BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  Nasreddin Hoca'dan
 

NASRETTİN HOCA’DAN

 

Yine mi Ananın Sözünü Tutmadın?

 

Nasrettin Hoca’nın eşeği ölür. Hanımı Hoca’ya bir miktar para verir. „Git eve bir eşek al, gel.”der.

 

Hoca parayı alıp pazara koşar. Gezer dolaşır, tam istediği gibi bir eşek bulur. Hemen satın alır. Eşeğin boynuna bir ip bağlar, ipin ucunu eline alır, güle oynaya, köyüne dönmek için yola çıkar…

 

Pazarda bazı hırsız ve uğursuzlar Hoca’yı takip etmişler. Saflığından yararlanıp eşeği çalmayı akıllarına koymuşlar. Bunlardan biri yavaşça arkadan yaklaşmış eşeğin ipini çözmüş, eşeği alıp gitmiş… Diğer uğursuz, Hoca ipin gevşediğini anlamasın, ipin ucunda eşek var sansın diye eşeğin boynundan çıkardıkları ipi kendi boynuna geçirmiş.

 

Eşeğin ipini çeke çeke giderken Hoca, bir ara ardına bakıvermesin mi? O da ne?

Eşeğin yerinde bir adam! Eşeğin ipi de boynuna bağlı!

 

Hoca şaşırır:

“Be adam sen de nerden çıktın? Hani benim eşeğim?”

„Hocam ben eşeğim! Senin satın aldığın eşeğim.

Çok yıllar önce anamın sözünü dinlememiştim. Millete fenalıklar etmiştim. Annem de kızıp beddua etmişti, „Hayırsız oğlum, bunu da mı görecektim, duyacaktım? Hakkım helâl olmasın, bundan böyle eşek olasın!”demişti. Vakti saatine denk gelmiş, eşek oldum. Sen ne kerametli adammışsın, beni satın aldın, başımı okşadın, bedduayı bozdun. Beni eski halime döndürdün…

Hocam gel o mübarek ellerinden öpeyim…“

 

Hoca’nın ellerini öpmüş, ağlamış, „Bırak beni anama gideyim, hayır duasını alayım,“ demiş…

Hoca bu işe çok şaşmış.

 

Eşeğin parasına mı yansın, boşuna pazara gidişine mi bilememiş.

Çaresiz, boyun bükmüş:

 

„İyi o zaman, hadi git ama bir daha ananın sözünden çıkma!“

 

Eve boş bir iple döndüğünde ise karısı kıyametleri koparmış… Kavga gürültü sabahı etmişler. Her gün bu konuda çekişmişler.

Ertesi hafta Hoca yeniden eşek almak için pazarın yolunu tutmuş.

Pazarda gezinirken bir satıcıda, önceki hafta aldığı eşeğini görmez mi?

Satıcı tutmuş ipinden, eşeği satıyor. Hoca bakmış, eşek kendisinin eşeği. Madrabazların kaçırdığı eşek.

Hemen yanına seğirtmiş, eşeğin kulağına eğilmiş:

 

“Ben sana tembih etmedim mi bir daha yapma diye?

Yine mi ananın sözünü tutmadın be adam?”

 

Sen Pisliği Daha O Gün Yemiştin!

 

Nasrettin Hoca bir gün eşeğine binmiş pazardan dönüyormuş. Yolda, dövüşen çocuklara rastlamış. Ellerinde bir topal karga, ben buldum, ben yakaladım, karga benim diye kavga ediyorlarmış.

 

Hoca kargaya acımış, bakmış çocuklarını elinde ölecek, onlara bir miktar para vermiş, kargayı satın almış.

Hadi git, avlan, kendine gel diye kargayı havaya fırlatmış.

 

Çocukların elinde çekiştirilirken yorgun düşen, kanadı kırık, ayağı topal karga fazla uçamamış, yakındaki bir tarlada çift süren mandalardan birinin boynuzunun ortasına konuvermiş…

Manda sahibi gölgede uyukluyormuş…

Hoca’nın aklına bir muziplik gelmiş.

 

Aslan kargam, kocaman mandayı avladı deyip, mandayı çiftten çözmüş, ipinden çekmiş, kargayla birlikte evine götürmüş… Mandayı ahırına kapatmış.

Komşuları mandasını kaybeden, arayıp duran adama durumu haber vermişler. Mandanı Hoca aldı, kendi ahırına kapattı, demişler.

 

Manda sahibi koşup gelmiş, hocanın kapısına dayanmış:

Hoca:

“Manda benimdir. Onu kargam avladı, gidin başımdan!”

“Aman Hocam, manda avlanır mı? Hem hiç karga manda avlar mı?

“Orasını ben bilmem, memlekette yargı var, mahkeme var. Şikâyete nereye giderseniz gidin!

 

Mandanın sahibi hemen kadıya gitmiş. Hoca’dan şikâyetçi olmuş.

Hoca bu arada boş durur mu? Duruşmadan bir gün önce kadıya bir çömlek manda yağı göndermiş.

Kadı davalıyı, davacıyı dinlemiş. Başını kaşımış:

 

“Hoca haklı. Manda onundur. Kargası avlamış. Yıkılın karşımdan!”

 

Başka bir davalıda o arada kadıya yumurta göndermişmiş.

Kadı, her sabah has manda yağına yumurta kırar, afiyetle yerim, diye sevinmiş.

Yağa yumurtaları kırıp yemeğe başlamış.

 

Bir gün böyle, iki gün böyle derken üçüncü gün kadı yine manda yağına kaşığını daldırmış daldırmasına ama kaşığına yağ yerine bok gelmez mi? Meğer Hoca çömleğe doldurduğu manda tersinin üstüne bir parçacık yağ koymuşmuş. Gerisi manda pisliğiymiş…

 

Kadı hemen hocayı huzuruna çağırtmış. Kükremiş:

Efendi, ben bugüne bugün buranın kadısıyım! En büyüğüyüm! Sen bana ne cüretle pislik yedirmeye kalkarsın?

Hoca gayet sakin:

 

“Kadı Hazretleri o kadar hiddetlenmeyin!

Sen o pisliği daha o gün beni haklı bulduğunda yemiştin!

 

Ciğeri beş para etmez bir topal karga, koskoca bir manda avlayabilir mi hiç! Hem mandanın avlandığı nerde duyulmuş?”demiş.

 

O Akçeyi Sen Al!

 

Hoca bir sohbetteyken tanımadığı biri gelmiş, ensesine okkalı bir tokat indirmiş. Sonra da: ”A…benzetmişim, kusura bakma demiş.

 

Hoca bu duruma çok sinirlenmiş. Adamı tuttuğu gibi kadının huzuruna çıkartmış, şikâyetçiyim, enseme vurdu, demiş.

Meğer adam kadının ahbabıymış. Kadı meseleyi kapatmak istemiş:

 

“Ne olmuş bir tokat attıysa, sen de ona at, ödeşin, demiş. Hoca kabul etmeyince de: ‘O halde sana bir akçe ceza ödesin, sen burada bekle, parayı bulup gelsin.”diye adamı gönderip, hocayı oyalamaya kalkmış.

Hoca beklemiş… Beklemiş… Ne gelen var, ne giden… Oyuna geldiğini anlamış.

 

Yaradana sığınıp kadının ensesine bir şamar indirmiş.

“Behey Hoca, delirdin mi?”

 

“Kusura bakma Kadı Efendi. Benim acelem vardı da… Sen benim alacağım olan o bir akçeyi gelen adamdan alıver, onu benim cezama say…”

Ölüm

Nasrettin Hoca, her ölümlü gibi ölümden çok korkarmış. Yanında ölümden söz edilsin, bir gün öleceğimiz anımsatılsın istemezmiş.

Komşuları Hoca’nın bu huyuyla eğlenir, onu kızdırmak istediklerinde ölümden anlatırlar, Hoca’yı tir tir titretirlermiş…

Gel zaman git zaman Hoca yaşlanmış, elden ayaktan düşmüş.

Ölümünü, ölüme hazırlık yaparak, güle oynaya beklemeye başlamış.

Bunu gören komşuları şaşırmışlar:

 

“Hoca, ne oldu sana böyle? Hani ölümden çok korkardın? Şimdi her gün ağzında bir ölüm lafıdır gidiyor. Hem de gülerek, eğlenerek sözünü ediyorsun ölümün. Ne bu sevinç, ne bu korkusuzluk?”

Hoca:

“Komşular, o zamanlar ölüm çok uzaktaydı. Birden, belli etmeden geliverirse diye ödüm kopardı. Şimdi ise görüyorum, biliyorum ölümü, çünkü ölüm kapıya dayandı.

Korkunun ecele yararı yok! Korksam da kapıyı çalacak, korkmasam da. En iyisi bilinçli olayım, korkmadan, hazırlıklı bekleyeyim ölümü. “

 

****

Hakkını Ondan Al

Hoca pazar yerinde gezinirken, tanımadığı bir kişi, ensesine durduk yerde bir tokat atmış. Hoca sersemlemiş, tokadın şiddetinden feleğini şaşırmış. Ardından, kendisine tokat atan adamı koşup yolda yakalamış. Sürüye sürüye zorla kadıya götürmüş. Şikayetçi olmuş.

Kadı, Hoca’yı önemsememiş, ne var bunda, sen de ona bir tokat at, olsun bitsin, işi uzatma, demeye getirmiş. Hoca direnmiş: “Yok, cezası neyse verilsin, şikayetçiyim.”

Kadı bakmış, Hoca susmayacak: “ Tokat atan bu adama on akçe ceza verdim. Gitsin hemen parayı getirsin!” diyerek adamı savmış.

Hoca beklemiş, beklemiş, adamın geleceği, parayı getireceği falan yok. Anlamış ki, işin içinde bir dümen var. Kendisini kandırdılar.

Yavaşça kadının yanına yaklaşmış. Kadının arkasına doğru geçerek Allah yarattı demeden ensesine okkalı bir tokat atmış. Kadı sersemlemiş. Kızmış:

“Ne yapıyorsun be Hoca? Hiç kadıya el kalkar mı? Durduk yere enseye tokat atılır mı?”

Hoca’da cevap hazır:

“Enseye tokadın cezası on akçe değil miydi? Bana vuranın getireceği parayı sen al, ödeşmiş oluruz fena mı?”

 

****

Zaman Ne Zaman?

Bir gün Hoca’nın canı çok sıkkınmış. Kafası dalgın, canı ölesiye sıkkın, yol kenarındaki bir ağacın altına oturmuş, ne yapacağını düşünür dururmuş…

O sırada yoldan geçen bir densiz, güneş tepedeyken, vaktin tam öğle olduğu belliyken, Hoca’ya laf olsun diye sormuş:

“Hoca saat kaç?” Hoca anlamazlığa gelmiş:

“Babamdan kalma tek bir köstekli saatim var.”

“Onu sormadım Hoca. Saat kaça geldi, bir deyiver hele.”

“Babama da bu saat dedemden kalmış. Dedem, zamanında buna epey para dökmüş. Dediğine göre birkaç yüz akçe ödenmiş.”

“Hoca, anlamadın mı, sana ne soruyorum, akşama ne var, deyiver de bileyim.”

“Akşama bizde çoğu kez tarhana çorbası, yanında bulgur pilavı olur.”

“Onu sormadım be Hoca, akşama ne kaldı?”

“Dünkü tavuk çorbasından sanırım biraz kaldı.”

Aşk olsun Hoca, ben ne soruyorum sen ne diyorsun! Ben sana, zamanı sordum zamanı! “

Hoca durur mu yanıtı hazır:

“Bu da sorulur mu hiç evladım! Zaman, ahir zaman (son zaman). Ahir zamandayız, bilmez misin? Kıyamete az kaldı!”

 

****

Zalim Olan Biziz

Timur bir zamanlar, askeriyle, adamlarıyla, filleriyle Anadolu’da dehşet saçıyormuş. Halkı canından bezdiriyor, korkutuyor, önüne geleni kesip biçiyormuş…

Bir ara, insanları, “Ben nasıl biriyim?” sorusuyla sınamaya başlamış.

“Sen bize gönderilmiş bir meleksin, adaletin kılıcısın, hep başımızda olasın!” diyenleri de, “Sen bize ceza olarak gönderilen bir zalimsin, adalet bilmeyen birisin, Allah belasını vermeyesice, hain! diyenleri de öldürtmüş. “Sorusuna ne yanıt alırsa alsın sonuç değişmiyormuş. Kimse kılıcından kurtulamıyormuş…

Halk bunalmış, umarsız kalmış. Ne yapalım, ne edelim, bu beladan nasıl kurtulalım derken, akıllarına , Akşehir’e gidip, Nasrettin Hoca’dan yardım istemek gelmiş. Hoca hazır cevaplığıyla, sorunları akılllıca çözmesiyle ünlüymüş.

Hoca’yı koltuklayıp Timur’un huzuruna getirmişler.

Timur ona da sormuş: ”Ben nasıl biriyim?”

Hoca:

“Siz adalet dağıtan, halkına adaletli davranan bir melek değilsiniz. Siz zalim, hain, adalet bilmeyen bir zalim de değilsiniz.
Zalim olan, kötü olan, hain olan biziz! Allah bizi sizinle sınıyor. Cezamızı sizin elinizle veriyor! Her toplum layık olduğu şekilde yönetilirmiş… Biz bu cezayı çoktan hak ettik…” deyince, oradaki herkes suspus olmuş.

 

****

Vermeyi Bilmez!

Hoca bir yaz günü, kır gezisine çıkar. Mahallesindeki komşularıyla ırmak kıyısına gezmeye giderler. Mahallenin imamı da onlarla birlikteymiş. Hep birlikte yer içer, söyleşirler. Yemekten sonra akarsuda ellerini, yüzlerini yıkarlar, serinlerler… Tam dönecekleri sıra nasıl olduysa olmuş bastığı taş kayan imam ırmağa düşüvermiş. Su imamı almış götürüyormuş. Komşuları hemen su boyunca koşuşturmuşlar, imama ellerini uzatmışlar:

“ Ver elini ver elini!” diye bağırırlarmış. İmam nedense elini uzatmaz, kendi kendine taşlara, çalılara tutunmaya, sudan kurtulmaya çalışırmış.

Sonunda imamın gücü tükenmiş, suya batıp çıkmaya başlamış. Neredeyse boğulayazmış…

Nasrettin Hoca bunu görünce komşularını uyarmış:

“ Ne yapıyorsunuz dostlar, ona öyle seslenilmez! Ben bu adamı iyi tanırım. Vermekten ödü kopar, yalnızca almayı bilir. Boşuna elini tutmaya çalışıyor, ver elini diyorsunuz. Öleceğini bilse elini vermez. Bazısı vermeyi bilmez. Vermeyi sevmez. Bunun gibiler ancak almayı bilirler…

Sonra Hoca hemen koşmuş, suda yuvarlanarak giden imama yetişmiş, suya uzanmış, imama:

“Al elimi, al elimi!” diye bağırmış.

İmam ikiletmemiş, Hoca’nın elini tutmuş, kıyıya çıkmış, kurtulmuş…

 

****

Sözünün Eridir

Nasrettin Hoca, gençliğinde memleket memleket gezerken bir toplantıda oranın ileri gelenlerinden biriyle tanışmış. Adam, Hoca’yı ertesi akşam evinde yemeğe çağırmış. Çağırırken şöyle demiş:

“Yarın akşam sizi konağıma beklerim. Soğan ekmek yeriz, tatlı tatlı sohbet ederiz…”

Neyse, akşam olmuş. Hoca tam yemek vaktinde konağın kapısını çalmış. Uşaklar onu içeri almış, sofaya çıkarmışlar. Ev sahibiyle biraz hoşbeşten sonra da sofraya buyur edilmiş. Hocanın karnı açlıktan gurulduyormuş. Yiyeceği yemekleri hayal edip dururmuş. Yemekleri beklerken gözü hep kapıdaymış. Acaba neler neler gelecek, tepsi tepsi neler taşınacak diye…

Derken, sofraya yalnızca soğan ekmek gelmez mi? Uşaklar birkaç baş soğanla, birkaç dilim ekmeği sofraya bırakıp çekilmişler. Hoca ne yapsın? Karnı aç. Soğanı tuza banıp kuru ekmekle kemirmeye başlamış.
Bu sırada, kapıya güm güm vurulmuş. Dışardan bir dilenci bağırıyor:

“Allah rızası için bir sadaka!”

Ev sahibi oturduğu yerden seslenmiş:

“ Kovun kapıdan şu adamı. Bu gün bu kaçıncı dilenci! Bir inersem aşağıya, senin kemiklerini kırar, seni, eşek sudan gelene kadar döverim!”

Bunu duyan Hoca, hemen cama koşmuş, yarı beline kadar aşağıya eğilerek dilenciyi uyarmış:

“ Arkadaş, işin şakası yok. Bu adam dediğini yapar mı yapar. Beni laf arasında soğan ekmek yemeye çağırdı, gerçekten de evinde bana soğan ekmek yediriyor. Sana da, demin kemiklerini kırarım dedi, hemen kaç, bu adam sözünün eridir, dediğini yapar! “

 

****

Tanrı Böyle Bölüştürür

Mahallenin çocuklarına bir komşu, bir dağarcık ceviz vermiş, paylaşın demiş. Çocuklar aralarında bunu paylaşamamışlar. Kimi, benim cevizlerim niye küçük, kimi, benimkinin çoğu çürük, kimi, benimki daha az görünüyor, dermiş, kavga ederlermiş…

Çocuklar Hoca’ya koşmuşlar, yardım istemişler:

“Hoca Efendi, bize şu cevizleri bir üleştiriver!” demişler.

Hoca sormuş:

“Kul bölüştürmesi mi gibi mi, Tanrı bölüştürmesi mi gibi mi olsun?”

Çocuklar hep bir ağızdan:

“Tanrı bölüştürmesi isteriz!” demişler.

Hoca bunun üzerine eline ceviz torbacığını almış, çocuklara, avucunuzu açın demiş. Kiminin avucuna bir ceviz, kimininkine iki ceviz, üç ceviz koymuş. Kiminin avucunu doldurmuş, yerlere döktürmüş cevizleri, kimine ise hiç ceviz vermemiş…

Çocuklar bir ağızdan bağrışmışlar:

“Hocaefendi, bu ne, hiç böyle bölüştürme olur mu? Hani Tanrı bölüştürmesi yapacaktın?”

Hoca altta kalır mı?

“Eh be çocuklar, bunu siz istediniz. Uzağa gitmeyin, birbirinize, çevrenize bir bakın. Kiminiz güzel, sağlıklı, kiminiz çirkin, marazlı… Kiminin babası doğuştan varsıl, çalışmasına gerek yok, parası parayı çekiyor. Kimi yoksulluktan iki büklüm, yedi sülalesi namerde muhtaç, gece gündüz çalıştığı halde ailesinden kimse belini doğrultamıyor. Hem beş parmağın beşi bir mi? Hepsi başka boy!”

 

****

Pekmez Küpü

Hocanın yargıya işi düşmüş. Memleketteki dededen kalma bir tarlayla ilgili yasa duyurusunu kadı onaylayacakmış.

Her gün kadının kapısına uğrar, yargı kararının onaylanıp eline verilmesini beklermiş. Her gidişinde kapıda şunu derlermiş:

“Daha kâğıtların gelmedi. Konya’dan istedik, bekliyoruz.”

Hoca bakmış ki, işinin olacağı yok, bir sabah, koca bir küp üzüm pekmezi yüklenip kadıya götürmüş. Hocada bir küp pekmez alacak, alacak da kadıya armağan olarak verecek güç nerde… Zar zor geçinen bir garip kişi… Küpü ağzına kadar killi çamurla doldurmuş, üstüne de bir iki parmak pekmez koymuşmuş…

Kadı, bir küp pekmez hediyesini görünce çözülmüş, Hoca’nın kâğıtlarına oracıkta mührü basıvermiş… Sonra da keyifle parmağını daldırmış küpe, ağzına bir parmak pekmez çalmış. Mım… tadı da pek güzelmiş mis kokulu has üzüm pekmezinin… Kadı bir parmak daha almış, bir parmak daha… derken ağzına çamur tadı gelmesin mi?

Kadı kızgınlıktan küplere binmiş, aklı başından gideyazmış! Hemen adamını Hoca’nın arkasından koşturmuş:

“Hoca Efendi, dur bir dakika, sana diyeceklerim var.” diye Hoca’nın yolunu kesmiş adam.

“ Bir yanlışlık olmuş sana verilen evrakta. Geri ver de düzelttireyim, alıp sana getireyim.”

Hoca kıs kıs gülmüş:

“Yanlışlık bizim evrakta değil, pekmez küpünde a efendi! Boşuna ardım sıra gelme. Kadı kafasındaki yanlışlığı düzeltsin önce, yanlışlık onun yüreğinde!”


 
  Bugün 1477026 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol