Mevlevi ve Bektaşi
Gunun birinde yolu dergaha dusen kendi halinde bir adam, dergahta, bir Mevlevi ile bir Bektasi''nin sohbet ettiklerini gorunce yanlarina yaklasir.
Kendini tanitir ve dergahi merak ettigini, nasil zikir edildigini izlemek icin geldigini soyler.
Erenler baslar adama cesitli nasihatlerde bulunmaya, herbiri kendi yolunu mumkun olan en tatli dille anlatmaya calisir. Adam bir yandan onlari dinlerken, bir yandan da gozleri onlarin giysilerine takilir.
Mevlevi'nin giydigi kiyafette kollar o kadar genis ve uzundur ki hem icine uc kisinin birden kolu sigabilir, hem de uzun oldugu icin yalnizca kollari degil, elleri de kapatmaktadir.
Bektasi'nin kiyafeti nde ise tam tersi bir durum vardir. Elbisenin kolu daraciktir, neredeyse tene yapismistir; ustelik kisa oldugu icin, eller ta bileklere kadar aciktir.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini ogrenmek ister. Buyuk merakla, once Mevlevi'ye sorar: "Pirim, kiyafetinizin kollari neden o kadar genis ve uzun? Bunun ozel bir sebebi var mi?"
Mevlevi hic beklemedigi bu soru karsisinda oldukca sasirir. Iki kolunu da biraz yukariya kaldirir, sonra ellerini birlestirerek kollarini daire sekline getirir ve soyle der: "Evet, ozel bir sebebi vardir. Cunku biz insanlarin gunahlarini, ayiplarini, kusurlarini orteriz. Baskalari gormesin diye uzerini kapatiriz."
Yanittan oldukca hosnut olan adam ayni merakla bu kez Bektasi''ye doner:
"Peki siz, pirim? Sizin kiyafetinizin kollari neden bu kadar dar ve kisa?
Siz insanlarin gunahlari ve ayiplarini ortmez misiniz?"
Bektasi kendi kollarina bakar, birkac saniyelik bir dalginliktan sonra gulumser ve adama bakarak soyle der: "Biz mi? Bizim genis kiyafetlere ihtiyacimiz yoktur. Cunku biz insanlarin gunahlarini ve kusurlarini gormeyiz."