konuşmada “Devrimler bitmiştir.Devrim sözü sermayeyi ürkütüyor” demiştir.1924’te Başbakan, 1930’da serbest fırkanın başkanı olan Fehti Okyar’da benzer düşüncede bir kişidir

 

Rauf Orbay 1924 yılında Mecliste yaptığı konuşmada “Devrimler bitmiştir.Devrim sözü sermayeyi ürkütüyor” demiştir.1924’te Başbakan, 1930’da

serbest fırkanın başkanı olan Fehti Okyar’da benzer düşüncede bir kişidir.

 

Atatürkçülükten dönüş sürecinin yaygın bir kanı olarak 1950’de başladığı zannedilir.
Ancak İsmet İnönü’nün 1938-1950 yılları arasında “Milli Şef” olarak geniş iktidar yet-kileri ile sürdürdüğü yönetim asıl ödünlerin verildiği ve Atatürkçü politikaların terk edil-diği dönem olmuştur. 

 

Emperyalizme yanaşma, İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak…

 

  • Atatürk’ün ölümünden yalnızca 6 ay sonra Türkiye , 12 Mayıs 1939’da İngiltere,23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona im-za attı.Deklarasyona göre taraflar “Akdeniz böl-gesinde savaşa yol açabilecek bir saldırı halin-de, etkin bir biçimde işbirliği yapmayı” kabul et-tiler.Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu İngiltere Büyükelçisine antlaşmalarla ilgili olarak “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı ülkeleri hizme-tine verdiğini” söylemişti.!!

 

  • İngiltere ve Fransa ile imzalanan deklarasyonlar 19 Ekim 1939 tarihinde “Üçlü İttifak Antlaşması” haline getirildi.Antlaşmanın yapıldığı tarihte II. Dünya Savaşı sürmektedir.Böylece Türkiye Ke-malist politikalardan ilk ödünü Atatürk’ün üzerin-de en çok durduğu konulardan biri olan dış si-yaset konusunda vermiş ve batı ile  “bağımlılık ilişkisi doğuracak antlaşmalara imza koymuştur” hem de ölümünden yalnızca 6 ay sonra…

 

Anlaşma yapılan İngiltere daha 15 yıl önce “Türkiye’yi yok etmeye kararlı olduğunu, Türklerin vahşi talancılar olduğunu ve Anadolu’dan uzaklaştırılacaklarını” söylü-yor ve 1930 yılına kadar süren Kürt ayak-lanmalarının hemen tümünü kışkırtıyordu.

 

Tevfik Rüştü Aras’ın yerine Dışişleri Bakanı olan Şükrü Saracoğlu’nun imzala-dığı Üçlü İttifak Antlaşması’na ilk tepki Almanya’dan geldi ve Hitler Türkiye’yi “ikinci derecede işgal edilecek ülkeler” grubuna soktu.

 

Türkiye’nin tarafsızlık politikasından uzak-laşmasına Almanya’nın ardından Balkan Devletleri ve Rusya’da tepki gösterdi.Özel-likle Türkiye ve Rusya artık birbirlerine karşı “öncelikli tehdit” oluşturan iki ülke haline gelmişlerdi.Gazi’nin dış politika uygulamaları her yerde sekteye uğruyordu.

 

         10 Haziran 1940’da İtalya Fransa’ya savaş ilan edince, İngiltere İttifak Antlaşmasının 2.maddesi gereğince bizden İtalya’ya savaş ilan etmemizi istedi.

         28 Ekim 1940’da İtalya bu kez Yunanistan’a saldırdı.İngiltere bu seferde 9 Şubat 1933’de Türkiye ile Yunanistan’ın yapmış olduğu dostluk antlaşmasını ileri sürerek Türkiye’nin savaşa girmesini bir kez daha istedi.

         Türkiye Üçlü İttifakın yarattığı sıkıntılardan bunalmışken Fransa Almanya tarafından işgal edilerek savaş dışı kaldı, hükümet bu durumda tarafsız kalabileceğini ileri sürdü.Üçlü İttifak Antlaşmasından kurtulmak istiyordu,ancak İngiltere bu isteği görüşmedi bile…

 

Almanya’nın savaştaki başarıları üzerine Türkiye 18 Haziran 1941’de Türk-Alman Saldırmazlık Paktı’nı im-zaladı.Böylece Türkiye birbirleri ile savaşan İngiltere ve Almanya’nın dostu olarak dünya siyaset sahnesinde komik duruma düşmüştü.!
  Türk-Alman saldırmazlık antlaşmasından dört gün sonra Almanya Sovyetler Birliğine saldırdı ve düşman-dost ilişkileri daha da karıştı.Şimdi İngiltere ve Sovyetler Birliği dost olmuş,Almanya ile saldırmazlık paktı olan Türkiye, Sovyetlerin “güvenilmez komşusu” olmuştu..!

