BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  "Misak-ı Milli" anlamı ve Önemi !
 

“MİSAK-I MİLLİ” ANLAMI VE ÖNEMİ!

AHMET AVCI   28 OCAK 2011

28 Ocak tarihi sizlere bir şey hatırlatıyor mu? Ya 28 Ocak 1920 tarihi?

Bu tarih; Türk Tarihinin, Osmanlı Tarihinin ve Türk Devrim tarihinin önemli dönüm noktalarından birisidir.

Bu tarih; Osmanlı Meclisi’nin aldığı son ve en anlamlı kararın tarihidir. ‘MİSAK-I MİLLİ KARARI’nı aldığı tarihtir.

Biliyoruz ki; Osmanlı Devleti; Almanların ve Damadı Şehriyari Enver Paşa’nın oyunu ile  istemeden girdiği Birinci Dünya Savaşında yenilmiş ve Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştı.

30 Ekim 1918’de başlayan MÜTAREKE döneminde ülke toprakları İtilaf Devletlerinin işgal ve kontrolüne girmişti.

Ordusu terhis edilen, silahları elinden alınan, yer altı ve yerüstü kaynaklarına el konulan yoksul ve bezgin Osmanlı Devleti, çaresizlik içinde, çıkış yolları ararken, Aydınlar ve Komutanlar da kurtuluş çareleri aramaktaydı.

Amerikan Mandası, İngiliz koruyuculuğu ve Bölgesel kurtuluş arayışları başlıca çözüm yollarına yönelikti.

9’uncu Ordu Müfettişliğine; Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’deki asayişsizliği gidermek üzere atanan Mustafa Kemal Paşa’nın aklındaki çözüm yolu ise “Tam Bağımsızlık” idi.

İzmir’in işgalinden bir gün sonra İstanbul’dan ayrılan ve 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta genel durumu, tüm gerçekliği ve umutsuzluğu ile ortaya koymuştur.

Samsun’a ayak bastığı andan itibaren, Tam Bağımsızlık yolunda girişimlerine başlayan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümetinin geri dön çağrılarına aldırmayarak Amasya’ya geçmiştir.

21 Haziran 1920’de Amasya’da Toplanan arkadaşları Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele ile birlikte; Bağımsızlık hareketini kişisel bir eylem olmaktan çıkartıp, ulusa mal ederek; yayımladığı Amasya Genelgesiyle; Kurtuluş Savaşımızın, amacını gerekçesini ve yöntemini ortaya koymuştur.

Refet Bele’nin bu belgeyi imzalamaktan çekinerek, imzacıların baskısı ile parafe ettiği de ayrı bir gerçektir.

İstanbul Hükümetinin geriye çağırma ve görevden alma baskılarına daha fazla direnemeyen Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bizzat Padişah’ın ‘görevden alma’ isteği ile karşılaşınca, 8/9 Temmuz gecesi görevinden ve askerlikten istifa etmiştir. Milletin bir ferdi olarak, Mücadeleye devam kararı vermiştir.

İstanbul Hükümetince; “9.8.1919 tarihinde; Mustafa Kemal Paşa’nın, Resmi görevine son verildiği,  askerlik mesleğinden çıkartıldığı ve madalyalarının geri alındığı” açıklanmış ve 15’inci Kolordu Komutanlığına tutuklanması emri verilmiştir.

Erzurum’da 15’inci Kolordu Komutanı Mirliva Kazım –Karabekir- Paşa ve Ankara’daki 20’inci Kolordu Komutanı Mirliva Ali Fuat -Cebesoy’un-Paşa’nın açık destek vermeleri gücünü arttırmış ve Sivil Bir Fert olarak yoluna devam etmiştir.

23 Temmuz’da toplanan Erzurum Kongresine ve 4 Eylül’de toplanan Sivas Kongresine başkanlık etmiştir.

4–11 Eylül 1919 tarihleri arasında; Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Derneğince düzenlenen Sivas Kongresi, Temsili Heyet Başkanlığına Mustafa Kemal’i seçerek,  Kurtuluş Savaşı başlangıcı önderliği görevini vermiştir.

Karadeniz Bölgesi ve Doğu Anadolu’daki direniş örgütlerinin gerçek temsilcilerinin katıldığı Erzurum Kongresinden farklı olarak, Sivas’taki toplantıya daha çok kendi kendini tayin etmiş olan MİLLİYETÇİ MİLİTANLAR katılmıştır.

Ali Fuat’ın babası İsmail Fazıl Paşa seçilmediği halde, İstanbul delegesi olarak katılmıştı. “Karakol” adlı gizli örgütün başı olan Kara Vasıf da kendisin Antep delegesi olarak tanıtıyordu. Osmanlının eski Washington Büyükelçisi, Bilinski soyadlı Polenez dönmesi Ahmet (Alfred) Rüstem de oradaydı.

