ATATÜRK ve ÇEK
Atatürk bir gün yakın çalışma arkadaşlarıyla Beyoğlu'nda yeni açılan Turkuvaz isimli bir lokantaya gitti.
Lokantanın sahibesi, Atatürk'ü karşısında görünce hemen özel bir masa hazırlamaya girişti. Ama Atatürk onu engelledi, bulduğu boş bir masaya ilişti. Modern görünümlü insanlar keyif içinde yemek yiyor, mekânın şıklığı dikkat çekiyordu.
Burada gördükleri çok etkilemişti Atatürk'ü... Böyle bir lokantanın yaşaması gerektiğini düşünerek kadına, 'Sizin için ne yapabilirim?' diye sordu.
Kadın da böyle bir lokali geliştirmek için çok para gerektiğini ama hiç parası kalmadığını anlattı.
Bunun üzerine, yaverinden çek karnesini istedi Mustafa Kemal ve o günler için hatırı sayılır miktarda bir para yazdı. Çeki kadına uzatacaktı ki tam bu sırada uzanan bir el, onun elini tuttu.
Bu elin sahibi, genç bir doktor olan Reşid Galip'ti. Reşid Galib Atatürk'ün kulağına eğildi fısıldadı:
- Bu parayı vermemelisiniz efendim!
Şaşkınlıkla 'Neden?' diye sordu Atatürk...
- Çünkü bu para amaca uygun harcanmış olmaz!
'Allah, Allah...' diye söylendi Türkiye Cumhuriyeti' nin kurucusu ve çıkıştı:
- Benim param değil mi, nereye istersem oraya harcarım!
Genç doktor kibarca direndi:
- Hayır efendim, sizin paranız değil. Milletin parası... Size, sadece emanet o para!
Atatürk genç doktorun gözlerinin içine bakarak önce çeki yırttı, sonra da oturduğu yerden kalkarak mekândan ayrıldı, Ankara'ya döndü.
Birkaç gün sonra İstanbul'da kalan Reşid Galib'e bir telefon geldi. Karşıdaki ses, 'Maarif Vekilliği'ne atandığını' (Milli Eğitim Bakanı) müjdeliyordu.
***
Bu anıyı Bütün Dünya Dergisi'nin son sayısında okudum. İlk olarak 1947'nin Kasım ayında Millet Dergisi'nde yayınlanmış.
Daha önce hiç duymadığım bu öykü, Atatürk'ün ne kadar önemli bir devlet adamı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Genç doktorun kendisine verdiği dersi unutamamış, kızmak bir yana; onu Türk gençliğinin eğitiminden sorumlu bir makama atamış.
***
Büyük önderi, hayata veda edişinin 69'uncu yıldönümünde saygıyla ve sevgiyle anıyoruz...
Ama o gün onun elini tutan genç doktoru da aynı sevgi ve saygıyla anmak istiyorum...
Keşke bugün de 'devlet Adamları'nın yanında birer Reşid Galib olsa... Ve onlar da trilyonlarca parayı; gözlerini kırpmadan restorasyona, arabalara, şatafata harcayabilen bu insanların ellerini tutup, engel olabilse...
Oysa ne bugünkü devlet adamları Atatürk kadar olgun, ne de bugünün aydınları Reşid Galib kadar cesur...
Yıl 1923.
Daha sonra İngiliz Krallık tahtına oturacak olan Edward, Hindistan’ı Veliaht olarak ziyaret etmektedir. Top ve trampet sesleri arasında bir savaş gemisinden iner. Ama kendisini karşılayanlar, sadece bir kaç mihrace le birkeç yerli görevlidir.
Alışılmışın aksine halk ortada yoktur.
Üzgün bir biçimde babası V.George’a bir mektup yazarak sorar:
“Acaba bu durum, Gandi’nin düzenlediği bir aşağılamagösterisi midir?”
Sorunun yanıtı tarihe geçmiştir:
“Hayır! Bunun nedenini Mustafa Kemal’in açtığı Kurtuluş Savaşında aramak daha doğru olur...”
Endonezyalı bir diplomat Yakup Kadri’ye bir anısını anlatmıştır.
“Dokuz - on yıl önce, bir ticaret için Saygon’a gitmiştim. Baktım ki halk tapınaklara toplanmış bir yas ayini yapıyor. ‘Ne oldu ? Kim öldü ?’ diye sordum. ‘Mustafa Kemal sonsuzluğa göçtü’ dediler....”
Atatürk'ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor :
Baskumandan, dusmandan kurtardigi Izmir'de gecirecegi ilk geceyi yasiyordu.
Mustafa Kemal Pasa İzmir'de ilk gecesini calisarak gecirdi. Zengin bir
sofra hazirlandigi halde ufak tefekle karnini doyurdu ve gec vakitlere
kadar calisti.
Ertesi sabah erkenden uyandik.
Hafif bir kahvaltidan sonra vilayet konagina gittik.
Vali, Ingiliz konsolosu ile konusuyordu.
Biz gelince vali ayaga kalkti ve konsolos ile Mustafa Kemal Pasa'yi
tanistirdi. Konsolos iyi Turkce biliyordu.
Pasa valiye sordu:
-'Konu nedir ?'
Vali anlatti:
-'Sayin konsolos, ingiliz tebasi vatandaslarla rum ve ermeni azinligin
guven altinda olup olmadigindan endiseleniyorlar. Ben kendilerine
herkesin guven altinda oldugunu bildirdim'.
Mustafa Kemal Pasa konsolosun turkce bildigini biliyordu, buna ragmen
kendisine valiyi muhatap aldi:
- 'Ee, peki daha ne istiyormus ?'
Bu soruya konsolos turkce cevap verdi:
-'Tebamiz icin hukumetinizden yazili teminat istiyorum !'
Pasa:
-'Ne yani, Yunanlilar zamaninda siz tebanizi daha emniyette mi goruyordunuz ?'
Konsolos, kasilarak:
-'Evet' dedi, 'Yunanlilar buradayken tebamizi daha emniyette goruyorduk.'
-'Oyleyse buyrun, tebanizla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim !'
Konsolos sinirlenerek sesini yukseltti:
-'Yani majestelerimin hukumetine savas mi aciyorsunuz ?'
Pasa:
-'Siz kiminle neyi konustugunuzu biliyor musunuz ? Ben Millet
Meclisinin baskani ve Turk ordulari baskomutaniyim. Savas acmaya da
baris yapmaya da tam yetkiliyim. Peki siz kimsiniz ?! Hukumetiniz
adina savas ve baris gorusmeleri yapmaya yetkili misiniz ? Boyle bir
yetkiniz varsa goruselim. Yoksa (eliyle kapiyi gosterdi) buyurunuz
disariya, efendim !..'
Konsolos, Mustafa Kemal Pasa'nin son sozleri uzerine sapsari kesildi
ve tek bir kelime soylemeden kapidan cikti gitti.
Mustafa Kemal Pasa, adamın arkasindan valiye dondu:
-'Bunlara yuz vermeyin vali bey ! Bir donanma onunde pisacak, bir blof
karsisinda yelkenleri suya indirecek bir devletcik saniyorlar bizi !
Kustahlik derecesine bakin, bana 'savas mi aciyorsunuz ?' diye
soruyor. Barut kokan bir odada adamin sordugu seye bak !.. Savas
halinde degiliz sanki !'
Birkac saat sonra, Ingiliz donanmasi komutani hukumet konaginin
kapisindan girerek Mustafa Kemal Pasa'nin odasina yoneldi. Nazik fakat
ofkeli bir hali vardi. Rusen Esref kendisine ne istedigini sordu.
-'Baskomutan Mustafa Kemal Pasa ile gorusmek istiyorum !..'
Birlikte odaya girdiler, kapi kapandi.
Amiral:
-'Cok guc kosullar altinda bir savas kazandiniz, sizi asker olarak
ictenlikle kutlarim. Canakkale'deki basarinizi rastlantiya borclu
olmadiginiz kanitlandi boylece. Buyuk bir askerle tanistigim icin
memnunum.' diyerek ovguler yagdirmaya basladi.
Pasa, bikkin bir ifadeyle:
-'Bunlari gecin amiral. Cok isimiz var. Asil konuya gelin' dedi..
Amiral bu tavir karsisinda bocalayarak konuya girdi:
-'Izmir'de tebamiz ve sizin azinliklariniz ermeniler, rumlar var. Yeni
askeri yonetim altinda bu insanlarin statusu nedir? Guvende midirler?..'
-'Hic kuskunuz olmasin amiral. Tebaniz ve azinliklar hukumetimizin
korumasi altindadir. Suc islemeyenler, kendilerini guvende
sayabilirler'
-'Peki suc isleyenler ?'
-'Suc isleyenler sayin amiral, muhtemelen sizin ulkenizde de oldugu
gibi, adaletin huzuruna cikar. Suclu olanlar, cezalarini cekerler.'
-'Fakat Pasa Hazretleri, fevkalade gunler gecirdik. Yunan ordusundan
cesaret alan rumlar simariklik yapmis olabilir. Bugun bu insanlar
yerli halkin dusmanligi ile yuz yuzedirler. Ermenilerin biliyorsunuz
buyuk bir bolumu goce zorlandi ve onemli bir bolumu hayatlarini
kaybetti. Bu ruh haliyle Yunan ordusu ile isbirligi yapmis, bazi
Turklere zor gunler gecirtmis olabilirler. Bunlar, fevkalade gunlerin
olaylaridir, bagislanmasi, hos gorulmesi gerekir. Eger bu kisiler
halkin husumetine birakilacak olursa, butun dunya aleyhinize kiyameti
koparir !..'
Son cumleye kadar amirali sakince dinleyen Mustfa Kemal Pasa,
'dunyanin koparacagi gurultu' ile tehdit edilince amiralin sozunu
kesti:
-'Ustunluk pozunuzu derhal bir kenara koyunuz amiral ! Milletleri
tehdit etmekten de vazgeciniz. Ingiltere ve muttefiklerinin kiyamet
koparip koparmayacagini dusunmem bile ! Bunlar memleketin dahili
isleridir ve de sizin bu islere karismaniza musaade etmem.
Majestelerinin devleti bizim azinliklarla ugrasmaktan vazgecsin. Kim
ki bize saygi beslemez, bizden de saygi beklemeye hakki olmaz'
Amiralin yuzu bembeyaz oldu:
-'Ingiliz hukumetinin tebasini her yerde koruma hakki devletler hukuku
teminati altindadir. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladigimiz rum
ve ermenilerin guven icinde bulundurulmasini sadece rica ettik. Yoksa
biz bu guvenligi saglayacak gucteyiz...'
Pasa:
-'Arkaladiginiz Yunan ordusunun denizde yuzen cesetlerini herhalde
gormus olmalisiniz. Ordumuz asayisi saglamistir. Izmir limanini
donanmaniza kapatiyorum. Isterseniz, tebanizi gemilerinize
doldurabilirsiniz. Donanmanizin en kisa zamanda limani terk etmesini
istiyorum !'
Sert sozler karsisinda amiral ne yapacagini sasirdi:
-'Ingiltere'ye savas mi aciyorsunuz ?'
Pasa:
-'Savas acmak mi ? Siz yoksa Sevr antlasmasinin halen yururlukte
oldugunu mu saniyorsunuz? Biz onu coktan yirtip attik bile. Karsimda
serbestce oturusunuzu, sizi konuk saymama borclusunuz ! Fakat
nezaketimizi kotuye kullanmaniza musaade edemem. Su anda hukuken
'baris antlasmasi yapmamis' iki devletiz. Savas hukuku halen
yururluktedir. Gemilerinizi derhal karasularimizdan cekmenizi size
tekrar ve son defa ihtar ediyorum !...'
Bir balmumu heykeline dondu amiral.....
Sert adimlarla girdigi Mustafa Kemal Pasa'nin odasinda oturdugu
sandalyede kuculdukce kuculdu ve sonunda kekeleyerek: '- Affedersiniz
!' dedi, yerlere kadar egilerek geri geri kapiya gidip disari cikti.
Olay kisa sure icinde sehirde duyuldu...
Ingiliz ve Fransizlar kendi uyruklarini gemilere bindirmeye basladilar.
Birkac saat sonra da sessizce cekilip gittiler...
Türkiye Atatürk'tür, Atatürk Türkiye'dir.
ATATÜRK'ÜN GÖRDÜĞÜ SON RÜYA
26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı. Prof.Dr.Afet İnan,olayı şöyle anlatıyor :
"O geceyi rahatsız geçirdi, ilk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında" : "Demek ölüm böyle olacak" diyerek "uzun bir rüya gördüğünü" söyledi ve "Salih'e söyle, ikimizde bir kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi.
Atatürk'ün,burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisinin de söylediği gibi ölümün habercisiydi. Salih Bozok'un kuyudan kurtulması ise bilindiği gibi, Atatürk'ün vefat ettiği gün, buna çok üzülen Salih Bozok'un da intihar etmesi ve sonunda onun kurtarılmasını simgeliyordu. İşte bu ATATÜRK'ün son rüyası idi...
1976 yılında, UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir. “Bugün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir. Bu nedenle, O’nun doğumunun yüzüncü yılını, 152 ülkenin (o tarihte 152 üyesi vardı UNESCO’nun) aynı anda kutlaması” önerisidir.
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: “Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar; yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
“Genç delege arkadaşım, hatırlatmak isterim ki Atatürk öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir. Bırakın onu bir yıl anmayı, her ülke her problemimizde çare olarak onu aramalıyız.” sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra ne mi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir; hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok, 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani?” diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler:
“Ben Atatürk’ü inceledim; bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum.”
ATATÜRK'ÜN GELECEĞİ GÖRDÜĞÜ OLAYLAR
Atatürk 1931 yılında, 2.Dünya Savaşı’nın patlamasının yakın olduğunu söylemiş ve bu konudaki düşüncelerini General McArthur'a şöyle anlatmıştı.
"Versay antlaşması, 1.dünya savaşı'na yol açan nedenlerden hiçbirini ortadan kaldırmadı. Tersine rakipler arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirdi. Şimdi içinde yaşadığımız barış dönemi, sadece bir ateşkesten ibarettir. Avrupa'nın geleceği Almanya'nın alacağı tavra bağlıdır."
General McArthur'a göre,savaşın 1940-1945 yılları arasında çıkacağını söyleyen Atatürk, Almanya'nın ancak Amerika'nın savaşa katılması ile yenileceğini ifade etmiştir.
Atatürk hayatının sonlarına doğruda şöyle diyordu;
"Bir dünya savaşı yakındır. Bu savaş sonucunda, dünyanın durumu ve dengesi baştanbaşa değişecektir."
ATATÜRK, Mussolini hakkında da şu görüşlerini açıklamıştı ;
Mussolini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Her tarafa saldırıyor. Bu adam yüzünden, çok şımarmış olan bu millete dersini vermeyi çok isterdim, lakin yakında bir küçük millet onlara layık olduğu dersi verecektir. Ve şunuda hatırlatırım ki, bir gün gelecek, Mussolini'yi kendi milleti linç edecektir."
Bu görüşleri aynen gerçekleşmiştir.
ATATÜRK'ÜN 1907'DE ÇİZDİĞİ T.C. HARİTASI
Atatürk, Kurtuluş savaşından çok önce, ittihatçıların Trakya'da 1907'de yaptıkları bir toplantı sırasında, bir Türkiye haritası çizmişti. Orada bulunanların anlattıklarına göre, o günkü Osmanlı devleti sınırlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve o zaman hiçbir anlam veremedikleri bu harita, gelecekte, yine Atatürk'ün kuracağı Türkiye Cumhuriyeti'nin haritası olacaktı. Haritada bugünkü sınırlarımıza uymayan tek bir fark vardı. Atatürk, bizden ayrılmasına gönlünün bir türlü razı olmadığı Kerkük'ü de Türkiye topraklarına katmıştı.
15 YIL HÜKÜM SÜRECEKSİN...
Atatürk hakkında yapılmış birçok kehanet vardır.Bunların en ilginci onun el falına bakan bedevinin söyledikleridir. Mustafa Kemal arkadaşları ile Bingazi'ye, Trablusgarp savaşına katılmaya gidiyordu.Yolda bir bedevi'ye rastladılar. Bedevi el falına çok iyi baktığını ve genç subaylara da isterlerse bakabileceğini söyledi.
Hepsi ellerini açarak bedevinin söylediklerini dinlemeye başladı. Sıra Mustafa Kemal'e gelince, o önce baktırmak istemedi ama arkadaşlarının ısrarı karşısında, sonunda o da elini bedevi'ye açtı. Bedevi ele bakar bakmaz yerinden sıçradı ve heyecan içinde;
"Sen padişah olacaksın" dedi ve ilave etti "15 yıl hüküm süreceksin."
Genç subaylar gülüştüler ve yollarına devam ettiler.
Aradan yıllar geçti, Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyetin 14. yılında hastalandı. Karaciğeri kötüye gittiğinde çevresindekiler ona "Artık içme Paşam" dediler. Atatürk onlara bir zamanlar yolda rastladıkları falcı bedevi'yi hatırlattı ve gülerek; "Arap vaktiyle söylemişti, Bizim padişahlık nasıl olsa 15 yıl sürecek...Hesapça bu son senemizdir..." Yıl 1938 'di...
Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir." M. Kemal ATATÜRK
Yıl, 1933; mevsim, kış. Yer, Ankara tren istasyonu.
Gazi trene bineceği sırada bir köylü kalabalığı yararak koşa koşa onun yanına ulaşmayı başarıyor, ayaklarına kapanıyor.
Yaverleri, ilgililer köylüyü tutup götürmek istiyorlar. şı dökülüyor, üstelik giysileri kirli.
Gazi, sarılıyor köylüye, kucaklıyor onu, bağrına basıyor, yanaklarından öpüyor.
O sırada orada kalabalık arasında bulunan Feridun Cemal Erkin diyecektir ki:
-"Etrafıma baktım, herkes mendili çıkarmış ağlıyordu."
*******************
O, Cumhuriyet'in 3. yıldönümünde tribünlerden inip, çevresindeki asker çemberini kaldırtıp, yaverini de uzaklaştırıp halkla birlikte, ellerini iki vatandaşının omuzlarına dayamış yürürken duyduğu mutluluğu tatmak isteyecekti hep.
Halk nasıl da kendiliğinden onu incitmemek için arada bir boşluk bırakmıştı o gün.
Epeyi yürümüşlerdi öylece.
"-Artık otomobile binseniz..." demişti birileri.
Onlara dönüp demişti ki:
"-Sen belki ömründe sevmişsindir. Fakat hiç sevildin mi? Bundaki zevk hiçbir şeyde yok. Hele âşığın Türk milleti olursa!..."
Ve eklemişti:
"-Beni bu zevkten biraz daha ayırmayın..."
***************
Aradan yıl geçecek... Cumhuriyet'in 12. yıldönümü için dövizler hazırlanmış:
"Atatürk bizim en büyüğümüzdür",
"Atatürk bu milletin en yükseğidir",
"Türk milleti asırlardan beri bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı" ,,,,,,,,böyle sürüp gidiyor.
Atatürk, bunları
tek tek gözden geçirmekte ama, hiçbirini beğenmeyerek hepsinin üstünü çizmekte...
Kalemi eline alarak asılacak dövizi kendisi yazar:
"Atatürk bizden biridir."
***************************************************************************
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki " Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir.
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
" Genç delege arkadaşım hatırlatm ak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız"
Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
" Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir.
İşte o muhteşem belgede deniyor ki;
" ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İ NSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"
Gazi, yurt gezisine çıkacak, gar dolup taşıyor onu uğurlamaya gelenlerle.
*****
Çiçek dersi!
Yavuz Donat'ın bugün köşesinde aktardığı bir anı, Atatürk'ün azılıklar meselesine yaklaşımıyla ilgili bugün de çalışmamız gereken bir ders niteliği taşıyor.. İşte o yazı...
Ne Mutlu Türküm Diyene
Başbakan İnönü saat 18.00 sularında Florya Köşkü'nde Atatürk'ü ziyaret etmiş:
- Hayırdır İsmet... Habersiz geldin.
- Paşam, azınlıklar meselesi... Konuyu Meclis'e getireceğiz.. . Ne diyorsunuz?
- İsmet bugün geç oldu... Yarın sabah erkenden gel, konuşalım.
İnönü çıkınca Atatürk "bütün görevlileri" toplamış:
- Sadece laleler kalsın... Bahçedeki diğer bütün çiçekleri sökün, atın... Derhal.
İsmet Paşa sabah gelmiş, bahçenin "halini" görmüş ve "görevlilere" sormuş:
- Ne oldu böyle?
- Gazi Paşa Hazretleri emrettiler, söktük.
Başbakan İnönü, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün odasına girmiş:
- Paşam, bahçenin durumu nedir?
- Azınlıkları söküp attım İsmet.
İnönü "anladım" dercesine başını öne eğmiş:
Atatürk:
- İsmet, ben "Ne Mutlu Türküm Diyene"
sözünü boş yere söylemedim... Kendini Türk hisseden herkes bu vatanın öz evladı... Ben hayatta olduğum sürece bu böyle bilinsin... Ve sakın azınlıklar ile ilgili bir kanun çıkarılmasın.
"Bunları" dün bize Ateş Ünal Erzen anlattı. "İnan Kıraç'tan dinledim" dedi. Belediye Başkanı Erzen, Ermenilerin "Sevgi Sofrası" adını verdiği kutlamalarda bu "olayı" anlatmış. Dinleyenler ağlamaya başlamışlar.
Ateş Ünal Erzen gittikten sonra İnan Kıraç'la konuştuk. "Evet, doğru" dedi.
İnan Kıraç'ın babası Ali Numan Kıraç "Atatürk'ün 6 yıl Amerika'da okuttuğu, Türkiye'nin ilk ziraat mühendisi." Atatürk onu "Atatürk Orman Çiftliği'ne müdür yapmış." "Anlattığımız olay", İnan Kıraç'ın bizzat babasından dinlediği bir olay.
Büyük Atatürk'ün "verdiği dersi" bugün hâlâ anlayamayanların olması ne kadar acı.
"-Bırakın!..." Kendisi eğilip kaldırıyor köylüyü.
"-Nasılsın yurttaşım?"
"-İyiyim Paşam, iyiyim."
"-Senin iyiliğine memnun oldum. Benden ne istiyorsun?"
"-Hayır Paşam, bir şey istemiyorum."
"-Niçin geldin öyleyse?"
"-Seni gördüm, kendimi tutamadım, ayaklarına kapanmak istedim."
"-Yok, sen benden bir şey istiyorsun, söyle bana yapacağım."
"-Sağlığından başka bir isteğim yok Paşam."
"-Ben biliyorum senin istediğini, sen benimle kucaklaşmak istiyorsun."
*******
Atatürk'ün İzmir'e Girdiğinde
Başyaveri Salih Bozok anlatıyor :
Baskumandan, dusmandan kurtardigi Izmir'de gecirecegi ilk geceyi yasiyordu.
Mustafa Kemal Pasa İzmir'de ilk gecesini calisarak gecirdi. Zengin bir
sofra hazirlandigi halde ufak tefekle karnini doyurdu ve gec vakitlere
kadar calisti.
Ertesi sabah erkenden uyandik.
Hafif bir kahvaltidan sonra vilayet konagina gittik.
Vali, Ingiliz konsolosu ile konusuyordu.
Biz gelince vali ayaga kalkti ve konsolos ile Mustafa Kemal Pasa'yi
tanistirdi. Konsolos iyi Turkce biliyordu.
Pasa valiye sordu:
-'Konu nedir ?'
Vali anlatti:
-'Sayin konsolos, ingiliz tebasi vatandaslarla rum ve ermeni azinligin
guven altinda olup olmadigindan endiseleniyorlar. Ben kendilerine
herkesin guven altinda oldugunu bildirdim'.
Mustafa Kemal Pasa konsolosun turkce bildigini biliyordu, buna ragmen
kendisine valiyi muhatap aldi:
- 'Ee, peki daha ne istiyormus ?'
Bu soruya konsolos turkce cevap verdi:
-'Tebamiz icin hukumetinizden yazili teminat istiyorum !'
Pasa:
-'Ne yani, Yunanlilar zamaninda siz tebanizi daha emniyette mi goruyordunuz ?'
Konsolos, kasilarak:
-'Evet' dedi, 'Yunanlilar buradayken tebamizi daha emniyette goruyorduk.'
-'Oyleyse buyrun, tebanizla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim !'
Konsolos sinirlenerek sesini yukseltti:
-'Yani majestelerimin hukumetine savas mi aciyorsunuz ?'
Pasa:
-'Siz kiminle neyi konustugunuzu biliyor musunuz ? Ben Millet
Meclisinin baskani ve Turk ordulari baskomutaniyim. Savas acmaya da
baris yapmaya da tam yetkiliyim. Peki siz kimsiniz ?! Hukumetiniz
adina savas ve baris gorusmeleri yapmaya yetkili misiniz ? Boyle bir
yetkiniz varsa goruselim. Yoksa (eliyle kapiyi gosterdi) buyurunuz
disariya, efendim !..'
Konsolos, Mustafa Kemal Pasa'nin son sozleri uzerine sapsari kesildi
ve tek bir kelime soylemeden kapidan cikti gitti.
Mustafa Kemal Pasa, adamın arkasindan valiye dondu:
-'Bunlara yuz vermeyin vali bey ! Bir donanma onunde pisacak, bir blof
karsisinda yelkenleri suya indirecek bir devletcik saniyorlar bizi !
Kustahlik derecesine bakin, bana 'savas mi aciyorsunuz ?' diye
soruyor. Barut kokan bir odada adamin sordugu seye bak !.. Savas
halinde degiliz sanki !'
Birkac saat sonra, Ingiliz donanmasi komutani hukumet konaginin
kapisindan girerek Mustafa Kemal Pasa'nin odasina yoneldi. Nazik fakat
ofkeli bir hali vardi. Rusen Esref kendisine ne istedigini sordu.
-'Baskomutan Mustafa Kemal Pasa ile gorusmek istiyorum !..'
Birlikte odaya girdiler, kapi kapandi.
Amiral:
-'Cok guc kosullar altinda bir savas kazandiniz, sizi asker olarak
ictenlikle kutlarim. Canakkale'deki basarinizi rastlantiya borclu
olmadiginiz kanitlandi boylece. Buyuk bir askerle tanistigim icin
memnunum.' diyerek ovguler yagdirmaya basladi.
Pasa, bikkin bir ifadeyle:
-'Bunlari gecin amiral. Cok isimiz var. Asil konuya gelin' dedi..
Amiral bu tavir karsisinda bocalayarak konuya girdi:
-'Izmir'de tebamiz ve sizin azinliklariniz ermeniler, rumlar var. Yeni
askeri yonetim altinda bu insanlarin statusu nedir? Guvende midirler
?..'
-'Hic kuskunuz olmasin amiral. Tebaniz ve azinliklar hukumetimizin
korumasi altindadir. Suc islemeyenler, kendilerini guvende
sayabilirler'
-'Peki suc isleyenler ?'
-'Suc isleyenler sayin amiral, muhtemelen sizin ulkenizde de oldugu
gibi, adaletin huzuruna cikar. Suclu olanlar, cezalarini cekerler.'
-'Fakat Pasa Hazretleri, fevkalade gunler gecirdik. Yunan ordusundan
cesaret alan rumlar simariklik yapmis olabilir. Bugun bu insanlar
yerli halkin dusmanligi ile yuz yuzedirler. Ermenilerin biliyorsunuz
buyuk bir bolumu goce zorlandi ve onemli bir bolumu hayatlarini
kaybetti. Bu ruh haliyle Yunan ordusu ile isbirligi yapmis, bazi
Turklere zor gunler gecirtmis olabilirler.. Bunlar, fevkalade gunlerin
olaylaridir, bagislanmasi, hos gorulmesi gerekir. Eger bu kisiler
halkin husumetine birakilacak olursa, butun dunya aleyhinize kiyameti
koparir !..'
Son cumleye kadar amirali sakince dinleyen Mustfa Kemal Pasa,
'dunyanin koparacagi gurultu' ile tehdit edilince amiralin sozunu
kesti:
-'Ustunluk pozunuzu derhal bir kenara koyunuz amiral ! Milletleri
tehdit etmekten de vazgeciniz. Ingiltere ve muttefiklerinin kiyamet
koparip koparmayacagini dusunmem bile ! Bunlar memleketin dahili
isleridir ve de sizin bu islere karismaniza musaade etmem.
Majestelerinin devleti bizim azinliklarla ugrasmaktan vazgecsin.. Kim
ki bize saygi beslemez, bizden de saygi beklemeye hakki olmaz'
Amiralin yuzu bembeyaz oldu:
-'Ingiliz hukumetinin tebasini her yerde koruma hakki devletler hukuku
teminati altindadir. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladigimiz rum
ve ermenilerin guven icinde bulundurulmasini sadece rica ettik. Yoksa
biz bu guvenligi saglayacak gucteyiz...'
Pasa:
-'Arkaladiginiz Yunan ordusunun denizde yuzen cesetlerini herhalde
gormus olmalisiniz. Ordumuz asayisi saglamistir. Izmir limanini
donanmaniza kapatiyorum. Isterseniz, tebanizi gemilerinize
doldurabilirsiniz. Donanmanizin en kisa zamanda limani terk etmesini
istiyorum !'
Sert sozler karsisinda amiral ne yapacagini sasirdi:
-'Ingiltere' ye savas mi aciyorsunuz ?'
Pasa:
-'Savas acmak mi ? Siz yoksa Sevr antlasmasinin halen yururlukte
oldugunu mu saniyorsunuz? Biz onu coktan yirtip attik bile. Karsimda
serbestce oturusunuzu, sizi konuk saymama borclusunuz ! Fakat
nezaketimizi kotuye kullanmaniza musaade edemem. Su anda hukuken
'baris antlasmasi yapmamis' iki devletiz. Savas hukuku halen
yururluktedir. Gemilerinizi derhal karasularimizdan cekmenizi size
tekrar ve son defa ihtar ediyorum !....'
Bir balmumu heykeline dondu amiral....
Sert adimlarla girdigi Mustafa Kemal Pasa'nin odasinda oturdugu
sandalyede kuculdukce kuculdu ve sonunda kekeleyerek: '- Affedersiniz
!' dedi, yerlere kadar egilerek geri geri kapiya gidip disari cikti.
Olay kisa sure icinde sehirde duyuldu...
Ingiliz ve Fransizlar kendi uyruklarini gemilere bindirmeye basladilar.
Birkac saat sonra da sessizce cekilip gittiler...
Köylü yoksul, üstü ba