FETHULLAH GÜLEN KİMDİR?
Fethullah Hoca, bu kadar dindarligina ragmen HACI degildir.
Mekkeye medineye gidemez.
Neden mi? Seriat kanunlarina gore Fethullah hoca ŞEYH statusune
soyundugundan ve muritleri oldugundan Suudi Arabistan sinirlari
icerisinde ele gecirilirse hemen katledilir.
Çünki; Islamiyette seriatta ve Kur'an da seyhlere ve/veya tarikat
liderlerine yer yoktur.
Özetle Allah ile kul arasina kimse giremez!!
BUGÜNÜN YOĞUN GÜNDEMİNDE ÖNEMİ DAHA DA ARTTI.
Uyandırın!
Korkmayın heryerde konuşun konuyu siz açın
Takside taksiciye konuşun
Apartmanda kapıcıya konuşun
Sakallı gazete bayinize konuşun
Eve gelen gündelikçiye konuşun..
Anlatın eğer Fethullah dindarsa peygamber gibi ise
neden Amerika'da yaşıyor ?
neden Mekke'de Kabe yakınlarında bir malikanede değil de
Amerika'da FBI çiftliğinde.
Söyleyin bu zat değilmiydi 25 yıl o cami senin bu cami
benim salya sümük ağlayarak FAİZ haram diyen ?
sorun kapıcınıza peki BANK ASYA nedir ?
Önce alıştırmanız gerekir.
Görüntüye.
Seslere.
Hareketlere.
Sessizliğe.
Çevrenizde olup bitenlere.
Yavaş yavaş alıştırırsınız.
Alışırlar.
Türbana.
Çarşafa, peçeye.
Taşyapı'ya.
Oğulların gemilerinin olmasına.
Çocukların televizyon kurmasına.
Yakınların yolsuzluklarına.
Sevgililere alınan evlere.
Çok eşliliğe.
Erkeklerin, kadınların ayrı ayrı oturmasına.
Ramazanda öğle yemeği verilmemesine.
Beyaz takkeyle gezenlere.
Hem de öyle alışırsınız ki size çok doğal gelmeye başlar.
Bizde böyle deyip geçmeye başlarsınız.
'Galiba demokrasi bu da biz mi anlamıyoruz?' diye kuşkulanırsınız.
Sonra da uyuşursunuz.
Yavaş yavaş uyuşursunuz..
İçinizden bile tepki duymaz olursunuz.
'En az üç çocuk yapın' derler, dinler geçersiniz.
'Bizi azaltmaya çalışıyorlar' derler, gülme duygunuz bile kaybolmuştur.
'Batı'nın ahlaksızlığını aldık' derler, öyle dinler durursunuz.
Uyuşturmuşlardır sizi.
Bir yandan Çanakkale zaferini kutlarsınız.
Öte yandan Çanakkale savaşını yıllar sonra kaybettiğinizi bile fark etmezsiniz.
Başbakanınız planlarını Amerika'ya açıklar.
Siz burdan dinlersiniz.
Amerika Ankara'yı işgal etmektedir.
Siz İngilizce öğrenmeye çalışırken durumu göremezsiniz.
Alışırsınız ve uyuşursunuz.
Geçmişe dalıp gitmişken,
geleceği kaybetmekte olduğunuzu fark edemezsiniz.
Plan da bunun için yapılmıştır.
Önce alıştırma.
Sonra uyuşturma.
Yüzünüze demokrasi derler, arkanızdan gülerler.
Yüzünüze çokkültürlülük derler, arkanızdan bölerler.
Yüzünüze değişim derler, arkanızdan soyarlar.
Yüzünüze gelişim derler, arkanızdan bakarlar.
Alışırsınız.
Uyuşursunuz.
Tehlikenin farkında mısınız?
Önce Alıştırma - Sonra Uyuşturma...
PROF. DR. ERDAL ATABEK
***
MİT'in gözünden Fethullah Gülen
Ölmeden önce Türkiye'ye gelmek istediğini internet sitesinden ilan eden Fethullah Gülen'in Türkiye'de yaşadığı süre zarfında, Nurculuk faaliyetleri nedeniyle iç tehdit kapsamında adım adım izlendiği anlaşıldı.
Son dönemde Türkiye'de siyaset ve adli çevrelerce adı sıkça telafuz edilen Gülen hareketi lideri Fethullah Gülen'in Türkiye'de bulunduğu dönemde attığı her adımın MİT tarafından izlendiği, Alparslan Türkeş ve ANAP ve Muhzin Yazıcıoğlu ile sıkı ilişkilerinin altı çizilerek arşivlendiği anlaşıldı.
Susurluk'ta meydana gelen kazadan sonra ortaya dökülen kirli ilişkiler savcılık ve TBMM tarafından kurulan Meclis Araştırma Komisyonu tarafından araştırılmaya başlandı. Ortaya dökülen kirli ilişikiler yumağı çözülmek istendikçe daha da karmaşıklaştı. Elde biri polis müdürü, biri kanun kaçağı olmak üzere üç ceset vardı. İddialar birbirini kovaladı. Ortaya atılan iddialar bilgi kirliliğine neden oldu. Başbakan da kirli ilişkiler yumağının çözülmesi için MİT'e talimat vererek bir rapor istedi. Raporda Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasında ölenler arasında ve iddia edildiği gibi devletin iç yapısında, devletin memurlarının da içinde oldukları bir suç şebekesi araştırıldı. MİT raporunu hazırladı. Başbakan'ın talimatıyla MİT tarafından hazırlanan soruşturma raporu Müsteşar Sönmez Köksal imzasıyla Başbakanlığa gönderildi. Kazadan sonra ortaya atılan iddialarda adı geçen 59 kişi MİT arşivlerindeki bilgiler toplanarak tek tek araştırıldı.
9'u yalnızca isimleri ile tanınan 59 kişiden; 4'ü politikacı, 4'ü işadamı, 14'ü mafya ile bağlantılı oldukları ileri sürülen eski ülkücü, 5'i TSK mensubu, 13'ü emniyet mensubu, 1'i din adamı, 1'i MİT mensubu, 1'i MİT'le bağlantılı olduğu iddia edilen şahıs, 2'si İran orijinli şahıs, 8'i mafya bağlantılı ve eroin kaçakçısı oldukları iddia edilen şahıs, 1'i şoför, 1'i PKK itirafçısı, 1'i Suriye orijinli bayan, 2'si avukat, 1'i genelev işletmecisi olduğu belirtildi. MİT'in araştırdığı isimler arasında ilginç bir isim bulunuyordu.
Gülen hareketinin lideri olan Fethullah Gülen'in adı bu rapora "Çiller'in kara para aklama işinde gizli ortağı olduğu, Fethullah Hocacıların CIA'nın bölgemizdeki en önemli sivil toplum kuruluşu olduğu iddiaları" üzerine girmişti. MİT bu iddiaların, "Maliye Bakanlığı müfettişlerinin Fethullah Gülen'in mali kayıtlarını incelemesi ile İçişleri ve Dışişleri bakanlıklarının ilgili kuruluşlarla yapacakları koordine sonucunda çözülebileceğini" rapora ekledi.
MİT tarafından attığı her adımın izlendiğinin anlaşıldığı raporun önemli bir bölümü Fethullah Gülen'e ayrılmıştı. Fethullah Gülen'in doğumundan memuriyet yıllarına, 12 Eylül darbesinde aranmaya başlanmasından Türkiye'den çıkışına kadar attığı her adımın izlendiği bu raporla ortaya çıktı.
İşte MİT'in hazırladığı Susurluk araştırma raporunda Fethullah Gülen bölümü;
Fethullah Gülen:
Ramis oğlu, 1942, Erzurum doğumlu.
1968 yılı itibariyle İzmir Merkez Vaizi, İzmir İmam Hatip ve İlahiyatta Öğrenci Yetiştirme Derneği Kestanepazarı Kuran Kursu öğreticisi görevlerinde bulunmuştur.
1969 Ağustos ayı içinde İzmir Buca'da kendi yönetiminde olan dernek ve Kestanepazarı Kuran Kursu'nda okuyan 100 öğrencinin katılımıyla açılan bir kampta, Kuran okumanın yanı sıra Risale i Nur eğitimi yapmıştır. Aynı yıl içinde Said i Nursi için Isparta'da okutulan mevlüde katılmıştır.
1970'de İzmir'de Nurculuk üzerine programlar yapmış, ayrıca toplantılarda eğitici görevini üstlenmiştir.
NURCULUK DAVASI AÇILDI
1971 Ocak ayı içinde, İzmir İmam Hatip ve İlahiyat Öğrenci Yetiştirme Derneği içinde Nurculuk faaliyetleri yürüttüğü gerekçesiyle dernek idare heyetinden çıkarılmıştır.
Aynı yıl itibariyle Nurculuk faaliyetlerinden dolayı İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından ifadesi alınarak hakkında dava açılmıştır.
Anılan komutanlıkça açılan davası sonucunda vaaz etme yetkisi alınmıştır.
1972 Eylül ayı içinde Erzurum'a gitmiş, anılan ilde Nurcu liderle görüşmüş ve çeşitli Nur toplantılarına katılmıştır.
1973 yılı itibariyle Edremit'e tayin edilmesine karşın, İzmir'de ikamet ederek her hafta cuma günleri Edremit Alemzade Camii'nde vaaz vermiş ve her gelişinde ayrı ayrı Nur medreselerinde Nur toplantıları düzenlemiştir.
Aynı yıl itibariyle Edremit Merkez Vaizi görevi sırasında yaz aylarında Edremit civarında açılmış olan ve Nurcu öğrencilerin iştirak ettiği kamplarda Nurculuk faaliyetlerini organize etmiştir.
1974 Eylül ayı içinde Merkez Vaizliği'ne tayin edilmiştir.
1974 1976 yılları arasında yurt çapında çeşitli konularda konferanslar vermiştir.
1976 Temmuz ayı içinde Aydın çevresinde açılması planlanan Nur kamplarında F. Gülen'in fıkıh dersi vereceği öğrenilmiştir.
1976 Ağustos ayı başında İzmir Bornova ilçesi vaizliğine atanmıştır.
İRAN TİPİ DEVRİM GERÇEKLEŞTİRMEK İSTİYORLAR
Münfesih MSP yanlısı olan Nurculardan Fethullah Gülen, İran'da gerçekleştirilen devrimin Türkiye'de de gerçekleştirilmesini arzulamakta olup, Türkiye'de İslami bir devrim için yurt sathında teşkilatlanmaya önem vermektedir.
İzmir Bornova Merkez Vaizi olduğu dönemde vaaz bantlarının yurt sathında dağıtılmasını sağlayarak Nurculuk propagandası yapmıştır.
19.04.1980'de İzmir'de gerçekleştirilen bir Nur toplantısında yaptığı konuşmada; birkaç gün içerisinde "Huruç harekatı' (Atılım harekatı) başlatılacağını, bu harekat için hemen hemen her ilde liderlerin tespit edildiğini, İran'da yapılan İslam harekatının Türkiye'de de böylece başlamış olacağını' belirtmiştir.
1980 yılında İzmir'de bir Nur toplantısında yaptığı konuşmada; "Huruç harekatının başarıya ulaşması için bütün yurtta kendi binalarında ve kiralayacakları müsait yerlerde orta ve yükseköğrenim gören öğrenciler için yurt binalarının açılması, yurtlarda eğitilen öğrencilerin meyvalarını vermesi, kendi fikirleri doğrultusunda çeşitli kitap ve dergilerin basımının gerçekleştirilmesi ile özellikle Türkiye'deki öğretmenlerin büyük bir bölümünün kendi yönlerinde faaliyet göstermeleri gerektiğini' ifade etmiştir.
24.06.1980 tarihinde, "Denizli Merkez Akyazılı Köyü Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı' Denizli Şubesi'nin açılışında yaptığı konuşmada; "Milletimiz içinde bulunduğu zelil duruma, şeytanın uşakları muallimler ve onların yetiştirdiği inançsız talebeler nedeniyle düşmüştür. Rusya, Müslümanlığın giderek azalması ve komünizmin yayılması amacıyla, Türkiye'ye her yıl yardım göndermektedir. Ahlaksızlık, zina ve anarşi almış yürümüştür' tarzında ifadeler kullanmıştır.
Yazıcı Nurcuların lideri olan Fethullah Gülen, Bornova Merkez Camii'nde verdiği vaazlarında, hükümetin icraatlarını eleştirmiştir.
1980 yılında İzmir'de Nurcuların yayın organı "Sızıntı' adlı dergide zaman zaman "MFD' rumuzu ile yazılar yazmıştır.
OPERASYONU HABER ALIP ERZURUM'A KAÇTI
12.09.1980 tarihinde Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'nca kendisini yakalamaya yönelik operasyonu haber alması sonucu, İzmir'den Erzurum'a kaçmıştır.
16.10.1980 tarihinde müstafi addedilmek için Erzurum'dan 20 günlük, daha sonra Kayseri Tıp Fakültesi'nden 45 günlük rapor alıp Bornova Müftülüğü'ne göndermiştir.
1980 Aralık ayında İzmir Bornova Merkez Vaizliği'nden Çanakkale'ye tayinini yaptırmıştır.
1981 Ocak ayı itibarıyla Isparta ili Uluborlu ilçesinde bulunan Islah Sitesi'ndeki ``İmam Hatip Lisesi Öğrencilerini Koruma ve Yetiştirme Derneği' merkezinde gizlenmiştir.
27.02.1981 tarihinde Eyüp İstanbul Hükümet Tabipliği, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği'nce 20 günlük rapor almıştır.
22.03.1981 tarihinde Çanakkale Müftülüğü Merkez Vaizliği'nden istifa etmiştir.
1981 yılında Ankara'da Nurcu liderlerden "Toprak Diş Kliniği' sahibi Hayrettin Toprak'ın evinde saklanmıştır.
1982 Mayıs ayında Konya'daki Nurcu liderlerle bir toplantı düzenlemiştir.
7.8.1982 tarihinde Keşan'ın bir köyünde gizlenerek "Molla' ve "Dahhak' takma isimlerini kullanmıştır.
Aynı yıl itibariyle Sızıntı grubuna mensup şahıslarca, Mekke'de kiralanan bir dükkanda adı geçenin bantları hac süresince Türk hacılarına satılmıştır.
10.06.1983 tarihinde Menemen Helvacıköy'de Y.İ.E. öğrencisi Yaşar Erdoğdu'nun yanında saklanmıştır.
Ege Ordu ve İzmir Antalya illeri Synt. Komutanlığı'nın 7 Şubat 1985 tarihli yazısı ile arananlar listesinde yer almıştır.
18 Mayıs 1985 tarihi itibariyle, kendisini maddi yönden destekleyen zenginlere hitaben İstanbul/Altunizade'de bir konuşma yapmış ve özel okullara maddi yardımda bulunmaları için etkileyici öğütlerde bulunmuştur.
23 Eylül 1985 tarihi itibariyle Çanakkale ili Biga ilçesinde mukim Fethullah Gülen grubuna mensup Nurculardan Sabri Kadıoğlu, Abdülkadim Zellüm adlı yazarın ``Hilafet Nasıl Yakıldı' isimli eserini, Nurcular ile Milli Görüş mensuplarına ücretsiz olarak dağıtmıştır.
1 Ekim 1985 tarihi itibariyle; Hizb üt Tahrir mensubu Muhammed Kürdi, parti merkezinden aldığı emir üzerine, İzmir'de tahsilini yaparken, Fethullah Gülen ile bir görüşme yapmış, ancak bu görüşmede müspet bir netice alınamamıştır.
Genelkurmay Başkanlığı tarafından çıkarılan 15 Nisan 1985 gün ve 7130 97/85/Synt. İstihbarat Hrk. Ş. Ks. sayılı aranan şahıslar kitabının 2. kategori, 15. sayfa ve 588 sırasında arananlar arasında yer almıştır.
1987 yılında, İstanbul'daki evinde, imamlarına eğitim vermeye başlamıştır.
Ağustos 1987 ayında ders verdiği öğrencilerine yaptığı konuşmada; ``Alparslan Türkeş ile görüştüğünü, Türkeş'ten cemaatini şeriat doğrultusunda yetiştirmesini istediğini, onun da kabul ettiğini' ifade etmiştir.
6 Eylül 1987 günü yapılan seçim yasaklarıyla ilgili referandumda, Turgut Özal'ı desteklemek maksadı ile Nurcuların hayır oyu kullanmalarını sağlamıştır.
ANAP'IN GELECEĞİ TOPLANTISI
Şubat 1990 tarihinde Korkut Özal'ın dünürünün İstanbul'daki evinde, "ANAP'ın geleceği ile ilgili' toplantıya katılmıştır.
Mart 1990 ayı içerisinde Türkiye'deki İslami faaliyetleri tek bir merkezden koordine etmek amacıyla oluşturulan İslam Şurası içerisinde yer almıştır.
1990 yılı içerisinde rahatsızlığı sebebiyle birkaç kez yurtdışına çıkmıştır.
MÇP'YE 3.5 MİLYAR LİRA YARDIMDA BULUNDU
20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimler arifesinde münfesih MÇP'ye 3.5 milyar yardımda bulunmuş ve seçimlerde MÇP ile ittifak yapan RP'yi desteklemiştir.
Nisan 1992 ayı içerisinde, Azerbaycan'a giderek anılan ülkede TV kurma çalışmalarını başlatmıştır.
Aynı tarihte ABD'deki Risale i Nur Enstitüsü'nün çalışmalarını yönlendirmek maksadıyla gizli olarak anılan ülkeye gitmiş, ardından Avustralya'ya geçerek Türk öğrencilerin akademik eğitim gördüğü okul ve kaldıkları yurtları ziyaret etmiştir.
Ayrıca kuracağı üniversitelerde ders verdirmek amacıyla söz konusu ülkelerdeki çeşitli profesörlerle de görüşmüştür.
MUHSİN YAZICIOĞLU'NA MADDİ MANEVİ DESTEK
1992 yılı içerisinde MÇP'den ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmalarına giren Muhsin Yazıcıoğlu'na maddi ve manevi destek vermektedir.
19 Ocak 1994'te Ankara'da kurulan "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kurucuları arasında yer almaktadır.
1995 yılı içerisinde ABD, Almanya, İngiltere ve Rusya'nın Türkiye'deki büyükelçileri tarafından ayrı ayrı ziyaret edilmiştir.
Ağustos 1995 tarihi itibarıyla basında çıkan devlet yanlısı beyanları nedeniyle İBDA C örgütünün lideri Salih Mirzabeyoğlu tarafından ölümle tehdit edilmiştir.
(Gazeteport)
GÜLEN OKULLARI ABD’NİN MENFAATİ İÇİN KURULDU
Hukuk profesörü Hüseyin Hatemi, haberx sitesinden Hülya Okur’a geniş bir röportaj verdi. Hatemi, Fethullah Gülen ve okullarıyla ilgili çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İşte o röportajdan ilgili bölümler.
“GÜLEN CEMAATİNDEN AMERİKAN, YAHUDİ LOBİSİNİN BEKLENTİLERİ VARDI”
Gülen Cemaati yayınlarıyla ve stratejisiyle o günden bugüne nasıl geldi bugün hatalı bulduğunuz yönü nedir?
Gülen cemaati hata yapmadı daha doğrusu gitgide iyi olma yolundayken başına akıbet geldi. Açık söylemek gerekirse Gülen cemaatinden Amerikan, Yahudi lobisinin beklentileri vardı. İlk vekaleti onları verdi. Ama Fethullah Gülen ve ekibinin hepsi bunu bilinçli olarak kabul etmediler yani onlar da bilmiyorlardı bu vekaletin anlamını. Denize düşen yılana sarılır misali baskı altındalardı. Böyle birden bire Özal vasıtasıyla yani Amerikan elçisi, Yahudi asıllı Abramovich birden Sovyet Rusya çatırdıyor, yakında Sovyetler çökecek, İran’a da Saddam’ı saldırttık ama Saddam beceriksiz çıktı, yakında Saddam da süklüm püklüm İran’dan çekilecek, bu sırada Sovyetler çökerse de İran rejimi bütün Sovyet, Müslüman topluluklarını ele geçirecek, şii olsun Sünni olsun, belki Afganistan bile İran nüfusu altına girecek. Şu halde siz Fethullah Hocaya baskı yapacağınıza, takibat altında bırakacağınıza, tam aksine, İran’la bu sefer Sünni kuşakla sınır çekmek için( Çin Seddi gibi) İran tehlikesini enterne etmek için Fethullah Hoca okulları vasıtasıyla bir nevi emperyalistlerin misyoner gönderip arkasından gitmesi gibi Türk okulları, Türk İslam okulları perdesi altında aynı zamanda İngilizce öğreten, Amerikan misyonerliği de yapan okullar açılsın, Fethullah Hoca da bir Sünni lider olarak o hareketin başında itibar görsün. Ama tabi Fethullah Hoca, kendisine bu şekilde bir vekalet verildiğinin farkında olmadan eh biraz nefes aldık diye desteklendi, genişlendi.
“GÜLEN OKULLARININ TÜRK MİLLİ MENFAATİNE HİZMET ETTİĞİ ZOKASINI TÜRKİYE’DE ÇOK KİŞİ YUTTU”
Ama bu okullar Amerikan menfaati için kurulmuş okullardı, göstermelik olarak İstiklal Marşı ezberletmekle filanla da onlar da bilinçsiz olarak Türk Milli menfaatlerine hizmet ettiklerini zannederek bir slogan uyduruldu. Türkiye’de de bu zokayı yutan çok oldu. Şey diye:”Adriyatik’ten, Çin Denizine kadar Osmanlıyı tekrar canlandırıyoruz. Türk hakimiyeti!” Halbuki Türk hakimiyetini ne Avrupa ister, ne Amerika ister, ne Yahudiler ister. Bu kadar da saflar. Adriyatik’ten, Çin Denizine kadar diye kükremeye başladılar, her iftar sofrasında kükremeye başladı, takma yeleli aslanlar. Ama arkadan körfez(I.körfez, Amerikan işgali değil de baba Bush harekatı) savaşı şartları doğunca 1991’de, o zaman Amerikan Yahudi lobisi şöyle düşünmeye başladı: Biz Saddam’ı İran’ı mahvetsin, it dişi, domuz derisi diye teşbih ortaya attık ama bir şey beceremedi, şimdi de yavaş yavaş o beceriksizliğini örtmek için Kuveyt’i işgal, genişleme sevdasına düştü. Şu halde biz şu Saddam Frankeştayn’ını icat ettiğimiz gibi imha edelim, ama bundan sonra da Sünnilere tetikte olalım yani Sünniler de tehlike olabilir.
“28 ŞUBAT, İRAN- TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ ÖNLEMEK İÇİNDİ”
Nitekim sonra Taliban’ın da bir zamanlar Sovyet işgali sırasında Vahabi etkileriyle sözüm ona İslami gurupları destekledikleri sonra Taliban Frankeştayn’ının doğmasına sebep oldukları gibi bu sefer de Saddam’dan da korktular. Saddam örneğinden şuna bir dersini verelim, 10 sene sonra da abluka dan sonra son öldürücü darbeyi vururuz. Bu arada da Fethullah Hoca’ya da eskisi kadar güvenmeyelim, bu da tehlikeli olabilir diye Fethullah Hoca da bir gözetim altına alındı bu harekette, eskisi kadar güven duyulmadı. Bu güvensizlik bir adım daha ilerledi, o da şu: Bosna Hersek Ali İzzet Begoviç hareketini baktılar ki Türkiye’de Fethullah Hoca gurubu da iran gibi destekliyor, demek ki bu da tehlikeli olabilir dediler ve hemen Bosna Hersek İslami hareketini kısırlaştırdılar, enterne ettiler, örümceklerin sinek etrafına hücre örmesi gibi ağlarını ördüler, ondan sonra da büsbütün Fethullah Hoca hareketini incelemeye aldılar.
"FETHULLAH HOCA’NIN FERMANI, 28 ŞUBATÇILAR ELİYLE İMZALANDI"
Bu arada 28 Şubat oldu Türkiye’de de, İran- Türkiye ilişkilerini önlemek için. Ama Fethullah Hoca hareketi, İran’a hiçbir zaman yakınlık belirtmemişti o zamana kadar. Hatta 28 Şubat hareketi dış güçler tarafından İran’a da yapıldığı için bu Fethullah Hoca hareketi de bunu sezerek iyice kendisini güvence altına almak, eski suçlarından, güvensizliklerinden kurtulmak için Amerikan- İsrail odakları, İran aleyhine çok açık ve haksız beyanlarda bulunmaya başladı, İranlılar Müslüman sayılmaz anlamına gelen. Biz İranlılarla ayrı mezhepten değil, aramızda din farkı vardır demeye başladı. Ama bunu neden söyledi? Neredeyse bardak, Fethullah Hoca’nın üçüncü bir güvensizlik doğurucu tutumu ile iyice taşmıştı. Fethullah Hoca da bu bardak taşmasının sonuçlarından kurtulmak için, 1998’de bu beyanda bulundu ama kurtarmaya yetmedi, neydi o bardağı taşıran darbe? Maroviç ile birlikte yani İstanbul’daki Katolik psikopozu Maroviç’in girişimi ile Fethullah Hoca’nın Papa 23.John’ın davetlisi olarak Roma’ya- Vatikan’a gitmesi ve Papa tarafından İzzet-ül İkram ile karşılanması yani bizim siyasetimize yardımcı olsun diye destekleyip ortaya çıkarttığımız bir kişi nasıl olur da, bu kadar bilinçsizlik gösterip, bizim en fazla karşı olduğumuz Vatikan ile samimi, dostluk ilişkilerine girer diye artık zaten Fethullah Hoca’nın fermanı, 28 Şubatçılar eliyle imzalamışken, Fethullah Hoca da bunu sezdi, -Vur abalıya usulü İran’a şimdiye kadar söylemediğim derecede ağır bir yüklenme yapayım da bu tehlikeyi bertaraf edeyim diye Nevval Sevindi’yi çağırdı. Zaman Gazetesi’nde Nevval Sevindi’ye röportaj verdi ve orada dedi ki, İranlılar Müslüman da değildir anlamına gelen:”İranla aramızda mezhep farkı yoktur din farkı vardır.” Yani demek istiyor ki, İranlılar, samimi Müslüman olmadığı gibi Müslüman değillerdir esasen. Biz orada okul açmak istedik, buna da karşı çıktılar, bizimle adeta alay ettiler. İran’da okul açmak istedik, buna karşı, “Paranız çoksa buradaki yoksul öğrencilere yardım etmek istiyorsanız biz İran’ın şartlarını daha iyi biliyoruz, paranızı bize verin, biz sizin yerinize okul açıp o parayı da öyle kullanalım” Buna çok kızdığını söylüyordu. Bunun üzerine 1998’de söylenen bu söz de bardağın taşmasını önlemedi. Artık ferman imzalanmıştı.
“FETHULLAH HOCA’NIN AJAN OLMASI İÇTEN BİLE DEĞİLDİR”, "FETHULLAH HOCA’DA AMERİKA’DA İSRAİL’İN MENFAATLERİ İÇİN İPOTEK EDİLDİ."
Bu Deniz Baykal kasetleri hazırlanıp, zamanı gelince ortaya atılması gibi, Fethullah Hoca’nın belki de tamamen uydurmaydı veya bir toplantıda söylediği sözlerle zaten her toplantıda olduğu gibi "ajan olması içten bile değildir." Zaten Fethullah Hoca’nın yanına gelen, çok sureti haktan görünen, Amerikalı Musevi filan da çoktu, hazırlanan bir kaset. “Sakla kaseti gelir zamanı usulü. “ birden bire çıkartıldı ve Fethullah Hoca Amerika’ya gitmişken öyle zamanlandı ki, Öcalan nasıl o zamanlarda paketlenerek Türkiye’ye gene İsrail menfaatleri için rehin olarak teslim edildiyse ama bizim menfaatlerimize teslim edilmiş gibi gösterildiyse, Fethullah Hoca’da Amerika’da İsrail’in menfaatleri için ipotek edildi. Öcalan burada, Fethullah Hoca da orada. Yoksa Fethullah Hoca’nın Türkiye kamu düzenine aykırı, söylediği bir şey yoktu. Yaptığı şeyler eleştirilebilir ama Türkiye’ye gelmesi düşünülemeyecek olan veya geldiği zaman hapsedilmesini yargılanmasını gerektiren bir suç olduğu söylenemez.
Oda TV
Adı Fethullah
EMİN ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ 28 Mart 2011 Pazartesi
BİR adam tam 11 yıldan bu yana Amerika'da, Pensihvanya eyaletindeki görkemli çiftliğinde yaşıyor, Dönümlerce çiftlik arazisi, görkemli villalar, kuş bahçeleri, emrinde hizmetkarları, sekreterleri, şoförleri, korumaları ve öteki görevlileriyle birlikte muhteşem bir hayat sürüyor...
Ve bu adam Türkiye'nin siyasetini taaa oralardan yönetiyor.
Adına "Fethullahçı" denilen ekibin sonsuz parası, Türkiye'de ve yurtdışında bankaları, şirketleri, ticarethaneleri, okulları dershaneleri, hastaneleri, gazete ve televizyonları var.
Fethullah'ın yıllar önce ekibine verdiği bir direktif vardı: "Askeriyeyi, mülkiyeyi ve adliyeyi ele geçirin." Askeriye Türk Ordusu, mülkiye İçişleri Bakanlığı, valilikler ve kaymakamlıklar ve özellikle polis, adliye ise yargı!
ilki dışında öteki ikisini bugün büyük ölçüde ele geçirmiş durumdalar.
Bu alanda herkesin bilgi sahibi olması için okunması gereken iki kitap var. İlki Zübeyir Kındıra'nın "Fethullah'ın Copları", ikincisi ise Saygı Öztürk'ün "Okyanus Ötesindeki Vaiz" isimli kitapları
• • •
Kim bu Fethullah?.. İlkokul mezunu bir vaiz! Tahsili, herhangi bir konuda eğitimi yok. Ama ağzı iyi laf yapıyor, televizyonda falan konuşurken bazen ağlıyor!
Altında gerek Türkiye ve gerekse dünyanın her yerinde muhteşem bir güç var. Adam sadece Türkiye ile yetinmemiş, dünyanın hemen her ülkesine el atmış durumda. Örneğin yurtdışında 400 dolaylarında ilköğretim ve lise düzeyinde okulu, altı üniversitesi var. Türkiye'de yetiştirdikleri çocuklan buralara öğretmen olarak gönderiyorlar.
Türkiye'deki gücü ise sınırsız.
Örneğin Zaman gazetesi bunların. Her gün 840 bin dolaylarında Zaman sattıklarını iddia ediyorlar. Oysa bu gazetenin bayi satışı sadece 22 bin!
Ötesi beleş dağıtılıyor. Bu para gücünün nereden geldiğini bilen yok!
Zamanı 11 ayrı ülkede basıyorlar. Elerindeki parayı düşünün.
Fethullah ekibinin televizyon kanalları da var. Samanyolu ve Mehtap tv doğrudan onların. Öylesine uyanıklar ki, şimdi bir de Kürtçe yayın yapan Küre tv'yi kurdular. Yakında Arapça kanalı da kuracaklan söyleniyor.
Türkiye'deki özel ilköğretim okullarının, lise ve dershanelerin yarıdan fazlası Fethullah ekibine ait. Bu sayı binlerle ifade ediliyor.
Ayrıca yine binlerle ifade edilen ışık evleri var. Bu evler yurdun bazı köyler dahil her yerinde. Küçük çocukları alıyorlar, bu evlerde barındınyorlar, yedirip içiliyorlar. Evlere erkekleri eğitmek için "Abiler", kzları eğilmek için "Ablalar" gidiyor.
Kuran dersleri ayrıca veriliyor ve yetişen çocuklar Fethullah ekibine ekleniyor.
Sonra bunların bir bölümü askeri okullara, önemli bir bölümü polis okullarına sokuluyor. Yetenekli olanlar üniversite bitiriyor ve mülki idarede işe sokuluyor. Kaymakam, müfettiş ve polis oluyorlar.
Bir bölümü ise hakim ve savcı yapılıyor.
• • •
Türkiye'yi ABD'den yöneten, Türk siyasetini ABD'den biçimlendiren şahıs ve ekibi işte bu! Peki niçin uzaklarda yaşıyor? Niçin Türkiye'ye gelemiyor?
Acaba geldiği takdirde gözaltına mı alınacak? Ya da hakkında verilmiş bir tutuklama karan mı var?
Hayır, hiçbir şey yok. Sicili tertemiz! Hakkında geçmiş yıllarda örgütlü terör iddiasıyla açılmış olan bir tek dava vardı. Beraat etti, Yargıtay bu kararı onadı ve temize çıktı!
Dolayısıyla, Türkiye'ye niçin gelmediğini anlamak mümkün değil.
Ekip elemanları diyor ki "Hasta olduğu için
gelemiyor!" Ama maşallah, ekranlara çıkıp ahkâm kesmeye başladığı zaman sapasağlam duruyor. Aslanlar gibi konuşuyor, ağzından bal damlıyor!
Sonra bir soru daha geliyor akıllara:
Bu şahıs acaba ABD'ye niçin gitti?
Efendim, 1999 yılında bu şahıs hakkında bir fezleke düzenlenmişti. Örgüt kurduğu iddiasıyla yargılanması isteniyordu. Bu fezlekeden hemen birkaç gün sonra, mart 1999 da Amerika yolculuğuna çıkrı ve gidiş o gidiş! 2000 yılında hakkında gıyabi tutuklama karan çıkarıldı, sonra beraat etti.
Yani 1999'da giderken, başka bir deyişle kaçtı mı? Kimbilir, kimbilir!
Saygı Oztürk'ün kitabında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından hazırlanmış "Çok gizli" bir belge yer alıyor. 1992 tarihli bu belgede "Fethullah Hoca'nın talebeleri" isimli bir örgütten söz ediliyor.
Hakkında hazırlanan MİT raporunda ise Hocaefendi'nin geçmişteki çalışmaları, kaçışları, saklanışları, Nurculuk çalışmaları ayrıntılı biçimde anlatılıyor.
• • •
Türkiye'den bir hakim 2001 yılında ABD'ye gidip Fethullah'in ifadesini aldı. Hakim hazırlıksızdı, elinde hiçbir belge olmadığı anlaşılıyordu. Sadece soru sormakla yetiniyordu.
Fethullah ifadesine "Doğruyu söyleyeceğime Allah huzurunda, şerefim üzerine and içerim diye başladı!" Sözleri ilginçti!
'Hiç bir örgüteüye değil, çevresinde örgüt yok... Siyasete girmedi, hep Alah'a yakın olmayı düşündü!...
Yönetimin laik yapısını ve anayasayı değiştirmeye asla çalışmadı!.. Devlet yönetimine islam unsurunu sokmaya da asla niyetlenmedi!.. Türkiye başka yerlerde kişisel olarak hiç okul kurmadı!.. Onun adına da okul açılmadı ama kendisinin cesaret vermesiyle açılmış olabilir!.. Kendisi asla şeriat istemiyor, Said-i Nursi'nin varisi hiç değil!.."
"Allah huzurunda" verdiği ifadede böyle diyordu Fethullah!
• • •
Fethullah ve ekibi şu anda gerek Türkiye ve gerekse tüm dünyada, korkunç bir para gücüne sahip. İşte bu güç, onlan siyasette etkili yapıyor. Bu gücün kaynağı, değirmenin suyunun nereden geldiği, AKP hükümetleri tarafından asla araştırılmıyor, üzerine gidilmiyor... Çünkü aralarında al gülüm ver gülüm ilişkisi var.
Fethullah'ın medyası tümüyle AKP iktidarının borazanı. Ellerinde inanılmaz bir medya gücü bulunduruyorlar.
Devletin pek çok yeri de büyük ölçüde onların elinde.
Emniyet, yargı, valiler, kaymakamlar... Zaten bunları elde edince devleti ele geçirmiş oluyorsunuz!
Geriye sadece askeri okullar ve Silahlı Kuvvetler kalıyor ki, oraya da yavaş yavaş sızdıkları anlaşılıyor.
1941 doğumlu, ilkokul mezunu bir vaiz işte bu güce sahip.
Gazeteci Ahmet Şıkın "imamın Ordusu" isimli kitabının bilgisayar çıktılarının bile yayınevleri ve gazeteler basılarak toplatılması, bunun göstergelerinden biri. Ahmet Şık o kitabında Fethullah ekibinin Emniyet'i nasıl ele geçirdiğini anlatıyormuş. "İmamın Ordusu" o imiş.
• • •
Bu ülkede Fethullah a gönül vermiş, maddi ve manevi çıkarlan nedeniyle onun izinden giden, onu savunan, onun sayesinde yükselen insanlar var. İyi de, bunların aklında bu şahsın tam 11 yıldan bu yana Amerika'da niçin yaşadığı, Türkiye'ye niçin dönmediği konusunda bir kuşku yok mu? Şu sorular kendisine niçin sormuyorlar:
"Ey Hocaefendi, hakkında yürütülen bir soruşturma yok. Hakkında açılmış bir tek dava yok. Çekilmişsin hizmetkarlarınla Amerika'daki görkemli çiftliğine, orada krallar gibi yaşıyor, Türkiye'yi uzaktan kumanda ile yönetiyorsun. Gel artık, bizi buralarda yalnız bırakma, iktidarı Tayyip'le paylaş!
Türkiye'ye niçin dönmüyorsun?
Yoksa sen Amerika'ya mı çalışıyorsun?"
Bir sorsunlar bakalım, nasıl yanıt alacaklar!.. Eğer alırlarsa!..
BOP İÇİN YENİ BİR DİN UYDURMUŞLAR!!!
Mehmet Necati GÜNGÖR
Bahai Dini
İran'da Mirza Ali Muhammed Bab'ın uydurduğu bir dini akımdır.
Muhammed Bab, öldürüldükten sonra Babiler İran'ı terk ederek 1852
yılında Bağdat'a kaçarlar. Mirza Hüseyin Ali ve kardeşi Harun Yahya,
Bağdat'ta da Müslüman halkın hücumuna uğrayınca Osmanlı devleti
tarafından İstanbul'a gönderilir.
İstanbul'da kaldığı dört aylık süre içerisinde peygamberlik
iddiasıyla Türk Milletinin tepkisini çeker ve Edirne'ye sürgüne
gönderilir...
Edirne'de kaldıkları süre içerisinde yoğun propaganda faaliyetleri
ile Edirne'de birçok taraftar kazanırlar. İki kardeşin ikisi de
kendi-lerini peygamber ilan edip; gölgesinde yaşadıkları Abdülaziz
dahil pek çok hükümdara mektup yazarak peygamberliklerini tanımalarını
ve Bahai olmalarını talep ederler. Ve en sonunda padişah Abdülaziz'in
sabrını taşırırlar.
Bu arada Harun Yahya ve Mirza Hüseyin Ali arasında peygamber-lik
çekişmesi başlar... Edirne'deki müritleri ikiye bölünür. Sultan
Abdülaziz bu gelişmeleri de görünce 12 Ağustos 1868'de Harun Yahya'yı
Kıbrıs'a, Mirza Ali'yi de Akka Kalesi'ne sürgüne gönderir...
Abdülaziz'in fermanında; iki kardeş bir daha ne birbirleri ile ne
de yakınları da dahil halkla görüşmemeleri şartı ile, sürgüne
gönderilmişlerdi.
Fethullah, Bahailerin sürgün hadisesini, sanki Hz. Muhammed'in
icretini anlatırmış gibi yorumlar. Mekke'den Medine'ye göçen
eygamberimizin yolculuğu kısa bir yolculuktur. Ancak burada
ethullah'ın anlattığı uzun ve meşakkatli yolculuk, Bahaullah'm ülke
"İke sürülmesinden başka bir şey değildir. Yitirilmiş Cennete Doğru
dlı kitabının 6. sayfasında Mukaddes Göç başlığıyla şöyle anlatıyor:
(...) bir tarafta anne karnından çocukluğa, çocukluktan
delikanlılık ve olgunluğa, derken yaşlılık ve ölüme uğrayarak upuzun
bir sefere çıkmış gariplerden garip insan fertleri; diğer yanda,
elindeki meş'aleyle çağlara ışık saçan, açtığı nurlu yolda ölümsüzlüğe
hazırlayan, karamsarlığın hükmettiği aynı noktalarda, ümit
meşcerelikleri meydana getiren yüce rehber ve yüksek kametler, hep
birer yolcudurlar ve bütün hayat boyu göç edip dururlar. İnançları,
düşünceleri, davaları uğrunda bitip tükenme bilmeyen bir göç...
Fethullah Gülen'e göre kutsal bir hicret olan Bahailerin sürgününü
er fırsatta anlatıyor: (Buhranlar Anaforunda İnsan, s. 11 Bilindiği
"zere Hz. Muhammed'i şayet anlatıyorsa Fethullah Hz. Muhammed'in ömrü
sürgünlerle geçmemiş sadece Mekke'den Medine'ye bir sefer zorunlu göç
etmiştir. Bu yüzden burada anlatılan Bahullah'ın oğullarının diyardan
diyara sürgün edilmeleridir.)
19. asrın son çeyreğinde başlayıp günümüze kadar sürege-len
buhranlar zinciri, bilhassa en son halkasıyla, her şeyi, hatta bütün
mukaddes değerleri yutmaya hazırlanan korkunç bir girdap halini aldı.
Burada 19. asrın son çeyreğinde başlayıp halen daha devam eden
areket Bahai hareketinden başka bir şey değildir.
Abdülaziz'in fermanıyla birbirleriyle konuşmama kaydı ile sürgüne
gönderilen Bahaullah'a nasıl ağıt yakıyor. Bunu okuyan Müslümanlar da
bu adamın İslam tarihiyle alakasız bu ifadelerinin ne anlama geldiğini
çözemiyorlar...
Bir başka defasında da seni kardeşinle konuşmaktan men etmişlerdi.
Hani o güne kadar, bir lahza kendisinden ayrıl-madığın kardeşinle
konuşmaktan... Savaş meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz
dize oturduğun kardeşin-le konuşmayacaktın. Emir, Ali bir divandan
çıkmıştı ve sen buna riayet etme kararında idin. Dübeşte olduğun o zat
aşkı-na, söyle bana! Şu benim bilebildiğim "Bilmiyorum" sözünden
başka, ona bir laf ettin mi? Değilse, o ne sadakat, o ne vefa ve o ne
irade! (Çağ ve Nesil, s. 12)
Bahaullah, Akka'ya sürüldüğü zaman 52 yaşında idi. Orada dizanteri
hastalığından 1892 yılında öldü... Yerine, Abdülbaha namıyla oğlu
Abbas Efendi geçti. Abdülbaha 23 Mayıs 1844'de Tahran'da dünyaya
gelmişti. Babasının sürgünleri ve çalkantılı yaşamında hep yanında
olup, vefalı bir yardımcısıydı...
1908 Meşrutiyet ilanına kadar Akka'da göz hapsinde tutuldu. 1910
yılında bütün dünyayı Bahailik dinine davet edecek üç yıllık uzun bir
yolculuğa çıktı. Mısır'ı, Avrupa'nın büyük şehirlerini, Amerika'yı
müritleri ile beraber şehir şehir dolaştı.
Abdülbaha'nm döneminde Almanya, İngiltere, Hindistan, Mısır ve ABD
Bahaileri çok büyük bir yayılma hareketi ortaya koydular. 28 Kasım
1921'de Hayfa'da, Bahailiğin ruhani merkezinde öldü.
Abdülbaha'nm ölümünden sonra torunu Şevki Rabbani, Bahailerin
lideri oldu. Şevki 1 Mart 1897'de Akka'da doğdu. Öğren-imini Beyrut
İngiliz Koleji'nde, üniversiteyi Oxford Üniversitesi'nde okudu. 1937
yılında Kanadalı bir Bahai ailenin kızı olan Miss Marie ile evlendi,
fakat çocuğu olmadı.
Bahailiğin Kuran'ı sayılan Kiiabiil Akdes'i dünyanın en ücra
yerle-rine kadar yaydı. Devamlı konferanslar ve sempozyumlar
düzenle-yerek özellikle ABD'de çok büyük bir kitleyi Bahai dinine
soktu.
İngiliz devletinden Sır payesi olarak ödüllendirilen, Amerikan
başkanlarıyla arkadaşlık yapan Şevki Rabbani, başta Hayfa olmak üzere
dünyanın her tarafında iki binden fazla Bahai mabedi yaptırdı ve 4
Kasım 1957'de Londra'da öldü.
Bahailer, Mirza Muhammed Bab'ın terör ve suikastlarla ihtilal
yapmaya kalkışmasından kendilerince dersler çıkararak, kendilerini
barışçı bir toplum olarak lanse edip, cemaatleşerek sempozyumlar
yoluyla dinlerini yaymaya çalıştılar.
Fethullah Gülen'in en son düzenlediği Harran Dinler Sempozyumu
bütün dünya Bahailerinin rağbet ettiği bir toplantı oldu. Aslında
Bahailiğin amaçlarından biri olan dinlerin birleştirilme projesinin
payandalığı yapılıyordu... Bu toplantı Hıristiyanları ve Musevileri
Müslümanlarla beraber Bahailik dinine sokma gayretinin bir parçasıydı.
Üstelik böyle bir
sempozyumun baş aktörleri arasında, Nurcuların Cumhurbaşkanı adayı
Sadi Somuncuoğlu da yer alıyordu.
Hem milliyetçi bir partinin başkanlığını yapacaksın hem de Türk
topraklan üzerinde Bahailerle beraber sempozyum düzenleyeceksin.
Somuncuoğlu! Sen, nasıl bir vatansever nasıl bir Müslümanlık inancına
sahipsin lütfen Türk Ulusunu bilgilendir.
Bahailerin Kur'an yerine kabul ettikleri KitabulAkdes isminde bir
kitapları vardır. Diğer bir adı da Kutsal Beyan'dır.
Bakınız Müslüman olduğunu iddia eden Fethullah'ın Kur'an ve cami
ile hiç işi yoktur. O Bahailerin beyanına inanır:
Bir hakikatin değişik rükün ve yönlerinden ibaret olan: İman, göç
ve cihat üçlüsünün, Kutlu Beyan*da ekseriya peşipeşine zikredilmesi,
bu meselenin ne denli ehemmiyet arz ettiğinin en parlak delilidir.
(Yitirilmiş Cennete Doğru, Çağ ve Nesil 3, s. 6)
Aynı Fethullah Gülen, Bahaullah, Bahailik dini ve onların kitabı
Beyan'a meftunluğunu, sanki İslam'ın kutsal değerlerini anlatır gibi
emsali görülmemiş bir sinsilikle anlatarak, dindar insanlarımızı
kandırmaya çalışıyor... İşte size bir ispatı daha:
Sen, onulmaz dertlerimizin mesihi ve lokmanı! Renklerimizin
sarardığı, nabızlarımızın durgunlaştığı ve soluk-larımızın hırıltıya
dönüştüğü, cenaze alayları ve kafuri kokularıyla bir hal olduğumuz şu
günlerde, senin şimşekler gibi çakan bakışlarına, yıldırımlar gibi
gürleyen Beyanına sağnak sağnak milletin bağrına dökülüp o'nunla
kaynaşan, o'na yeni istihale yollarını açan uyarıcı gücüne değiştirici
iradene, "Kerbela" mağdurları gibi muhtaç ve susamış durumdayız...
(Çağ ve Nesil1, s.24)
Bahailikte ezel, zamanın önüne ön tasavvur edilmeyişi, ebedde,
sonuna son tasavvur edilmeyişidir. Ezeldenebede sözü sonsuzluğu önden
sona, daha doğrusu önsüz ve sonsuz anlamına gelir.
Fethullah Gülen'in bir çok kitabında tekrarladığı gibi bu söz
aslında Bahai inancının temel direğidir. Yine Fethullah'ın birçok
konuyu açıklarken araya sokuşturduğu Kııib kelimesi Bahai dininde
sonsu-zluğu ifade eden eski İran inanışı olan reenkarnasyonun da
tezahürü sayılan bir kelimedir. Kutb değirmen taşının kendi etrafında
dönen milidir.
Bu dönüş, kimi zaman ezeldenebede, kimi zaman Fethullah'ın
bastırdığı kitabın kapağında da olduğu gibi kozadankelebeğe, kimi
zaman da Bahaullah'm oğlu Abdülbaha'ya hitap ettiği gibi Allatılan
Allah a kendini büyük Allah, oğlunu da küçük Allah farz edecek bir
şekilde gerçekleşir. Yine Fethullah'ın kullandığı nıakro alemden mikro
aleme kelimesi Bahailikteki sonsuzluk inancının şifresi olarak kabul
edilir.
Bahailerde Mirza Muhammed Bab, kapıyı açan müjdeci anlamına gelir.
Bahaullah ise, Mesih kabul edilmiştir. Baha kelimesi
ululukgüzellikparlaklık ve nur anlamına geliyor. Bahailerde 9, 19, 99
gibi sayılar kutsaldır.
Bu konuda Fethullah şöyle diyor:
Bir sarayın kapılarından 999'u açık biri kapalı olsa, kimse o
saraya girilemeyeceğini iddia edemez. Yeter ki, gözlerini yummasın.
Zaten 999'u herkese açıktır. (İnancın Gölgesinde7, s. 13)
Bahailerde cenazeler defnedilirken ceset toprağa temas ettirilmez.
Ceset billur veyahut mermerden cilalanmış taş bir sanduka içerisine
konur. Zaten Bahaullah'm kemikleri de Hayfa'da bir mermer lahitin
içerisine konulmuştu.
Gizli bir Bahai olan Saidi Nursi öldüğü zaman tıpkı Bahaullah gibi
cesedinin toprakla kavuşmadan mermer bir lahit içine konmasını vasiyet
etmiştir. Bu resim, 60 İhtilali'nde cesedinin kırılıp içinden
çıkarıldığı mermer lahite aittir. Bahailerin cenaze definleri bile
İslam'a aykırıdır.
Kadınlar, Bahai inancında tamamen serbesttir. Hatta bir kadının 9
erkekle ilişkisi normaldir. Bahailerde ibadete başlama yaşı 16'dır. 70
yaşından sonra da ibadet mükellefiyeti biter.
Fethullah Gülen Kozadan Kelebeğe isimli kitabının 28. sayfasında
Bahailiğini nasıl ifade ediyor:
16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum.
Bahailerin uydurduğu dinde namazın kıblesi Akka'dır. Dini
emirlerin muhteviyatı KitabülAkdes denen kutsal kitaplarından
alınır... Namaz günde üç vakittir. Bahaullah, (kendi ifadesi ve
iddiasına göre) Allah'ın zuhuru'dm. Yani kendini Allah kabul ediyor.
Örneğin Bahaullah'm yazdığı Kitabı Bedi isimli eserinde der ki:
Önceden Bab'ın dediği gibi ben benden başka mabut olmayan
Allah'ım. Benden sonra gelen de bunu der.
Abdülbaha'nm, babası Bahaullah'ı anlatan Mektuplar isimli eserinde
şeklindeki beyti naklediyor (Türkiye de Mezhepler, s. 173):
Baha nın bütün Allah 1ar benim emrimin sızıntılarından Allah
oldular Bütün Rabler benim hükmümün esintilerinden Rab kesildiler
1979 yılı Şubat ayından beri Fethullah'ın neşrettiği Sızıntı
dergisinin isminin gizli manasını Fethullah inkar edemeyecektir. Çünkü
bu kitabı okuyan en cahil Müslüman bile ortaya konan mantıklı
ispatlar-dan sonra yanılma payımın milyonda bir bile olmadığını kanaat
getirecek.
Zaten bilgili ve araştırmacı insanlar bu kitaptaki savların
doğruluğunu araştırmaya girişeceklerdir. Bu da benim kitabı yazmaktaki
gerçek amacımdır.
Seferde olanlar zaten namazla mükellef değildir. Abdest ise elleri
ve yüzü yıkamaktan ibadettir. Şayet su bulunmazsa 5 kere "En temiz
Allah adıyla" diye tekrarladılar mı abdest alınmış kabul edilir.
Şehirlerdeki ve ülkelerdeki Bahaileri 19 kişilik bir heyet idare
eder... Malın beşte biri Beyîül Adi'e verilir. Hac yalnız erkeklere
farzdır. Evler kutsal olduğu için Nur evleri olarak kabul ettikleri
Bahaullah'ın Bağdat'daki evi ya da Mirza Muhammed Bab'ın Şiraz'daki
evi ziyaret edilir.
---------------------------------------
Semih Tufan Gülaltay:
"Fethullah Müslüman Değil, Bahailerin lideri"
Fethullah-Bahaîlik ilişkisi
Semih Tufan Gülaltay, İleri Yayınları'ndan çıkan "Fethullah Müslüman
mı" kitabında Fethullah Gülen'i farklı bir açıdan inceliyor. Kendi
kaleminden okuyalım:
"Bu kitaptaki ana mevzu, Fethullah'ın rejim düşmanlığı ya da ABD adına
yüklendiği misyon değil... Ben O'nun İslamiyet'in içine sokulmuş bir
Truva atı olup olmadığını sorguluyorum. O bir Truva atı mıdır?
Fethullah Bahaîler'in gizli lideri midir? Amaç İslam dinini tahrif
etmek midir? Gerçek ve halis müslüman kitlemizi Fethullah'tan nasıl
koruyabiliriz? Ve benim için işin en önemli yanı 21. asrın en büyük
dinamik gücü olan Türkçü gençliğin Türk-İslam sentezi adı altında
kandırılmasının önüne geçme yollarının ortaya konmasıdır... Nurculuğun
Türk milliyetçilerinin sırtına basarak Tevrat ittifakı kurmasının
önüne geçmek, Orta Asya'da misyonerlik okulları açarak İngilizceyi
Orta Asya'da tek dil haline getirme çalışmalarına artık dur
diyebilecek miyiz?
Fethullah'ın birinci gayesi Türk devletini ele geçirmek, ikinci gayesi
ise, geçmişin intikamını almak için İran'ı istila edip İran'la harbe
girmektir... O, bu operasyonda Turancıları kullanmayı düşünüyor...
Bütün Türk dünyasını ele geçirdikten sonra ise önce aldatmaca bir
dinler diyalogu oluşturacak sonra da gerçekte bir Tevrat ittifakı olan
Bahaîliğe geçiş sürecini başlatarak bütün dünya dinlerini Bahaîlik
altında birleştirme sürecini başlatacaktır... Son merhalesi
Fethullah'ın "mesih" ilan edilerek dünya peygamberliğine adım
atmasıdır..."
Kitapta Gülaltay, Fethullahçılığın kökeni İran'a uzanan Bahaîlik
tarikatının bir kolu olduğunu ve Gülen'in Bahailiğin günümüzdeki
lideri olduğunu iddia ediyor.
Gülaltay'a göre, Bahaîlik sıradan bir tarikat veya cemaat değildir.
Hatta Bahaîlik İslam içinde bir mezhep de değildir. Bahaîlik, 3 büyük
dini, İslamiyeti, Hıristiyanlığı ve Museviliği tek bir pota altında
birleştirmeye çalışan bir dinlerüstü mezheptir. İran'da İslam öncesi
geleneklerini sürdürmek isteyen ve bu nedenle İslamiyeti diğer
dinlerle birleştirmeye ve tahrif etmeye çalışan çeşitli tarikatlara
dayanmaktadır. Bahaîliğin ortaya çıkışını 800'lü yıllara kadar götüren
Gülaltay'a göre Fethullah'ın Müslümanlık anlayışının ardında aslında
kökeni İran'a dayanan bu İslamdışı tarikatlar vardır. Dolayısıyla
Fethullah'ın ne kadar Müslüman olduğu sorgulanmalıdır.
Gülaltay kitabında, İran'daki Batınî mezheplerinin her birinin ortaya
çıkışını ve birbirini nasıl takip ettiğini anlatıyor ve bu mezheplerin
neden İslamdışı sayıldığını örnekleriyle okuyucuya sunuyor. Gülaltay,
İran'daki İslamdışı mezhepleri Mazdek'le başlatıyor. Sonra sırasıyla,
Hürremiye Mezhebi, Babek, İsmailiye ve Hasan Sabbah, Hurufîler,
Cavidaniye, Babilik, Bahaîlik... Gülaltay'a göre bu mezhepler farklı
isimler taşımalarına karşın aslında aynı mezhebir devamıdır. Çünkü,
sık sık İran Devleti'ne ve Halifeliğe karşı ayaklanan bu mezhepler,
başarısız olunca yollarına devam edebilmek için isim değiştirmiştir.
Yoksa eylemleri de inançları da farklı değildir.
Bu tarikatların kısa bir tarihin sunduktan sonra Fethullah'ın bu
tarikatlarla bağlantısını yapıtlarından örneklerle açıklanıyor.
Örneğin Batınî tarikatlarının en önemli özelliği yasak kimliklerini
saklayarak takiyye yapmalarıdır. Gülaltay'a göre, Batınîler takiyye
yaparak gerçek inançlarını gizlerler, Müslümanlarla kaynaşırlar ve
devleti içten içe fethetmeye çalışırlar. Aynen Fethullahçılar gibi...
Batınîlerin Kitabün Nur'undan Saidi Nursi'nin Risale-i Nur'una
Öncelikle Batınîler, şeyhlerinin kitabını Kuran yerine kabul ederler.
Cavidanîyeler, şeyhleri Fazlullah'ın Cavidannamesi'ni, Babiler ise
şeyhleri Muhammed Bab'ın kitabı Kitab-ün Nur'u Kuran kabul ederler. Ne
hikmetse, Saidi Nursî'nin Risale-î Nur'u isim olarak ve cemaatin
gösterdiği saygı bakımından, içerik olarak, Kitab-ün Nur'a çok
benzemektedir. Türkiye'deki Nurculara göre, Kuran anlaşılması zordur,
bu nedenle müritlere Nur Risaleleri önerilir. Risalelere adeta ikinci
bir Kuran mualemesi gösteren Fethullah, Gülaltay'a göre bu şekilde
Müslümanlığa da aykırı hareket etmiş olmaktadır. Gülaltay,
Fethullah'ın şu sözüne dikkat çekiyor: "İlimler sahasında meselenin
temel esprisini ise Bedîüzzaman'ın mülahazasında buluruz. Şöyle der o:
Allah'ın iki kitabı vardır. Biri kainat kitabı, diğeri Kur-an'ı
Kerim." Gülaltay'a göre Fethullah Gülen, "Kainat kitabı" derken
Risaleleri kastetmektedir. Gülaltay, buna benzer pek çok örneği
kitabında veriyor ve Nurcuların Risaleleri öne çıkarmasının nedeninin
Kuran'ın geçerliliğini ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor.
Fethullah isminin kaynağı Gülen'in kimliğini ele veriyor
Fethullah Gülen'in isminin kaynağı da gizli kimliğinin bir başka
göstergesi. Gülen'in ismi 1844 yılında İran Şahı'nı öldürmeye kalkışan
bir Bahaî fedaisinden gelmektedir: Fethullah Kamî. Fethullah Gülen'in
ailesinin İran'dan göçme olduğunu da ortaya koyan Gülaltay, Bahaîlikle
bir başka bağlantısını daha ortaya çıkarmaktadır.
Fethullah'ın rumuz olarak kullandığı isimler de eski Bahaî
kahramanlara atıftır. Örneğin, "1982 yılının sonlarında DGM
savcılığının hakkında başlattığı soruşturmada, Fethullah'm Dahhak kod
adını kullanarak kitap yazdığı tespit edilmiş. Bilindiği üzere Dahhak
İran mitolojisinde, İran'ı istila edip İran Şahı Cemşit'i testere ile
ortadan ikiye böldürten, İran halkına işkenceler, eziyetler yapan bir
adammış. İran halkı Dahhak-ı Zalim diye andıkları bu gaddar adamın
zulmünden perişan olmuştu."
Işık evlerinin sırrı: Ev-mabetler
Gülaltay, Babilerin ibadet için camiler yerine evleri tercih etmesiyle
Fethullahçıların Işıkevleri arasında da bir bağlantı kuruyor:
"Babiler, camilere gitmez, cemaatle namaz kılmazlardı. Bunun yerine
evlerde toplanmayı tercih ederlerdi." Ardından Nur evleriyle ilgili
Fethullah Gülen'in şu sözlerine dikkat çekiyor: "Bu ışık evlerinin
kendine has özellikleri vardır... Yüreği pek, imanı çelik insanların
yetiştiği kutsal mekanlardır... Artık geçmişte camide yapılan dini
ruhunun müzakereleri bu evlerde biraraya gelinerek yapılacaktır." Ve
Gülaltay nur evlerinin İslamdışı olduğunu şu şekilde anlatıyor:
"Anlaşılacağı gibi Fethullah Gülen, bundan sonra caminin önemli
olmadığını söylüyor. Çünkü büyük ustası Kürt Sait de camiye girmezdi.
Buradaki amaç ise İslam'ın birliktelik ve cemaat ruhunu yıkmaktır.
Kurretü'l-Ayn'ın ve Babi şeyhlerinin vaaz verdiği yerler camiler
değildi. Fethullah'ın tabiriyle nur evleriydi. Yine aynı Fethullah,
Yeşeren Düşünceler isimli kitabının 164. sayfasında ev-mabet [adıyla]
bu ışık evlerini tarif ediyor. Ev-mabet terimi Bahailik dininde mabede
verilen addır. Bahailerin mabedlerine ev-mabet adı verilir."
Gülen'den Bahailere gizli övgüler
Gülaltay, Fethullah'ın kitaplarında Bahaîlere nısal gizlice övdüğünü
de ortaya çıkarıyor. Örneğin, Fethullah'ın Hz. Muhammed'i anlattığı
sanılan kimi yazılarında aslında Bahaîlerin lideri Molla Muhammed
Ali'yi andığını aktarıyor: "Dostların vefasızlığına, düşmanların ardı
arkası kesilmeyen istila ve ifsatlarına uğramasaydı, kim bilir daha
neler yapacaktı? Keşke, bu mübarek dünya; duygu, düşünce, anlayış ve
hayat felsefesiyle hiç değişmeseydi. Onun yiğitliği, sadeliği ve
mertliği bu güne kadar dipdiri kalabilseydi. Keşke O muhteşem saray ve
yüksek kasırların altın yaldızlı kubbeleri altında, baygın ve mahmur
dolaşan hasım dünyanın, talihsiz insanlarının durumuna düşmeseydi."
Gülaltay, bu alıntıda önemli bir çelişkiyi yakalıyor: "Yukardaki
metinde anlatılan kasır ve saraylar dönemin İran Şah'ının
saraylarıdır. Çünkü Hz. Muhammed devrinde Arabistan'da ne kasır vardı
ne saray."
Gülaltay, bu konuda daha pek çok örnek yakalamış. Gülaltay'a göre,
baskı ve zulüm gören insan tasvirleri sanılanın aksine Hz. Muhammed
dönemi yaşamış Müslümanlar değil, başarısız ayaklanmalardan sonra
yurttan yurda göçürülen Bahailerdir. Örneğin, 1868'de Bahaîler sürgüne
gönderilir. Fethullah Gülen'in kitaplarında anlattığı ömür boyu süren
büyük göç aslında Bahaîlerin sürgünüdür. Gülaltay'a göre bahsedilen
göç sanıldığı gibi Mekke'den Medine'ye Hz. Muhammed'in hicreti
değildir.
Başka bir yerde ise Fethullah şöyle diyor: "Bir başka defasında da
seni kardeşinle konuşmaktan men etmişlerdi. Hani o güne kadar, bir
lahza kendisinden ayrılmadığın kardeşinle konuşmaktan... Savaş
meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun
kardeşinle konuşmayacaktın." Gülaltay'a göre burada kastedilen de yine
Bahai liderleridir. Çünkü Müslümanların tarihinde kardeşiyle
konuşmaktan men edilme gibi bir cezalandırma söz konusu edilmemiştir.
Halbuki Abdülaziz'in bir fermanında, Bahaullah'ın çocukları
birbirleriyle konuşmamaları kaydıyla sürgüne gönderiliyordu.
Fethullah'ın uğruna gözyaşı döktüğü işte bunlardır.
Fethullahçılıkla Bahaî inanışları arasındaki paralellikler
Gülaltay'ın bulduğu çeşitli paralellikleri şöyle sıralayabiliriz:
- Bahaîler cenazelerini İslam inanışının tersine, mermer lahitler
içinde gömerler. Saidi Nursî de vasiyetinde cesedinin lahitin içine
konulmasını istemiştir.
- Bahaîlerde ibadete başlama yaşı 16'dır. Fethullah Gülen de bir
kitabında şöyle demektedir: "16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi
sayıyorum."
- Bahaîlikte el öptürmek kesinlikle yasaktır. Fethullah Gülen de el
öptürme konusunda şöyle diyor: "Fevkalade rahatsızlık duyuyorum. El
öptürme prensibim hiç yoktur."
- Bahaîler, camiye girmez, cemaatle namaz kılmaz. Sadece cenaze namazı
kılarlar. Gülaltay'a göre, Fethullah Gülen'in de cenaze namazı dışında
camiye girip namaz kıldığını şu ana kadar kimse görmemiştir.
- Bahaîlikte kurban kesilmez. Ünlü Fethullahçı bilim adamlarından
birisi de katıldığı bir tartışma programında kurban kesmeyi hapvan
katliamı olarak nitelendirmiştir.
- Bahaîlikte, herkes malının yüzde beşini, toplumun başında bulunan
19'lar heyetine vermek zorundadır. Fethullahçı organizasyon ve
vakıfların başındaki yönetim kurulu da 19 kişidir.
Fethullah ile Bahaîler arasındaki bir başka somut bağlantı ise Saidi
Nursi'nin hayatından alınmaktadır. Saidi Nursi, Gülaltay'ın ortaya
çıkardığına göre, İran Şahına suikast düzenleyen Babilerin
şeyhlerinden Celaleddin Afgani'nin İran'dan kaçıp Abdülhamit'in
himayesine girmesi sırasında kuryelik etmişti. Saidi Nursî, yine bir
başka Bahaî tetikçi Kirmani'yi de İran-Türkiye sınırında karşılayacak
ve İstanbul'a kadar kendisine eşlik edecekti.
Gülen'in sözlerinde gizli anlamlar
Fethullah'ın eserlerinde gizli gizli Bahaîlik propagandası yaptığını
da Gülaltay çeşitli örneklerle açıklıyor:
Kapı: Bahaî mezheplerinden Babiliğin kurucusu Muhammed Bab'tır. "Bab"
kelimesinin bir anlamı da "kapı"dır.
"Ulu sultan! Canlı-cansız, insan-hayvan, (..) her şey varlığını
soluklar.": Gülaltay bir başka bölümde ise Gülen'in bu sözündeki gizli
anlamı ortaya çıkarıyor: Ulu Sultan kelimesi Bahaî Şeyhi Bahaullah'a
atfedilmiştir. Hayvanları, eşyaları bile Allah'ın kulları olarak kabul
eden ise Muhammed Bab'ın hocası Kazım-ı Reşdi'dir.
Nebiler Sultanı: Gülaltay, Fethullah'ın sık sık kullandığı "Nebiler
Sultanı" teriminin de karşılığını buluyor. Gülaltay'a göre,
Fethullah'ın burada kastettiği Hz. Muhammed değil, Bahaullah'tır.
Çünkü, Bahaullah'ın lakabı döneminde "Sultan"dır.
Nur Asrı: Muhammed Bab'ın Kitabün Nur ile Babiliği yaydığı ilk yıllara
da Nur asrı denmektedir.
Timur ve Cengiz düşmanlığı: Fethullah bir kitabında şöyle diyor:
"Allah bir zamanlar Cengiz, Hülagü ve Timurlenk'in eliyle hırpaladığı
ve ikaz ettiği İslam alemini bugün de Batılılar vasıtasıyla hırpalayıp
ikaz etmektedir..." Gülaltay, Fethullah Cengiz, Hülagû ve Timurlenk'e
karşı olmasını bu hükümdarların Bahaîlerin önemli önderlerini öldürmüş
olmasına bağlıyor. Cengiz Han'ın oğlu Hülagû, Hasan Sabbah'ı;
Timurlenk'in oğlu Miranşah ise Fazlullah'ı öldürmüştü.
"Dönmezem" ve "mum gibi yanıp erimek": Bu kelimeleri de Fethullah sık
sık kullanmaktadır. Örneğin: "Çevresinde kol gezen tehlikelere
aldırmadan, yüce derslerine devam eden ve hakkında bayağıların
bayağısı hükümler kesilip biçilirken. 'Hançer ile yüreğimi yar! Senden
dönmezem' diyerek hakikati haykıran büyük muzdariplerin 'Evet hep
böyle ızdırap gören ızdırap düşünen ve bir mum gibi yana yana eriyip
giden, bu yüce kametlerin arkasında yürüyenler hiçbir zaman
aldanmadılar ve hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramadılar.'" Tahran
Kalesi'nde infaz edilmeden önce "Dönmezem" diye bağıran Bahaîlerin
ünlü kadın kahramanı Kurretül-Ayn'dır. O dönem Bahaîlere yapılan
işkenceler arasında en yaygın olanı da vücutları hançerle yarıp
içlerine mumlar sokulmasıydı.
Fetret Devri ve Rönesans: Fetret devri derken kastedilen Bahailerin
yaşadığı uzun sürgün dönemidir. Yeniden diriliş ise Bahaîlerin
öğretilerini tüm dünyaya kabul ettirmeleri demektir. Örneğin: "Bu ise
uzun bir fetretten sonra, bu mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve
"Rönesansı" demektir. Kimbilir, belki o zaman batmak üzere olan
dün-yanın diğer kesiminin elinden tutup kaldırma fırsatı doğar."
Kendini peygamber gören Gülen
Bahaîlerin bir başka propagandası şeyhlerinin peygamber olduğudur.
Bahai şeyhleri kendi peygamberlikleri altında tüm dünya dinlerini bir
arada toplanmaya çağırırlar. Gülaltay, Fethullah'ın kimi yazılarında
satır aralarında kendi peygamberliğini nasıl savunduğunu
göstermektedir:
"Allah, elbette insanları da peygambersiz bırakmayacaktır."
"İnsanlar, akıllarıyla kainatta cereyan eden hadiselere bakıp, Allah'ı
bulsalar bile yaratılışlarındaki gaye ve hikmeti, nereden gelip,
nereye gittiklerini ve ibadetlerinin keyfiyetlerini peygambersiz
bilemezler."
"Hilafete giden yol herkese açıktır."
"Hak için halkın temsilcisi demek, peygamber mesleğine talip olmak ve
onu temsil etmek demektir. Onu yapabilmek için de peygamberane aşk,
şevk, gayret, azim, cehd ve irade gerekir."
Fethullah görüldüğü gibi yeni peygamberlere ihtiyaç olduğunu ve
Allah'ın insanları peygambersiz bırakmayacağını söylüyor. Halbuki
İslam inancına göre Hz. Muhammed son peygamberdir. Yalnızca bu bile
Gülaltay'a göre Fethullahçılığın İslamdışı olduğunun bir kanıtıdır ve
bu propagandanın bir sonraki aşaması Fethullah'ın kendisini Mesih ilan
etmesi olacaktır.
Fethullah'ın Amerikancılığının Bahailikteki kaynağı
Gülaltay, kitabın sonuna doğru Fethullah'ın gerçek amacının dünya
çapında bir Bahaî imparatorluğu kurmak olduğunu ortaya koyuyor.
Gülaltay, Avustralya'dan Afrika'ya Asya'dan Amerika'ya milyonlarca
Bahaînin bulunduğunu söylüyor. Bahai imparatorluğunun işlevi dünya
çapında ABD'yi iktidara getirmek olacaktır. Zaten, Bahailiğin ortak
dili de İngilizce olacaktır. Gülaltay'a göre ABD'de bugün 20 milyon
Bahaî yaşıyor ve Bahailerin etkinliği oldukça önemli. Zaten Bahailerin
kullandığı ev-mabetlerin kubbeleri de Beyaz Saray'ın kubbesine
benziyor.
Fethullah'ın Orta Asya'daki misyonu da bu şekilde ortaya çıkıyor.
Gülaltay'a göre Bahailer dünya çapındaki iktidarlarında İngilizce'yi
resmi dil olarakilan edeceklerdir. Fethullah'ın okullarının tümünde
İngilizcenin öğretilmesinin nedeni olarak bunu gösteriyor. Üstelik
Fethullah'ın en etkin olduğu Türk Cumhuriyetlerinden olan
Yakutistan'ın durumunu da Gülaltay'dan öğreniyoruz. Bu ülkedeki
Fethullahçı proje sonunda başarıya ulaşmıştır. Yakutistan'ın resmi
dili İngilizce olarak ilan edilmiştir.
Gülaltay, Fethullah Gülen tehlikesinin uluslararası çapta olduğunu bu
şekilde olduğunu ortaya koyduktan sonra kitabında tüm Türk milletini
uyarıyor ve Fethullah tehlikesi hakkında Devlet üzerine düşeni
yapmazsa görevin Kuvayı Milliyeci Atatürkçülere düşeceğini söylüyor:
-------------------------------------------------
Mehmet Necati GÜNGÖR