Bu kişi Mustafa Kemal’e şöyle demişti: “Paşa, unutmayınız ki, burada ‘Cemiyetler Kanunu’na göre oluşmuş bir heyet değiliz. Bizim bir ihtilal heyetinden başka kimliğimiz yoktur.” 

Ama Mustafa Kemal, bu sözlere kulak asmadı. VATANSEVER ÖRGÜTLERİN YURT ÇAPINDA YASAL CEMİYETİ GÖRÜNTÜSÜNÜ VEREREK, bunun Türk Milli Mücadelesine önderlik etmesine uygun bir kılıf olacağını düşünüyordu.

         Sivas Kongresinde de Erzurum kongresinde olduğu gibi, Mustafa Kemal’i üstlendiği kutsal görevin dışına itmek, etkisiz bırakmak, eylemin önderliğinden uzaklaştırmak için, arkadaşları da oyunlar düzenlemişlerdir.

Önderlik için yarış başlamıştır, ancak hiç kimse de Mustafa kemal’in karşısına çıkamamaktadır.

Öncelikle Mustafa Kemal olmasın da…

Sivas Valisi, Kongrenin Sivas’ta toplanmasını istememiş, Sivas İli delege bile çıkarmamıştır.

Sivas Kongresine iştirak eden delegelerin tüm masraflarını Sivaslı bir vatansever karşılamıştır.

Sivas Kongresi olumlu biçimde sonuçlanınca; içte ve dışta büyük yankı uyandırdı. Kuvay-ı Milliye ruhu tüm ülkede hızla yayılmaya başladı. Batılı Devletler, bu olayı, ”Devlete Başkaldırı“ olarak nitelemelerine karşın, kendi kamuoylarında, bu hareketin “ULUSAL BİR DAVA“ olduğu anlaşılmaya başlandı.

         İstanbul Hükümeti de bu kongreyi, meşru olmayan bir İSYAN olarak değerlendirdi.

         Damat Ferit Paşa; ”Anadolu hareketleri; Birinci Dünya Savaşında terfi etmiş, birkaç subayın işidir. Bu hareketler, alevleri sönmüş, bir saman ateşinden başka bir şey değildir.” diyordu. Anadolu’da, İttihatçılık ve Bolşeviklik yapıldığını ileri sürüyordu.

         İstanbul basınında çıkan aleyhte yazılar; Milli Mücadeleye girenleri hayalci olarak nitelerken, Ülkenin başına gelen tüm felaketlerin de sorumlusu olarak gösteriyordu. Ülkenin gerçek kurtuluşunun ancak siyasetle mümkün olacağını ileri sürüyorlardı.

         İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck Mustafa Kemal’in başlattığı hareketin, ”Bağımsız bir Cumhuriyet”  kurulmasına yöneldiğini 17 Eylül 1919’da Hükümetine bildirdi.

İngiliz gazetesi Thames; 22 Eylül 1919 günlü sayısındaki; “Anadolu Cumhuriyeti” başlıklı yazısında Mustafa Kemal’in “Cumhuriyet“ kuracağını ileri sürüyor ve bu haberi; Kongre sırasında Sivas’ta bulunan, General Harbord ve Gazeteci Mr. Brown’a dayandırıyordu.

 

SİVAS KONGRESİNİN SONUÇLARI MİLLİ MÜCADELE İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ:

         Sonuç başarılıdır, çeşitli görüşlere sahip temsilcilerin düşünceleri bağdaştırılmak yolu tutulmuşsa da, sonuç Mustafa Kemal’in istediğine uygundur.

         1. Öncelikle, Ulasal amaca erişmek yolunda ayrı ayrı çalışan dernekler birleştirilmiştir.

         2.  Artık Savaş ve İhtilal tek örgütçe ve tüm yurtta yaygın biçimde yönetilebilecektir.

         3. Ulusal egemenlik ilkesinin kabulü ile de “Saltanat ve Halifeliğin“ kurtarılacağı ortaya atılmıştır.

 Bu çok önemli bir adımdır. Böylece Osmanlı Saltanatının üzerine ULUSAL EGEMENLİK çıkartılmaktadır. Bu nedenle birçok tarihçi, Sivas kongresi ile “Ulusal Devletin” kurulduğunu söylemişlerdir.

         Mustafa Kemal ilk hedef olarak, bu esasa (Ulusal egemenlik) dayanarak, Heyet-i Temsiliye’yi, bir Yürütme Organı gibi kullanmak istiyordu.

         İkinci hedef de, Damat Ferit Hükümetini düşürüp Vatansever bir hükümet kurulmasını sağlamaktı.

         Damat Ferit çekilmek zorunda bırakılınca; 30 Eylül’de Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Salih Paşa ile Amasya görüşmeleri yapıldı.

                  

SİVAS KONGRESİNDEN SONRAKİ GELİŞMELER

         Sivas kongresinde alınan kararları “Ulusun istekleri” olarak benimseyen ve bu doğrultuda çalışmalara başlayan M. Kemal’e şu önemli görevler düşüyordu.

1. Her ne kadar kendisine göre, Meclisi Mebusan’ın işlevi sona ermişse de Sivas’ta istenenin yapılması gerekiyordu. Meclisi Mebusanı en iyi biçimde toplamak ve en sağlıklı kararları aldırmak.

   2. Meclisi Mebusan, Osmanlı Devletinin bir organı olduğuna göre, yeni Osmanlı Hükümeti ile anlaşma çareleri aramak.

 Mustafa Kemal bu iki görevin geçici olduğunu biliyordu. Ancak yerine getirmek zorunda idi.

             3. Kuvayı Milliye Birliklerince karşılanan düşman saldırılarını; yeni ve tam bir örgüt kuruluncaya kadar, belli sınırda tutmak.

         Mustafa Kemal Sadrazama aşağıdaki telgrafı çekmiştir; ”Yeni Hükümet, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belirlenen ULUS AMAÇLARINI VE OLUŞTURULAN TEŞKİLATI kabul ettiği takdirde Kuvayı Milliye ona yardımcı olacaktır.”

         Yani heyeti Temsiliye İstanbul Hükümeti ile çalışabilir.

         Oldukça sert bir ifade ile yazılmış bu telgraf, başlangıçta yeni hükümette duraksamalar yaratmıştır. Oysa yeni hükümetin üyeleri, vatansever kişilerdi. Hatta Harbiye Nazırı Amasya genelgesini telgrafla onaylayan Mersinli Cemal Paşa idi. Başlangıçta bu hükümetin zorlandığı anlaşılıyor,  bu da doğaldı.

         Damat Ferit Paşa çekilinceye dek, Anadolu Hareketini hem sözle hem de eylemle boğmak için elinden geleni yapmış, İşgalcilerin her isteğine boyu eğmişti.

         İtilaf Devletlerinin denetimindeki Osmanlı Başkentinde şimdi; ”Heyeti Temsiliye kararlarına uyulması” çok zordu. Ve o güne kadar uygulanan politika ile çelişirdi. Ancak bu hükmet elden geldiğince işbirliğini sürdürmeye çalışmış, hatta bu amaçla Bahriye Nazırı Salih Paşayı, heyeti Temsiliye ile görüşüp anlaşmak üzere Mustafa Kemal’e göndermiştir.

         Mustafa Kemal 20 Ekim’de Amasya’da Salih Paşa ile görüştü. Görüşmelerin sonunda protokoller imzalandı. Bu protokollerde özetle; İstanbul Hükümeti Heyeti Temsiliye’yi tanıyor; Meclisi Mebusanı toplayacağını ve Anadolu ile iyi geçineceğini belirtiyordu. Buna karşılık, Heyeti Temsiliye de Vatanın bütünlüğüne bir zarar gelmemesi koşulu ile İstanbul Hükümetinin işlerine karışamamayı ve aleyhinde bulunmamayı kabul ediyordu.

         Bu protokollerin önemi; Bir süre sonra uygulanabilirliğini yitirmiş olsa bile, Bu protokoller; İstanbul Hükümetinin Anadolu hareketini tanımış olduğunu göstermektedir.

         Bir süre önce bu hareket en ağır biçimde lanetlenirken, bu gelişme geçekten çok önemlidir.

         Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye’yi sanki yeni bir ‘Devletin Hükümet’ imiş gibi Osmanlı Hükümetinin karşısına oturtmuş isteklerinin çoğunu kabul ettirmiştir.

         Gerçekten olayların akışı bu tarihten tam altı ay sonra, bu devleti kudurtacaktı.

         Salih Paşa İstanbul’a dönünce Mustafa Kemal de Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşarak, örgütü denetledi. Tekrar Sivas’a döndü.

         16 Kasım günü, Heyeti Temsiliye üyeleri ve bir kısım komutanlarla bir toplantı düzenleyerek genel durumu değerlendirdi. (Bu toplantı 28 Kasım’a kadar sürmüştür.)

         (Sivas’ta her şey güllük gülistanlık değildi; Mustafa Kemal, Amasya’ya Salih Paşa ile görüşmeye gittiğinde, Sivas’ta bir karşı grup Padişaha bağlılık telgrafı çekmiştir. Heyeti Temsiliye’nin kontrolündeki bir yöreden böyle bir telgrafın çekilmesi Mustafa Kemal’i çok üzmüştür.

         Ankara’ya hareket edecek Heyeti Temsiliye’nin kumanyası: 20 yumurta, 1 okka peynir ve oniki ekmek. Osmanlı bankasından yalvarma, tehdit ve kefaletle bin lira borç alınarak yola çıkılmıştır.

Sivas günleri; Mustafa Kemal’in ya hiç unutmadığı ya da hiç hatırlamak istemediği günleridir.)

         18 Aralık 1919: Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye üyeleri Ankara’ya hareket etti…

         27 Aralık 1919: Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye azaları, Ankara’ya geldiler ve coşkulu törenlerle karşılandılar.

         Sivas Kongresinden sonra yapılan görüşmeler ve yaşanan gelişmeler, İstanbul ile Anadolu arasındaki yumuşamaya da yol açmıştır.

Aralık ayı sonunda İstanbul Hükümeti, 29 Aralık 1919 tarihinde aldığı kararla; “9.8.1919 tarihli, Mustafa Kemal Paşa’nın askerlik mesleğinden çıkartılması ve madalyalarının geri alınması kararını” düzeltmiş ve kendisinin askerlikten çıkartılması değil istifa etmiş olduğunun kabulü ile alınan nişan ve madalyalarının iadesini kabul etmiştir.

(Bu karar 4 Şubat 1920 günü Padişah Vahdettin tarafından da onaylanacaktır…)

         Tüm zorluklara karşın yumuşama belli ölçüde sürüyordu.

         Mustafa Kemal de; Ulusun sesini tekrar ve bu kez, daha büyük ölçüde duyurabilmek için; Meclisi Mebusan’ın açılma hazırlıklarına yöneldi. Bir yandan da Kuvayı Milliye Birliklerine elden geldiği ölçüde çeki düzen vermeğe çalışıyordu.

                           

MECLİS-İ MEBUSAN’IN AÇILMASI:  12 OCAK 1920

Ankara’nın ısrarı üzerine, İstanbul hükümeti, İngilizlerin izniyle, seçim yapılmasını kabul etmiştir.

7 Kasım 1919’da yapılan seçimlerde; çoğu yerde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin üyeleri kazanıyordu. Mustafa Kemal’de Erzurum Milletvekili seçilmişti.

Mustafa Kemal Meclis-i Mebusan’ın Eskişehir’de toplanmasını istemiş, İstanbul direnince ısrar etmemiştir.

Mustafa Kemal, Yeni Meclis Üyelerini Ankara’ya çağırarak, Şu isteklerini iletmiştir:

1.   Misak-ı Milli’nin kabul edilmesi.

2.   Meclis içinde bir ‘Müdafaa-i Hukuk’ grubunun oluşturulması.

3.   Meclis Başkanlığına kendisinin seçtirilmesi.

                    

         İtilaf Devletleri, Meclisi Mebusan’ın toplanmasına başlangıçta karışmadılar. Oradan çıkacak kararlara göre davranmayı uygun buldular.

        

MECLİSİ MEBUSAN’IN AÇILMASI

         Tüm hazırlıklar tamamlanınca 12 Ocak 1920 tarihinde Osmanlı Meclisi toplanmıştır. Bu önemli bir olaydı. İstanbul’daki Türkler coşmuştu. Ertesi gün 150 bin kişinin katıldığı bir miting yapıldı.

28 Ocak gününe kadar Mecliste başkanlık seçimi yapılmamış ve Müdafaa-i Hukuk Grubu oluşturulmamıştır.

         Anlaşılıyor ki Mustafa Kemal adı ve onun mensubu olduğu dernek İstanbul’da pek hoş karşılanmıyordu.

28 Ocak günü yapılan toplantıda Mustafa Kemal’in ‘Meclis Başkanlığı’ önerilmiştir ama görüşülmemiştir.

         Aynı gün “Misak-ı Milli”  Kabul edildi. Bu çok önemli işe karşın, Mecliste hala Mustafa Kemal’e duyulan endişe (Kuşku ya da güvensizlik de diyebiliriz) egemendi.

         Nitekim birkaç gün sonra Müdafaa-i Hukuk Grubu değil, ”Felahı Vatan” grubu (vatanın kurtuluşu) oluşturulmuştur.

Meclis Başkanlığına da Reşat Hikmet Bey seçilmiştir.

         Meclis; Esasları Mustafa Kemal tarafından belirlenen MİSAK-I MİLLİYİ kabul ettikten sonra, artık Anadolu’daki direnişi anımsatan “Tehlikeli” söylemleri “unutmak” eğilimine girmişti. Mustafa Kemal’in de belirttiği gibi; ”Bazı çevrelere hoş görünmek” amacı ağır basmıştır.

Ancak daha sonra görüleceği gibi hiçbir işe yaramamıştır.

 

                   MİSAK-I MİLLİ (MİLLİ YEMİN) 28 OCAK 1920

         Osmanlı Meclisi Mebusan’ının 28 Ocak günlü gizli toplantısında onaylanan ve ‘Milli Yemin’ anlamına gelen “MİSAK-I MİLLİ”, Amasya Genelgesinden başlayarak, yürütülen çalışmaların ve oluşan bilincin son Osmanlı Meclisinde benimsenmesidir. (Misak-ı Milli 17 Şubat 1920’de basına ve yabancı devlet parlamentolarına bildirilmiştir.)        

         İşgaller karşısında yavaş yavaş ortaya konulan küçük ve düzensiz direnişleri birleştirmek ve bunun da üzerine ‘Ulusun İrade’sini koyarak, yepyeni bir devlet içinde tüm zorlukları yenmek isteyen Mustafa Kemal, özellikle vatanseverleri ortak kararlar almaya yönlendiriyordu.

         Amasya Genelgesi ile bu amacını açığa vuran ve Milli Mücadelenin amacını, gerekçesini ve yöntemini ortaya koyan lider, Erzurum Kongresi’nde (23 Temmuz–7 Ağustos 1919) Doğu illerindeki direniş örgütlerini birleştirmiş, Sivas Kongresi (4–11 Eylül 1919) ile bu birleşme tüm vatana yayılmıştır.

         İstanbul Hükümeti çıkardığı tüm engellere karşın Sivas Kongresinde alınan kararların uygulamasını önleyememiş ve Damat Ferit bir süre için sahneden çekilmiştir.

         Misak-ı Milli, daha Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında hazırlanmaya başlanmış, Mustafa Kemal tarafından, Meclis-i Mebusan’a katılacak tüm milletvekillerine dolaylı ye da doğrudan anlatılmış ve ulus adına bu “Ant” için, Kuvay-ı Milliyeci her meclis üyesi seferber olmuş ve sonunda gerçekleşmiştir.

         Misak-ı Milli: Özetle şöyle demektedir. “Osmanlı Meclisi mebusanı üyeleri barışa kavuşmak için şu koşulları ileri sürerler:”

1.       Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros ateşkes anlaşmasının çizdiği sınırlar içinde; ”Din, ırk ve asılca birlik oluşturan (yani Türkler) vatandaşların oturduğu yerler hiçbir biçimde yurttan kopartılamaz.

2.       Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin merkezi İstanbul’un güvenlik içinde bulunması koşulu ile boğazlar açılabilir.

3.       Daha önce bizden ayrılan Batı Trakya’da ve Ateşkes sınırları dışında tutulmak istenen Kars, Ardahan ve Batum’da halkoyuna başvurulmalıdır.

4.       Osmanlı Devletinde ki Arapların, çoğunlukta olduğu yerlerde de halkoyuna başvurulmalıdır.

5.       Bağımsızlığımızı sınırlayacak, siyasal, ekonomik, hiçbir anlaşma kabul edilemez.

         Bunlar yapılamaz ise barış yapmak imkânsızdır. Misak-ı Milli Parlamento kararıdır.

Mondros Ateşkes Antlaşmasından bu yana on beş ay geçmiş, Osmanlı devleti hala barış dönemine geçememişti. Bu konuda gerekli çabalar, İtilaf devletlerince gösterilmediği gibi ülke çeşitli biçimde işgal diliyordu.

İşte Mondros ateşkes anlaşmasından sonra Padişahça dağıtılan (12.12.1918) Meclisi Mebusan yeniden oluşmuş, toplanmış ve barışın hangi esaslar üzerinden yapılması gerektiğini bir karar olarak saptamıştır.

         Aslında Meclisi Mebusan’ın Yeniden açılması ÜÇÜNCÜ MEŞRUTİYETİN DE ilanıdır.

         Kısaca Misak-ı Millinin anlamı; TÜRKLERİN ANAVATANI PARÇALANAMAZ.

         31 Ocak’ta Meclis, Başkanlığa, İstanbul Milletvekili Reşat Hikmet’i, ikinci Başkanlığa da; Erzurum Milletvekili Celalettin Arif Bey’i seçmiştir.

‘Misak-ı Milli’yi onaylamasına rağmen; Osmanlı Meclisi Anadolu hareketini benimsediğini açıklamamıştır, açıklayamazdı da çünkü Osmanlı Devletinde Egemenlik Padişah’ındı ve Parlamento onun altında idi. Bu nedenle ‘Misak-ı Milli’, yeni bir hareketin öncüsü olmak iddiasında değildi.

Amaç; Osmanlı Devletinin ve onun padişahının kurtulmasıdır. Bununla birlikte Misak-ı Milli’de Anadolu hareketinin temellerinden olan “Kesin bağımsızlık” vardır. İtilaf devletlerinin isteklerinin reddi gibi, egemenliği sınırlayıcı hiçbir hüküm tanımamak gibi, hükümler vardır.

        

MİSAK-I MİLLİNİN ANLAMI:

         Osmanlı Meclisi için; Vatanın, Devletin ve Padişahın kurtarılmasıdır.

         Ankara için; Türk Milletinin haklarını savunmaktır.

         Görüldüğü gibi, Misak-ı Milli ile Anadolu’daki İhtilalcıların çok daha önceleri ileri sürdükleri düşünceler tekrarlanmaktadır. Osmanlı Meclisinin bu düşünceleri kabul etmesi, Anadolu’nun gerçek bir zaferidir.

Böylece Osmanlı Devletinin yok olduğu bir kez daha doğrulanmaktadır.

         Misak-ı Milli öngörülen hedeflerin nasıl gerçekleşeceği hakkında bir işaret bulunmamaktadır. Bu iş böylece tamamen Anadolu’ya bırakılmıştır.

Bu da Mustafa Kemal’in ikinci zaferdir. Çünkü yok olan Osmanlı Devleti'nin yaşar görünen hükümeti de tam anlamı ile geçerliliğini yitirmiştir.

         İşgal devletleri, Misak-ı Milliyi hoş karşılamadılar. Toplanmasına ve çalışmasına karşı çıkmadıkları Meclis-i Mebusan’dan istediklerinin tam tersi sesler yükseliyordu. Buna dayanmak, işgalci devletler için çok güçtü.

Önce ‘Misak-ı Milli’yi geri aldırtmaya çalıştılar. Mümkün olmadığı anlaşılınca yeni arayışlara yöneldiler.

15 Mart 1920’de İstanbul’da tanınmış 150 sivil ve asker Türk Aydınını tutukladılar.

Aynı gün, İtilaf Devletleri Generallerinin, Türkiye’deki Genel durumla ilgili olarak verdikleri gizli rapor: “…Bütün siyasi güç, Milliyetçi Liderlerdedir. Halkın çoğunluğu savaşlardan yorgundur. Bununla birlikte, vatanlarını korumak için, müthiş bir biçimde savaşacaklardır. Türk ordu birlikleri Milliyetçilerle birleşmişlerdir.”

 

MİSAK-I MİLLİ’NİN UYGULANMASI:

Misak-ı Milli kararını Osmanlı Meclisi almıştır ama bu KARAR, TBMM ve Cumhuriyet Hükümetleri tarafından uygulanabilmiş ve yaşama geçirilebilmiştir.

Misak-ı Milli’de ortaya konulan asıl olgu; Devletin Bağımsızlığı ve Osmanlı Devleti’nin Sınırlarıdır.

Ülkeyi işgalden kurtarmayı ve bağımsız bir devleti kurmayı TBMM başarmıştır

Misak-ı Milli deyimi; en çok sınır konusunda karşımıza çıkmıştır.

Bugün bile Musul ve Kerkük, Misak-ı Milli’ye göre bizimdir diyoruz.

Batı Trakya’da söz hakkı istiyoruz.

Geçmişte; Hatay kavgası da Kars, Ardahan ve Artvin’in bizim olduğuna ilişkin hak iddiamız da Misak-ı Milli’ye dayandırılarak çözümlenmişti.

 

İSTANBUL’UN RESMEN İŞGAL EDİLMESİ: 16 MART 1920

İtilaf Devletlerine göre; Misak-ı Milli Kararını veren ve bu kararı geriye almayan Meclis-i Mebusan cezalandırılmalıydı.

 Gerçekten 16 Mart 1920 günü İstanbul İşgal devletlerinin askerlerince resmen ele geçirildi. Daha önce bu birlikler, genellikle gemilerde bulunuyorlar ve şehirde fazla gözükmüyorlardı.

Misak-ı Milli ve Akbaş Baskını, İstanbul’un işgali için iyi bir vesile oldu. İşgal günü bazı Milletvekilleri tutuklandılar. Düşman askerleri her yere girdi. Şehzadebaşı Karakolundaki altı asker şehit edildi. 15 asker yaralandı. Hatta harbiye Nazırı Fevzi (Çakmak) Paşa bile Makamından süngülü askerlerce dışarı çıkartıldı.

Aynı gün öğleden sonra, saat 17’de Padişah Vahdettin, Yıldız Sarayında, Meclisi Mebusan adına gelen heyetle görüştü.

Ve onların, ”Milletin Anadolu’da mücadeleye azimli olduğunu ve sonuna kadar, devam edeceğini” belirtmeleri üzerine, Vahdettin’in söylediği: “Bir Millet var, KOYUN SÜRÜSÜ. Bir çoban lazım, o da benim.”

Gelişen bu olaylar Meclisin toplanmasını imkânsız kılmıştı.

18 Mart 1920 günü son oturumunda, meclis çalışmalarına ara verdi.

Sonunda 11 Nisanda Padişah kararı ile Meclis fesh edildi.

         1877 yılında kurulan, 1878’de kapatılan, 1908’de tekrar kurularak kesintili bir biçimde çalışan, ömrü 12 yıl bile olmayan Osmanlı Parlamentosu tarihe karışmıştı.

         İstanbul’un işgali ve Meclis-i Mebusan'ın kapatılması Türk kamuoyu üzerinde derin bir şok etkisi yarattı. İstanbul’dan ve oradaki yönetimden gerçekten ümit kesildi. Çok yerde mitingler yapıldı. Mustafa Kemal’in düşüncelerinin de doğru olduğu tüm yurtseverlerce kabul edildi.

         Mustafa Kemal’in tahminleri bir kez daha doğru çıkmıştı.

Artık herkes onun etrafında toplanacaktı.

İngilizler topladıkları milletvekillerini, tehlikeli gördükleri başka kişilerle birlikte Malta adasına sürerlerken, fırsatı bulanlar Ankara’ya kaçmayı düşündüler.

Bundan sonra İstanbul’dan Ankara’ya akın başladı. O güne kadar İstanbul’da kalıp ”bir şeyler yapmak” isteyenlerin artık tek umutları Ankara ve Mustafa Kemal oldu.

         İstanbul’un işgal edileceğini çoktan tahmin eden Mustafa Kemal, kısa bir süre için bıraktığı girişimini yeniden başlattı.

19 Mart 1920’de yayımladığı genelge ile dağılan Meclis-i Mebusan yerine; yeni bir Meclis kurulması gerektiğini, bunun Ankara’da toplanmasının uygun olduğunu ve yeniden seçimlere gidilmesini istedi.

         Tarihimizde yeni bir dönem açılıyordu.

 

 

KAYNAKLAR:

Prof. Dr. Ahmet MUMCU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi

Prof. Dr. Ergün AYBARS, Cumhuriyet Tarihi

Lord KİNROS, Atatürk

 

MUSUL VE KERKÜK MİSAK-İ MİLLİ SINIRLARINDAYDI

http://www.dunyabulteni.net/tarih-dosyasi/223260/musul-ve-kerkuk-turkiyeden-nasil-koparildi-

 

http://www.internethaber.com/1926-ankara-antlasmasi-maddeleri-ve-musul-karari-684054h.htm

 

Mondros Mütarekesi sırasında Kerkük merkez hariç, Süleymaniye ve genel olarak Musul vilayeti 6. Ordu komutanı Ali İhsan Sabis Paşanın denetimi altındaydı. Ancak mütarekenin 7.maddesi itilaf devletlerine gerekli gördükleri yerleri işgal yetkisi vermekteydi. İngilizler de bölgedeki Hristiyan halkın katledildiği bahanesi ile Musul’un boşaltılmasını Ali İhsan Paşadan istediler. Ali İhsan Paşa her ne kadar bu teklifi reddetmiş ve direnmişse de sonrasında İstanbul’dan gelen emir üzerine kuvvetlerini Musul’dan Nusaybin’e çekmek zorunda kaldı. Şehrin boşaltılmasının ardından İngilizler 10 Kasım günü Musul’u işgal ettiler. Bölgenin müslüman halkı TBMM’nin açılmasıyla beraber Milli Mücadeleyi desteklediler, Türkiye’nin tarafında yer aldılar.

Bölgede hâkimiyeti sağlamakta güçlük çeken İngilizler; Musul, Kerkük ve Süleymaniye şehirlerini zaman zaman havadan bombaladılar; Nasturi ve Asuruileri yanlarına çekmeye çalıştılar. Fransızlar da işgal ettikleri yerlerde Ermenileri kullanıyorlardı.

