Andre’ Weil Kuralı – Birinci Sınıf İnsanlar
“Birinci sınıf insanlar birinci sınıf insanları yanlarına alırlar, ikinci sınıf insanlar üçüncü sınıf insanları yanlarına alırlar”
“Yüzyıllar nadiren dahi yetiştirir, şu şansızlığımıza bakın ki, bu yüzyılda o büyük dahiyi çağımızda Türkler yetiştirdi”
Lloyd George
Akli değil nakli bilgiye itibar eden, eleştirel akıldan nasibini almamış, özgür olmanın anlamını ve değerini bilmeyen sömürge insanları değerini bilmese de Atatürk’ün büyüklüğü rakiplerince de dile getirilmiştir.
Seversiniz ya da sevmezsiniz. Komplekssiz, akıl sahibi ve özgür bir insansanız Atatürk sizin için büyük bir insandır.
O “birinci sınıf”tır !
“Şans her zaman hazır akılları tercih eder”
Louis Pasteur
Atatürk’ün hayatını incelediğinizde görürsünüz ki, O’nun başarıları asla “tesadüf” değildir. O her zaman kendini kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan “fırsatlar” için geliştirmiş ve hazır tutmuştur. Mücadeleler ve muharebelerle dolu yaşamında okuduğu kitap sayısı dört bin kadardır. Bu arada Atatürk’ü uluorta eleştiren, bunu da “özgürlük” olarak tanımlayan insanlara sormak lazım:
Okuduğunuzu ne kadar anladığınıza hiç girmeyelim, bugüne kadar kaç (bin) kitap okudunuz?
Bu dünyadan göçüp gittikten sonra kaç yıl daha adınızı anarlar? Tarihteki son Türk devletinin gerek “kurtuluş” gerekse “kuruluş” aşamalarında O daima “birinci sınıf” insanlarla çalışmıştır.
“Atatürk ve Tıbbiyeliler”
Prof.Dr.Metin Özata
Okuyunca anlıyor insan.
Osmanlının küllerinden, Batılı emperyalistlere rağmen kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti’nin “kurtuluş” ve “kuruluş” süreçlerinde Atatürk’ün en yakınındaki insanlar hep Tıbbiyeliler (yani Doktorlar).
Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren doktorlar modern batılı değerlere en yakın, en üst düzeyde eğitim görmüş, en deneyimli vatan evlatları olarak hep ön planda yer almışlar ve gerektiğinde vatanları için tereddüt etmeden canlarını vermişlerdir.
…bu asla tesadüf değildir.
Bu gün büyük metropollerde kayıtsızca ve duyarsızca yürüdüğünüz caddelerin, sokakların, önlerinden geçtiğiniz parkların, bahçelerin, konser ve spor salonlarının isimlerinin pek çoğu bu “birinci sınıf” insanlara aittir.
Andre’ Weil kuralı hiç değişmez! (1906-1998 yıllarında yaşamış ünlü matematikçi)
Bakmayın siz eleştirel akıldan nasibini almamış, okumaya ve eğitime önem vermeyen, aşağılık kompleksli insanların “çoğunluğu” oluşturduğu toplumlarında doktorlara reva görülen muamelelere.
Her dönemde ve her toplumda doktorlar toplumun en iyi yetişmiş, “birinci sınıf” insanlarıdır. Pirincin taşı pirincin değerini azaltmaz.
Skolastik dönemin karanlık Avrupa’sında bile fikir hayatına yön veren insanlar “doktor” sıfatını taşırdı.
Aquinolu Thomas “Meleksi Doktor”, Duns Scottus “İnce Doktor”!
“birinci sınıf” insanlar…
Dr. Cemil Topuzlu Paşa (Abdülhamid’in doktoru. İlk kez bir resmi binada kaloriferi devreye sokan kişi)
Dr.Besim Ömer Paşa (Jinekolog. Darülfünun’un ilk Emin’i “rektör”)
Dr.Refik Saydam (Cumhuriyet döneminin ilk Sağlık Bakanı. 1919 Bandırma Vapuru yolcusu)
Dr.Hulusi Behçet (Bakteriolog. I.Umumi Harp’te kolera aşısı geliştirdi)
Dr.Tevfik Sağlam (Dahiliyeci. İstanbul Üniversitesi Rektörü. Kızılay Genel Başkanı. Verem Savaş Derneği kurucusu)
Dr.Abdülkadir Noyan (Kolera ve Tifüs aşıları geliştirdi. Ankara Ün. Tıp Fakültesi kurucusu ve ilk Dekanı)
Dr. İbrahim Tali Öngören (1919 Bandırma Vapuru yolcusu. 1920 Moskova Heyeti üyesi. T.C. Batum Konsolosu)
Dr.Reşit Galip (Milli Eğitim Bakanı. Modern Üniversitelerin kurucusu. Halkevleri, Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurucusu)
Dr. Lütfü Kırdar (Göz doktoru. Manisa Valisi. İzmir Sağlık Müdürü. İstanbul Belediye Başkanı)
Dr. Tevfik Rüştü Aras ( Jinekolog. İşgal İstanbul’undaki “Bekir Ağa Bölüğü” mahpuslarından. İttihat Terakki kurucularından Dr.Nazım’ın bacanağı, Latife Hanım’ın uzaktan akrabası, Gazeteci Altemur Kılıç’ın ebesi)
Dr.Akil Muhtar Özden (Farmakolog. İşgal İstanbul’unun Tıp Fakültesi Dekanı)
Dr. Esat Işık (Göz doktoru. Malta sürgünü. Dışişleri Bakanlarından Hasan E.Işık’ın babası)
Dr. Rasim Ferit Talay (İşgal İstanbul’unda “Minber” gazetesi’nin imtiyaz sahibi. Dr. Fikret ile beraber Atatürk’ün “candostu”)
Dr.Adnan Advar (İlk kabinenin Sağlık Bakanı. Sakarya Savaşı ve Büyük Taarruzda TBMM 2. Başkanı. Einstein ile görüşen iki Türk’ten biri)
Tüm bu “birinci sınıf” insanlar arasında ben size sadece iki tanesini özellikle anlatacağım ki, bu ikisinin yaptığını yapabilmek sadece Neyzen Tevfik’e nasip olmuştur.
Malum, Gazi memleket meselelerini akşamları uzun oturulan meşhur sofralarda konuşurmuş. Konu ile ilgili uzman kişiler çağrılır, fikirleri, görüşleri uzun uzadıya dinlenirmiş. Ertesi gün Gazi en üst düzeyde bilgi sahibi olarak, o engin dehası ve kültürü ile bir görüş oluştururmuş.
İşte bu sofralarda benim bildiğim sadece üç adam, üç “cesur yürek” o büyük karizmaya “rağmen” bir şeyler söylemişler ancak gene de Gazi’nin sevgisinden mahrum kalmamışlar, tersine onurlu ve dik duruşları takdir edilmiştir.
Dr.Hikmet Boran
Atatürk’ün Sivas Kongresi’ni toplayacağını öğrenen askeri Tıbbiyeliler biz de temsilci yollamalıyız diyerek o zaman 3.sınıf talebesi olan Dr.Hikmet’i Sivas’a yollarlar.
9.9.1919 gecesi çoğunluğun çözüm için manda önerisinde bulunduğu bir ortamda Dr Hikmet “Paşam üyesi bulunduğum Tıbbiyeliler adına konuşuyorum. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar kim olursa olsun şiddetle ret ve tenzih ederiz. Farz-ı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder M.Kemal “vatan kurtarıcısı” değil “vatan batırıcısı”dır der ve tel’in ederiz” der.
Herkesin şaşkın bakışları arasında Gazi “İşte benim güvendiğim gençlik budur. Müsterih ol evlat, parolamız tektir: Ya istiklal ya ölüm” der.
Atatürk sonradan Dr.Hikmet’i vekil yapmak ister ancak bu tevazu sahibi gence bir türlü ulaşamaz. Bu cesur insan büyük sanatçı Orhan Boran beyefendi’nin babasıdır.
Dr.Reşit Galip
Atatürk’ün evladı gibi sevdiği biridir. İlkokulda her sabah söylediğimiz “And”ı da, yüksek öğrenim yaptığımız modern üniversitelerimizi de O’na borçluyuz.
1931 Sonbaharında Dolmabahçe’de bir akşam sofrasında kadın hakları konusunda zamanın maarif vekili ile tartışırlar. Bu sert konuşmadan dolayı Gazi, Reşit Galip’e “Yorgun görünüyorsunuz, madem konuşmalar da hoşunuza gitmiyor, gidip istirahat edebilirsiniz” der. Buz kesen ortamda Reşit Galip cevap verir “Burası sizin değil milletin sofrasıdır, kalkmam”. İşi uzatmak istemeyen Gazi “O halde biz kalkalım, masayı beyefendiye bırakalım” der ve gece son bulur.
Reşit Galip ömrü boyunca hiç evlenmemişti.
Kendini tüm varlığı ile Türk Devrimine adamıştı.
42 yaşında beş parasız , veremden öldü.
Neyzen Tevfik
Rivayet olunur ki;
Atatürk’ün sofrasına çağrılan Neyzen’e “ney üflemesi” söylenmiş. Neyzen de başlamış üflemeye. Bir müddet sonra bakmış ki, herkes hararetli bir tartışma içinde, kendini dinleyen yok. Birden üflemeyi kesmiş. Müziğin aniden kesilmesini fark eden, şaşırmış devlet ricaline şu dörtlüğü söylemiş:
“Sanma ciddiyetle sarf ederim san’atımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezm-i meyde süfeha’nın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşeğe ıslık gibidir”
*Alıntıdır