Nükleerin alternatifi var mı?
Japonya'daki felaketle birlikte pek çok ülke "nükleer enerji"den vazgeçmenin yollarını aramaya başladı... Peki nükleer enerjiden vazgeçerken yeni enerji kaynakları yaratmak mümkün mü? Sürdürülebilir Enerji Uzmanı Haluk Sayar yanıtlıyor...
Ayzen Atalay Durmuşoğlu
"Nükleer enerjinin sonu geldi"... Japonya'daki nükleer felaketin ardından artık bu başlıkları taşıyan haberler gündemin ön sıralarında... Peki nükleerin alternatifi var mı?
Sürdürülebilir Enerji Uzmanı Haluk Sayar, sorularımızı yanıtladı:
- Sizce nükleer enerjinin sonu geldi mi gerçekten?
Sonun başlangıcı zaten öncesinden gelmişti. Nükleer enerji üzerindeki zaten var olan endişeler, Japonyadaki son gelişmelerle bugün artık somut bir korkuya dönmüştür.
İnsanların böyle bir riskle birlikte yaşamak istemeyeceklerini düşünüyorum. Sonuçta devlet adamları yeni nükleer santral kurulması konusunda vatandaşlarını ikna etmekte zorlanacaklardır. İtibarını ve fiyat avantajını kaybetmiş nükleer enerji santrallerine sahip olmanın, ülkelere siyasi ve askeri güç kattığını düşünenlerin sayısı bugün İran örneğinde görüldüğü gibi hiç de az değil.
Nükleer teknoloji yavaş yavaş yerini yeni ve yenilenebilir enerji teknolojilerine bırakmak zorunda. Bu kısa süre içerisinde belli ki olmayacak.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde halen nükleer enerji santrali inşaatleri devam etmekte. Ancak kuşkusuz son felaket bu geçiş sürecini hızlandıracaktır.
- Güneş ve rüzgar enerjisi nükleere bir alternatif olabilir mi?
Teknolojiler ne kadar eskiyse, o kadar çok uygulama şansı buluyor ve vazgeçmesi de o kadar zor oluyor. Örneğin nükleer enerji santralleri özellikle 1970’li yıllardan itibaren yoğunlukla kullanıma giriyor. Bugün özellikle birçok endüstrileşmiş ülke, enerji üretimlerinin önemli bir kısmını özellikle 20-40 yıl önce yapılmış nükleer enerji sanralleriyle karşılıyor. Bununla birlikte 1990’lı yılların ortalarından itibaren kendini teknoekonomik olarak kanıtlamaya başlamış yeni ve yenilenebilir enerji teknolojilerine geçişin bir anda gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır.
Güneş enerjisi elektriğin olmadığı bölgeler için de hayati önem taşıyor. Devenin üzerindeki panellerle çalışan küçük buzdolapları elektriksiz köylere ilaç taşıyor...
Türkiyenin elektrik üretimindeki toplam kurulu gücü 45.000 MW iken, Türkiye de rüzgar enerjisi potansiyeli 85.000 MW'dır. Sadece Konya ilinin %2,5'u oranında bir alanı güneş pili ile kaplayabilsek teknik olarak Türkiyenin toplam elektrik üretiminin tamamını karşılayabiliriz. Türkiye'de rüzgar kurulu gücü 2.000 MW'a yaklaşmıştır. Rüzgar enerjisi kurulu gücü önümüzdeki dönemde hızla artacaktır. Bunun en önemli nedeni rüzgar enerji projelerinin artık teknik ve ekonomik olarak kendini kanıtlamış olması ve diğer enerji kaynaklarına göre yatırımcılara daha cazip gelmeye başlamasındandır. Aynı konu güneş enerjisi teknolojileri için de çok yakında aynı şekilde gerçekleşecektir.
Bu da güneş enerjisi ile çalışan bir çöp kutusu... Artık dünyanın pek çok yerinde güneş enerjisi günlük hayatın içinde kullanılıyor...
Türkiye, önümüzdeki yıllarda enerji üretiminin hangi kaynaktan ne kadar miktarda karşılayacağını -yenilenebilir enerji teknolojileriyle ilgili teknik gelişmeleri gözönüne alarak- planlamalıdır. Nükleer enerjiden kWh başına elektrik üretim maliyetleri artan santral güvenlik önlemlerinin fiyata etkisyle birlikte, her geçen gün üretim maliyeti biraz daha düşen güneş enerjisi santrallerinden üretilen elektrik fiyatlarına çok yaklaşmıştır. Kısaca fiyat avantajı da kalmamıştır, nükleer seçeneğin.
Rüzgar ve güneş enerji seçenekleriyle ilgili en büyük teknik eleştiri kesintili enerji kaynakları olduğu yönündedir. Rüzgar aynı anda Türkiyenin her coğrafi bölgesinde aynı anda aniden kesilip, esmeye başlamaz. Üretim kapasitesinde belirli bir düşme olmasına rağmen, Türkiye de yaygın bir coğrafyada kurulmuş olan yüzlerce rüzgar santrali sürekli enerji üretmeye devam edecektir. Güneş enerjisi ise sadece kesintili olması nedeniyle vazgeçilmeyecek denli büyük potansiyele sahiptir. Özellikle yazın soğutma kullanımında artan pik elektrik ihtiyacını karşılamak için ideal bir çözümdür.
- Bunların dışında başka hangi kaynaklar kullanılabilir?
Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları açısından oldukça zengin bir ülkedir.
Türkiyenin 31500 MW kurulu eşdeğer güce kadar kurulabilecek jeotermal enerji kapasitesi bulunmaktadır.
Biyokütle potansiyeli henüz kesin olarak öngörülmemiş olmasına rağmen çok büyüktür. Şöyle ki bugün dahi tezek, odun vs gibi organik maddelerin direk yakılmasıyla toplam birincil enerji ihtiyacının %10'una yakın kısmı biyokütle ile karşılanmaktadır. Yeni teknolojiler kullanılarak bu organik atık veya maddelerden çok daha verimli yararlanmak teknolojik olarak mümkündür.
Çevreye, bölge sosyo ekonomik düzenine ve kültürel varlıklarımıza zarar vermemek koşuluyla halen hidrolik potansiyelimizde bulunmaktadır.
- Türkiye yenilenebilir enerji kaynaklarını ne denli verimli kullanıyor?
Bahreyn'deki bu gökdelen de enerjisinin büyük bir kısmını rüzgardan elde ediyor...
Türkiye henüz rüzgar ve birkaç jeotermal enerjisi projesinden yararlanmaya henüz başlamıştır. Özellikle güneş enerjisinden sıcak su üretimi dışında hemen hemen hiç yararlanamamaktadır. Biyokütle enerjisi 3 ayrı formda üretilebilmektedir; katı, sıvı, gaz. Birkaç çöpgazı projesinde başkabiogazdan henüz yararlanamamaktayız. Biodizel konusu üzerinde düşünülmesi gereken bir başka önemli potansiyeldir. Bazı Güney Amerika ülkelerindeki olumsuzluklardan ders alınarak, üzerindeki vergi yükü haifletilirse çok önemli bir potansiyele sahiptir. Gerek tarım gerekse orman alanlarımızdan çıkan atıkların doğal olarak çürümeye bırakılmaktansa, bu kaynaklardan da enerji üretilebilir.
- Enerjiyi verimli kullanmak ne denli önemli? Ne denli uygulanabiliyor?
Enerjiyi yüksek maliyetlerle, çevreyi yok etme pahasına üretip, verimsiz kullanmak en büyük mantıksızlık olsa gerek. Herşeyden önce enerji verimliliğiyle ilgili yapılabilecek tüm iyileştirmeler yapılmalı. Enerji kaçaklarının minimize edilmesi için her türlü alt yapı gözden geçirilmeli, binalarda ve sanayide özellikle eski yapı ve tesislerde enerji kullanımını azaltacak her türlü önlem alınmalı. Türkiye'nin enerji verimliliği yasası daha yeni uygulamaya kondu. Enerji verimliliği konusunda Türkiyenin karnesi oldukça zayıf. şöyle ki Elektrik İşleri Etüd idaresi tarafından kullanılanan enerjinin %30'unun tasarruf edilebilir olduğu ifade edilmişti.
Kısaca enerji üretimi ve kullanımda ilk önce enerji verimliliği geliyor.
Arkasından üretebildiğimiz kadar yenilenebilir enerji üreterek,
En son da hala ihtiyacımız kaldıysa, fosil yakıtları en verimli şekilde kullanarak enerji ihtiyacımızı karşılamamız gerekiyor
- Evinde yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak isteyenler neler yapabilir? Kendi kendini ne kadar sürede finanse edebiliyor?
Güneş enerjisinden hem elektrik üretimi hem de sıcak su üretimi için
yararlanabilirler. Yeni çıkan yasaya göre güneşten üretilen elektrik, şebekeye 13 cent/kWh fiyatla satılabilecektir. Aslında bu fiyat beklentilerin çok altında. Ancak fiyatlar hızla düşüyor. Güneşi bol bir ilimizde 8-10 sene civarında kendini finase edebiliyor, sonrasında ise üretilen elektrik, güneş panelleri ömrü boyunca (25 yıl) bedavaya geliyor. Finans kuruluşlarının sistemin finansmanıyla ilgili,son kullanıcılar için kazanırken ödeyecekleri yeni finans modelleri geliştireceğini düşünüyorum. Pasif yöntemlerle dahi önemli enerji kazançları sağlanabilmektedir. Yeni ev alacakların artık o yapının "enerji karnesi"ne göre ev almalarını öneriyorum.
İÇİ BOŞALTILMIŞ ÇED SÜRECİNİN
NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ İÇİN UYGULANMASI
ALDATMACADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR
AKP, "ileri demokrasi" anlayışı ile anti-demokratik, "ben yaptım oldu!" tavrını ülkemizin enerji ve çevre politikalarında da ısrarlı bir biçimde sürdürmektedir. Japonya Başbakanı yaşanan nükleer felaket için tüm dünyadan özür dilerken, dünya Fukuşima paniğini atlatamamışken, Çernobil daha unutulmamışken, nükleer santralleri piknik tüpüyle eşdeğer tutan AKP, nükleer santral yapımındaki ısrarına devam etmektedir.
Siyasal İktidarın nükleer santral ısrarı neye dayanmaktadır?
Daha önce de söyledik
Bu ısrarın nedeni; Türkiye‘nin enerji sorununu çözmek değil, ülkemizi nükleer endüstriye pazar yapmaktır. Tüm politikalarını ABD, AB, IMF ve Dünya Bankası‘nın dayatmalarına göre şekillendiren Siyasal İktidar, emperyalizmin enerji planlarının bölgemizdeki baş uygulayıcısı olma sevdasıyla, bir kez daha insanımızı ve ülke çıkarlarını düşünmek yerine, nükleer lobilerin temsilcisi olmayı tercih etmektedir.
1970‘li yıllardan itibaren Türkiye‘nin gündemine tekrar tekrar getirilen nükleer santrallerin ülke gerçeklerine uygun olmadığını defalarca ifade ettik. Olası enerji krizlerine çözüm olarak sunan Siyasal İktidar da çok iyi bilmektedir ki; karanlıkta kalma senaryolarının çözümü: nükleer santraller değil, "doğru enerji planlaması"dır.
Çernobil, Fukuşima ve onlarca nükleer kazayı göz ardı ederek; enerji verimliliği, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve geliştirilmesi, bölgesel enerji planlamalarının yapılması gibi bilimsel çalışmaları yok sayarak; kapalı kapılar ardında yapılan uluslararası anlaşmalarla iç hukukun yürütülmesini engelleyerek ülke gündemine getirilen nükleer santral projesi yeni bir aşamaya daha girdi. Akkuyu‘da yapılması planlanan nükleer santrale dair Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinin başlatılması için firma tarafından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na başvuru dosyası sunuldu.
Her türlü çevresel etki için "taahhüt" verilmesinin yeterli görüldüğü yürürlükteki ÇED yönetmeliği baştan sorunluyken, sıradan bir yatırım için dahi "ÇED", içi boşaltılmış, gerçek çevresel etkilerin ve bunlara ilişkin alınacak önlemlerin açıklanmadığı bir formaliteye dönüştürülmüşken, ÇED formatının nükleer güç santrali için uygulanması aldatmacadan başka bir şey değildir.
Sunulan dosyada açıkça görüldüğü üzere, Rusya ile yapılan uluslararası anlaşma ile başlayan anti-demokratik ve bilim dışı tavrın devam ettirildiği bir kez daha ispatlandı. Baştan aşağıya hatalarla ve yanıltmalarla oluşturulan rapor, ÇED sürecinin ne kadar sağlıksız, baştan savma yürütüleceğine dair sinyallerini de şimdiden verdi.
ÇED süreci baştan sorunludur:
•- Akkuyu‘nun "deprem bölgesinde olmadığı" gibi açık ve kasıtlı yanıltıcı ifadelerle dolu ÇED başvuru dosyasının doğruluğu ve bilimselliği tartışmalıdır.
•- Nükleer atıklar yok sayılmış, miktarları, depolama biçimine hiç yer verilmemiştir. Taşınması bile dünyada büyük protestolara yol açan nükleer atıkları kalıcı olarak depolayacak lisans alınmış bir depo henüz dünyada mevcut değilken imzalanan anlaşma metni ile Türkiye nükleer atık çöplüğü mü olacaktır?
•- "NGS‘nin işletmeden çıkarılma aşaması ayrı bir ÇED konusudur" yaklaşımı ÇED‘in ruhuna, bütüncül değerlendirme gereğine aykırıdır. ÇED‘e konu faaliyetin işletme ömrünü tamamladıktan sonra bertarafında nasıl bir süreç izleneceğinin ÇED raporunda yer alması, ÇED‘in bilimsel, teknik ve hukuki bir zorunluluğudur.
•- Yenilenebilir enerji kaynakları ülkemiz koşullarına göre değerlendirilmemiş, rüzgâr, hidrolik, güneş enerjisi için yanıltıcı bilgilere yer verilmiştir.
•- Nükleer teknolojinin çevresel etkilerinin "sera gazı emisyonuna sebep olmaması nedeniyle avantajlı bir konumda" olduğu söylenebilmektedir.
•- Nükleer felaket ile sera gazı emisyonu miktarlarının karşılaştırmasının yapılması traji- komiktir.
•- Sıradan faaliyet gibi "...gerekli tüm önlemler alınacak... ...en üst düzeyde bir hassasiyetle tasarlanacak ve işletilecektir...." ifadelerine yer verilerek, bu taahhüt yerine getirilmediğinde telafisi mümkün olmayacak sonuçlardan hiç bahsedilmemektedir.
Geri dönüşü olmayan nükleer risklerin bedeli ölçülebilir mi?
Çevresel denetimlerin ne kadar yetersiz olduğu ortadayken Türkiye‘nin nükleer santral kurulumunda, işletiminde ve atık yönetiminde etkin bir denetim gerçekleştirebilmesi mümkün değildir. Kaldı ki, ÇED raporunda "taahhüt" edilen önlemlerin yerine getirilmemesi halinde ödenecek ceza miktarı gülünçtür.
Siyasal İktidarı uyardık, bir kez daha uyarıyoruz:
AKP, geleceği için hep birlikte haykıran on binlerin sesine kulak vermelidir.
AKP bu ülkenin mühendislerinin, mimarlarının, şehir plancılarının sesine kulak vermelidir.
İleri çevre teknolojilerinin dahi nükleer atıklara çözüm üretemediği, ileri teknoloji olduğu söylenen nükleer santrallerin en ufak kazada ciddi maddi ve manevi zararlar yarattığı, olası bir kazada sadece Akkuyu‘nun değil ülkemizin ve bölge ülkelerinin ciddi şekilde etkileneceği oldukça somut gerçeklerdir. İkiyüzlü politikalardan, bu "çılgın (!)" projeden biran önce vazgeçilmeli, içi boşaltılan ÇED süreci durdurulmalıdır.
TMMOB, Mersin Akkuyu‘da ülkesini, doğayı, insanlığı ve geleceği düşünenlerin, "Biz nükleer santral istemiyoruz" diyenlerin yanında mücadelesini, bilimsel-teknik verilerle besleyerek sürdürecektir.
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı