Prens Charles'in Türkiye ziyaretini herkes başka bir açıdan
değerlendirdi. Kimi için cami ziyaretleri, kimi için Mevlana
hayranlığı, benim için ise ayrılırken uçağına doldurduğu kasalar
dolusu sebze önemliydi.
Koca Prens Türkiye'nin domatesine muhtaç değildi herhalde.
Öyleyse bir anlamı olmalıydı bu kasaların.
Evet, Prens yanılmıyorsam Kaz Dağı'nda kendisi için yetiştirilen
organik sebzeleri ülkesine götürüyordu.
Meğer o civarda yaşayan birkaç aile sürekli kraliyet ailesinin
sebzesini yetiştiriyormuş ve kraliyet ailesi sadece bu sebzeleri
kullanıyormuş.
Meclis Başkanı Köksal Toptan'ın Kuzey Kıbrıs ziyaretinde Cumhurbaşkanı
Talat ile aralarında şöyle bir konuşma geçtiğini hatırlıyorum;
Cumhurbaşkanı Talat, Toptan'a bir yemek sırasında 'Türkiye'de en son
yediğim domateslerin tadı hala damağımda' demişti. Bu konuşma üzerine
Toptan, Talat'a 'En kısa zamanda size hormonsuz Anavatan domatesleri
göndereceğim' sözü vermişti.
Meclis Başkanı Toptan kendisinden sonra Kıbrıs'a giden Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'e hormonsuz domatesleri emanet ediyor, Cumhurbaşkanı Gül
de Toptan'ın bu masum ricasını yerine getiriyordu.
Meclis Başkanı Toptan'ın Ankara'da ancak bir hafta araştırma sonucunda
hormonsuz domates bulabildiğini de okumuştum o dönemde. Nasıl bir
tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzun farkında mısınız?
İkincisi de biz olacağız.
* İnternetten alıntıdır.
İSRAİL’ İN TEHLİKELİ TOHUM AVI
Getir tohumu götür bilgisayarı!
Kaybolmakta olan yerel sebze tohumlarını tekrar canlandırmak, doğal olarak yetiştirilen bazı yerel sebzeleri, üreticinin gelir kaynağı yapmak, tamamen doğal olarak üretilen tohumları gelecek nesillere aktarmak için kamucu bir tohum politikası geliştirmeyen hükümet ve üniversiteler tohum tekellerine Anadolu`nun tohum zenginliğini mi bağışlıyor?
Hazera Tohumculuk Şirketi ile Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi`nin ortaklaşa düzenleyecekleri Anadolu`nun yerel tohumlarını getir, bilgisayarı götür şeklinde özetlenebilecek "Hazera Trophy" projesi Türkiye gen varlıkları için tehlikeli yeni bir gelişmenin ipucunu sunuyor.
Proje sitesinde[1] projenin amacı "yerel tohumları her dönem toplamak ve yeniden kullanmak, yerel çeşitliliğin sürekliliği için bir tür garanti oluşturmak" şeklinde belirtiliyor.
Birçok sebze türünün gen Merkezi olan Türkiye `de 1980 sonrasında çökertilen tohumculuk faaliyetlerine yön vermek, kontrol etmek ve tohum varlıklarına el koymak isteyen şirketler, üniversitelerle işbirliği içinde, tohum geleceğimizi ellerimizden almaya hazırlanıyor. Çökertilen kamu politikasının sonucunda, kendini besleyecek tohumlukları korumak için adım atmayan idareler, bu yerel çeşitleri çok uluslu tohum şirketlerinin "denetimine" sunmaya hazırlanıyor.
Çekirdekli doğal karpuz
Tohumun, gıda geleceğimizin temeli olduğunu ise bu şirketler çok iyi biliyor. Tohumu kontrol edenin, gıda geleceğimizi de kontrol edeceğini görüyorlar. Hazera Genetics Başkanı Robert Sevil "Milyarlarca dolarlık dünya tohum pazarı, 5 milyarı aşan dünya nüfusunun en temel gereksinimi gıda - beslenme açısından Türkiye `nin ekonomik, stratejik konumunu güçlendirici, hatta tohum ve gıda `silahı` ile gerektiğinde `bölge ve dünya siyasetine yön verme` gücünü de elinde tutmanın temel araçlarından birisi. Gıda savaşlarına yönelik senaryoların `baş aktörlerinden biri` olmanın yolu tarımı, tarımsal üretimi, `ihmal edilmişlikten` kurtarmaktan geçiyor." [2] Diyor. Hazera, Tohum sektörünü elinde tutarak ülkeyi ve toplumu midesinden bağlayacaklarını biliyor. Buna rağmen, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi , Hazera Tohumculuk Şirketi ile tohum kaynaklarının toplanması için bir proje geliştiriyor.
Proje ile ilgili genel bilgi ise şu, Proje konusu olan sebzenin Latince ve yöresel ismi, yetiştirildiği bölge ve yayılma alanı, eğer varsa farklı kullanım amaçları, yörede ne kadar zamandır bilindiği ve yetiştirildiği, yok olma tehlikesinin bulunup bulunmadığı, tohum çimlenme süresi, tohum çimlenme yüzdesi, tohum ekiminden fide aşaması ve çiçeklenmeye kadar geçen süre, meyve bağlama tarihi, meyve üzerinde yapılan C vitamini, kuru madde değeri, meyve eti sertliği, raf ömrü, depolama süresi gibi veriler saptanacak bir rapor halinde proje koordinatörlüğüne ve poster halinde de proje değerlendirme komitesine sunulacaktır. Juri tarafından değerlendirilen projelerde birinci olana diz üstü, iki ve üçüncüye masa bilgisayarı hediye edilecek, fakültelerinde 1. olan tüm yarışmacılar danışmanları ile birlikte Antalya`da 5 yıldızlı otelde 1 hafta misafir edileceklerdir.
Hazera tarafından genetiği değiştilip piyasaya sürülmüş çekirdeksiz karpuz
Şimdi Kamuoyu huzurunda soruyoruz:
Bu toplanan genetik materyal ve tohumluklar üzerinde toplumun fikri hakları nasıl korunacak?
Bu tohumlar nasıl, ne için ve nerede kullanılacak?
Bu tohumlukları bugüne kadar geliştiren çitçilerin hakları nasıl korunacak?
Bu tohumlukların genetik özelliklerini değiştirmeye çalışan uygulamalara karşı Fakülte, şirketten ne tür garantiler alacak?
Bu tohumlukların ticari mal olarak haklarını Hazera isimli şirket mi alacak?
AÇIKÇA SÖYLEYELİM, TOHUM ŞİRKETLERİNE GÜVENMİYORUZ
Hazera (İbranice de Tohum demektir) Tohumculuk Şirketi, 1938 lerde İsrailde Kurulan "Hazera Tohum Üretme ve Tedarik Kooperatif Birliği" nin daha sonra Hazera Genetics adını alan şirketin Türkiye `deki iştirakidir.
2004 de kurulan Hazera Tohumculuk şirketinin sahibi olan Hazera Genetics ise Fransız Vilmorin şirketine aittir.Sebze tohumunda Monsanto `nun Seminis şirketi 464 milyon Euroluk satış cirosu (2007) ile dünya birincisi, Vilmorin ise 345 milyon Euro ile ikinci durumdadır.% 80 Vilmorin iştiraki olan Limagrain Verneuil Holding (LVH) ise bugün Avrupanın tahılda birinci, mısır tohumunda ise ikinci büyük tohum şirketidir.
Fransız Vilmorin şirketi %100 Türk şirketi olduğu ile övünen Anadolu Tohumculuğun %50 ye varan hisselerini geçtiğimiz yıl içinde almış, Türkiye `de Sebze Tohumunda söz sahibi olan bir konuma gelmiştir. Keza Türkiye `de sebze tohumunda iddialı bir şirket olan Seminis`in Monsanto tarafından alınması ile sebze tohumu pazarı ağırlıklı olarak uluslararası Biyoteknoloji şirketlerinin eline geçmiştir.
Bu bilgilerin ışığında yukarıdaki proje tekrar irdelendiğinde, insanın kafasında bir takım soru işaretleri belirmektedir.
Zengin yerli gen kaynaklarıyla, tarımsal biyolojik çeşitliliğimizle övündüğümüz Anadolu, silahsız bir işgale mi maruz kalmaktadır?
Taşları yerlerine oturttuğumuzda, 1980`lerde başlayan tarımdaki neo liberal politikalar ile tarımın şirketleştirilmesi hedeflerine ulaşılmakta olduğu, 5553 sayılı Tohumculuk Yasasıyla bunun her türlü alt yapısının hazırlandığı görülmektedir. Yıllardır ABD ile AB arasındaki GDO savaşlarında hangi tarafı tutacağına karar veremeyen TC hükümetleri, bu konudaki politika(sızlı k)larını ülke gerçekleri ve yararına değil, AB , ABD ve özellikle ABD hükümetlerinin desteklediği ulusötesi tohum şirketleri lehine geliştirmişlerdir.
Bu şirketlerin, dünya ülkelerinde neler yaptıkları, gen kaynaklarını nasıl sömürdükleri, genleri patentleyerek sadece kendilerine ait bitkileri nasıl yarattıkları biliniyorken, Anadolu topraklarını ve biyolojik çeşitliliğini bu talana açmanın anlamı nedir ?
Hazera, "yok olmaya yüz tutmuş meyve ve sebze tohumları"mızı niye toplamaktadır, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi , Hazera Trophy projesinde ulusötesi şirketler grubundaki Hazera`nın tohum toplama, daha doğrusu gen kaynağı toplama işine niye yardımcı olmaktadır?
Projenin, "son yıllarda büyük miktarlarda sebze tohumu ithal edilmeye başlanmış olması"na bir alternatif olarak gösterilmesi ise gülünçtür. Zira sonuçta Hazera İsrail menşeli bir Fransız şirketidir. Yani Türkiye `nin liberal tarım politikaları sayesinde ithaline mecbur kılınan sebze tohumlarının dünya ticaretini yapan şirketlerden biridir.
Acaba kendi gen kaynaklarıyla hibritleştirdiği tohumlar yerine Anadolu gen kaynaklarını kullanarak yerli F1 ( Hibrit tohum) tohumlar mı geliştirecek ve tekrar bize satacaktır?
Bu soruların Tarım Bakanlığı ve Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi tarafından acilen yanıtlamasını istiyoruz.
Hazera`dan beklediğimiz herhangi bir yanıt yoktur, zira neyi amaçladıkları projeden anlaşılmakta, nasıl çalıştıklarını da kendileri şöyle anlatmaktadırlar;
"İsrail`in en büyük akademik kuruluşlarıyla ve araştırma merkezleriyle olan yakın ilişkimiz, çalışmalarımız için oldukça önemlidir. Meslektaşlarıyla ve dünya çapında tecrübeye katılan yetiştiricilerle sıkı bir şekilde irtibata geçen bilim adamlarımız aracılığıyla, geniş bir yetiştirme ağı yelpazesi için üretim yapmaktayız. Bunun yanında, içeride de araştırmalara, kendi üretimimizle yetiştirme denemelerine ve çeşitli iklim bölgelerinde yer alan araştırma olanaklarına yön vermekteyiz.
Hazera Genetics, bulunan en iyi bitki genetiğini almakta, bunu geleneksel üretim yollarını kullanarak yenilikçi ticari türlerle birleştirmektedir. Tüm dünyadaki üreticilere en üstün tohumları sağlamak, birinci sınıf taze ürün elde etmek amacıyla, en iyi ıslah uzmanlarını ve bilim adamlarını işe almakta ve de modern teknolojiye dayalı araştırmalarla çalışmaktayız." [3]
Bu genetik varlıkların korsanlaştırılmaması için Üniversite ile Hazera arasında yapılan protokolün ya da sözleşmenin bir an önce açıklanmasını bekliyoruz. Bu proje sonucunda, tohum varlıkları, bunların sahibi çiftçilere kazandırılması, tohum varlıklarımızın şirketlerin denetimine geçmemesi için bir an önce Fakülteden bir taahhüt bekliyoruz. Bu tohumlukların kamu kaynakları ile korunması ve geliştirilmesini sağlayacak, ilgili odaların, çiftçi sendikalarının, ekoloji , tüketici örgütlerinin içinde bulunduğu bir komisyon tarafından toplanacak tohumlukların yönetiminin izlenmesine yönelik bir komisyonun oluşturulmasını Üniversite`den bekliyoruz. Şeffaf, katılımcı, demokratik bir kamu yönetimini ilke edinmiş olan Üniversite`nin de bu doğrultuda, tohum varlıklarını Üniversite bünyesinde koruma ve geliştirme sorumluluğunu taşıyacağını düşünüyoruz. Bu konuda kamuoyunun bilgilendirilmemesi , tohum varlığımızın, gıda geleceğimizin tehlike altında olacağını işaret edeceğinden yasal, demokratik, meşru mücadele yollarına başvuracağımızı bildiriyoruz.
TOHUM....
Bunun bedelini çocuklarımız ödeyecek, ama nasıl…
Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nda
115 bin kişi çalışıyor.
70 tane üniversitemiz,
30 tane ziraat fakültemiz,
50 tane tarım araştırma enstitümüz,
10 bin işsiz ziraat mühendisimiz var.
Buna rağmen Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı. Tek kelimeyle tohumun patronu ise İsrail.
İsrailli araştırmacıların, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiğini Şalom Gazetesi'nin internet sayfasından biraz araştırıp okuyabilirsiniz. İstediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...
Yani genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğru.
Gelelim başka doğrulara.
Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok.
Yani İsrail'den bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz.
Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk oldu.
Üstelik İsrail tohumunu toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz.
Genetik tohum o toprağ a da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.
Buna en güzel örnek
Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir.
Yani İsrail tohumu tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava....
Tohumların içine hastalık yerleştiren İsrail bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor.
Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor.
Ne korkunç.
Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak.
Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak!
Şu anda dünyada İsrail tohumu kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır.
İkincisi de biz olacağız.
*Alıntıdır
İSRAİL TOHUMU
Ben Tarım Bakanlığında 2006 yılında emeki olana kadar Zirai Mücadele konusunda önce araştırmacı, sonra da yönetici konumunda aşağıdaki konularla ilgili çalıştım. İnternette dolaşan yanlış bilgileri görünce, bu konuya ilgi duyanlar için bu yazıyı hazırlama zorunluluğu duydum.
Ülkemizde dahil olmak üzere sadece İsrail değil, yeterli teknolojiye sahip ülkeler, bitkiler üzerinde genetik araştırmalar yapmaktadır. Bunun sonu yoktur. Üniversitelerdeki Genetik mühendisliği bölümlerinin çalışma alanlarından birisi de bitkilerdir.
Ülkemizin hibrit sebze tohumluğunda yurt dışına bağımlılık nedeni ile Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) öncülüğünde DPT desteğiyle 2002 yılında, araştırma enstitüleri, üniversiteler ve yerli tohum firmaları işbirliği ile yerli hibrit sebze tohumluğu üretim projesi başlatılmıştır. Bu proje başlatılmadan önce Ülkemiz başta İsrail olmak üzere ABD, Hollanda ve Fransa’dan sebze tohumu ithal ediyordu.
Yerli hibrit sebze tohum üretimi, 2004 yılında ülkemizdeki ihtiyacımızın %5-10’unu karşılarken, bu proje sonucunda, Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği (TÜRK-TED) Başkanı Dr. Mete Kömeağaç’ın Dünya Tohumculuk Kongresinde verdiği bildiride, 2009 yılı yerli tohum üretiminin, ülkemiz ihtiyacının %35’ini karşıladığını, önümüzdeki yıllarda ise %65’inin karşılanmasının hedeflendiğini açıklamıştır. (TAGEM Genel Müdürünün açıklamalarına göre 2010 yılında bu oran %40'a çıkmış.) Kongrede belirtildiğine göre, aralarına İsrail de olmak üzere yurt dışına da bazı sebze tohumlarını satmaya başlamışız. Bir tohumun geliştirilip tescili 5-10 yıl almaktadır. Artış oranlarının yavaş olmasında bunu da dikkate almak gerekir. Baklagil ve hububatta ise tohumluk ihtiyacımızın ortalama %95'ini karşılamaktayız.
Hibrit tohumlar, özelliği gereği, sadece satıldığı ülkede değil, üretildikleri ülkelerde de bir kere ekilmektedir. O senenin ürününden tohum alıp ekebilirsiniz, ancak hem verim düşer, hem de açılım nedeni ile standart kalitede ürün alınamaz, yani ilk ekildiği andaki kaliteyi tutturamazsınız. Hibrit olmayan tohumları her sene ekebilir ancak verim hibrite göre düşüktür. Bu nedenle üretici genel olarak daha pahalı olmasına rağmen her sene hibrit tohumu tercih eder.
Gerek GDO’ların ve gerekse hibrit tohumların toprağa herhangi bir zararının olması mümkün değildir. İsrail tohumu ekildiğinde artık başka yerli veya diğer yabancı tohum ekilemiyor diye bir şey söz konusu olamaz. Bunlar tamamen bir şehir efsanesidir.
Nevşehir ve Niğde’deki patateslere gelince! Bu illerdeki toprak yapısı birçok yerde çok geçirgendir. Bu nedenle sık sık sulama yapılır ve sulamalar sırasında da üreticiler tavsiye edilmemesine rağmen diğer bölgelere göre genel olarak daha fazla azotlu gübre verir. Bu da yumruda nitrit ve nitrat birikmesine yol açabilir. Bunlar da bilindiği gibi kanserojendir. Yer altı ve yerüstü sularına karışan azotlu gübreler ise ayrı bir sorundur.
Bu iki ilin bazı yörelerinde patates ekiminin yasaklandığı doğrudur. Bunun sebebi, Patates siğili(=Patates kanseri) (Synchytrium endobioticum) isimli, patates ürününde %60-70 kayıplara yol açabilen bir bakteriyel hastalıktır(İnsanlara zararlı değildir). Bu hastalık toprakta 30 seneye kadar canlılığını koruyabilir ve dünyada karantina tedbirlerinden başka hiçbir mücadele metodu da yoktur. Bu hastalık, bulaşık patates yumruları ile Amerika’dan Avrupa’ya, oradan da Türkiye’ye gelmiştir. Bu hastalığın görüldüğü tarlalara kesinlikle bir daha patates ekilmesine müsaade edilmez ve hastalığın görüldüğü tarladaki ürün ise imha edilir.
Ayrıca İsrail’den de kesinlikle patates tohumluğu da Zirai Mücadele ilacı da alınmamaktadır. İsrail'de zaten patates tohumluğunun üretilmesi, ekolojik olarak mümkün değildir. Ancak kendileri için yemeklik patates yetiştirebilirler.
Ülkemizde İsrail tohumunu kullanma yasası veya buna yönelik bir yasanın çıkması da mümkün değil. Bu mantık dışıdır. Zaten isteyen satın alıp ekiyor. Dünya ticaret anlaşmasına göre bu tohumların ticaretini de yasaklayamazsın(GDO tohumları hariç). Kimseyi de illaki kullanacaksın diye kanunla da olsa zorlayamazsın. Ancak biz daha kaliteli ve yeterli miktarda ürettikçe, yabancı tohum kullanım oranı azalacaktır ki, yukarıda bahsettiğim proje ile araştırma enstitülerimiz çeşit geliştirmekte, projede yer alan tohumculuk firmaları da üretimini yapmaktadır.
Köylü ister hibrit olsun ister olmasın kendi tarlasından aldığı tohumu tekrar ekebilir. Bunu engelleyen bir kanun da yoktur. Ancak köylü patentli tohumları izinsiz üretip ticaretini yapamaz.
Bu açıklamaların yararlı olacağını umarım.
Mete AYDEMİR
*******
VE GÜZEL BİR HABER
Yüzde yüz yerli tohum üretimi
MUHALİF GAZETE, 09 Şubat 2011 Çarşamba
Akdeniz Üniversitesi bünyesindeki Antalya Teknokent AŞ'nin tarım alanında yürüttüğü Ar-Ge çalışmaları sonucunda, yerli tohum üretimine başlandı. Akdeniz Üniversitesi bilimadamlarının, Anadolu'nun köylerini dolaşarak topladıkları yerli tohumlarla, üniversite yerleşkesindeki 17 dekar alanda ürettikleri tamamen yerli ürünler, yakında sofralardaki yerini alacak.
Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe yaptığı açıklamada, Türkiye'de tarım sektöründe ithal tohumların daha çok kullanıldığını ve ülkenin ithal tohuma büyük miktarlarda para ödemek zorunda kaldığını kaydetti.
Antalya'nın Türk tarımında önemli bir yeri bulunduğuna değinen Kurtcephe, bu amaçla üniversite olarak, yerli tohum üretiminde çalışmaya karar verdiklerini anlattı. Tohumculuk Araştırma Merkezi ve Antalya Teknokenti bilimadamlarının Türk insanına sağlıklı ürünler sunabilmek için çalıştığını belirten Prof. Dr. Kurtcephe, ''Kıymetli bilimadamlarımız sayesinde ülkemizi dışa bağımlılıktan kurtaracak, insanlarımıza sağlıklı olduğundan emin olduğumuz ürünler sunacak çalışmalar bunlar'' dedi.
Kurtcephe, bu amaçla Akdeniz Üniversitesi Yerleşkesinde bir üretim tesisi kurduklarını, tamamen yerli sermayeyle oluşturulan bu tesiste yerli tohum üretmeye başladıklarını bildirdi. Burada üretilen ürünlerin tamamının yerli olduğuna değinen Kurtcephe, şöyle konuştu:
''Buradaki ürünler dışarıdan gelen tohumun eseri değil. Anadolu'da asırlardır yaşayan, kaybolma riski olan ürünleri ihya ediyoruz. Sağlığından emin olduğumuz, farklı lezzetlerde asırlardır Anadolu insanının damak zevkine hitap eden ürünleri yeniden tüketime sunuyoruz. Tarımın yüzde 13'lük payını elinde bulunduran Antalya'da bizim de tarımla ilgili çalışma yapmamız kaçınılmazdı. Teknokentler içinde tarıma yönelik faaliyet gösteren tek teknokentiz. Benzerimiz yok, başkalarına örnek oluyoruz. Bu çalışmalarla halkımızın bu alanda ihtiyaç duyduğu tohumları üretip ve piyasaya sunacağız ve 'Gönül rahatlığıyla yiyiniz. Burada sizin sağlığınıza zarar verecek en ufak bir şey yok. Dışarıdan alacağınız ürünlerle ilgili kuşkularınız varsa, bizim ürünlerimiz için bu kuşkuyu taşımayınız' diyeceğiz.''
KÖYLERİ DOLAŞIP YERLİ TOHUM TOPLADILAR
Antalya Teknokenti bünyesinde tarım Ar-Ge'si yapan Akça Tohumculuk'un Yönetim Kurulu Üyesi ve Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Samancı da 20 yıldır tohum ıslahı üzerine çalıştığını kaydetti.
Bugüne kadar bitki genetiği üzerinde yaptıkları çalışmaları teknokent bünyesinde yerli tohum üretiminde kullanmaya başladıklarını anlatan Samancı, ''Amacımız tamamen yerli sermayeli, yerli üretimle piyasada bizim de var olduğumuzu göstermek. Teknokent bünyesinde tarım çalışmaları yürüten Türkiye'deki ilk üniversiteyiz'' diye konuştu.
Prof. Dr. Samancı, yerleşke içindeki 17 dekar kapalı alanda Ağustos ayında üretime başladıklarını, üniversite seralarında sebzenin hemen hemen her türünü ürettiklerini bildirdi. Özellikle hastalıklara dayanıklı, verimliliği yüksek ürünler üzerine çalıştıklarına değinen Samancı, Türkiye'ye özgü yerli ürünlerin tohumlarına ulaşmak için Anadolu'nun ücra köylerini dolaştıklarını ve tohum topladıklarını anlattı.
Tohumculukta Türkiye'nin dışa bağımlı olduğuna da işaret eden Samancı, ''Halbuki Türkiye'nin bütün sınır kapıları kapansa, kendi tohumumuzu üretebilecek kapasiteye sahibiz. Şu anda üniversite içindeki seralarımızda deneme üretimine başladık. Bir, iki yıl içinde halka satışa da başlayacağız'' dedi.
TARIM AR-GE'SİNE DESTEK
Antalya Teknokent AŞ Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı ise son iki yıldaki aktif çalışmalar sayesinde Türkiye'nin patent sayısı bakımından en başarılı ikinci üniversitesi haline geldiklerine dikkati çekti.
Teknoloji geliştiren bir üniversite olmanın yanı sıra Antalya'nın tarım alanında yaptığı çalışmalara da destek vermek istediklerini kaydeden Helvacı, Antalya'nın ''Türkiye'yi besleyen bir kent'' olduğuna değindi.
Yrd. Doç. Dr. Helvacı, bu bilinçle hareket ederek tarım alanındaki Ar-Ge çalışmalarına destek sağladıklarını belirterek, özellikle tohumculuk alanındaki çalışmaların sonuçlanmasıyla patent sayısının daha da yükseleceğini bildirdi.
Helvacı, üniversite yerleşkesinde yerli tohumlardan üretilen sebze ve meyvelerin oluşturulacak satış alanında Antalyalılara sunulacağını da sözlerine ekledi.