 

Üçlü İttifak Antlaşması Türkiye’nin Atatürk tarafından çizilen dış politikasının terk edil-mesidir.20 yıl önce silahlı mücadele ile ye-nilen ve Türkiye’yi yok etme kararlılığını açıkça ortaya koyan emperyalist devletlere hiç gereği yokken bağlanma yoluna gidil-miştir.Savaşarak kazandığı ulusal bağım-sızlığını koruma ve buna bağlı olarak top-lumsal kalkınmayı kendi öz gücüne daya-narak gerçekleştirme yolunu terk etmiştir. Türkiye’nin sorunlarına başkalarının karış-masına izin vermiştir…

 

Cumhurbaşkanı olan İnönü artık Milli şef’ti ve her  şeyi o belirliyordu.Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü.Onların yönetimden uzaklaştı-rılmaları ile başlayan süreç Atatürk ve Atatürk dö-nemi ile araya mesafe koyma eğilimiydi.Dini eği-tim almış ve faşist eğilimler içindeki Şemsettin Günaltay İnönü Cumhurbaşkanı olunca Atatürk’e dolaylı hakaret içeren “İnönü devri başlıyor,fazilet devri başlıyor” demiş ve ileride başbakan yapıl- mıştı.

 

İnönü döneminin biçimsel gibi görünen ancak bilinçli olarak yapılmış uygulamala-rından biri de pul ve paralardan Atatürk’ün resimlerinin kaldırılarak, yerine İnönü’nün bulunduğu pul ve paraların piyasaya sürül-mesidir.Uygulamanın siyasi bir anlayışa dayandığı,iktidar değişimini ve bunun gü-cünü halka göstermeyi hedeflediği açıktır.

 

LAİKLİK…  

İnönü döneminde laiklik konusunda verilen tehlikeli ödünler için Prof.Hikmet Bayur şunları söylüyordu; “Atatürk öldükten sonra biz seçim bölgemize gittik,  baktım her mahallede bir kuran kursu açılmış.İnönü din düşmanlığı yapmadı,dincilik yapıyor.Sonra İlahiyat Fakültesini açtı.Daha sonra İmam Hatip Okulları açtı, bu okullara FIKIH dersi koydurdu.Bu derse hiç lüzum yok.Çünkü fıkıh demek şeriattan doğma yani Kuran ve Peygamberin davranışlarından çıkarılan hükümlere göre yapılmış demektir.”

 

1939-1950 arası 11 yıllık süreç, Kemalist atılımların durduğu, geri dönüş sürecinin başladığı, Türkiye’nin toplumsal düzeyi ve siyasi alt yapısı yeterli olmamasına karşın ABD’nin dayatması ile “çok partili” düzenin kabul edildiği, batıyla uzlaşma kılıfı altında emperyalizmin gi-derek etkisine girmekle sonuçlanan bir süreç olmuştur. Atatürk ölmeden önce projeleri hazırlanmış olan Demir-Çelik, Genel Makine ve Elektrolit Bakır gibi yatırımlar programdan çıkarılmış, sanayi ile bağdaşmayan yeni kalkınma planları yapılmıştır.

 

Türkiye Milli Şef döneminde birçok uluslararası oluşuma bu örgütleri fazla incelemeden, niyetle-rini anlamadan, ülke yararına olup-olmadığını yeterince araştırmadan üye olmuştur.Bunlar neler mi.?

 

         24 Ekim 1945’de kurulan BM’ye girildi.

         14 Şubat 1947’de Dünya Bankasına girildi.

         11 Mart 1947’de İMF’ye katılındı.

         22 Nisan 1947’de Truman Doktrini kabul edildi.

         4 Temmuz 1948’de Marshall Yardım Planı kabul edildi.

 

Türkiye 15 Şubat 1952’de NATO’ya girdi. Herkes başvurunun DP iktidarı tarafından yapıldığını sanır, ancak Nato’ya giriş için başvuru 4 Mayıs 1950’de İnönü zamanında  yapılmıştı.14 Mayıs 1950’de yapılan seçim-lerde DP iktidara geldiği için Nato’ya giriş şerefini(!!) ise onlar yaşamıştır.

 

Türkiye Milli şef İnönü zamanında ABD ile çeşitli konularda bir dizi ikili antlaşmalar imzaladı.Bunların içinde öyleleri vardı ki,
değil bağımsız bir ülke bir sömürge bile bu antlaşmaları imzalamazdı. 

 

ABD ile yapılan ilk ikili antlaşma 23 Şubat 1945’de ki “Karşılıklı Yardım Antlaşması”

 

         Adı “Karşılıklı Yardım” olan bu antlaşmanın temel özelliği,ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi,Türkiye’yi ağır yü-kümlülükler altına sokması ve hiçbir yükümlülük altına girmeyen ABD’nin haklarının korunmasıdır.Antlaşmanın 2.maddesi şöyle-dir: “ T.C. Hükümeti,sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolay-lıkları ya da bilgileri ABD’ne temin edecektir.”

         Böyle bir maddenin bağımsız iki ülke arasında yapılan bir antlaş-mada yer alması mümkün değildir.Türk Hükümeti ABD’ne hizmet sunmakla görevli olacak,bu görevin sınırı da belli olmayacak… Gerçekten inanılmaz…

         Bu antlaşmanın birde 5.maddesi vardır ki : “Türkiye parasını öde-miş olsa da ABD Başkanı gerek görürse aldığı malzemeleri geri vermeyi  kabul etmiştir…”

 

İkinci antlaşma,27 Şubat 1946’da yapılan bir  kredi antlaşmasıdır.

 

         Bu antlaşmanın özü,dünyanın değişik yerlerinde ABD’ nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş, bozuk savaş artığı malzemeyi satın alması koşuluyla Türkiye’ye 10 milyon dolar borç verilmesidir.  Antlaşmanın II.bölüm 1.maddesi şöyledir : “ABD Dış Tasfiye Komisyonu, Türk Hükü-metine satacağı malzemelerin fiyatlarının, envanterini ve liste-lerini verecektir. Satış fiyatı ilgili mümessiller tarafından görüşü-lecektir. Türk Hükümeti tarafından malzeme bulunduğu yerden ve bulunduğu gibi alınacaktır.Alınan malzemenin mülkiyeti Türkiye’ye geçmeyecektir.ABD Hükümeti alınan malzeme için herhangi bir teminat vermeyecektir.

         Bu ve önceki antlaşmada yer alan maddelerin ne anlama gel-diğini Türkiye ve İnönü 1964 Johnson Mektubu ile öğrenecektir.

 

27 Aralık 1949’da imzalanan “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Antlaşma…

 

         Bu antlaşma Türk Milli Eğitimine yön verecek iradeye, ABD’nin önce ortak edilmesi daha sonra belirleyici olmasını sağlayacak koşulları yaratan bir antlaşmadır. Antlaşmanın 1.maddesi;  “Tür-kiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir ko-misyon kurulacaktır.Bu komisyon,niteliği bu antlaşma ile belirle-nen ve parası Türk Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracaktır.”

         Antlaşmanın en dikkat çekici 5.maddesi ise; “Komisyon dördü T.C.Vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üye-den oluşacaktır.ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi ko-misyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit ol-ması halinde kararı komisyon başkanı verecektir…” İnanılması zor,ama bu antlaşmalar maalesef yapılmıştır.

 

ABD ile Eğitim konusunda yapılan bu ant-laşma Türk Milli Eğitimini ABD denetimine bırakan süreci başlatmıştır. “Yeni Dünya Düzeni” politikalarının bizim için öngördüğü “dinsel eğitim” yada “eğitimin dinselleştiril-mesi” bu antlaşma ile büyük bir boyut ve iv-me kazandı.Eğitim birliği “dinsel eğitimde birlik’e” kaydı.Eğitimin bu günkü hali ise sa-nırım herkez tarafından malumdur…

 

ABD ile yapılan ikili antlaşmaların tümünde ortak olan bir özellik vardır.Bu antlaşmalar planlı bir bütünsellik taşır ve birbirleri ile tamamlayıcı bağlantılar içindedir.Diploma-siden yoksun, ehil ellerde yapılmayan ant-laşmalar gün gelir sizi “Yeni bir dünya ku-rulur, Türkiye oradaki yerini alır” demek zorunda bırakır.

 

İttihat ve Terakki’nin batı tandanslı mantığı-nı İsmet İnönü’nün Mustafa Kemal’e 1919 yılında henüz İstanbul’da iken yazdığı şu mektupta da görebilirsiniz;..”Bütün memle-keti parçalamadan ülkeyi bir Amerikan denetimine bırakmak,yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir…” 

 

Talancı,soykırımcı geçmişi ve emperyalist politikaları ile sermayenin güdümündeki “yeni dünya düzenini” içteki işbirlikçileri aracılığıyla bize dayatan ABD ile her hangi bir konuda anlaşmak, ayı ile yatağa girmek demektir.Bunu yapanın başına ne gelir ise, geçmişteki basiretsiz politikacıların yaptık-ları yüzünden ülkemiz şimdi bu sıkıntıları çekmektedir.

 

Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.

“Muhterem milletime tavsiyem odur ki,
sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki
ve vicdanındaki cevher-i asliyi çok iyi
tahlil etmek dikkatinden bir an vazgeçmesin.”
                      MUSTAFA KEMAL ATATÜRK                     

 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE


UNUTMUŞ OLANLAR İLE YAŞAMAMIŞ OLANLARA ...

4 Şubat 1949: İki "meczup" Meclis'te ezan okuyor.

15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.

1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığınca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.

12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.

29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece "Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız " diyerek irticaya ilk işareti veriyor.

16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.

5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.

21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına

karar veriyor.

3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.

1953: Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları 'na dönüştürüldü.

1953: Yasa değişikliği ile " siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç" sayılmaya başladı.

1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.

1955'te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor:

"Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa' yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz. "

Menderes, 1956'da Konya'da halka hitap ederken "ortaokullara din dersleri konulacağını" açıklıyor.

13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.

Başbakan Menderes, 1957'de Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor:

“ Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor:

" İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir kâbe yapacağız."

14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı

için Cami Yaptırma Derneği 'ne 100.000 TL bağış yapıyor.

19 Mayıs 1957: Kayseri 'de halka yaptığı açıklama Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500' üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul 'a davet edileceğini " söylüyor.

1957 - 1958: Liselere seçmeli din dersi kondu.

1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.

26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, " İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.

15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.

31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır. "

17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.

 20 Ağustos 1967: İzmir 'de İslam Enstitüsü'nün temelleri Başbakan

Süleyman Demirel tarafından atılıyor.

Aralık 1967: Meclis 'te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı

her ilde bir imam hatip okulu açmaktır" diyor.

19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim kâbemiz, cihada hazır olun " sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar " olarak geçmesini sağlamıştır.

1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin kır atlı Kuran dağıttığı haberleri basına yansıyor.

26 Ocak 1974: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.

1974 - 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.

1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.

1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.

1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.

Kahramanmaraş 'ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı…. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara "Allah için savaşa, Müslüman Türkiye" sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti:

" Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz"

12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor:

"Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor? "

4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken başbakan Demirel "Çorum' u bırakın Fatsa' ya bakın!" diyerek "solun kalesi" diye anılan Fatsa' yı hedef gösteriyordu.

22 Temmuz 1980: Kemal Türker'in öldürülmesi.

7 Eylül 1980: MSP'nin Konya'da düzenlediği mitingte yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu: "Dinsiz devlet yıkılacak elbet…Şeriat gelecek… Laiklik dinsizliktir… Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm… Cihada hazırız…"

Ve 12 Eylül 1980: Amerika' nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların "bizim çocuklar" dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekun bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikim üzerinden silindir gibi geçildi. Bu satırların yazarı bile bundan payını alarak 92 gün işkence gördü.

Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül' ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada "Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz " diyordu.[1]

"Gerçekte," der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı 'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur."[2]

Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.

12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü 'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya 'ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal 'ın, "12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik " biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.

Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası 'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek şunları söylemiştir:

"Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.

…Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur.

…Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır. "[3]

1989: TCK'nın Türkiye 'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.

28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.

31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.

7 Mart 1990: Çetin Emeç'in öldürülmesi.

4 Eylül 1990: Turan Dursun'un öldürülmesi.

6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.

24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, "İmam-Subay " başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.

2 Temmuz 1993: Sıvas 'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri' nin 3. gününde, Müslümanlar ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli' ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı:

" Zafer İslam' ın… Cumhuriyet Sıvas' ta kuruldu, Sıvas' ta yıkılacak!..Şeriat gelecek zulüm bitecek… Kahrolsun laiklik…"

27 Mart 1994: yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul 'daki anakent belediyelerinin tüm olanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan,” Refah iktidara gelerek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek" diyordu.

5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken "son sosyalist devleti de yıktık" sözleriyle Kemalizmin sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.

10 Kasım 1994: Anıtkabir'de Atatürk' e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, "Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kur'ana davet ediyorum." diye slogan attı.

11 Ocak 1995: Onat Kutlar'ın öldürülmesi.

9 Ocak 1996: Metin Göktepe'nin öldürülmesi.

1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek" diyordu.

1997: Şevket Yılmaz , "Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın? "

Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!"

Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, "Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."

Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997… Özal'ın halefi olan Başabakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutu’nda verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı.

Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek, " laiklik, din özgürlüğüdür"; "din ise birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı. Eğitim yoluyla bu ülkede, "iktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma götürürüz" diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiç kuşkumuz kalmadı.

21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 'nın öldürülmesi.

18 Aralık 2002: Prof Dr. Necib Hablemitoğlu 'nun öldürülmesi.

Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor!


 

*Derlemedir.

 
  Bugün 1479579 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol