Karanlık gecelerin becerikli yaratıkları
YARASALAR
Yarasa denince, insanların çoğunun aklına kan ve ölümle dolu kabuslar geliyor. Bizler, ondan söz edilince tiksiniyor ve olumsuz düşünceler geliştiriyoruz. .. Oysa bilim adamları , yarasaları "dünya üzerindeki en kabiliyetli ve başarılı hayvanlar" olarak görüyorlar...
Kana susamış kör canavarlar.. .
Vampir yarasalar, insanları en çok korkutan hayvanların başında geliyor... İnanış biçiminde olmasa da, onların fiziksel olarak zararlı yaratıklar olduğunu düşünen en önemli kesim ise köylüler... Bu tip yarasaların çiftlik hayvanlarına dadanmasından çok şikayetçiler.. .
Yarasaların doğasını araştırmak için ilk bilimsel girişim 18. yüzyılın en büyük bilimadamlarından Lazzaro Spallanzani tarafından yapıldı. Spallanzani, fiziğe, kimyaya, jeolojiye ve volkanolojiye önemli katkılarda bulunmuş bir bilimadamıydı. Biyoloji alanında ise uzuvlar, kan dolaşımı, sindirim, üreme ve solunumla ilgili bilgilere çok daha yenilerini ekledi...
Gözlerini kullanmadan uçtukları farkedildi
64 yaşındaki Spallanzani, 1793'te döneminin en büyük bilimadamıyken yarasaların uçarken gözleri kapalı ya da gözleri çıkarılmış olsa bile önlerine çıkan nesnelere çarpmadıklarını buldu. Bir dizi deneyden sonra, gözün yerini bilinen diğer duyulardan hiçbirinin almadığı ortaya çıktı. Yarasalar gözün yerine bizim bilmediğimiz başka bir organı ya da bir duyuyu kullanıyordu. Bu buluşlar yayınlandı.
Şunun kulaklarını çıkaralım bakalım ne olacak?
Sonra, 1793-94 kışında, Louis Jurine adlı Cenevreli bir cerrah, yarasaların kulakları çıkarıldığında, kör olsa da olmasa da hayvanın tamamen savunmasız hale geldiğini söyledi...
İlk başta, Spallanzani, Jurine'in çalışmasına şüpheyle yaklaştı. Ancak daha sonra onun sonuçlarını kendisi de doğruladı. Jurine haklıydı; yarasalar kulaklarıyla görüyordu. Buluşlarını hiçbir zaman yayınlamadı. Ama ölene kadar geçen 5 yıllık sürede ardı ardına deneyler yaptı. Tüm bu deneyler ana gerçeği daha da doğruladı ve geliştirdi.
Kulaklarıyla mı görüyormuş? Buna kim inanır?
Spallanzani' nin bulgularını neden yayınlamadığı bilinmiyor. Ancak, onun gibi politik bir bilimadamının ilk başta ortaya attığı "yeni bir organ ya da duyu" ile, sonradan ortaya çıkan "kulak" arasındaki farkı anladığına emin olabiliriz.. . İlki ancak bir "gizem", ikincisi ise bir "anormallik"ti. Gizemler en fazla daha fazla gizem yaratırken, anormallikler ise alay konusu olma riski yaratıyordu. Bilimadamı, profesyonel güvenilirliğini böylesine havada bir konuyu ilerletmek için tehlikeye atmak yerine, daha sağlam işler yapmayı tercih etmiş olabilirdi.
Araştırmalar alay konusu oluyor…"Peki, o zaman yarasalar gözleriyle mi duyuyorlar?"
Gerçekten de, ölümünden sonra Spallanzani' nin yaptığı deneylerin raporları bulundu ve alay konusu oldu. Hatta bir meslektaşı, "Peki, o zaman yarasalar gözleriyle mi duyuyorlar?" diye dalga bile geçti... Sonraki 140 yıl boyunca, profesyonel zooloji, karanlıkta uçan yarasaların çevrelerini gelişmiş dokunma duyusuyla algıladıklarına inandı...
Arizona'nın Chiricahua Dağları'nda yaşayan "Plecotus townsendii", "gölgesinden daha hızlı su içen hayvan" olarak tanınıyor. Bu yarasa türü, kısa ama geniş kanatları sayesinde dakikalarca suyun üzerinde gezinip avını kovalayabiliyor. ..
İki üniversite öğrencisi çalışmaları yeniden başlatıyor
Spallanzani, bulgularını yayınlama konusunda farklı bir tavır da sergileyebilirdi. Ancak, buluşunu kariyerinin en üst noktasında yapmış olması onun için büyük bir şanssızlıktı. Genç biri olsaydı, kaybedecek çok az şeyi olabilirdi. İşte bu nedenle, modern yarasa araştırmalarının iki üniversite öğrencisi tarafından başlatılmasına şaşmamak gerekiyor.
Yarasaların çıkardıkları yüksek frekanslı seslerin ekosundan faydalanarak yön bulduğu kanıtlanıyor.1938 yılında Donald Griffin adındaki yarasa meraklısı bir Harvard öğrencisi, bir fizik profesörününün, böceklerin yüksek frekanslı seslerini farkeden bir alıcı geliştirdiğini duydu. Bunun üzerine. 1920'li yıllarda "yarasaların yönlerini bulmak için yüksek frekanslı seslerin ekolarından yararlandıkları nı" söyleyen bir İngiliz akustik uzmanının sözlerini hatırladı. Griffin bu alıcıyı ödünç aldı ve kafesteki yarasalar üzerinde deneyler yapmaya başladı. Sonraki iki yıl süresince, Robert Galambos adlı bir başka Harvard öğrencisiyle çalışmalarını sürdürdü. Bu ikili, yarasaların yüksek frekanslı sesler çıkardıklarını ve bu seslerin ekolarından gelen bilgilere dayanarak yönlerini bulduklarını kanıtladı. Karanlıktaki yollarını akustik bir projektör ışığıyla aydınlatan bu hayvanlar, doğal "sonar" cihazları sayesinde görmeseler bile hiçbir şeye çarpmıyorlardı. ..
Tipik tepkiler, "Neden böyle bir şey için daha fazla zaman harcamak istiyorsunuz?" şeklindeydi.. .
Deneyler son derece inandırıcıydı ve sonuçların kabul edilmesi uzun sürmedi... Griffin ve Galambos, artık farklı olduğu kadar rahatsız edici entellektüel ve duygusal bir atmosferin içine girmişlerdi. Buldukları temel gerçek kabul edilmişti ama çalışmalara devam etmeleri için hiçbir şey yapılmadı. Tipik tepkiler, "Neden böyle bir şey için daha fazla zaman harcamak istiyorsunuz?" şeklindeydi.. . Bu tip davranışlar o kadar fazlalaşmıştı ki, iki bilimadamı motivasyonları nı yitirmeye başladı...
Öğretmenleri, iki başarılı öğrencinin kariyerlerini mahvetmelerini önlemeye çalışıyordu
Griffin ve Galambos'un öğretmenleri sadece koruyucu görevi yapıyor ve bu iki başarılı öğrencinin kariyerlerini mahvetmelerini önlemeye çalışıyordu. Bilim sosyal bir işti... Bir bilimadamının başarılı olması. diğer bilimadamları nın onun işinden ne kadar yararlanabildiğ iyle ölçülüyordu. Griffin ve Galambos'un yarasaların bu kabiliyetleriyle ilgili buluşu ise çok farklı çok garipti... Diğerlerinin çalışmalarıyla ile uzaktan yakından ilgisi yoktu... Onların çalışmalarına kim hakemlik yapacaktı? Onları kim yayınlayacaktı ?
Bir üniversite öğrencisinin, olağandışı bir gerçeği bulması gerçek bir başarıydı...
Bir adı olmadığından, Griffin ona bir ad takmıştı; "ekolokasyon" (sesin yankılanmasından faydalanarak bir cismin bulunduğu yön ve uzaklığı saptama)... Bir üniversite öğrencisinin, olağandışı bir gerçeği bulması gerçek bir başarıydı... Ancak, kendisini tek kişilik bir profesyonel topluluk olarak görmesi ise bir intihardan başka birşey değildi...
"Batoloji" (yarasa bilimi) doğuyor
Bununla birlikte Griffin, azimle yolunda ilerlemeye devam etti. Batı Almanya'dan Martin Eisentraut ve Cornell'den William Wimsatt ile önce Cornell'de sonra da yine Harvard'da bir iş kolu başlattı. Bu ekip öğrencilere ders verdi, Yayınlar oluşturdu, terimler buldu ve tanımladı, teknik prosedürler geliştirdi, alan gözlemleri ve laboratuvar bilgilerinin yapısını oluşturdu... İşler yine de yavaş ilerliyordu: 1940 ve 1960 yılları arasında her yıl ekolokasyon üzerinde sadece iki tez yayınlandı. Ama, 1960'dan sonraki yıllarda, ise sadece ekolokasyon üzerinde her yıl 40 tez yazıldı. "Batoloji" (yarasa bilimi) doğdu ve Meksikalı hikayecilerin doğru oldukları oltaya çıktı. Yarasalar farklıydı... Ve onların farklı olmayı başarma yollan bize son derece tanıdık geliyordu...
Yarasalar ve diğer memeliler arasındaki ayrılığın ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı bilinmiyor
Eski bir fosile bakıldığında, 50 milyon yıllık yaşına rağmen, yakın zamana ait olanlara çok benzediği görülüyor. Profesyonellerin ortak fikrine göre, bir süre önce uçan sincaba benzer böcek yiyen bir memeli, gecenin yiyecek açısından zengin, ancak rakip ve yırtıcı hayvanlardan yoksun olduğunu fark etmişti. Sonra da sonarlarını ve kanatlarını geliştirerek bu uygun ortama geçmiş; bu işlem sırasında da bugünkü yarasaya dönüşmüştü. Bugün bin kadar türü ve alttürü vardı.
"Macrotus californicus" (solda) kan emici vampir sınıfından bir yarasa türü... Genellikle böcekleri yiyerek besleniyor.. . İri kulaklarını ve burnunu sonar gibi kullanıyor. Yaprak burunlu yarasa (sağda), avını karanlıkta büyük kulaklarıyla saptıyor...
Yarasayı farklı kılan geceleri avlanması ve bunun için sesten yararlanması…
Yarasalar, memelilere de çok benziyor... Örneğin, beslenme alışkanlıkları açısından bakıldığında, meyve, çiçek poleni, böcek, kurbağa, kemirgen hayvan, kuş, memeli kanı ya da diğer yarasaları yiyen yarasalara rastlanabiliyor. Yarasalara sivrisineklerin memelisi olarak bakılıyor. Vampir yarasalar sadece Amerika'da yaşıyor, benzerlerine Avrupa'da rastlanmıyor. Birkaç yarasa türü ise ortalarda sadece geceleri dolaşmıyor. Özellikle meyve yiyen türler yönlerini ekolokasyon yöntemiyle bulmuyor. Ama yine de yarasayı farklı kılan ve onları diğerlerinden ayıran özellik, geceleri havada avlanması ve bunun için de sesten yararlanması.
Sesin ekosunu dinliyor, sonra da bunun hangi yönden, ne kadar uzaktan, hangi hızla geldiğine karar veriyor
Spallanzini ve Griffin'in de doğrulayacağı gibi, yarasalarınki hiç de kolay elde edilecek bir başarı değil... Bu hayvanlar öncelikle bir dağ vadisindeki bağırışın ekosunu dinliyor, sonra da bunun hangi yönden, ne kadar uzaktan, hangi hızla geldiğine karar veriyor. "Kulakla görebilmek" amacıyla yapılan araştırmalarda, ekolokasyon yöntemini kullanarak büyük engel lerin olduğu yerlerde yollarını bulmayı çok az kör başarabildi.. . Hiç biri de bir basket topunu yakalamayı beceremedi. Yarasalar ise bundan çok daha karmaşık işleri ekolokasyon yardımıyla halledebiliyor. Çoğu zaman, meyve sinekleri kadar küçük böcekleri yakalayabiliyorlar. Ses dalgalan havada hızla zayıfladığından, avlarının varlığını 0.9 metre yakına gelene kadar fark edemiyorlar.
Yarasalar saatte 15-30 km, hız la uçtuklarından, üç boyutlu hareket eden iki yaratığın algılama ve durma sorunlarının anında çözülmesi gerekiyor. Aksi olursa, yarasa avını kaçırmış oluyor... Son olarak, ekolokasyon hedeften dönen ekoları okumayı içeriyor. Ama bu sıra da, potansiyel bir kurban, ekolokasyon yapan bir avcının seslerini, onun kendisini fark ettiği sürenin yarısında algılıyor. Avına böyle bir savunma imkanı sağlayan bir avcının yaşayabilmesi ise gerçekten alkışlanacak bir olay...
Yarasalar memelilerin en kalabalık türü...
Ne kadar karmaşık olsa da, yarasalar bu sorunlarla başetmeyi beceriyorlar. .. Gerçekte evrim teorisi, adapte olma becerisini üreme başarısıyla bağdaştırıyor. Yarasalar memelilerin en kalabalık türü olduğundan - her 10 memelinin bir tanesi yarasa -, bu yaratıkların çevreleriyle başa çıkma konusunda en başarılı hayvanlar oldukları söyleniyor. Örneğin, ılıman bölgelerde çok yaygın olan böcek yiyen "küçük kahverengi yarasa", saatte 500 böcek yakalayabiliyor. Bu hayvan genelde avını ekolokasyonu kullanarak, kanat ve kuyruk zarlarının yerini saptayarak yakalıyor. Algılama ve yakalama arasında geçen zaman, saniyenin üçte biri ile yarısı arasında değişiyor. Bu zaman içinde, yarasa avını algılamakla kalmıyor, kendine bir yol belirleyip harekete bile geçiyor.
"Nyctinomops femorosaccus" türü yarasanın ayaklarının uç bölümü kıllarla kaplı...
Bunlar, hayvan uçarken bir radar görevi görüyor. Bu alıcılar öyle hassas ki, yarasalar,
yollarına gerilen incecik telleri bile en küçük ayrıntısına kadar algılıyorlar.. .
Yarasaların uçuşları ile ilgili ilginç deneyler...
Belki de yarasaların araştırılmayı bekleyen en etkileyici özelliği, onların olağanüstü zihinsel güçleri, özellikle de öğrenme becerileri ve seslerini yeni çevrelere uydurabilmeleri. .. Bir dizi araştırma bunun tam tersini savunsa, da her iki tarafın elindeki kanıtlar eşit... Bir yarasa karmaşık engellerle dolu bir yerde uçmaya alıştığında, fiziksel yapısına göre hareket etmeyi bırakıyor. Yani, yeni engeller konulduğunda, yarasa bunlara çarpıyor. Yarasanın çevresinden dolanmaya alıştığı engeller kaldırıldığında bile hayvan yeni geçit yollarını kullanmıyor.
Bir başka deneyde ise, yarasalar tellerle dolu üç boyutlu bir labirentte uçmaya alıştırılıyor. Bu teller ortadan kaldırılıp, yerlerine fotoelektrik ışınlar ve alıcı hücreler konulduğunda hiçbir ışın kırılmıyor, çünkü yarasalar uçuş rotalarını değiştirmiyorlar. Artık orada olmayan teller akıllarında yer etmiş olduğundan, hayvanlar bunlardan kaçınarak uçuyorlar. Bu da bu yaratıkların ne kadar zeki olduklarının bir kanıtı...
Yarasaların yaşadıkları dünyada hiçbir şey kolay olmuyor
Dünyamız, bizim görmemizi sağlayan enerjilerle dolu... Farklı kaynaklardan gelen ışıklar dünyamızı aydınlatarak görmemizi sağlıyor. Yarasalar için ise durum tam tersi... Başka yarasaların ve böceklerin sesleri dışında, yarasalar kendi güçleri sayesinde gördüklerinden başka hiçbir şey görmüyorlar.
Artık yarasaların, doğada ilgi duydukları şeylere ışık tutabilecekleri bir dizi akustik alete sahip olduğunu biliyoruz. Onların dünyayı öğrenmeye hatırlama kabiliyetleri de var... Üstelik bu hayvanlar zamanında ve doğru sorular sormayı da başararak, gelen cevaplara göre ani kararlar verebiliyorlar.
Yarasaların özelliklerine benzer özellik taşıyan başka bir memeli: Yunuslar…
Ekolokasyon yöntemini kullanan, öğrenme ve hatırlama kabiliyetleri olan bir başka memelili daha var... Yarasalar kadar olmasa da bu memeliler de son derece sosyal hayvanlar... Bunlar, hayvanlar aleminin en sevilen yaratıklarından biri olan yunuslar... Onlarla iletişim kurabilmek için büyük servetler harcandığı biliniyor. Çeşitli filmlerde ve televizyon dizilerinde rol alan bu hayvanları Japon balıkçılarından koruyabilmek için büyük çabalar harcanıyor.
Açıkça görülüyor ki, gece ve karanlık ile ilgili korkularımızın sembolü yarasalar son derece farklı yaratıklar... Yeni bilgiler ışığında bu hayvanların diğerleriyle olan benzerlikleri de ortaya çıkıyor...
Yarasanın müthiş ses düzeni…
İnce telleri bile algılayabiliyorlar
Yarasa araştırmalarının bir kolu, bu hayvanların ne kadar usta olduklarını araştırıyor. Örneğin, yarasalar yolları üzerindeki çok ince telleri bile algılayıp bunlara çarpmadan uçabiliyor. Bir başka araştırma, ise, yarasaların büyüklük, şekil ve yüzey yapısını algılama konusundaki becerilerini inceliyor. Bunun için yapılan deneyde, farklı şekil ve büyüklüklerdeki metal ve plastik maddelerin arasına bir solucan yerleştiriliyor. Bu deney sonucunda yarasalar arasında farklılıklar olduğu ortaya çıkıyor. Doğada böylesine bilmecelerle karşı karşıya gelmeyen yarasaların bir kısım bu karmaşanın içinden çıkamıyor. Bununla birlikte, bazı yarasalar oyuna büyük ilgi duyuyorlar ve birkaç denemeden sonra başarı sağlıyorlar. Oyuna ilgi duymuş bir yarasa o kadar farklı nesnenin içinden solucanı kapmayı başarıyor...
Çıkardıkları ses havalı matkab sesinin enerjisinden 20-60 kat daha fazla...
Bir diğer araştırma kolu da sonar seslerinin kendisiyle ilgileniyor. Bu çalışma sonunda ortaya çıkan ilk ilginç sonuç da, yarasa seslerinin son derece yüksek olduğu...
Küçük kahverengi yarasanın sesindeki enerji, hayvanın ağzının yanında ölçüm yapıldığında, birkaç metre uzaktaki havalı matkabın sesinin enerjisinden 20 kat daha fazla... Yine burada da her yarasaya ve her türe göre farklılıklar olabiliyor. Örneğin, bazı ılıman iklim yarasaları son derece yüksek sesler çıkarabiliyor. Başka türlerde ise havalı matkaptan 60 kat daha kuvvetli seslere rastlanabiliyor. Eğer bu sesler bizim için çok yüksek olan frekanslarda emilmeseydi, bütün gece beynimizin içi çok yüksek seslerle dolup taşar ve gece bir işkenceye dönüşürdü...
Farklı oktavlarda sürekli ses çıkarıyorlar… Saniyede 10-200 ses..
Bu kadar çok ses geniş bir kelime dağarcığı demek
Yarasa sesi, gürültülü bir patlamadan çok çevreye farklı seviyelerde yayılan akustik bir ses... Küçük kahverengi yarasanın ses göndermesi saniyenin binde ikisi-üçü kadar sürüyor. Bu o kadar kısa bir süre ki, yarasa bu arada hiçbirşey yapamaz gibi görünüyor. Gerçekten de, gönderilen her sesin odağı ve frekansı sürekli bir değişim geçiriyor. Bu kısa süre içinde her sesin frekansı bir oktav düşüyor. Ve dar düz bir odaktan, geniş bir alana yayılıyor. Bu değişmeler, yarasanın geri gelen ekolardan zengin fakat karmaşık bilgiler almasını sağlıyor. Çoğu zaman hedefin uzaklığına bağlı olarak - hedef ne kadar uzaktaysa ekonun geri gelmesi için göndermeler arasındaki süreyi uzun tutmak gerekiyor - yarasa saniyede ya 10 ya da 200'den fazla ses gönderiyor... Yarasa araştırmacılarını n ilk düşünceleri, farklı türlerin kendilerine özgü karakteristik sesleri olması gerektiği yönündeydi. Bir yere kadar bu beklenti doğrulandı. Ancak çok çeşitli türler daha da detaylı incelendiğinde, araştırmacılar yarasaların akustik özelliklerinin ne kadar geniş bir yelpazede olduğunu gördüler. Eğer yarasalar çevreleriyle bu şekilde iletişim kuruyorlarsa, o zaman çok geniş bir kelime dağarcıkları var demekti...
Çevre ve yanlış inançlar nedeniyle sayıları her geçen gün azalıyor...
Yarasalar özellikle köylüler tarafından çeşitli yanlış inançlar nedeniyle yoğun bir biçimde katlediliyorlar. Ne var ki, türün azalmasında iyi niyetli bazı yanlışlar da söz konusu... 1991 yılında Hindistan'da bir mağarayı gezen turistler, ellerindeki güçlü fenerlerin yarattığı sıcaklık nedeniyle tam 30 yarasayı istemeden öldürmüşlerdi. Benzer bir olay 1993 yılında Fransa'daki Franche-Comte mağarasında meydana geldi ve bu kez tam 21 yarasa turistlerin dikkatsizliğinin kurbanı oldu... Oysa, özellikle Fransa'da bütün yarasa türleri yasa ile koruma altına alınmış bulunuyor.
Acımasız insanlar, tarım ilaçları ve turizm
Bugün uzmanlara göre 29 yarasa türü büyük bir tehdit altında... Ve bunların 13 tanesinin soyu neredeyse tükenmek üzere... Bilimadamları , yarasa katliamının nedenlerini üç ana kategoride topluyorlar: Birinci ve en acil önlem alınması gereken tehlikeyi, tarım sektöründe son zamanlarda bol miktarda kullanılan tarım ilaçları oluşturuyor. Böceklere bulaşan bu ilaçlar, onlarla beslenen yarasalar için öldürücü sonuçlar yaratıyor, ikinci neden ise insanoğlunun acımasızlığı... Birçok ülkede, özellikle tarımsal kesimde çocuklar taşlarla yarasaları öldürüyorlar, sigarayla onlara işkence yapıyorlar. Son neden ise, bu hayvanların doğal yaşam alanlarının her geçen gün azalması... Mağaraların her geçen gün turizme açılması, bu hayvanları daha elverişsiz alanlara göç etmeye zorluyor.
Yarasa ailesinde yok olma çanları, özellikle ağırlıkları 5 ile 35 gram arasında değişen orta boy türler için çalıyor. Bu türlerin bir sonar gibi gelişmiş burun yapıları, onları çevre koşullarındaki değişmeye karşı çok duyarlı hale getiriyor. Sonuçta en küçük olumsuzluk gördüklerinde toplu halde başka yerlere göç ediyorlar ve bir süre sonra da oradaki ortama uyum sağlayamadıkları için telef oluyorlar. Oysa 4 ile 8 gram ağırlığındaki küçük türler olumsuzluklara daha uzun süre direnebiliyorlar. Bunun tek istisnası ise, Schreiber tarafından keşfedildikleri için onun adını taşıyan ve ağırlıkları 9 ile 16 gram gelen "miniopter" türleri...
Şeytanın öbür adı... Kan, ölüm ve kabusların simgesi
Yarasa denince, insanların çoğunun aklına kan ve ölümle dolu kabuslar geliyor. Ancak bilimadamları , yarasaları dünya üzerindeki en kabiliyetli ve başarılı hayvanlar olarak görüyorlar...
Güney Meksika folklorunda, ismi "H'ikal" olan bir şeytan vardır. Bu şeytan, doğaları anormalleşen, ne öyle ne de böyle olan kişilere gider. Kadınsı erkekler, sert kadınlar, sarhoşlar, isyankar çocuklar, rüşvet yiyenlerden oluşan bu insanlar, bir eşiğe gelirler. Burada H'ikal onlara görünür. Bu insanlar, ilk başta onu köpek gibi sıradan bir sandıklarından hiç korkmaz, şeytan onlara saldırana kadar gerçeği anlamazlar. Saldırı sonrasında ya ölürler ya da kendi temiz ve saf doğalarına dönerler...
Aldatma ve illüzyon ustası olarak bilinen H'ikal'ın gerçekte ne olduğu, antropologlar için hep zor bir soru olmuştur... Hikayelerde H'ikal'den küçük, koyu renk derili ve ayaklarında kanatları olan bir yaratık olarak söz edilir. Birçok uzman da, H'ikal figürünü, Kolomb öncesi hiyerogliflerde görülen yırtıcı Maya tanrısına benzetir. Çünkü, bu resimyazılar, tanrıyı kan, erotizm, kurban ve ölümle bağdaştırmaktadı r. Bu benzeşme de bir başka noktaya açıklık getirir; H'ikal ya da en azından onun benzetildiği "şey" bir yarasaydı..
Yarasalar hakkında.genel bilgiler
Sınıflandırma: Yarasalar "Chiroptera" memeliler sınıfına giriyor. Bu hayvanlar dünyanın tek uçan memelileri.. . "Chiroptera" 19 aileden, 174 takım ve binin üzerinde tür ve alttürden oluşuyor.
En çok sayıdaki memeli: Yapılan tahminlere göre her 10 memelinin bir tanesi yarasa...
Yarasalarda iki alttakım var: "Megachiroptera" ve "Microchriptera"... Bunlardan ilki yönlerini görerek buluyorlar, diğere ise ekolokasyon kullanıyor.
Yaşadıkları yer: Yarasalar dünyanın her yerinde bulunuyor. Ancak en çok yarasaya ılıman iklim bölgelerinde rastlanıyor. Batı Afrika'da 100 tür varken, Amerika'da 30 tür var...
Beslenme: Yarasaların çoğu uçan böceklerle besleniyor. Bazı yarasalar etoburken, diğerleri çiçek polenlerinden ve nektarlarından besleniyor. Balıkçı yarasalar büyük ayakları ve pençeleri yardımıyla yüzeye yakın balıkları avlayabiliyorlar. Orta ve Güney Amerika'da bulunan gerçek vampir yarasa, sıcakkanlı hayvanların kanıyla beslenen tek omurgalı hayvan... Tahminlere göre bir vampir yarasa yılda 11 litreden fazla kan emiyor.
Üreme: Yarasaların genelde, ağırlığı annenin altıda veya üçte biri kadar olan tek bir çocuğu oluyor. Bebek yarasaların arka ayakları iyi gelişmiş oluyor. Bu ayaklar yardımıyla anneleri uçarken ona tutunabiliyorlar.
Morfoloji: Yarasalar ana memeli iskeletine sahipler... Ancak, bunların ön ayakları uçuş için bir değişikliğe uğramış. Yarasaların ön ayakları ve parmakları perdeli kanat biçiminde gelişmiş. Hayvanın uçmadığı zamanlarda kanat zarı kıvrılarak küçülüyor. Böylece hayvan yerde de rahatça hareket edebiliyor.. .
Kör, ama iyi avcı...
Yarasalar, hem etçil hem de otçul hayvanlar...
Gözleri görmese de, gecenin karanlığında onlardan daha usta avcıya rastlamak zor...
Yarasaların yüz şekilleri hem işlevsel açıdan hem de görüntü olarak farklılıklar gösteriyor. Böcek yiyen "at nalı yarasası", burnunu bir megafon olarak kullanarak, sesini,dolayı sıyla da ekolokasyonun etkisini arttırıyor...
Yarasanın güçlü ayak ve tırnak yapısı embriyo halindeyken bile farkediliyor. ..
"Euryale" türü yarasanın sonar görevi gören burnu ise atı anımsatıyor...
"Nyctinomops femorosaccus" türü yarasanın ayaklarının uç bölümü kıllarla kaplı...
Bunlar, hayvan uçarken bir radar görevi görüyor. Bu alıcılar öyle hassas ki, yarasalar,
yollarına gerilen incecik telleri bile en küçük ayrıntısına kadar algılıyorlar.. .