ATATÜRK VE ÇOCUK SEVGİSİ
Büyük önder Atatürk’ü, bugüne kadar bir çok yönleriyle tanırız. Onun büyük bir asker, büyük bir devlet adamı olduğu defalarca dinlendi ve okundu. Bu defa sizlere bu büyük insanın bilinen fakat çok işlenmemiş bir özelliğini anlatmaya çalışacağım.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini oluşturacak her temel taşı özenerek oluşturan bir önderdir. Bu sunum ile Atatürk’teki çocuk sevgisini de yeniden görmüş olacağız. Atatürk için çocuk; “Vatan gibi sevilmeli, ulus haklarını korur gibi korunmalı.” Onun cephede bulunduğu en bunalımlı günlerinde bile çocuklarla yakından ilgilenmesi, onları kendi koruması altına alması, onun ruh yüceliğini gösterir.
Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’da görevdeyken tuttuğu “ Hatıra Defteri”nden , onun yetim çocuklarıyla yakından ilgilendiğini öğreniriz. Birinci Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal iki çocuğu evlatlık alır. Bunlardan biri Van vilayetinden alınan kimsesiz bir çocuk, Abdürrahim’dir. Sekiz yaşında olan bu çocuğu Beşiktaş Akaretler’deki evinde oturan annesi Zübeyde Hanım’a emanet eder.
Büyük zaferden sonra da Abdürrahim’i Ankara’ya getirerek “ Sanayi Mektebi” ne yollar ve 1929 yılında Berlin Üniversitesi’ne gönderir. Abdürrahim’e soyadı kanunu çıkınca “ Tunçok” soyadı verilir. Abdürrahim, Berlin dönüşü “ Ankara Elektrik ve Havagazı İşletmesi’nde elektrik mühendisi olarak görev alır.
Zübeyde hanım vasiyetnamesinde Abdürrahim’e 20 lira verilmesini vasiyet eder. 1955 yılında Ankara’da Atatürk’ün hastalanan kız kardeşi Makbule Atadan’ı ziyaret eden Gazeteci Şemsi Belli, Abdürrahim’i de hastaneye götürür ve Makbule hanıma Atatürk’ün kaç manevi evladı olduğunu sorar.
Makbule hanımın hatırladığı kadarıyla Atatürk’ün dört manevi çocuğu vardır. Bunlar; Zühre, Afife, Abdürrahim ve İhsan adındaki çocuklardır. Ancak Zühre, henüz dört yaşındayken ölmüştür.
Türk Kurtuluş savaşında kahramanlık gösteren çocuklar, piyeslere, romanlara, öykülere, şiirlere konu olur. Kurtuluş Savaşı günlerinde kurtuluş bilinci okullara da sokulur.
Mustafa Kemal, yurt gezilerinde kendisine kahramanlık şiirleri okuyan çocuklarla yakından ilgilenir, onlara sevgisini gösterir ve kimilerini değerli ödüllerle ödüllendirir. O günlerin bir anısı, Mustafa Kemal’in önünde asker duruşuyla şiir okuyan çocuklardır.
Büyük zaferden dört ay önce 15 Mayıs 1922 tarihinde Ankara’da İzmir’in işgalini kınamak üzere bir “İzmir Gecesi” düzenlenir. Bu gecede bir oyun sergilenir ve Gültekin isimli bir küçük çocuk “ Hınç” isimli bir şiir okur. Bu şiirden Atatürk o kadar çok duygulanır ki dayanamaz çocuğu yanına çağırır ve bir Mısır prensinin kendisine hediye ettiği çok değerli altın saatini Gültekin’e hediye eder.
23 Nisan 1920’de kurulup açılan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyetimizin temeli olduğu gibi, ilk ulusal bayramımızın da temelidir. 23 Nisan’ın Ulusal Egemenlik Bayramı’nın yanı sıra “ Çocuk Bayramı” olarak da kutlanması Atatürk’ün çocuklara verdiği değerden kaynaklanır. Bu bayram Dünyada ilk çocuk bayramı olma özelliği taşır. 1921 yılından bu yana Hakimiyet-i Milliye ve Çocuk Bayramı yasal bir düzenleme olmadan kutlanır.
Kurtuluş Savaşı günlerinde çocuklara açılan bir güven kapısı olan “ Himaye-i Etfal Cemiyeti”, yani bugünkü adı ile “Çocuk Esirgeme Kurumu” kurulur. Ailelerini savaşlarda kaybeden çocukların himayesi için kuruculuğunu ve koruyuculuğunu Atatürk’ün üstlendiği bu cemiyet 01 Ekim 1921 tarihinde işe başlar.
Atatürk çocukların korunmasını o kadar önemli görüyordu ki bir konuşmasında ;
“Memleket çocuklarını korumayı üzerine alan Himaye-i Etfal’e vatandaş yardıma mecburdur.” der. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu kurumu olanca gücüyle destekler ve her imkanı sağlamaya çalışır. Çocuk bayramı lafta kalmaz ve bu kurum ile çocuklara verilen önem vurgulanır.
23 Nisan Çocuk Bayramı’na Atatürk’ün verdiği önemi Prof. Dr. Afet İnan şöyle anlatır;
“Atatürk, bu çocuk bayramına çok önem vermiştir. Her 23 Nisan’da Himaye-i Etfal Cemiyeti’nden çocuklar Çankaya’ya gelmişler ve orada Atatürk tarafından karşılanmışlardır.”
23 Nisan 1927 günlü Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde 23 Nisan gününün Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından Çocuk Bayramı olarak kabul edildiği belirtilerek, kutlama programı açıklanır. Aynı gazete çocukların otomobille gezmeleri için, Reis-i Cumhur hazretlerinin kendi otomobillerini 23 Nisan’da çocuklara tahsis ettiğini yazmaktadır. 23 Nisan için bir çok ünlü şairimiz de çocuklar için şiirler yazar.
23 Nisan daha sonra kutlanan bir gün olmaktan çıkar ve bir çok etkinliklerin yer aldığı Çocuk Bayramı haftasına dönüşür. Yunus Nadi 23 Nisan 1929 tarihli “ En Büyük Mesele” başlıklı baş yazısında şunu yazar;
“Bugün bütün Türkiye’de büyük bir meselenin haftası başlıyor, hepimizin bildiği gibi Çocuk Haftası; işte günün ve Türk İnkılap Tarihinin en büyük meselesi budur. Çocuk demek ve o konu üzerinde düşünmek insanı zaten en büyük mesele içine sokmaya kafidir.”
İlk Çocuk Bayramı haftasında çocuklar için bir çok yazı şiir ve makale yayınlanır. Dönemin başbakanı İsmet İnönü’de “ Çocuk Sevgisi” isimli bir yazı yayınlar. Burada da rahmetli İnönü’yü bu vesile ile anmış olalım.
1929 Nisan’ında çocukların Türkiye Büyük Millet Meclisine ilettikleri istekler, bugün de tüm dünya çocuklarının dilekleri ve hakları olarak kabul edilebilir. Atatürk ilk “Çocuk Hakları Beyannamesi”ne imza atan ilk devlet adamlarından biridir.
Atatürk Büyük Zaferden sonra TBMM başkanı olarak Güney Anadolu’ya ilk gezisini 1923 yılı Mart ayında yapar. Bu seyahati sırasında da sırayla bir çok il ve ilçeyi dolaşır. Uğradığı her yerde okulları gezer, öğrencilerle yakından ilgilenir, onları dinler ve onları yönlendirir.
18 Mart 1923 tarihinde Tarsus’ta bir sınıfta zeki bir çocuk ezbere Arapça parça okuyunca şöyle der; “ Ben çocukken hiç ezberlemezdim. Öğretmenlerimden ceza alırdım. Ancak bundan memnunum. Her ezberlettiklerini belleyeydim, dimağımda düşünmeye yer kalmayacaktı.”
Atatürk Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da çocuklara yakın ilgi göstermeye devam etti. Çocuklarla kolay diyalog kurdu. Aldığı cevaplar hoşuna gittiğinde duygulandı, gururlandı. Onlarla konuşmak için fırsatlar yarattı.
Atatürk, 16 Ekim 1925 tarihinde Uşak’a geldi, yetim ve öksüz çocukların barındığı “ Şefkat Yurdu”na uğradı. Öksüz bir yavru birden onun kucağına atladı. Yaşından beklenmeyen içli ve duygulu sözler söyledi. Atatürk’ün gözlerinden yaşlar süzüldü ve çocuğu bağrına basarak şöyle dedi ; “ Ben hayatta çok az ağlayan bir adamım. O da Uşak’ta burada oldu.”
Atatürk’e rastlayan çocuğun yaşamının akışı değişmektedir. Bunlardan biri de Sabiha Gökçen’dir. Bursa’da karşılaştığı öksüz ve yetim Sabiha’yı manevi evlat edinen Atatürk, bu kızın ilk kadın Türk pilotu olmasını da sağlar. Vasiyetnamesinde Sabiha Gökçen’e bir ev alınmasını ve yaşadığı sürece kendisine 600 lira aylık verilmesini belirtir.
Atatürk bir Konya gezisinde Rukiye’yi tanır. Kimsesiz bu çocuğu Ankara’ya getirir ve okumasını sağlar, daha sonra bir jandarma yüzbaşısı ile evlendirir. Düğün Dolmabahçe Sarayında yapılır. İlk dansı da Rukiye ile kendisi yapar ve onu onurlandırır.
Atatürk’ün vasiyetnamesinde yer alan bir diğer çocuk da Afet İnan’dır. Daha sonra Prof. Olan Afet İnan Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyesi olup, bu kuruma uzun yıllar as başkanlık yapar. Atatürk’ün vasiyetnamesinde Afet İnan’a ayda 800 lira verilmesi belirtilir.
Atatürk’ün manevi kızlarından biri de Nebile’dir. Öğrenim için İstanbul’dan Ankara’ya getirilen Nebile daha sonra Viyana Büyükelçiliği başkatibi Tahsin Bey ile evlendirilir.
Atatürk’ün ölümünden birkaç gün önce kendisini ziyaret ederek ağlayan Nebile’ye Atatürk; “ Sana emrediyorum, ağlamak yasak !..” der ve onun ağlamasını istemez.
1940-1950 yıllarında ilkokula gidenlerimiz, alfabelerinin kapağında Atatürk’ün en küçük manevi kızı Ülkü’yü hatırlar. Ülkü’nün annesi Vasfiye hanım da Zübeyde hanım tarafından evlatlık alınıp büyütülür. Zübeyde hanım ölünce, Vasfiye hanım Atatürk’ün kız kardeşi Makbule hanımla birlikte oturur ve doğurduğu kız çocuğuna Atatürk, daha çocuğun yüzünü görmeden Ülkü adını koyar. Atatürk vasiyetinde Ülkü’ye ayda 200 lira ödenmesini ister.
Atatürk Yalova’da karşılaştığı sığırtmaçlık yapan, Mustafa’nın kaderini değiştirerek onun Harp Okulunu bitirerek subay olmasını sağlar. Mustafa 15.01.1987’de Yalova’da vefat eder.
Atatürk’ün eğitim tarihimizde ayrı bir yer tutmasının başlıca nedenlerinden birisi de eğitimimize ilişkin gözlem ve teşhislerde bulunmasıdır. Öğretim programları ve ders kitaplarıyla da yakından ilgilenen Atatürk, öğrencilere yönelik ders kitapları da yazar. Kısaca ulusunun eğiticisi olur.
Atatürk tarihe özellikle Türk tarihine çok önem verir. Okullarda zeki ve çalışkan öğrencilere tarihçi olmalarını tavsiye eder. Edirne Muallim mektebinde Refet Angin isimli bir öğrenciye; “ Bak çocuk görev şimdi başlıyor. İyi bir tarih hocası olacaksın. İnkılapları, cumhuriyeti, Çanakkale zaferini çok iyi anlatacaksın.” der.
Prof. Dr. Aydın Sayılı 1933 yılında Ankara Erkek Lisesinde öğrenciyken, Atatürk’ün bitirme sınavlarına gelip bizzat sözlü sınavlarda bulunduğunu ve not cetvelini imzaladığını anlatır.
01 Temmuz 1933 tarihinde Galatasaray Lisesinde yapılan tarih, coğrafya ve Yurt Bilgisi imtihanlarında da Atatürk hazır bulunmuş ve okulun hatıra defterini imzalamıştır.
03 Şubat 1934 tarihinde Yozgat Lisesi’nde Vehbi Ulusoy isimli bir öğretmenle Atatürk arasında şöyle bir konuşma geçer;
“ Vehbi bey seni bir yerden tanıyorum.”
“Evet paşam; Çanakkale Savaşları’nda yedek subay Teğmen Vehbi, Kurtuluş Savaşı’nda Yedek Subay Talimgah Muhabere Öğretmeni Üsteğmen Vehbi.”
Gazi bu tanıtmadan çok duygulanır ve memnun kalır.
“Benden bir dileğin var mı ? “ diye sorar.
Vehbi bey ; “ Evet paşam milletvekili olmak istiyorum.” der.
Bunun üzerine Gazi; “ Bırak Vehbi. Ben milletvekilini nerede olsa bulurum, ama bu sınıfa öğretmen bulamam.” der.
Sivas Lisesinde geometri dersine giren Atatürk Arapça kelimeleri söylemekte zorlanan öğrenciler için, tebeşiri eline alır, zaviye için açı, dılı yerine kenar, müselles karşılığı olarak üçgen gibi kelimelerin kullanılmasını ister. Öğrencilere Pythagoras teoremini anlatır.
Atatürk, bugün dilimizde “koşut” olarak kullandığımız “muvazi” kelimesinin yerine “paralel” kelimesini kullanır ve bu kelimeyi açıklarken, Orta Asya’daki Türklerin kağnıdaki iki tekerliğin bir dingile bağlı olarak duruş biçimine “para” dediklerini belirtir.
Atatürk’ün cebindeki saati çıkarıp armağan ettiği çocuklardan biri de küçük Altan’dır. Saatin üzerinde gayet ince bir yazı ile “Turhal Şeker Fabrikası”, arkasında da G.M.K. harfleri vardır. Saat Atatürk’e 19.10.1934 yılında hediye edilmiş ve üretici firma bu saatin bir eşini daha yapmayacağını belirtmiş. Saatin düzeneği 19 pırlantalıdır.
12 Nisan 1934’te Atatürk İzmir’de çocuk balosuna katılır. Burada küçük kız öğrencilerle dans eder. Gazi Mustafa Kemal’in İzmir Gazi İlkokulunu ziyareti ve çocuk balosuna katılmasını Riyaseti Cumhur Katibi Umumi vekili Hasan Rıza Soyak, İç İşleri Vekili Şükrü Kaya Bey’e bir telgrafla bildirir.
Atatürk, 26 Mart 1937 tarihinde Ankara Halkevi’nde Bursalı öğrencilerin gecesine katılır. Burada gençler “ Dağ başını duman almış” adlı marşı söyler.
Atatürk, 1937 yılında “ Ben bir İnkılap Çocuğuyum” adlı kendi hayatını anlatan
bir film senaryosu yazdırır ve bu senaryonun düzeltme notları altına kendi
el yazısıyla şöyle yazar ;
“Bir zaman gelir beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkar ederler ve bana karşı çıkabilirler. Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından da çıkabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve o kadar kuvvetlidir ki, bu fikirler Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir. Feyizli neticeleri kalpleri doldurur.”
Atatürk, bir başka konuşmasında şöyle der; “ Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir. Ben milletimin öğretmeniyim.” O ulusunun yediden yetmişine baş öğretmenidir.
Atatürk Ankara Halkevi Çocuk Operetine de gitmişti.
Bazen o da çocuklaşırdı. Sakarya Savaşı’na giderken yanındakilere; “ Hey çocuklar bum bum başladı bilesiniz” diye gülerek takılır.
İzmir Palas’ta verilen bir çocuk balosunda, Ali isimli bir öğrenci, kollarını Atatürk’e doğru açarak içten gelen bir sesle; “ Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni karşımda görünce damarlarımda bir şeylerin kaynadığını duyuyorum. Ah.. Seni doya doya öpmek istiyorum.” diye haykırır, O da kollarını açar; “ Öyleyse gel öp.” der.
Ali koşarak Ata’nın boynuna sarılır, diğer bütün çocuklar da “Biz de biz de “ diyerek koşup Ata’ya sarılır. Bu manzara orada bulanan herkesi ağlatır. Bunun üzerine Atatürk şöyle der ; “ İşte benim neslim bunlar, bunlarla biz akranız.”
Ata’nın yaveri Hasan Rıza Soyak’tan bir anı; “ Bir gün yanına gittiğimde küçük Ülkü’yü yine büyük Ata’nın kucağında bulmuştum. Çocuk katıla katıla gülerek O’nun altın sarısı saçlarını çekiyor, burnuna yapışarak, ara sıra yumuk elleriyle Ata’nın yüzüne tokatlar indiriyordu. Bir ara Ata ile göz göze geldik. Gök mavisi gözleri sevgi ve neşeden ışıl ışıldı.”
Atatürk Hasan Rıza Soyak’a dönüp ; “Çocuklar ne güzel şey, çocuklar ne sevimli ne tatlı yaratıklar değil mi ? En çok hoşuma giden halleri nedir bilirmisin ? İki yüzlülük nedir bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamalarıdır. der
Küçük Ülkü bir sofrada çocuk bayramında gördüklerini anlatmaya çalışırken Atatürk sofradakilere şunu söyler; “ Eşini mutlu edecek herkes evlenmelidir. Çoluk çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız. Bu meselede örnek İsmet Paşa’dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki, bu iş benim başaracağım iş değilmiş.
Çocuk sevgisi insan için bir ihtiyaçtır. Hele yaş ilerledikçe bu ihtiyaç kendisini daha kuvvetle hissettiriyor. Onun için Ülkü’yü yanımdan ayırmak istemiyorum.” der.
Bir gün İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nde çocuk bakımı dersleri için çocuk bahçesini ziyaret eder. “ Biz niçin çocukları severiz ?” diye sorar. Herkes bir cevap verir. Gazi en sonunda kendi fikrini söyler; “ Çocukları severiz. Çünkü bizim devamımızdır. Her çocukta biz, ebediyete doğru uzanıp giden iştiyaklarımızın tatminini buluruz.”
Çocukların seviyesine rahatlıkla inebilen Atatürk, Florya plajında tatil yaparken, Bir Amerikalının hastalanman bebeği için, kendi özel doktorunu göndermiştir.
Son söz, bize ışık saçan, ışık bırakan bu önderimize Türk Milleti olarak sonsuz minnettarız.