TARİKATLAR NASIL DOĞMUŞTUR?
TÜRKİYE ve SİYASETTEKİ İŞLEVLERİ NELERDİR?
TARİKATLAR MADDİ KAYNAKLARINI NASIL ELDE ETMEKTEDİRLER?
TARİKATLAR ve GERÇEKLER
Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini kendine göre anlama ve yaşama şeklidir. Dinlerin hemen hepsinin yoruma açık yönleri vardır ve farklı yorumlamalar dinlerin farklı uygulama biçimlerini ortaya koymuştur. Bu farklı yorumlama-uygulama anlayışlarından “Mezhep”ler doğmuştur.
İslami tarikatlar “tasavvuf”tan doğmuştur. Kimi tasavvufçulara göre dinin açık (Arapça zahir) anlamları bilgisizler içindir. Oysa dinin bilgili ya da bilgiye yetenekli kişiler için gizli (Arapça batın) anlamları vardır. Ki bu gizli anlam, ancak büyük çapta bilgililerin yorumlarıyla açığa çıkarılabilir. Ruhban sınıfının, İslam’daki yeri, bu mantığa dayanarak ince ince işlenecektir…
Tarikatlarda bir de Rabıta denen bir kavram vardır. Peki rabıta nedir: «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktır» diye tanımlanabilir. Peki Nakşibendiliğin de savunduğu “Rabıta” kavramının özü nedir… Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlamaktır.
Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır. Rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Tarikat şeyhinin, ibadet ve inanç sistemi içindeki son derece baskın yapısını ortaya çıkaran kavram da işte bu Rabıta’dır. Rabıta, Allah’a değil, şeyhe “kul” yetiştirmektedir.
Bu arada rabıta dışında, şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak onun «keşif ve kerametleri, manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında açıklamalar yapılır.
Bu telkinler ve anlatımlar o kadar sürekli ve etkilidir ki sohbetler esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, bazıları acaip sesler çıkarır; örneğin havlar, miyavlar ya da kişnerler; bazıları ise dam, teras ve balkonlardan kendilerini aşağı atarlar. Buna da tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir.
Mürit uzun süre bu telkinler altında artık şeyhin bir kulu ve kölesi haline gelir.
Tarikatların İslam dinindeki yeri açısından küçük bir açıklama yapmak çok faydalı olacaktır…
Hz. Muhammed’in hayatında çileler, ayinler, semanlar, zikir halkaları, “hu” çekmeler, enstrüman ve rakslar, rabıta ve meditasyonlar asla yoktur.
Örneğin; sevinmiş, üzülmüş, öfkelenmiş, danışmış, verdiği karardan vazgeçebilmiş ve özetle mahrem olmayan hiçbir insani niteliğini gizlememiştir.
O’nun insani özellikleri çok belirgindir…
Ama İslam dinini yorumluyoruz diye ortaya çıkan birçok şeyh, şıh ve hocaefendi gibi adamlar ise kendilerini ulaşılmaz yerlere koymuş, kendilerine biat edilmesini istemiş ve İslam’da hiç yeri olmayan bin türlü sahtekarlık ile masum insanları kandırabilmişlerdir… İşte asıl konu budur… Din üzerinden çıkar sağlama…
NAKŞİBENDİ TARİKATINI TANIYALIM
Nakşibendilik… İslam dininin yeryüzünde yaşayan en önemli tarikatlarından biridir…
Bazı gerçek dışı iddialarda tarikatın kökeni, Hz. Ebubekir’e dayandırılsa da genel olarak kabul edilen görüş, Hoca Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini yorumlayan Bahaeddin Nakşibend’in tarikatın kurucusu olduğudur… Tarikat da ismini, Farsça “nakış yapan” anlamına gelen Nakşibend’den alır… Daha sonra da şeyhlerinin birçoğunun ismini taşıyan kollara ayrılmıştır…
En önemli kollarından biri de Mevlana Halid Bağdadi’nin ismini taşıyan “Halidiyye” koludur… Anadolu’ya Nakşi’lik Fatih Sultan Mehmet döneminde girmiş olsa da gerçek yapısını Halidiyye kolunun etkinliği ile 19. yüzyıldan sonra göstermeye başlayacaktır…
Nakşibendiliğin 7 kolu vardır. Türkiye’de günümüze değin gelebilen ve gücünü koruyabilen sadece Nurculuk ve Süleymancılıktır. Nurculuk ile Süleymancılık da birçok kollara ayrılacaktır.
Nakşibendilik'in kollarından olan Nurculuk, Said-i Nursi “Bediüzzaman ya da Said-i Kürdi olarak da bilinir (1873-1960)” tarafından kurulmuştur.
Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) tarafından kurulan Nakşi kökenli tarikatlardan Süleymancılık da Nurculuk gibi aynı süreci yaşar.
Bugün Nakşilerin en etkin kollarından biri, Said-i Nursi Nurculuğunun bir uzantısı olan Fettullahçılıktır. Ayrıca “merkez”de yer alan Nakşi karakterinin en yobaz uzantısı, bugün Tayyip Erdoğan’ın da müridi bulunduğu İskenderpaşa Dergahı’dır.
NAKŞİBENDİLİĞİN CUMHURİYET DÜŞMANLIĞI
Anadolu’daki “bazı tarikatların”, “Aydınlığa yönelik düşmanlıkları” çok eskilere dayanır. Ama en belirgin düşmanlıklar, II. Abdülhamit’in bu tarikatları “ilericiler” üstüne salmasıyla belirginleşir. Nakşibendiliğin, devletin içine sızması da bu süreçte olur.
II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğunu yapmışlardır.
Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen ve bu sömürü düzenini meşrulaştıran tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur…
II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmalarıyla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolünün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi Şeyh Sait’in isyanında ise, emperyalizmin işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır.
Kurtuluş Savaşımız devam ederken, daha sonra "Hilafet Ordusu" adını alacak olan işbirlikçi bir ordu örgütlenmesi Kuvva-i İnzibatiye‘nin kurulmasına, yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder.
Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşları kurtuluş çareleri ararken, tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislam'dan sivil ve askeri bürokrasiye, Galata Bankerleri'nden Sultan'a kadar bütün işbirlikçiler, Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile “işbirliği” yapmaktaydılar.
Onların yanısıra çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu'ya dağılıyordu. Bunlar, örgütlü bir şekilde, ulusal direnişe karşı halkı kışkırtmaya ve ayaklandırmaya çalışıyorlar, İşbirlikçi sultan ve din adamlarının ferman ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlardı.
Emperyalistler açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi törpülemeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı'na akmasını engellemeye çalışıyorlardı.
Yayınlanan fetvalar içinde en dikkat çekici olanı Hilafet Ordusu'nun kurulması döneminde çıkarılan 11 Nisan 1920 tarihli Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'a ait olandı. Tarihe "Dürrizade Fetvası" olarak geçen bu ihanet ve utanç belgesinde bağımsızlık savaşına katılan herkes "halifeye isyan"la suçlanıyordu. Ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu. Fetvada tüm inanmış Müslümanlara, Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu: "Asilerin katli caiz midir? El cevap vaciptir"... Bu fetvanın ülkenin dört bir yanında dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. "Dürrizade Fetvası", işbirlikçi sultana bağlı çevrelerde etki yaratsa da, halkın büyük bir çoğunluğu vatan hainlerinin bu çağrılarına cevap vermeyecektir...
İşbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci Bozkır, İkinci Bozkır, Konya, Birinci Anzavur, İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci Düzce, İkinci Düzce, Birinci Yozgat, İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmalarıdır.
Özellikle de Nakşibendi Tarikatı, bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu. Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve "Bozkır Ayaklanmaları" olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. "Din elden gidiyor" diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar. Ayaklanmaların amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu'da başlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.
Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları ise şöyledir:
*1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması (İngiliz kışkırtmasıyla ayaklanan Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir)
*1925 Rize Ayaklanması (Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi tarikatı üyesidirler)
*1930 Menemen Ayaklanması (Kubilay’ın başını kesip bir sırığa takıp dolaştıranlar Nakşi Derviş Mehmet ile birlikte ayaklanmışlardır ve şeriat isteklerini dile getirmişlerdir)
*1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi İbrahim Türkçe Ezana karşı ayaklanmıştır)
*1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmiş ve silahlı başkaldırıda bulunmuştur, çatışmalar bir yıl kadar sürmüştür. Bu soytarı Şeyh de Fransız koruması Suriye’ye kaçmıştır.
*1935 Çorum İskilip İlçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerek ayaklanmıştır.
TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNDE SAĞA KAYMA (SAĞCILAŞMA)
Ve MUSTAFA KEMAL DÜŞMANLIĞI
Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojilerin Emperyalizmden beslenerek güçlendikleri bilinen bir gerçektir…
Bunun iki nedeni vardır…
Birincisi; emperyalizm ile çıkar ilişkisi kuranların yüzlerini maskelemek ve yaptıklarını meşrulaştırmak…
İkincisi; emperyalizme karşı gelişecek olan devrimci-bağımsızlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazır bir “vurucu güç” oluşturmak…
Biz, Türkiye’de, sağcıların liberal ekonomi politikalarından yana olduklarını ve uyguladıkları liberal politikaların tüm gelenekleri yıktığını, aile yapısını parçaladığını biliyoruz… Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu liberal ekonomik politikalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü üzerinde duruyor…
1950’den beri “manevi değerleri” savunduğunu söyleyen “sağ-muhafazakar” partiler tarafından yönetilen bu ülke, “Batı” nın öğretisi olan bu politikalarla tarihin en büyük “kültür erozyonlarından” birini yaşadı…
Bu muhafazakarlar; aileyi koruyacağız söylemlerini, liberal ekonomik politakalarıyla arka kapıdan dinamitlediler… Bunu halkın gözünden nasıl kaçırdılar…
Bu ülke, son elli-elli beş yılınıda, kendisini sağ-muhafazakar-millimanevi değerlere saygılı-laikliği örseleyecek kadar dine saygılı olduğunu savlayanlar tarafından yönetildi ve bu insanlar, örneğin Atatürk'ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler…
Ülke sanayisinin Atatürkçü ulusal politika ile sabırla gelişmesine tahammül etmeyip, montaj sanayisi ile dünya liberal sisteminin bir uydusu olmasına neden oldular, "bağımsız bir ülkeyi" bağımlı yaptılar... Bunların hepsinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de bir ilişkisi yoktu. Bu görülmesi zor bir olay değil. Ha Said-i Nursi'nin elini eteğini öpen Menderes, ha Hikmetyar'ın dizinin dibine çökmüş ve Fettullah'tan olur almış Tayyip... İkisi de emperyalizme peşkeş çekiyor ülkeyi...
Türkiye tarihinde “eş zamanlı” gelişen iki süreç vardır… Birincisi “sağa kaymak” ikincisi de “sömürülen bir ülke” haline gelmektir…
Birbirini besleyen bu iki sürecin formülü şudur…Bağımsızlık savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında “emperyalizm ve işbirlikçileri” bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmiştir…Ama iki olgu “emperyalizm ve gericilik” birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır…
Bu sürecin başlangıcı önce;
DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI
ADALET PARTİSİ İKTİDARI
MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETLERİ
ANAP İKTİDARI
DYP İKTİDARI
Ve bugün AKP iktidarı….
Sağa kayma ve sömürülen bir ülke haline gelmek… işte bu eş zamanlı gelişmenin birbirini besleyen iki boyutudur… Peki ABD, bu işbirlikçileri nasıl beslemektedir…
Suudi Araplar ABD Türkiye ÜÇGENİ
Bilindiği gibi Suudi Arabistan, ABD’nin sömürgesi bir Müslüman ülkedir… ABD gözetimi ve Suud sülalesinin diktası tarafından yönetilen bu ülke petrolleri ABD tarafından sömürülmekte ve ülke halkı, tarihin en geri usulleri ile yönetilip yaşamlarını sürdürmektedir… Suudlar, ülkelerini “İslam” ülkesi olarak göstermekte ve Arap halkına ait olan ülke kaynaklarını “kendi çıkarları adına” Hristiyan ABD’ye satmakta ve Arap Birliğini emperyalizme peşkeş çekmektedirler…
Suudlar, hiçbir zaman İsrail tarafından ezilen Filistin halkının yanında olmamışlardır…
Suudlar, son zamanda yaşanan İsrail’in Lübnan’ı bombalamasına sessiz kalmıştır…
Suudlar, Irak’ın işgaline yardım etmişlerdir…
Suudlar, Irak’lı kadınlara ABD askerleri tecavüz ederken, beş yıldızlı otellerinde Hac ziyaretine gelen müslümanlara kebap ziyafeti çekmekle meşguldüler…
Velhasıl Suudların, ABD’nin maşası olduğunu bilmeyen yoktur…
İşte bu Suudlar bakın Türkiye’deki ABD işbirlikçiliğini desteklemek için neler yapmışlardır…
ARAMCO, bir petrol şirketidir…
Arap ve ABD ortak şirketi…
1953’te kurulan ARAMCO aracılığıyla Amerikancı İslam akımlarına kaynak aktarımı başlar…
1962’de bu kurum görevini RABITA örgütüne devreder… RABITA’nın kuruluşunda Menderes’in milletvekili Ahmet Gürkan ile Sebilül Reşat dergisi sahibi Salih Özcan da vardı. Salih Özcan aynı zamanda Suud sermayeli Faysal Finans’ın önemli hissedarlarındandır. Ayrıca Faysal Finansın Özcan ile birlikteki diğer “Nakşi” Türk ortakları Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın’dır.
Türkiye’de özellikle Menderes Döneminde, Nakşiler ve onun kolları olan Süleymancılık ile Nurculuk bu beslenme ile palazlanmaya başlarlar…
Yine Suud sermayeli Al Baraka Grubu, Nakşi Korkut Özal ve Eymen Topbaş’ı Türk ortak olarak seçmiştir. “Haramzade” Kemal Unakıtan ve Talat İçöz de diğer Nakşibendi ortaklardır.
İşte diğer tarikatların Türkiye’de niye gelişemediklerinin yanıtı buradadır… Emperyalizm onları beslememiştir de ondan…
Bu isimler saymakla bitmez… ABD kuklası Suudi sermayesi görülmektedir ki, açıkça, Türkiye’deki Nakşileri palazlandırmakta ve onlar üzerinden ABD çıkarları organize olmaktadır. Tayyip ve tayfasının astarı yırtılmış yüzlerinin gerçek görüntüsü bu tabloda açık açık görünmektedir.
SİYASİ TARİHİMİZE DAİR BİR TAHLİL
1946, tartışmasız biçimde bir dönüm noktasıdır… Kemalist Devrimin hiçbir biçimde yüz vermediği tarikatlar, karşı devrimin evi Demokrat Partide yuvalanacaklar ve oy pazarlığında saf tutacaklardır. Karşı Devrim; 1950’de Demokrat Parti’nin tek başına iktidarı ile düşmanca siyasetini gütmeye başlar…
Projesini ABD’nin çizdiği 1980 darbesi ve 82 Anayasası Karşı Devrim sürecinin bir başka aşamasıdır… ABD ajanı Turgut ÖZAL’ın ülkeyi nereye getirdiği ortadadır.
1984 ise ABD destekli Suudi sermayesinin altın çağının miladıdır. Suudi sermayesi, Albaraka ve Faysal Finans, ekonominin artık meşrulaşan biçimiyle tarikatları şirketleştirecek ve
“yeşil sermaye deccalı” nı karşımıza çıkaracaktır.
Yeşil sermaye, özellikle yurt dışındaki vatandaşlarımızı “din tacirliği ile dolandıracak”, bir sürü yolsuzluklara imzalarını atacaklardır… YİMPAŞ ve KOMBASSAN bunların en bilinen örnekleridir. Yine bu paraları toplayanlar Nakşi’lerdir.
1994’te ise bir başka “dönüm noktası” yaşanır… Yerel seçimlerden ciddi bir zafer ile çıkan Refah Partisi’nin, belediye kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmesiyle tarifi ve hesabı yapılamayan yolsuzluklar tarikatların kasalarını dolduracaktır…
Ancak bir ayrıntıyı vurgulayalım…
Din tacirlerinin yolsuzlukları dillere destandır bilirsiniz: Kayıp trilyon davasından dolayı Erbakan hüküm giyerken, Abdullah GÜL, dokunulmazlık zırhının arkasında kendisini güvenceye alacaktır…
Önce Demokrat Parti sonra da Adalet Partisi’nde yuvalanan Nakşibendiler, dinci örgütlenmelerini ancak 1970‘te Milli Nizam Partisi ile hayata geçirirler...
Bu parti, Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku'nun müridi Necmettin Erbakan, tarafından kurulur… Ancak Erbakan, diğer işbirlikçi müritlerden farklı olarak, çok az da olsa anti-emperyalisttir…
Tam İşbirlikçi karakter ile yetişen müritler ise ileride emperyalistlerin kadrolarını oluşturacak Abdullah GÜL, Tayyip ve Unakıtanlardır... ABD bu Nakşi kimlikli partiyi, AKP’yi kurdurarak “tam anlamıyla” ele geçirecek ve 2002 3 Kasım’ından sonra doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya başlayacaktır…
Uluslararası bir komplo ile DSP-MHP-ANAP hükümeti düşürülür… Bir erken seçim ile AKP iktidara gelir… Seçim öncesi Tayyip efendi ABD’den icazeti alır. ABD, 80 darbesinde çizdiği hedefin “meyvalarını” toplamaya başlamıştır artık…Sömürü düzeninin maskesi ince ince işlenecektir…Emperyalızmin işbirlikçi aktörleri, Anadolu Halkının masum vicdanını sömürmek için yine “din” kozunu kullanacaklardır…İşte Tayyip ve tayfasının gelişim serüveninin anahtarı budur…
STRATEJİK ORTAK ABD
Takip eden yurttaşlarımız bilirler, AKP yetkililerinin ağzından, Türkiye’nin ABD ile stratejik ortak olduğu sürekli konuşulur durur… Ama tarih ne zaman yazmıştır ki; hangi stratejik ortak, diğer ortağının subaylarının kafasına çuval geçirmiştir… Yoksa AKP-ABD ortak, Türkiye ise bu ortaklıktan haberi olmayan bir ülke mi…
Biliyorsunuz, bu stratejik ortak PKK’nın “ortadan kaldırılmasına değil beslenmesine” çalışıyor… AKP ise ortaklıktan memnun… Condi ile Abdullah yakın zamanda yeni bir stratejik ortaklık üzerine “vizyon” belgesi imzaladılar.
İŞBİRLİKÇİLERİN GERÇEK YÜZÜ
Irak kan gölüne döndü… Bugüne kadar 670 bin Iraklının hayatını kaybettiği söyleniyor…
Irak ABD askerlerince piçleştiriliyor…
Kadınlara ve erkeklere tecavüz ediliyor…
Tayyip ve Abdullah Gül, bunların olması için ABD ile milyar dolarlar üzerinden pazarlık yapmıştı…
Yanıbaşlarında bunlar olurken, bugün Fettullah’ın müritleri “Zaman” gazetesinde, Hac ziyareti sırasında yedikleri kebabın lezzetini yazıyor köşelerinde.
Fettullah da sahibinin sesine göre kişniyor okyanus ötesinde…
NASIL MİLLET OLDUK ?
“Kuvay-ı Milliye” işgale karşı direnen “milli güç” demektir. “Müdafa-i Hukuk” bu direnişteki “hak” arayışıdır. İşte bu topraklarda yaşayan insanların bir “millet” olma sürecinin anahtarı budur.
“Millet” olma sürecimizin en belirgin başlangıcı ise Çanakkale Savaşlarıdır.
Denizde ve karada yapılan savaşlar sonucunda, şimdi Çanakkale şehrimizin dağ sırtlarında yazılı olan “Çanakkale Geçilmez” yazısı, “tertemiz Anadolu Çocukları”nın kanlarıyla yazılmıştır.
Bu “millet”i etnik kimliklerine ayrıştırarak bölmeye çalışanlar tarihten nasibini almamış Emperyalist uşaklardır.
Tüm dünya insanlığına ait ne varsa, bir avuç zenginin açgözlülüğü uğruna yüzbinlerce insanın kanını döken kapitalist ihtiras, gözünü kana bulamış biçimiyle hala aramızda yaşamaktadır. Gözler yine boyanmaktadır. Satın alınan işbirlikçiler halklarına değil, sermayedar kapitalist efendilerine köle olmaktadır. Emperyalist devletler tarihte yemiş oldukları tokatların acısını unutmamışlardır. Dün olduğu gibi bugün de, emperyalistlerin işbirlikçileri vardır bu topraklarda.. ancak bilinmelidir ki; dün olduğu gibi bugün de, topraklarının bağımsızlığı için akıtılacak kanı olan evlatlar yaşamaktadır aramızda.
İşbirlikçi medya ve siyaset adamlarının, halkın mağdur edilmiş yüzünü kara çıkartan “gaflet, dalalet ve hıyanet” dolu tutumlarının hesabı, dün olduğu gibi bugün de elbet sorulacaktır.
Tarihte kazandıklarımızı, Unakıtanlar, Tayyipler, Güller vermek istiyor…
AYDINLIK ve KARANLIĞIN KAVGASI
Tüm Aydınlanma Tarihimizde iki ana çizgi görülür…
Halkının bağımsızlığı için mücadele eden ilericiler ile
Halkını kul ve köle gören gericiler…
Bu ülkenin ilericileri güçlerini halktan alırlar;
Pir Sultan gibi, Mustafa Kemal gibi..
Bu ülkenin gericileri güçlerini dışardan alırlar;
Damat Ferit gibi, Vahdettin gibi ve günümüzde Fettullah Gülen gibi, Tayyip gibi…
Bu ülkenin gericilerinin temel karakteristiği, işbirlikçi olmalarıdır. Emperyalist efendilerine hizmet ederler… Fettullah Gülen gibi, Tayyip gibi Abdullah Gül gibi…
Halkın manevi duygularını sömürerek “çıkar” elde ederler… Günümüzün AKP’si gibi.
Bu ülkenin gericilerinin boğazından helal lokma geçmez, Unakıtan ve onu “AK”layan hükümet ve bir kısım meclis üyeleri gibi…
Bu gericiler emirlerini emperyalistlerden alırlar, günümüzde ABD ve AB bu emirleri verir, Tayyip ve Abdullah Gül gibiler uygular…
Bu gericiler, dün söylediklerini bugün inkar ederler, Tayyip ve Gül gibi…
Bu bakış açısıyla ülkemizde Cumhuriyetimize ve Atatürkümüze yönelik gerçekleştirilen “Karşı Devrim” sürecinin, 1950 Demokrat Parti iktidarı ile başladığı bilinen bir gerçekliktir…
Bu savlamanın çok ciddi kanıtları vardır…
Adnan Menderes’in ülkede gizli örgütlenmeler ile varlığını sürdürmeye mahkum olan tarikatlar ile yapmış olduğu seçim pazarlığı, verilen tavizler, her şeyden önce, Cumhuriyet’in başbakanı olmuş Menderes’in bir tarikat şeyhi olan Said-i Nursi’nin elini eteğini öpmesi…
ABD Emperyalizmine teslim bayrağını çekmesi…
Ve tarihe denk düşecek biçimde…
Tayyip’in Fettullah’ın eteğini öpmesi,
Hikmetyar’ın dizinin dibine çökmesi,
ABD Emperyalizminden icazet alarak ülkenin başına geçmesi…Karşı Devrim süreci işliyor…
AKP’nin ABD’ci bir parti olduğunu ispatlamak için çokça örnek gösterilebilir…
Bilindiği gibi Türkiye’de bir DSP-MHP-ANAP hükümeti vardı.
Bülent Ecevit ve Devlet Bahçeli, ABD’nin Irak’ı işgaline olur vermiyorlardı.
Kıbrıs’ı da vermiyorlardı.
“Kuzey Irak’taki Kürt Devletini savaş nedeni” sayacaklarını bağıra bağıra söylediler…
Sonra ne oldu…
DSP ikiye bölündü…
Erken seçim kararı alındı… ve…
AKP geldikten sonra tüm bu politikalar terk edildi…
Yeşil Kuşağın Amerikancıları, Erbakan’dan ayrılıp emperyalizme maşa olacak yeni partilerini kurdular…
Türkiye’nin kucağındaki bu partinin babası bellidir…
1 mart tezkeresi öncesinde, Tayyip, milletvekillerini ikna etmek için üçerli beşerli görüşmelere aldı…
Neye ikna edecekti onları:
Türkiye’nin güneydoğusuna
65 bin ABD askerinin süresiz yerleşmesine…
Tayyip tüm bu gayreti, diyet ödemek içen sarfetti…
SONUÇ
Nakşibendilik en politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikattır.
Cumhuriyetin ve Aydınlanma Felsefesinin gerçek düşmanlarıdır…
Nakşibendilik Cumhuriyet Düşmanı bir tarikattır.
AKP, Nakşibendi Tarikatının siyasal kuruluşudur ve maddi anlamda dolaylı, siyasi anlamda ise doğrudan ABD tarafından yönlendirilmektedir.
Nakşiler, Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ile bir yere varamayacaklarını anlamışlardır.
Günümüzde yaptıkları; “beğenmedikleri” “demokrasi treni” ile devlete sızmak ve onu ele geçirmektir… ve eskiden para-silah yardımı yaparak tarikatları kışkırtan eperyalistler de taktik değiştirmiştir…
ABD, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler ile mücadele için, Ortadoğu ülkelerinde İslam Dini’ni kullanmıştır. ABD, İslam’ı bir “araç”a indirgemiştir. Bugün AKP’nin seçimlerde bu kadar yüksek oy alabilmesini sağlayan toplumsal yapının projesini ABD’nin hazırladığı bilinmektedir.
Ilımlı İslam ve Yeşil Kuşak…
Günümüz AKP’si çok ciddi maddi güçlere sahip, bu bilinen bir gerçek… Yukarda açıklandığı gibi AKP bu gücü 1960’lı yıllardan itibaren Suudi Sermayesinin desteğiyle kazandı… ve Suudların ABD’nin kapı kulu olduğunu bugün herkes biliyor…
* Hatay Devrim’in Slayt sunusundan alınmıştır