Misak-i Milli Sınırları

Bu sıralarda Anadolu’da Milli Mücadele başlamıştı. Doğuda Ermenilere karşı Batıda ise Yunanlılara karşı önemli başarılar kazanılmaktaydı. Anadolu’da mücadelenin başarıyla devam ettiği bu tarihlerde milli sınırlar içinde ifade edilen Kerkük, Süleymaniye ve Musul da TBMM’nin hedefi arasındaydı. Gazi Mustafa Kemal Paşa TBMM’nin açılışından yaklaşık bir hafta sonra Meclis kürsüsünden Misâk-ı Millînin güney sınırlarını şu şekilde ifade ediyordu:

"Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"

 

Mustafa Kemal Paşa, Musul’u Kerkük’ü ve Süleymaniye’yi Anadolu’nun bir parçası olarak tanımlıyordu.

Bölgenin İngiliz işgalinden kurtarılması için 1 Şubat 1922 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına Revandiz bölgesine bir kısım kuvvet gönderilmesi emri verildi. Bölgeyi, bölgedeki aşiretleri bilen ve Antep’te Kuvay-ı Milliye komutanlığı yapmış Milis Yarbayı Özdemir Bey’i bu göreve atandı. Aynı zamanda Musul’a taarruz için hazırlıklar da yapılmaktaydı. Özdemir Bey 22 Haziran 1922de Hakkari üzerinden Revandiz’e ulaştı. Bölgedeki aşiretlerle birlikte İngilizlere karşı önemli başarılar elde ederek Süleymaniye’ye girdi. İngilizlerin hiç beklemedikleri bu mücadeleye karşı yapabilecekleri ise sınırlıydı. Yeterli askeri kuvvetleri bulunmadığından bu şehirleri günlerce havadan bombalamak yoluna gittiler.

Özdemir Bey’in bölgedeki bu faaliyetleri sırasında Anadolu’dan Yunan kuvvetleri atılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk, Musul vilayeti ve Misak-i Milli sınırları tarifini 1923 yılında yaptığı konuşmada şöyle vermişti:

"Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istasyonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır."

Lozan konferansındaki görüşmelerin önemli başlıklarından biri Musul meselesi oldu. Konferans devam ederken Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, El cezire cephe komutanlığına Musul’a yapılacak muhtemel bir taarruz için hazırlıkların yapılması emrini veriyordu.

Türk tarafı Lozan Konferansında Musul, Kerkük’ün çoğunluğunun Türk olduğunu, Kürtler ve Araplarla beraber ise Anadolu’nun bir parçası olduğunu savundu. İngilizler, Türklerin petrol zenginliği için Musul’u istediklerini öne çıkartarak konferansa katılan diğer devletleri de kendi taraflarına çektiler.

Konferansta bu şekilde hararetle tartışıldığı günlerde 2 Ocak 1923’te Mustafa Kemal Paşa TBMM’de şunları söylüyordu:

“…Musul vilayetinin hudud-ı millimize dahil araziden olduğunu biddefaat ilan ettik. Lozan’da elyevm (bugünkü günde) karşımızda ahz-ı mevki etmiş olanlar bunu pekala bilirler. Vatanımızın hudutlarını tayin ettiğimiz zaman büyük fedakârlıklara katlandık. Menafiimize mugayir (menfaatlerimize aykırı) olmakla beraber müsalemet perverane (barıştan yana) hareket ettik. Artık milli arazimizden en ufak bir parçasını bizden koparmaya çalışmak pek haksız bir hareket olur. Buna kat’iyen muvafakat etmeyiz”.

Mustafa Kemal Paşanın bu açıklamalarının benzerleri milletvekilleri tarafından da ifade edildi. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, TBMM’de yaptığı heyecanlı bir konuşmada; “Paşa, ordunun başına otur, başka işin yoktur. Başkumandanlık vazifesini ifa et ve hudutlara bayrağımızı rekzet, bayrağını süngünü İngiliz’in gırtlağına daya! diyordu.

Lozan’daki görüşmelerin çıkmaza girmesi, Özdemir Bey’in Musul’da yoğunlaşan faaliyetlerine karşı İngiliz ordusunun saldırılarının artması Türkiye’yi İngiltere ile savaş noktasına getirmişti. Mustafa Kemal Paşa ise savaştan uzak durulması düşüncesindeydi. Musul’a yapılacak bir harekâtın ülkeyi sonu belirsiz bir savaşa sürükleyeceğini ifade etmeye başlayan Mustafa Kemal Paşa askeri seçenek yerine konunun konferansta çözülmesinin gerekliliğini

*Alıntıdır

 
 
  Bugün 1544733 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol