Bir Köy Enstitüsü Anısı
BAYRAMDA ÇALIŞIRIZ, BAYRAMLAR İÇİN....
Talip APAYDIN'IN 1967 yılında yayınlanan ''Karanlığın Kuvveti'' adli kitabında yer alan anısı, tam da bugünlerde okunup özümsenmeli...
İşte öykü:
Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu. O günler bir soğuktu, bir soğuktu...
Kar, fırtına, tipi... Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu dışarılarda. Sular donmuştu hep.
Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu. Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk. Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu. Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk. Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.
Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak. Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler. Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık. Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu. Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı. Boz urbaları içinde, yağsız çehresiyle bir heykel gibiydi. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu.
O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi cebimizden çıkardık.
"Arkadaşlar !" diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi. Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı. Korkan insanın muhakkak yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi. Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi. Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi. Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.
Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz. Sonra yapacağımız iki iş var: Ya tekrar içeri girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu üç günü böyle faydasız, hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak. Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek.
Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek.
Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir. Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.
O; yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü
güçlüğün üstüne çıkmıştır... Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz. Yeter ki bir insan yaptığı işin gereğine inansın.
-Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum, dedi. Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak. Elektrik yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz. Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz.
Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız, yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır. Şimdilik bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır. Parolamız şu olmalıdır:
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için".
Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin. Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.
-Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
Altı yüz kişi böyle bağırdık. Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşma başladı. İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması belki sadece savaşlarda görülür.. Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik.
Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı'ndan doğru zehir gibi bir rüzgâr esiyor. Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor. Bazı yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacağız belli değil. Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar. Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana. Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor. Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz kıyıya. Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca.
Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar. Böyle çalışmamıza alışkınlar ama bayram günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşıyorlar. Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü yakın olduğu için izinli ya! Bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz. Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar. Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde. Ayaz ovanın ıssızlığı yırtılıyor.
O gün o kanalın yarı yerini açtık. Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti. Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu saldık. Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek
getirdik ve geç zamanda, santral havuzuna döndük, sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı
"Ç K E" yandı... ( Çifteler Köy Enstitüsü ).
O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı. "Yaşa var ol" seslerimiz ufukları kapattı. Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki. Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu. "Aferin ulan eller, diyordu, bu elektriğin yanmasında senin de hissen var, yaşasın."
Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı. Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti. Her nokta koyuşta "sağool!" diye bağırıyorduk..
- Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız. Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun. İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz!
- Yükselteceğiz!, diye bağırdık.
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk.
Unutulmaz bir bayramdı."
ABD'NİN 1947'de Marshall Yardımı yapmak için KÖY ENSTİTÜLERİNİ NİÇİN KAPATTIRDIĞINI (Yerine İmam Hatip okulların açılmasını şart koymasını) anlamak pek güç olmasa gerek... Ve tabii oy uğruna bunu gerçekleştiren seçilmişlere de şaşmamak gerek..
KÖY ENSTİTÜLERİ 74 YAŞINDA
ONLAR,
Köy çocuklarıydı.
Geldiler....
Yalın ayakları,
Ve
Yırtık mintanlarıyla geldiler.
Gönen'e, İvriz'e, Kepirtepe'ye.
Unutulmuşlar bin yıldır.
Ferhat oldular.
Yardılar İdris Dağını.Gürül gürül akıttılar suyunu.
Hasanoğlan'a.
Köroğlu oldular.
Kafa tuttular Bolu Beylerine.
Yıktılar saltanatını ağaların.
Horon teptiler. Beşikdüzünde kol kola.
Halay çektiler Yıldızelinde türkülerle.
Diz vurdular Ortaklar'da efece.
Siz
Her gece.
Mehtaba çıkarken Heybeli'de
Onlar:
Duvar ördüler.
Çatı çattılar.
Yıldızlara bakarak yaz geceleri.
Harman yerinde yattılar.
Kazma salladılar yorulmadan.
Kerpiç döktüler.
Kerpiç.
Sızlanmadılar hiç.
Yakıştı ellerine.
Kitap ve çekiç.
Başladı yurt harmanında imece.
Bir gece;
Karanlık inlerinden gizlice.
Brütüsler çıktı ansızın.
Çektiler zehirli hançerlerini
Vurdular sırtlarından haince.
Aydınlık bir Türkiye gelir aklıma
Kalkınmış bir Türkiye gelir.
Köy Enstitüleri deyince.
Özbek İNCEBAYRAKTAR
*EĞER KÖY ENSTİTÜLERİ KAPANMASAYDI:
✔ köyden kente göç olmazdı.
✔ yoksulluk, hırsızlık gasp olmazdı
✔ okumayan çocuk kalmazdı
✔ çorak toprak kalmazdı
✔ dışardan sanayi ürünü almazdık
✔ dışardan tarım ürünü almazdık.
✔ üretim yapmayan fabrika açmazdık
✔ özelleştirme yapmazdık
✔ terör olmazdı
✔ töre cinayetleri olmazdı
✔ paralı eğitim olmazdı
✔dershaneler olmazdı
✔ 81 ile öğretmensiz araç gereçsiz üniversite açmazdık.
✔ siyasi cinayetler olmazdı hapishaneler dolup taşmazdı
✔ İMF oyuncağı olmaz ona avuç açmazdık
✔ AB'ye yalvarmaz, küçük düşmezdik!
✔ kimse bir karış toprak isteyemezdi
Bunlar, olmayanların sadece bir kısmı...
Neler kaybetmişiz neler...
*Yukarıdaki değerlendirmeler Rahmetli Türkan Saylan Hoca'mızın idi. Nur içinde yatsın.