KEMALİZM VE KÜRT SORUNU
Altin ARISOY
“ Bugünkü Türk ulusunun siyasal ve toplumsal birliği içinde kendilerine Kürtçülük, Çerkezlik, Lazlık ya da Boşnaklık düşüncesi aşılanmak istenmiş yurttaş ve ulusdaşlarımız vardır. Ancak, geçmişin zorbalık dönemlerinin bir sonucu olan bu yanlış adlandırmalar –düşmana alet olmuş birkaç gerici, beyinsiz dışında- ulus bireyleri üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratamamıştır…” ATATÜRK (vatandaş için medeni Bilgiler)
Parçalanmış coğrafyalar, etnik ve dinsel kimliklere göre bölünmüş devletler emperyalizmin yeni dünya düzeni diye süsleyip pazarladığı kirli amaçlarına hizmet eder.
Kürt sorunu da bu bağlamdadır. 19. yüzyılın güçlü devletleri Osmanlı ülkesini paylaşma sorununa “şark meselesi” adını vermişlerdi.
Bu paylaşımın yapılabilmesi için uygulanan “böl ve yönet” politikası bir buçuk asırdır devam etmektedir. Bu süre içinde balkanlar ve Arap coğrafyası paramparça edilmiştir. Birinci Dünya Paylaşım Savaşı sonunda imparatorluktan geriye sadece Anadolu kalmıştı.
Kurtuluş Savaşı bu koşullarda yapıldı.
Bu sorununu binlerce yıl öncesine kadar giden bir tarihsel bakışla değerlendirmek doğru olacaktır. Kökenleri tarihin derinliklerindedir. Yaşanılan coğrafyanın özellikleri onların da yaşamlarını belirlemiştir. Sorun ulusal bir sorun değil, çok gerilerden gelen bir azgelişmişlik sorunudur…
Görüldüğü gibi Kemalizm, “Kürt Sorunu”nun nedeni ve kaynağı değildir !..
Tersine, sorunun çözümüdür !..
Kemalizm, ayrımcı değil birleştiricidir. Farklılıkları değil benzerlikleri öne çıkarır.
Kemalizm’e göre Türkiye’de yaşayan etnik gruplar “Türk Ulusu’ nun temel unsurlarıdır. Çünkü, Anadolu Türk kültürü, Asya’dan getirilen kültür ile Anadolu kültürlerinin harmanlanmasından oluşmuştur. Anadolu’daki eski kültürler ve bugünkü kültürel renkler, bu ana kültür içinde birer öğedirler. Bu farklılıklara sahip olanlar “ tasada ve kıvançta” kendilerini Türk -Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak adı - görüyorlarsa, Ermeni, Yahudi, Rum, Laz, Kürt, Çerkez, Arap değil, Türk’türler…
Türkiye Cumhuriyetine yurttaşlık bağı ile bağlı olan bazı insanların “ ben Kürdüm” ya da “ben Laz’ım” demeleri doğaldır. Herkesin kökenini ifade etme özgürlüğü vardır. Buradaki “ben Kürdüm” söylemi, farklı bir kökenden geldiğini anlatır. Anlaşmazlığın, karşıtlığın, ayrımcılığın gerekçesi değildir. Kürt sorunu, 1970’li yıllarda “ulusal sorun “ adı altında tartışılan bir konuydu. Dönemin sol fraksiyonlarının önemli bir bölümü bu nedenle oluştu ve birbirleriyle çatıştı. Kürtler adına ortaya çıkan birçok fraksiyon hem birbirleriyle hem de sağcı militanlarla çarpıştılar...
Çarpışan gençler emperyalizm tarafından kullanıldıklarını her şey bittikten sonra anlayabildiler…
Bugün de kendilerini Kürtler adına görevli sayanlar aynı hataya düşmüşler, emperyalizmin maşası olmuşlardır !..
Eğer kitleler ayrı bir devlet kurmak amacıyla ayaklanmışsa, işte o zaman gerçek anlamda bir ”ulusal sorun” var demektir. Bazı çeteler dışında Türkiye’de hiçbir etnisitenin, Türkiye’den ayrılma istemi olmamıştır. Zaten, birbiriyle etle tırnak gibi birleşmiş toplulukları ayırmanın olanağı da yoktur.
Kürtlerin çoğunluğu batı bölgelerimizde yaşıyor ve ayrımcılığı istemiyorsa, doğuda yaşayanlardan ise ancak 13- 20 yaş arası çaresiz çocuklar, işsiz ve yoksul gençler kandırılıp dağa çıkarılmışsa, arkasında emperyalizm de olsa, hareketin temeli zayıftır. Macera bir gün biter. Halka uygulanan zor ve şiddet geride büyük acılar ve onulmaz yaralar bırakır. Yaşadığımız budur…
Şunu da belirtmek gerekir ki; bugün Türk ya da Kürt, hiç bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının birbirinden daha çok hakkı ve özgürlüğü yoktur.
Herhangi bir Kürt yurttaş, benden daha az özgürlüğü olduğunu söyleyemez. Kamu görevlilerinin, güvenlik görevlilerinin, parlamentonun önemli bir bölümü Kürt yurttaşlarımızdan oluşmaktadır. Her yerde, yaşama, çalışma ve her türlü iş girişiminde özgürdürler. Başbakan, cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı olabilmektedirler.
Öyleyse sorunun nedeni nedir?
Bu sorun, cumhuriyetimizin ilk yıllarında da bir tehlike haline dönüşmüştü. O zaman da emperyalist güçler bu yoksul ve bilisiz halkı temsil eden feodalleri kandırmıştı.
Bu bölge ilk çağlardan bu yana doğal yapısı gereği çevresindeki uygarlık alanlarına göre gelişmede hep geri kalmıştır. Buralarda yaşayan topluluklar çoğaldıkça yaşama olanaklarının yetersizliği nedeniyle çevredeki uygarlık merkezlerine girmişlerdir.
İran, Mezopotamya ve Anadolu’daki daha güçlü topluluklar bölgeyi hiçbir zaman tam olarak denetim altında tutamamışlardır.
Nüfusun artması sonucundaki zorunluluktan ortaya çıkan göç olayları doğal bir devinim olarak hep sürmüştür. Bölge halkı bazen işgale uğramış, bazı dönemlerde de işgalci olmuştur.
Bilinen o ki, son bin yıllık dönemde İran ve Anadolu’da kurulan devletler bölgeyi tam olarak denetim altında tutamamışlardır.
Bölge feodalleri hangi taraf güçlüyse o tarafa bağlı gibi görünmüşler, öteki tarafı da bir koz olarak kullanmışlardır. Sık sık denetimden çıkarak isyan etmişler; pusu kurup saldırı ve soygun yapmışlardır Zorda kaldıkları zaman ise itaat eder gibi görünmüşlerdir.
Seçtikleri yol ve yöntem bir yandan yaşadıkları coğrafyanın bir zorunluluğudur. Bir yandan da bölgenin her dönemde daha geri olan feodal yapısı ve feodal beylerin yabancı güçlerle olan ilişkilerindedir. Bu durum, her zaman bölgede hesapları olan yabancı güçler tarafından oldukça ucuz maliyetlerle değerlendirilmiştir.
Bu durumu değiştirecek ve Anadolu’da ortak bir kader birliğini yaratacak tek anlayışı Kemalizm ortaya koydu.
Ne var ki, feodal ağalar varlıklarının yok olmasına karşı durdular. Öte yandan emperyalist sistem yetişmekte olan gençlerimizi çaldı.
1980 darbesiyle yurt dışına iş ve aş amacıyla gidenlerin sadece “ben Kürdüm” diyerek Avrupa ülkelerinde çalışma ve yaşama hakkı kazanmaları, o devletlerin bu insanları kendi amaçları için kullanmalarına yol açtı. Bu gerekçeyle iş ve aş bulan insanların bir bölümü o ülkelerin korumasındaki örgütlere de hizmet etmek gibi bir borç içine girdiler. Dışarıdan koşullandırmalarla ister istemez PKK’ye çeşitli şekillerde katkı yaptılar. Sempatizan oldular. Bazen para, bazen insan kaynağı yarattılar..
Böylece AB ülkelerinin Türkiye’ye dönük amaçlarına hizmet ettiler.
AB’nin şımarık tavrının, haddini bilmez isteklerinin bir nedeni de budur.
Bugün, emperyalizm ve onun işbirlikçileri Türkiye’nin önünü Kürt sorunuyla kesmeye çalışıyor.
Oysa Doğu Anadolu’da feodaller egemen. Bu yüzden feodalite kalkmadan bir ulustan söz edilemez. Halk terör eylemlerinden nefret ediyor. Anadolu, İran, Irak ve Suriye’de geleceklerini, ideallerini paylaşan kitle yok. Her yerde parçalanmış gruplar birbirleriyle didişiyor. Kürt nüfusun çoğunluğu batı Anadolu’da yaşıyor. Ve Kürt halkı ayrımcılık istemiyor…
Türkler, Kürtler ve bütün Anadolu insanları emperyalizmin militanlığını yapanlara izin verir mi?
Sonuç olarak; bu kirli oyun kaybedileceği bellidir. Bu emperyalist oyunda rol alanlar, efendilerine yaptıkları hizmet kadar var olabilirler. Anadolu’daki kader birliği ve kardeşlik- daha nice oyun oynansa da- sonsuza değin yaşayacaktır.
Yeter ki tüm halkı kucaklayan bir yönetimimiz olsun.
Yeter ki birlik olalım. Emperyalizmin tetikçiliği ile yaşayan ve kahraman olduğunu sananlara izin vermeyelim !..
Bugünkü ‘Kürt Sorunu”nda KEMALİST DEVRİM yolunun terk edilmesi, dengeli bir kalkınmanın sağlanamaması ve bölgedeki feodal yapının -karşıdevrimci- iktidarlarca korunması, Batı’nın Türkiye üzerindeki amaçları için ayrılıkçı grupları desteklemeleri temel nedenlerdir.
PKK’yi büyütüp besleyen, ona kucaklarını açarak olanak yaratan Batı’dır. Bunu görmemek olası değildir.
Gelelim Kemalist anlayışa:
Kemalist ideoloji’ ye göre tek ulus, tek dil, tek devlet vardır. Bütün kimlikler TÜRK olarak nitelendirilmişlerdir. Türk kimliğinin kaynağı Anadolu’nun kültürel kimliğidir. Türkiye’de 17 dil , 28 farklı uygarlığın kalıtı vardır. Farklı etnik gruplar yörelerinde kültürlerini yaşatmakta, yayın yapabilmekte, dillerini konuşmaktadırlar.
Resmi dil ve ulusal eğitim dili tektir. Ancak bu yolla modern ve güçlü bir ulus olarak dünyadaki yerimizi alabiliriz. Ancak bu yolla Türkiye’de yaşayan tüm insanlar erinç ve gönenç içinde olabilir. Türklerin ve Kürtlerin mutluluğu ancak tek bir güç olmakla, birlik olmakla sağlanabilir.
Bütün ulusal devletler böyle kurulmuş ve böyle gelişmişlerdir. İngiltere, Fransa ve ABD’yi, Alman ve İtalyan birliklerinin kurulmasını incelersek doğruyu buluruz.
Ne yazık ki Türk-Kürt ayrımı yaratmaya çalışanlar örnek verdiğimiz emperyalist ülkelere hizmet ederken tarihin bu en basit gerçeklerini okuyup öğrenmek ve yorumlamak zahmetine katlanmazlar. Onlar için önemli olan sadece itiraz etmek, vurmak, kırmak ve bozmaktır. Çünkü onlar emperyalizmin iğvasına uğramışlardır…
Uzun bir tarihsel süreç boyunca kederde ve kıvançta ortak olan Türk ve Kürt kavimleri “mazlum” halklar olarak emperyalizme karşı savaşmışlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni birlikte kurmuşlardır.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü bu birliğe ve sonra da elde edilen başarılara bir övgüdür. Sayısız uygarlığın hüküm sürdüğü, şu anda 20 dolayında dilin konuşulduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde KEMALİZM ırksal, mezhepsel, dinsel hiçbir ayrım gözetmez. Çünkü, Kemalist ulusalcılık, dünyanın en çağcıl ulusalcılığıdır.
Türkiye’de büyüyen bu etnik sorun karşısında öncelikle KEMALİST ilkelerin ne denli yaşama geçirildiğine bakılması gerekir.
Biliyoruz ki siyasi iktidarlar sadece başta kalabilmeyi düşünerek popülizmi yeğlemiş, Kemalizm’i terk etmiş, bölgedeki feodal yapıyı değiştirmek için yeterli çabayı göstermemiştir. Bölgenin kalkınması ve aydınlanması için gerekenleri yapmaktan kaçınmıştır. Etnik, feodal, dinsel ve coğrafi koşullardan kaynaklanan olumsuzluklar düzeltilememiştir. Siyasal ve toplumsal sorunların üzerine –her bölgede olduğu gibi- sert bir şekilde gidilmiş, birleştirici siyaset izlenmemiştir.
Bölge halkı, yüzyıllardır olumsuzluklar içerisinde yaşam savaşımı vermiş, bir o yana, bir bu yana savrulmuş, büyük devletlerin çıkarlarına alet olmuştur
Ve biliyoruz ki Kürt Sorunu, emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarları için azdırdıkları bir sorundur. Türkler ve Kürtler arasında bir sorun yoktur. Olmamıştır.
Eğer böyle bir sorun olsaydı Kürt nüfusun çoğunluğu batı Anadolu’da yaşayabilir miydi ?..
Uluslaşma sürecinde İtalya’nın, Almanya’nın Fransa’nın, İngiltere’nin çeşitli bölgelerinde dil ve ırk farklılıkları vardı. Ben ayrı bir dil konuşuyorum diyen her etnisite ayrı bir ulusal devlet kurabilseydi bugünkü Avrupa devletlerinin sayısı birkaç kat fazla olurdu. İngiltere dörde, Fransa ve İspanya üçe, Almaya üçe, İtalya da en azından dörde bölünürdü.
Modern uluslaşma, kabilecilik, aşiretçilik, ırkçılık üzerine kurulmamıştır...
Gelelim baskılara:
Türk devrim süreci otoriter bir yönetimi zorunlu kılmıştır. Atatürk’ün dediği gibi hiçbir devrim plebisitle yapılmaz. Kemalist devrimin büyüklüğü düşünüldüğünde dünyanın en kansız devrimi olduğu görülür. Dünyadaki faşist diktatörlüklerle hiçbir benzerliği olmayan bu devrimci yapıyı “faşist” olarak nitelemenin ya da “burjuva diktatörlüğü” demenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Olmayan burjuvanın diktatörlüğü de olmaz.. Emperyalizmle savaşan bir yönetime faşist demek, burjuvası olmayan bir topluma burjuva diktatörlüğünü yakıştırmak demagojiden başka ne olabilir? Böyle savlar iddia sahiplerinin yalana başvurarak, çarpıtma ve saptırma yaparak kötücül amaç peşinde olduklarını kanıtlar...
“Türkiye Cumhuriyeti son tahlilde emperyalisttir. Kürt ulusunu ezmiştir. Kürdistan’ı sömürgeleştirdi. Kurtuluş savaşı antiemperyalist değildir”, diyenler ya ülkelerini, toplumlarını ve tarihlerini bilmiyorlar, ya da başka çıkarlara kulluk etmektedirler. Kemalizm’i böyle tutarsız, yalan suçlamalarla karalamaya çalışmak hem bilimsel hem de ideolojik bir yoksulluktur. Aynı ülkede yan yana ve karışık olarak yaşayan insanlar birlikte verdikleri antiemperyalist savaşımın sonunda tek bir ulus olarak şekillenmişlerdir.
Devrime karşı bütün kalkışmaları yok etmek devrimciliğin gereğidir. Bu kalkışmalar doğuda da batıda da olmuştur. Ve aynı kararlılıkla yok edilmişlerdir
Türk Devrimi keşke sonraki dönemlerde de -her açıdan - aynı kararlılıkla korunabilseydi.
Türk halkının çoğunluğu yoksulluktan ve bilisizlikten henüz kurtulamamıştır. Kuzey Anadolu’nun ve Torosların çoğu köyleri de doğudaki köylerimiz kadar yoksuldur, olanaksızdır.
Türkiye’deki bütün köylüler jandarmadan korkarlar. Doğu ve güneydoğu köylülerinin bu konuda -olağanüstü durumlar dışında- ayrıcalıkları yoktur. Doğuda daha çok baskı olmuşsa bunun nedeni daha çok olay ve daha çok güdümlü isyan hareketlerinin varlığıdır.
Kemalizm, bütün bu olumsuzlukları giderecek kuralları temel ilkeler olarak benimseyen bir ideolojidir. Bu nedenle olumsuzlukların sorumluluğu Kemalizm’e yüklenemez. Hesap sorulması gerekenler halkın cehaletinden, yoksulluğundan, dinci gericilikten yararlanıp iktidarlarını sürdürenlerdir. Halkçı-Devletçi Kemalist çağdaşlaşma projesini terk edenlerdir..
Öyleyse Kürt Sorunu’nun çözümü Kemalizm’dedir. Kemalizm’e dönüştedir.
Dinci gericiliğin ve etnik ayrımcılığın bitirilmesinde çözüm Kemalizm’dedir.
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar birbirini tanısın. Bu dediğim şey olduğu zaman başka bir alem görülecek ve bu alem dünyaya hayret verecektir.”