A Ğ I T L A R I M I Z
Bazen, baştan beri tersinin de doğru olabileceğini hiç düşünmemiş olduğumuz kimi olgularla ilgili, farklı bir yazı okuyunca, başka birinden farklı bir yaklaşım dinleyince, sonuç olarak o güne kadar inandığımız bir kavrama bizim baktığımız gibi bakmayan bir görüşle karşılaştığımızda, özeleştiri yapma yeteneğimiz varsa, ya da o güne kadar aldığımız eğitimde esneklik ya da analitik düşünce denen şeye sahip olabilmişsek, bizim doğrumuzdan başka doğruların da olabileceğini kabul ederiz.
Ama, bunun için esnek bir düşünce sistemine sahip olmamız şart. Oysa bu, bizim yapımızdaki toplumlarda çok zor kazanılan bir özellik. Çünkü sistem, ya da egemen düşünceyi temsil eden ve kitleleri sorunsuz olarak yönetmek için “hamasi edebiyat” ya da “popülist politika” denen olgudan yararlanan askeri ve siyasi seçkinler, bizim neyi nasıl düşünmemiz için yeterli baskıyı, biz hissetmeden zaten kurmuşlardır.
Erdoğan Aydın birkaç haftadır, bir gazetenin hafta sonu ekinde, 1. Dünya Savaşına neden girdiğimizi, daha doğrusu savaşa girmek zorunda olmadığımızı, muhteşem belge ve örneklerle irdelemeye çalıştı. Son tahlilde ise, bizi savaşa sokanların, diğer halkların yanı sıra, bizzat adına davrandıkları Türklere karşı da suçlu olduklarını, Türk halkını acımasızca ölüme gönderen egemen kastla ve onların siyaset tarzıyla hesaplaşmamız gerektiği dile getirdi.
Bu düşüncenin, düşüncelerimizi biçimlendiren toplumsal yapıyı göz önüne aldığımızda, biraz itici ve hemen itiraz edilecek bir kavram olduğunun farkındayım. Ama keşke tarih bilincimiz, bize öğretilenlerle yetinmemeyi gerekli kılacak düzeyde olsaydı ve keşke biz olaylara farklı bakabilmeyi bir yaşam tarzı olarak seçebilseydik diyeceğim ben.
Uzatmadan konuyu toparlayacak olursak; Erdoğan Aydın bu hafta halkın ağzından, dilinden, duygularından savaşa bakmayı denemiş.. onları aktarmak istedim sizlere. Bir Afrika atasözü; “Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar avcılık öyküleri her zaman avcıları yüceltecektir..” demektedir. Bakalım aslanlar neler söylemiş?
Vatandaşın, kul olarak, hemen hiçbir hakkının olmadığı bir ülkede vatandaşlık haklarından kopartılmış, dolayısı ile kendi özüne yabancılaştırılmış bir vatan hamaseti ile, hem vatandaşı keyiflerince sömürür hem de istedikleri savaşlara sürerler.. “bu vatan toprağın kara bağrında/ sıradağlar gibi duranlarındır” diye başlayıp, “hudutlarda gaza bayraklarından/ alnına ışıklar vuranlarındır..” diye devam eden şiirler yazarak “ey bu topraklar için toprağa düşen askere” seslenirler..
Osmanlı zamanında “bedel” uygulaması vardır ve varlıklı ailelerin çocukları askere gitmemektedir. (bir bakıma şimdi de pek farklı değil!!!) Oğulları askere giden Anadolu kadını ise yüreği yanarak şöyle seslenir:
Yemen yolu çukurdandır
Karavana bakırdandır
Zengin olan bedel verir
Ölen giden fakirdendir
Genç nüfus kırıldıkça sırayla, 17, 16 ve 15 yaşındaki çocuklar askere alınırlar.. ve sonunda yaş sınırı kaldırılıp, 45 kilonun üstündeki tüm çocuklar asker edilirler.. analar bu kez şöyle seslenirler:
Mızıkalar çalınıyor
Asker olan gelsin diye
On yedili asker olmuş
Topluyorlar ölsün diye
Ya da;
Gitme Yemen’e Yemen’e
Yemen sıcak dayanaman
Kalk borusu erken vurur
Sen küçüksün dayanaman
Ya da yöneticiler sorgulanır:
Yemen bizim neyimize
Şivan düştü köyümüze
Bak yavrular yetim kaldı
Güvenmeyin beyinize
Halk aslında aldatıldığının bal gibi farkındadır.. şöyle seslenir:
Kar mı yağmış Erzurum’un düzüne
Kül elendi ahalinin yüzüne
Kafir millet uydu Alman sözüne
Bahçede güllerin soldu Erzurum
Halka yönelik aldatmacaya tepki ise şöyledir:
Seferberlik oldu gelin dediler
Üç günlük erzakı alın dediler
Gidin Erzurum’da ölün dediler
İşte böyle böyle hal, deli gönül
İster ağla ister gül, deli gönül
Savaş öyle bir yıkımdır ki, anaların yüreği dayanamaz bin bir zorlukla büyüttüğü çocuklarının elinden alınmasına.. ve ağlayarak seslenir:
Eledim eledim höllük eledim
Aynalı beşikte bebek beledim
Büyüttüm besledim asker eyledim
Gitti de gelmedi buna ne çare
Karadenizli, kendi dilinde, kendi kültüründe dert yanar:
Erzurumun dağlari yedun Maçkalilari
Kiminin yari ağlar kiminun analari
Dertliyim kederliyum her ne desan kanarum
Ey Zigana dağlari gördi mi sizi yarum