MUSTAFA KEMAL
dağ başını efkâr almış,
gümüş dere durmaz ağlar.
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar,
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz, altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer,
her geçen seni bizden parça parça götürür
Mustafa’m Mustafa Kemal’im…
diz dövdüm,
gözlerim şavkı aktı Sakarya'nın suyuna.
Sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim Sakarya, öksüz Sakarya
Ankara'dan uçan kuşlar,
Kemal’im der günler günü çağrışır.
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
Mustafa’m Mustafa Kemal’im…
nasıl böyle varıp geldin hoş geldin,
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim Mustafa Kemal.
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık.
sen elbette bilirsin, bilirsin Mustafa Kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal.
hani bir vakitler Kubilay'ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar.
sen uyudun asılanlar dirildi
Mustafa’m Mustafa Kemal’im…
karalar kuşanmış Karadeniz akmam diyor,
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor.
bu gece kıyamet gecesi bu vapur Bandırma vapuru,
yattığı yer nur olsun Mustafa Kemal,
ben ölümden korkmam diyor.
korkmam diyen dilleri toz oldu, toprak oldu.
değirmen döndü dolandı yıllar oldu.
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini.
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git Karadeniz var git başımdan,
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
Mustafa’m Mustafa Kemal’im…
Ankara'nın taşına bak,
tut ki baktım uzar gider efkârım.
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım,
gözlerimin yaşına bak.
Ankara Kalesi'nde Rasattepe'de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
Mustafa’m Mustafa Kemal’im…
Atilla İLHAN
YAĞMUR KAÇAĞI
elimden tut yoksa düşeceğim,
yoksa bir bir yıldızlar düşecek.
eğer şairsem beni tanırsan,
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse,
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni…
geceleri bir çarpıntı duyarsan,
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum,
Sarayburnu'ndan geçiyorum.
akşamsa Eylül'se, ıslanmışsam,
beni görsen belki anlayamazsın,
içlenir gizli gizli ağlarsın.
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni…
BÖYLE BİR SEVMEK (NE KADINLAR SEVDİM)
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular,
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
Azıcık okşasam sanki çocuktular
Bir aksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadınlar gördüm zaten yoktular,
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Hayır sanmayın ki beni unuttular
Hala arasıra mektupları gelir.
Gerçek değildiler birer umuttular
Eski bir şarkı belki bir şiir..
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular,
Böyle bir sevmek görülmemiştir.
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir.
Sanki gökyüzünde bir buluttular
Nereye kayboldular şimdi kimbilir..
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular,
Böyle bir sevmek görülmemiştir…
RÜZGAR GÜLÜ
önümden çekilirsen İstanbul gözükecek,
nerede olduğumu bileceğim.
sisler utanacak eğilecek,
ağzının ucundan öpeceğim.
saçına kalbimi takacağım
avcunda bir şiir büyüyecek
nerede olduğumu bileceğim..
bu çıplak geceler yok mu,
bu plak böyle ağlamıyor mu,
camları kırmak işten değil
delirecek miyim neyim.
kirpiklerimden mısra dökülüyor
Kenya’da simsiyah yalnızım
yoksul bir şilepte gemiciyim.
Malezya’da yük bekliyorum
önümden çekilirsen İstanbul görünecek,
nerde olduğumu bileceğim..
gözlerini söndürme muhtacım,
ben senin aydınlığına muhtacım.
yepyeni bir ilkbahar harcayıp
bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
rüzgar gülümü arayacağım.
Oran’da, Pernabouc’da, Tombuktu’da,
vinçler yine akşamları indirecekler,
yine karanlığa bulaşacağım
gözlerin rüzgarda savrulacak..
İkimiz, iki sap buğday olsak,
sen benim olsan ben senin olsam,
bir gece vakti aklına gelsem,
uykunu tutsam bırakmasam
seni kucaklasam kucaklasam.
birbirimizin kalbini dinlesek
dünyanın kalbini dinlesek.
büyük ateşler yaksalar
iki güvercin uçursalar
nerede olduğumuzu bilsek…
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor,
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu.
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor.
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem.
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki Haziran'da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir silep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun.
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki korsun kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor.
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor.
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem,
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin...
TUT Kİ GECEDİR
tut ki gecedir,
karanlık sıvaşır ellerine camlardan
birden kırmızıya döner
trafik ışıkları.
kükürtlü dumanlar yükselir
korkuya batmış
cam kırığı adamlardan
tehlikeye büyür sakalları..
tut ki gecedir,
ihbarlar birer sansar
bir telefondan bir telefona atlar.
yeraltı örgütleri tetik üstünde
adres değiştirmiş silah kaçakçıları
fahişeler birbirinden kuşkulanıyor..
tut ki gecedir,
katiller huzursuz
hırsızlar sinirli
hainler ürkekçedir.
elleri telefona kendiliğinden uzanıyor
ihanete gece müthiş bir gerekçedir
ihbarlar birer sansar
bir telefondan bir telefona atlar.
ihanet bir bilmecedir…