BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  Ermeni Sorunu ve Arkasındaki Gerçekler
 

ERMENİ SORUNU VE TÜRKİYE' NİN DURUMU 

 

Doğum yılı 1965'den önce olan birçoğumuzun rahatlıkla hatırlayacağı bir terör olayları zinciri, ne yazık ki uzun bir süre gündemimizi meşgul etmiştir. 1970'li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti, köklerini aldığı Osmanlı İmparatorluğu zamanından kalmış ve eski bir takım olayların intikamını alıyormuş izlenimi veren bir Ermeni sorunu ile meşgul edilmiştir.

Bu dönemde direkt olarak, Fransa, Kanada, Avusturya, ABD gibi dış ülkelerdeki üst düzey elçilik görevlilerimizi hedef alan ve büyük ölçüde başarılı olan vahşi bir terör kampanyası ile yüzyüze geldiğimiz henüz unutulmamıştır.

 

Türkiye Cumhuriyetinin çeşitli ülkelerdeki diplomatlarını hedef alan bu terör olayı nereden kaynaklanmaktadır?

 

İddia edilen, daha doğrusu Ermeniler'in iddiası şudur: 1. Dünya savaşı yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu, Orta ve Doğu Anadolu'da yerleşik Ermeni nüfusu, yaşadıkları yerden kopararak zorunlu göçe ( tehcir ) tabi tutmuş ve bir ırkın bilinçli olarak yokedilmesini hedeflemiştir. Yani, Ermeniler üzerinde soykırım uygulamıştır. Türkiye bu Soykırımı kabul etmeli ve tazminat ödemelidir. Aslında Ermeniler, bu işten sorumlu tuttukları Enver ve Talat Paşaları, Berlin ve Tiflis'te yaptıkları suikastlerle öldürmüşlerdir. Buna rağmen egoları tatmin olmamış olacak ki, elli yıl sonra tekrar ortaya çıkıp kan dökmeye başlamışlardır.

Bugün, sonu gelmiş görünen bu terör olaylarının arkasındaki gerçeği, ne acıdır ki yüksek öğrenim görmüş aydınlarımızın dahi bir çoğu bilmemekte veya öğrenmek için gayret göstermemektedir.

 

Bir sorunu irdelerken veya anlatmaya çalışırken onu iyi tanımlamak ve değer yargılarımızı önceden saptamak gerekir. O halde nedir Ermeni sorunu?

 

Asırlarca bir arada yaşamış, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmiş, birbirinden kız alıp vermiş, bu iki toplum nasıl olmuş da birbirinin canına kasteden düşmanlar haline gelmiştir? 

 

Bugün Ermeni sorunu diye karşımıza çıkan olaylar zinciri aslında asırlardır aynı toprakların üzerinde barış içinde yaşayan iki toplumun, bu topraklardan çıkar sağlamayı umanlar tarafından birbirine düşman edilmesidir.

Yüzeyde görünen şey, gerçek köklerine inilmeden yalnızca 1. dünya savaşı sırasında, Orta ve Doğu Anadoluda oturan bir kısım Ermeni nüfusun, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Irak ve Suriye çöllerine doğru zorunlu göçe tabi tutulması ve bu sırada bu nüfusun büyük oranda zayiat vermesinin sorumlulularının aranmasıdır

 

Olaylar biraz ciddi şekilde irdelendiğinde ise, günümüzde yaşadığımız bir çok olumsuzluğu kolaylıkla anlamamızı sağlayacak başka faktörlerin bulunduğunu görmekteyiz. Bunun için daha geniş açıdan ve tarihi faktörleri ortaya koyarak durumu incelememiz gerekir.

 

Anadolu'nun tarihi coğrafyasına kısaca göz gezdirirsek şunu görürüz:

 

Anadolu, insanın “Ben insanım!” dediği ve ayakları üstünde çevresini dolaşmaya başladığı andan itibaren, çok sayıda insan topluluğunun yaşadığı ve gelip geçtiği bir coğrafya teşkil eder. İlk çağların bilinen dünyasında, üç ana kıta arasında tam bir geçiş köprüsü durumundaki Anadolu'da bir yandan yerleşik yaşayan toplumlar, bir yandan gelip geçenler, diğer taraftan da gelip yerleşenlerle çağlar boyunca çok zengin bir insan mozayığı ortaya çıkmıştır.

Bu mozayık içinde, Ermeniler, başlangıçta Van Gölü çevresinde, Urartular'a kadar ancak takip edilebilen bir geçmişte ve sonrasında, sayıları bir ikiyi geçmeyen ve çok uzun yaşamayan küçük krallıkların dışında, genel olarak o coğrafyada hakim toplulukların idaresinde yaşayarak yer almışlardır.  Tarih kitapları böyle yazıyor

 

Türkler, anadolu coğrafyasında 1071 yılındaki Malazgirt savaşından sonra kendilerini göstermeye başlarlar.

Türkler kendilerinden önce Anadoluya gelmiş ve yerli halkı ( Frigler, Klikyalılar, Likyalılar vs gibi) büyük oranda kendi potasında eritip ortadan kaldıran Roma ve, sonrasında Bizans İmparatorlukları'nın aksine asimilasyona girişmemiş ve farklı dinlere oldukça hoşgörü ile yaklaşmıştır.

 

1200'lü yılların sonunda Osmanlı Devleti kurulup Anadolu'da birlik sağlandıktan sonra da bu anlayış devam ettirilmiştir.

İşte bu nedenledir ki Osmanlı İmparatorluğunda birçok farklı ırk ve kavmin insanı birbiri ile rahat komşuluklar geliştirip büyüme olanağı bulmuştur.

 

Ermeniler de bu ortam içerisinde, diğer bütün Anadolu yaşayanları gibi rahat ve görece güvenli bir ortamda hayatlarını devam ettirip çoğalmışlardır. Bu çoğalma sonrasında Anadolu'nun iç kısımları, Güney Anadolu, Kafkasya ve kısmen de Hazar denizinin kuzey batı kıyılarında, İran içlerinde, kuzey Mezopotamya ve Lübnan'da nüfuslarını artırmışlardır.

Üstelik, müslüman olmayan toplumları askerlik ve askeri yükümlülüklerden muaf tutan Osmanlı idaresinde, tarım, ticaret ve sanatla uğraşarak hem ekonomik, hem de kültürel zenginlik yaratma olanaklarına kavuşmuşlardır.

 

Bu rahat ve güvenceli yaşam, batıda sanayi devrimi diye adlandırılan büyük değişimin gerçekleşmesine kadar sürmüştür.

 

Durup dururken bu sanayi devrimi de nereden çıktı şimdi?

 

Aslında olayların başlangıcı, Barut, Matbaa ve Pusuladan sonra Top ve Yelken'e dayanmaktadır.  Yükseliş dönemindeki şanlı Osmanlı ordusu, daha sonra Avrupalı'nın geliştirdiği,  gemilerde kullanılabilen küçük, kıvrak ve etkili toplarla, uzaklara gidebilmeyi sağlayan pusula ve yelken teknolojisine ayak uyduramadığından önce denizlerde sonra da karada hakimiyeti kaptırmıştır.

Herşeyin büyüğüne meraklıyız ya, top'u da büyük yaparsak her şeyi hallederiz sanmışız.

Orta çağın bitmesinden sonra Reform ve Rönesansı yaşayan Avrupa ülkeleri önce coğrafi keşiflerle bilinen dünyanın sınırlarını çok genişlettiler sonra da gerçekleştirilen bilimsel keşifler sayesinde, zamanın tek hakim gücü olan Osmanlı'nın önüne geçtiler.

 

Yazık ki Osmanlı bu bilimsel gelişmeleri takip edemeyerek, kendisi gerçekleştiremeyerek hem ekonomik, hem de askeri alanda gerilemeye başladı. Zamanla Osmanlı'nın yenilebilir olduğu ortaya çıkmaya başladı.

 

Türk askerdir. Asker millettir. Öyle, sanat, ticaret ilim, bilim gibi asil olmayan şeylerle uğraşmaz. Bunları bırakın ahaliy-i adi' den olan kefere yapsın. Şanlı tarihimiz zaferlerle doludur. Daha da doldururuz.

 

Sanayi devrimi ile güçlenmeye başlayan Avrupa ülkeleri, keşfettikleri yeni coğrafyalarda sömürgeciliği başlattılar.

Afrika bu sömürgecilikten her türlü kaynağının sömürülmesi ile en büyük yarayı alırken, Güney Asya ve Güney Amerika toprakları paylaşılarak talan edildi. Kuzeyde kurulan Amerika Devleti de sömürgecilikte başı çekenler arasında yer aldı.

İnsan doğası gereği, böyle hazır yemeye ve kolay kazanmaya bir kere başladı mı bir daha durmak bilmez ve iştahı giderek artar. Toplumlar da böyledir. Sömürgeciliğe bir kere başlayan ve bir asalak gibi başkalarının zenginliklerini kendi ülkelerine taşıyan bu ülkeler sürekli yeni yerler peşinde olmuşlardır ve buna devam etmektedirler.

Almanya bu sömürgecilik işinde diğer devletlerden biraz geç kaldığı için, özellikle Afrika'nın çok zengin kaynakları olan bölgeleri başta İngiltere olmak üzere, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika gibi ülkeler tarafından sömürülürken, Almanya'ya yüzölçümü büyük fakat verimsiz alanlar kalmıştı.

Bu nedenle Almanlar, hem sömürgelerindeki yerel halka çok zalim, katı ve saldırgan davranmışlar, hem de bir süre sonra başkasının sömürgesine dokunmama kuralını çiğnemeye başlamışlardır.

İşte 1. Dünya savaşının ve hatta 2. sinin temelinde yatan bu paylaşım kavgasıdır.

 

İyi de bütün bunların bizimle ne ilgisi var?

İŞTE ALMANYA

Sömürgecilikte geri kaldığını anlayan Almanya, gözünü hem stratejik olarak çok iyi bir konumda olan, hem de zengin doğal kaynaklara sahip Anadolu'ya ve kısmen de Mezopotamya'ya çevirir.

Alaman bizim dostumuz, feda olsun postumuz!!!

Önce dostane yaklaşımlar sergiler  Osmanlı ordusunun modernizasyonunda görevler alırlar. İdari yapılanmada yardımlar ederler.

Sonra gerçek niyetlerini çok güzel ortaya koyan, fakat bizim yöneticilerimizin bunu nedense bir türlü kabul etmedikleri Bağdat demiryolu işi gündeme gelir.

Bağdat demiryolunun yapımı, işletilmesi yanında, geçiş güzergahını yapımcılar belirlemek koşuluyla, demiryolunun her iki tarafındaki 20' şer km genişliğinde bir şerit içinde kalan bölgenin yer üstü ve yer altı zenginliklerinin kullanım imtiyazı da Almanlar'a bırakılmıştır.

 

İNGİLTERE

Bu durum İngiltere'nin hiç işine gelmez. Çünkü doğu Akdeniz bölgesinde hakimiyeti kaybetme korkusu yanında, Orta Doğu'nun Alman etkinliğine geçmesi iki bakımdan son derecede sakıncalıdır:

 

1-   Orta Doğu'daki petrol kaynakları

2- O dönem İngiliz hakimiyeti altında bulunan Hindistan'ın ve dahi Mısır'ın kontrolünün zorlaşması

 

Ekonomik gelişme için gerekli ham maddeleri, madenleri, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri bulmak, üretilen malları yeni pazarlara sunabilmek için diğerlerinin olduğu gibi İngiltere'nin de İran, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu üzerinde planları olması kaçınılmazdır.

Orta Doğu'yu Almanlara kaptırmak istemeyen İngiltere, Arapları kendi özgürlüklerini kazanma bahanesi ile Osmanlı'ya karşı kışkırtırlar. Dindaşımız olan Araplar da bu kışkırtmaya dünden razıdırlar ve isyan etmekte gecikmezler.   ( meşhur Arabistan'lı Lavrance hikayesini herkes bilmektedir )

Ayrıca Ermeniler de Doğu Anadolu ve Kafkasya için anahtar rolündedirler. Karadeniz üzerinden hakimiyet sağlamak için yerel müttefiklere gereksinim vardır. Ermenilerin yaşam alanlarının, bu bölgelerin transit yolları üzerinde olması, İngiltere'nin seçimini çok hızlı yapmasına neden olmuştur.

Sırada RUSYA var.

Kuzey Asya ve Doğu Avrupa'nın soğuk toprakları üzerinde oturan Rusya'nın sıcak denizlere açılma isteği çok eskiden beri bilinmektedir.  Afganistan, Hindistan ve Pakistan üzerinden Hint okyanusuna açılma girişimleri defalarca engellenen Rusya'nın bu isteğini en kolay gerçekleştireceği yol Anadolu' dur.

Güçlü Osmanlı ordularının yenilebileceği ortaya çıkmıştır ama yine de ortamı hazırlayıp işi kolaylaştırmak gerekir. Küçük Kaynarca antlaşması ile (1774), Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanların dini haklarını kontrol ve koruma imtiyazını ele alan Rusya kendi topraklarında yaşayan Ermeniler'e farklı, Osmanlı Ermenileri'ne farklı davranarak istediği kararsız ortamı hazırlamaya girişir.

 

Alman'ı, İngiliz'i, Rus'u başlar da Fransız'ı durur mu? İşte karşınızda FRANSA.

 

O yıllarda sanayi devriminin patlama yarattığı en büyük iş kolu tekstildir. Tekstilin beslenme kaynağı ise pamuk. Dünya pamuk alanlarının büyük bir kısmı Amerika ve İngiltere'nin elindedir (%92.4). Fransa bu bakımdan sıkışmıştır ve yeni pamuk ekimi yaptırabileceği verimli topraklara gereksinim duymaktadır.

Böyle bir gereksinimi karşılamak için, Çukurova, Harran ovası ve Mezopotamya' dan daha elverişli bir yer düşünülebilir mi?

Fransa'nın, kapütülasyonlarla birkaç yüzyıl boyunca Osmanlı' dan koparmış olduğu ayrıcalıklara rağmen, Onlar istiyor diye Osmanlı bu toprakları verecek  değildir. Bu nedenle içerden birilerini zamanı geldiğinde bu işleri  kolaylaştırmak için hazırlamak gerekir. Bu duruma en uygun olanlar da kuşkusuz Ermenilerdir. Çünkü ticaretle uğraşarak batı ile temas kurmuş, yabancı dil bilen bireyleri vardır.

 

Ve son aktör. Büyük yıldız. AMERİKA

Kapitalizmin emperyalizme dönüş gösterdiği 18 ve 19. yüzyılda, Kuzey Amerika'da kurulan Birleşik Devletler de önce büyük bir kapitalist, sonra da emperyalist güç olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün olduğu gibi, o günde dünyanın heryerinde gözü olan bu emperyalist güç, yoğun enerji rezervleri ve zengin maden yatakları dolayısıyla Hazar bölgesini ve Orta Doğu'yu yakından izlemektedir.

Amerika'nın Türkler'e karşı olan düşüncesini ise Truman seçilmeden önce yaptığı bir konuşmasında açıkça dile getirmiştir:

“Yer yüzünden silmek istediğim iki millet vardır. Bunlar İspanyollar ve Türklerdir.”

Amerika, bu düşüncelerini gerçekleştirmek üzere, diğer ülkelerin izlediği bir yolu daha da abartarak ve akıllaca uygulamaya koymuştur. İlk adımda:

Anadolu'ya misyonerler göndermiştir.

Bu misyonerler, gayet masum bir şekilde yalnızca kendi dinlerini yaymak amacı güder görünmüşlerdir.  Öbür yayılmacıların misyonerleri gibi, önce Müslümanları Hıristiyan yapmak istemişler fakat bunun zor olduğunu görünce mevcut Hristiyanları daha kolay kontrol edebilecekleri kendi mezheplerine döndürmeye çalışmışlardır. Misyonerler hiçbir zaman kendi başlarına ve tekil çalışmamışlardır. Yalnızmış gibi görünmelerine, tanrı adamı rolü oynamalarına rağmen son derece örgütlü çalışan ve Osmanlı'yı içerden kemiren sistemin parçası olarak görev yapmışlardır.

Daha sonra çıkarılacak bölgesel isyanlarda kullanılan silahların kiliselerde depolanıp saklanmasını sağlamışlardır.

Misyoner teşkilatları, basit propagandalarla yetinmeyip okullar kurmuşlardır.  (ikinci adım)

1914 yılına gelindiğinde bu Amerikan misyonerlerinin Anadolu'da kurduğu okul sayısı 400'ün üzerindedir. Robert Kolej bunların ilkidir.

Aslında okul yapımına ilk olarak Fransızlar başlamıştır. Osmanlı topraklarında ilk kurulan okul Saint Benoit dır.

Bu okul yaparak içerden fethetme işi henüz bitmedi. Günümüzde de devam ediyor. Acaba bugün Amerika'nın yüksek himayelerinde olan bir saygın büyüğümüze ait olduğu söylenen, Türki Cumhuriyetlerde de hızla çoğalan okulların ne amaçlarla kurulduğunu merak eden var mı?

Günümüz için bir soru: Acaba gerçeği bilselerdi, kaç vatansever Türk ailesi çocuklarını bu okullara gönderirdi?

 

Bu okullar dil öğretme ve emperyalist kültürü yerleştirmenin yanında, vakti geldiğinde Osmanlı'nın parçalanma ateşini yakacak bölgesel isyanların yönetim kadrolarını yetiştirmiştir. Bulgaristan'ı Osmanlı'dan koparan kadro işte bu Robert Kolejde eğitilmiştir. Daha sonra Ermeniler de bu yoldan geçecektir.

 

Şimdi genel tabloya bir bakalım.

İşlenmemiş yeraltı, yerüstü zenginlikleri, madenleri, zengin doğal kaynakları ile, dünya fosil enerji kaynaklarının büyük bir kısmını içeren jeopolitik cazibe ve üç kıtanın birleşim yerini merkezinde barındıran staretejik bir Osmanlı toprağı.

Bunu paylaşmak için sabırsızlanan İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Amerika.

İçerden işbirlikçiler ; Batıda Bulgarlar ve diğerleri, güneyde Araplar, kuzeyde, doğuda ve içimizde Ermeniler.

Amerika'nın planları daha uzun vadelidir ve günümüze dayanmakta hatta aşmaktadır. Yağmacılara daha sonra İtalya ve Yunanistan eklenmiştir ama onlar yardımcı rollerdedir..

İşte bütün bu emperyalist planları görebilen, bunlara dur diyebilmek için varını yoğunu ortaya koyan ve sonunda kısa bir süre de olsa dur diyebilen bir tek insan vardır.

Görüldüğü gibi aslında emperyalizmin Anadolu'yu sömürge yapmak için planları günümüzden en az 150-200 yıl öncesine dayanmaktadır ve daha önce sinsice yürütülen bu plan 1. Dünya savaşından sonra Sevr Antlaşması ile tam yürürlüğe konmak istenmiş, ancak Kurtuluş savaşı ile geçici olarak durdurulmuştur.

 

Amerika'nın Anadolu ile ilk ilgilenmesi 1830 larda olmuştur.

 

Bu emperyalist yayılım ve Anadolu'nun sömürge yapılması planlarında Ermeniler'e taşeron rolü verilmiştir.  Günlük yaşantısını barış içinde komşu olduğu insanlarla  sürdüren Ermeni toplumu, başlangıçta bu olayda rol almazken, çeşitli misyoner okullarında veya yurt dışında eğitilmiş Ermeni militanlar, çeteler kurarak Türkler'e saldırmışlar, kendi insanlarını da destek vermeye zorlamışlardır.

1. Dünya savaşından önce Osmanlı ile savaşan Rusların etkisi ile, onlarla işbirliği yapıp Osmanlı'yı arkadan vuran bu çetelerin, bir sonraki aşamada, temel taktiği daha önce Bulgaristanda uygulanıp başarı kazanan insanlık dışı bir yöntemdir.

Buna göre, silahlı Ermeni çeteler, savaş nedeniyle genç erkekleri askerde olup savunmasız kalmış Türk köylerine saldırıp, Türkleri vahşice katlediyorlar. Sonra, Türk kuvvetleri geldiğinde dağlara kaçıp, kendi köylerini bilinçli olarak savunmasız bırakıyorlar. Yakınları öldürülen ve işkence gören Türkler, idarenin tüm engellemelerine karşın doğal olarak savunmasız Ermenilerden  intikam alıyorlar. Batıdaki destekçiler hemen feryadı basıyor: “Türkler Ermenileri kesiyor.”

Son perdede, zaten Osmalı'yı borçlandırıp elini kolunun bağlamış olan, emperyalistler, yorgun Osmanlı'ya Ermeniler'e daha rahat imkanlar ve kolaylıklar sağlaması için baskıya başlıyor.

Bunun sonucunda Osmanlı kontrolunun tümüyle ortadan kalktığı bu bölgelerde tıpkı Bulgaristan'da olduğu gibi, yerli Türk nüfusu kısmen yok ederek, kısmen de göçe zorlayarak, toplum içinde Türk yoğunluğu azaltılıp, bağımsız devlet kurmak amaçlanıyor.

Bu gelişmeler karşısında, Bulgaristan olaylarından ders alan Osmanlı, ordularını arkadan vuran, düşmanla işbirliği yapan Ermeni çetelerinin lojistik destek aldığı yerleşik Ermeni nüfusu, bu lojistik desteği kesmek için,  zorunlu göçe tabi tutar.

İşte bugün Ermeni soykırımı diye önümüze çıkarılan olay, bu zorunlu göç sırasında yaşanan olumsuzluklardır.

 

Soykırım iddiasında olanlar, birbuçuk milyon Ermeni'nin bilinçli olarak bu göç sırasında öldürüldüğünü söylerler. Ancak kayıtlara göre, zorunlu göçe tabi tutulan bölgelerde, ogünlerde yaşayan Ermeni nüfus bir milyonu biraz geçmektedir. Kaldı ki, göç ettirilenlerin önemli bir kısmı da yeni ikamet bölgelerine ulaşmışlardır. Bunların çoğu daha sonra Avrupa ve Amerika'ya gidip yerleşmiştir. Bugün Ermenistan dışındaki Ermeni nüfusun büyük oranda kökeni bu Ermenilerdir.

 

Türkiye'de Cumhuriyet'in kurulması ile olayların bittiği zannedilmiştir. Ancak, 1915'den sonra Anadolu'dan Avrupa ülkeleri ve Amerika'ya giden Ermeniler'den bir çoğunun çocukları, 1960' ların sonlarına doğru, o ülkelerin siyeset, sanat ve ekonomisinde söz sahibi konumlara gelmeye başlamışlardır.

 

Anadolu'yu sömürgeleştirme planlarından asla vazgeçmeyen, yalnızca erteleyen emperyalistler, sandıklarda sakladıkları eski planlarını yeniden ortaya çıkarmışlardır. Kendi topraklarında yetişen Ermeni çocuklarını hem siyaset alanında hem de terörde kullanmakta gecikmemişlerdir.

 

O yıllara kadar Türkiye'yi oyalayan Kıbrıs sorununa, 1974 de kesin olarak “Dur!” denince, Ermeni meselesi yeniden hortlatılarak, ASALA ile karşımıza çıkarılmıştır. Türk diplomatlarını hunharca öldürebilen bu örgüt, bugüne kadar hakkında gerçek bilgi elde edilemeyen, geride hiçbir iz bırakmayan, çok iyi eğitilmiş profesyonel elemanlardan meydana gelmiştir.

 

İşlediği cinayetlerin ardından, Asala'nın Türkiye'den istedikleri üç başlıkda toplanabilir:

1-Aslında Ermeniler'e ait olan ve bugün Türkiye'nin işgali altındaki topraklar ( Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun büyük bir kısmı) geri verilmelidir.

2-Türkiye, soykırımı ve bundan doğan sorumluluğu kabul etmelidir.

3-Şu an Türkiye'de yaşayan Ermeniler, soysal ve kültürel baskı altındadır. Bu sona erdirilmelidir.

Ermenilerin Türkiye’den istediği topraklar, PKK’nın istedikleri ile örtüşmektedir.

 

Bu terör örgütü, cinayetler işler ve dünya kamuoyunun dikkatini çekecek eylemler koyarken, yavaş yavaş gelişen siyasi ve ekonomik Ermeni gücü bugün çeşitli parlamentolarda bu sözde soykırımı tanıyan yasalar çıkarmaya çalışmakta ve anıtlar açmaktadır.

Benzetilecek olursa, Ermeni sorunu Türkiye için sivrisinek, gerideki emperyalist sömürgeci devletler ise bataklığın kendisidir. Bataklığı kurutamayacağımıza göre sivrisinekle uğraşmanın bir sonuç vermeyeceği ortadadır. Bugün sivrisinek yarın başka bir zararlı musallat olur.

 

Soykırımı kabul eden yasa çıkarmakta bugün Fransız parlamentosu başı çekmektedir. 18.01.2001 tarihinde Fransız Ulusal Meclisinde yapılan toplantıda söz alan üyelerin hemen tümünün ortak fikri şu cümlede yoğunlaşmaktadır:

Türkiye'yi kendi inkar politikası içinde cesaretlendirmek zavallılıktır. Türkiye AB'e girmek istiyorsa daha düzgün olmalı ve kanlı ellerini yıkamalıdır. Türkiye bugününü olduğu gibi tarihini de, bizim insan ve vatandaş hakları anlayışımıza uygun olarak ortaya koyması gerektiğini anlamalıdır. Soykırımı kabul etmekle, Türkiye yücelecektir ve etmelidir.

 

Bugün parlamentosunda bunları konuşan Fransa, Çukorova ve Güneydoğu Anadolu'yu işgal etmek için getirdiği lejyoner tümenlerine Ermenileri asker yazan ve onların uyguladığı vahşeti seyredip, çekip gitmek zorunda kaldığı zaman da kendi lejyonerlerini yüz üstü bırakan Fransa değildir sanırsınız.

 

Aslında Ermenileri bu kadar seven, onları bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşturmak için var güçle destekleyen bu emperyalistlerin, Ermeniler hakkındaki gerçek düşüncesi farklıdır:

 

Doğu Aadolu'da kurulacak bir Ermeni Devleti, İngilizler'in işine gelirken, Ruslar'a ters düşüyordu. Çukorava'da kurulacak bir Ermeni Devleti Fransızlar'ın kontrolünde olacağı için İngilizler tarafından istenmiyordu. Almanlar ise rekabet içinde oldukları diğer sömürgeci ülkelerin kuklası olacak ve Anadolu'da Alman yayılmacılığını engelleyecek bir Ermenistan istemiyorlardı.

 

İşin özünde yatan hiç bir zaman Ermeniler veya başka bir kavmin özgürlüğü değildir. Aslaolan Osmanlı topraklarında olduğu gibi, bugünün Anadolusu’nun parçalanmasıdır. Bunu ben aydınım, ben vatanseverim, ben milliyetçiyim diyen herkesin bilmesi gerekir. Bu emperyalist devletler rahat sömürebilmek için, ancak kendi güdümlerinde, güçsüz  bir Ermenistan veya başka bir devletin kurulmasına izin verirler. Türkiye'nin güçlenmesini asla istemezler.

 

Avrupa ve Amerika'da Türklere karşı yüksek sesle söylenen bazı  düşüncelerden örnekler

 

      Bugün Türkler'in ayakları altında ezilip inleyen Hıristiyanlar vakti gelince onları yargılayıp cezalandıracaktır. Türk Ordusu Şeytan'ın Ordusudur.        Martin Luther

      İnsanlar arasında Türkler, anlayış bakımından sonuncudur. İnançtan ötesini kavrayamazlar ve anlamaya da çalışmazlar.      L.Cahun

      Bir Türk bir Hıristiyana karşı gerçek bir dostluğa yetenekli değildir.  Paul Rycaut

      Türkler, Hıristiyanlığın, sanat ve bilimin doğal, ezeli ve yeminli düşmanıdır. Bu nedenle onları Avrupa'dan kovmak gerektir. Ancak önce taksim konusunda anlaşılmalıdır.    Jean Louis Carra

      Oradan Türkler geçti: Her şey harabe ve matem.   Victor Hugo

      Avrupa' da, Asya' da ve hatta Afrika' da herhangi bir ülkeye yerleşen Türk hakimiyetini her zaman, o ülkenin refahının azalması ve kültür seviyesinin alçalması izlemiştir. Bunun aksini gösteren tek bir örnek yoktur. Türk galip geldiği her yeri harabeye çevirmiştir.   Georges Clemanceau

      Türkler Avrupa' dan atılmalıdır. Amerika'lı senatör Lodge'un dediği gibi İstanbul Türkler'den tamamen alınmalı, bir veba tohumu olan, harplerin yaratıcısı, komşuları için bir küfür olan Türkler Avrupa' dan silinmelidir.  Lord Curzon

      Ermenilere yapılacak yardım, 1453'te Müslümanlar tarafından alındıktan sonra bile bir Hıristiyan şehri olarak kalan İstanbul'un Türklerden temizlenmesi için yardımcı olacaktır.      Lord Byrce

      Geleceğin Avrupa'sında Türkler asla yer alamayacaklardır.  Lord Owen

      Fanatik ve cahil insanlar. Barbar millet. Türkler her zaman Türk kalacaklardır ve Avrupalılaşamayacaklardır. Parlamentoları var diye Türkler'e zaaf göstermeyelim. Ne tip insan olduklarını unutmayalım.  Lord Salisbury

      Türkiye'ye gerçek söylenmiyor. Türkiye'nin adaylığını kabul edelim diyenlerin gerçek eğilimi, Türkiye'nin AB'ne asla üye olamayacağı yönündedir. Avrupalı yöneticilerin büyük bir kısmı Türkiye'nin bu projede yeri olmadığını biliyorlar ve biraraya geldiklerinde bunu dile getiriyorlar.  Valerie Giscard d'Estaing

      Avrupa'nın geleceğinde ne olursa olsun Türkiye'nin yeri yoktur. Bu ülkenin globalleşmenin temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslararası kardeşliği içine sindirmediğini de görmeliyiz.Türkiye'nin birliğe girmesine asla izin verilmemelidir. Aydınlanma Türkiye'ye ulaşmadı, ulaşmayacaktır.   Helmuth Schmidt

 

 

Sonuç Olarak:

Bugün karşımıza çıkarılan olaylar, aslında birbiri ile barış içinde iyi komşuluk ilişkileri ile yaşayan iki milletin, başlangıçta Rusya, daha sonra da Fransa, Amerika ve kısmen de İngiltere ile Almanya'nın karışması neticesinde birbirine düşman edilişidir. Bu düşmalığı yaratanlar, sömürgeci devletlerin kışkırttığı ve eğittiği, Ermeni komitacılar olmuştur. Her iki milletin masum insanları bundan çok zarar görmüştür.

 

Bugün parlamentolarından, ( gerçekte olmayan ve aslında kendilerinin yaratmış olduğu acıları soykırım gibi gösteren iddilara verdikleri isim olan ) Ermeni soykırımının kabul edilmesi yönünde yasalar geçiren devletlerin hiç biri ne Ermenileri ne de Türkleri düşündüklerinden bunu yapmaktadırlar. Tek düşünceleri, Sevr'i yeniden ortaya çıkarmak ve Anadolu'yu parçalamaktır.

 

Aslında burada dikkat edilmesi gereken en önemli ülke, çok uzun vadeli planlar yapan Amerika' dır. Başlangıçta gönderdiği misyonerler ve onların açtığı okullar vasıtasıyla  bize düşman militanlar yetiştirmeyi başarmıştır. Daha sonra bu taktik yeterli gelmeyince hem o okullar vasıtasıyla, hem de başka yollarla kendi kültürünü bize enjekte ederek toplumumuzu yozlaştırmıştır. Marshall yardımı adı altında satın aldığı Mehmetçik kanı yetmediği için, daha sonra ortaya Staretejik Ortaklık kavramı  atılmıştır.

 

Çeşitli kalkınma hamleleri adı altında önemli düzeyde borçlandırılan Türkiye, IMF politikaları ile ekonomik açıdan bağımlı   hale getirilmiştir.  ( Niye ki? )

 

Bunun bir tek amacı vardır: 21. yy da müdahale edilmesi planlanan Ortadoğu'da  buna karşı çıkabilecek tek ülke olan Atatürk Türkiyesi'ni, karşı koyamayacak duruma düşürmek.

 

Çok ince politikalarla kazasız belasız atlattığımız 2. Dünya savaşından sonra, bizi bir daha 1. Dünya savaşındaki tuzağa düşüremeyeceklerini anlayanlar, memleketi sağcı-solcu, faşist-komünist diye kamplara bölüp oyalamış ve gerçek niyetlerini görmemizi engellemişlerdir. Aynı taktik şimdilerde laik-antilaik şeklinde uygulanmaktadır ve ne yazık ki içimizdeki bazı iyi niyetli aymazlar ve kötü niyetli satılmışlar bu yangını körüklemektedir.

 

1974' ten 1985' e kadar bizi oyalayan Ermeni terörü, bu tarihten sonra yerini başka bir taşerona bırakmış ve bu yeni terör örgütü, uygulanan ekonomik politikaların da yardımı ile,  bizi onbeş yıl gibi bir sürede, planı yapan emperyalistlerin tabiri ile desansibilize etmeyi başarmıştır.

 

Şimdi artık, ben aydınım, ben vatanseverim ben milliyetçiyim diyen herkesin Irak'a demokrasi getirdiğini söyleyenlerin asıl hedefinin ne olduğunu net olarak görüp Batı taklitçiliğini ve günümüzde yükseliş gösteren Arap taklitçiliğini bir yana bırakıp Atatürk çizgisini yakalayabilmek için kolları sıvaması gerekir. Yoksa birkaç yıl içerisinde çocuklarımızın köle, topraklarımızın sömürge olduğunu görmemiz işten bile değildir.

 

İşte Alman şansölyesi'nin söylediği noktaya gelmiş bulunuyoruz.  Aydınlanma Türkiye'ye ulaşmadı, ulaşmayacaktır.

Yanlış! Aydınlanma, Türkiye'ye 1923 de geldi. Fakat ne yazık ki devam ettiremedik. Bugün geldiğimiz bu tehlikeli noktada uyanıp aydınlanma meşalesini yeniden yakamazsak Sevr'i cebinden çıkaranlara dur dememiz mümkün olmaz.  Bu meşaleyi yeniden yakmanın tek yolu, bazılarının arkasına saklandığı özgürlük ve eşitlik maskeleri ile dönülmek istenen  ortaçağ karanlığı değil çağdaş eğitimdir.

 

Hangi limana gideceğini bilmeyen gemiye rüzgarın faydası olmaz.

 

* Derlemedir.

 

 
  Bugün 1477031 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol