SOKRATES’TEN PERİNÇEK’E ÜNLÜ DAVALAR VE ‘SAVUNMA’LAR
ERDOĞAN GÖKÇE
SOKRATES DAVASI VE SAVUNMASI
İnsanlık tarihi boyunca unutulmayan büyük davalar ve ünlü savunmalar vardır. Bu davalara ün kazandıran yönü, yargılayanların ‘haksız’, yargılananlarında ‘haklı’ olmasından ileri gelir. Bu davaların tarihteki adlarının yargılayanı değil de yargılananı isim olarak alması, insan belleğinin haksız yargılamaları unutmadığını gösterir.
İnsanlık tarihindeki ilk önemli ‘savunma’ dendiğinde, kuşkusuz ünlü filozof Sokrates davası gelir. M.Ö 470-399 yıllarında Atina’da yaşayan Sokrates, felsefi düşünceyi insana ve insan eylemine yönelten ve k diyalektik bir metot kullanarak sorular soran ve bu sorulara cevap verebilmek için insanların aklını kullanması gerektiğini savunurdu. Sokrates’in düşüncesinin temelinde, bütün evrenin düzenli bir bütün olduğu görüşü yatıyordu. Sokrates’e göre hiç kimse bilerek kötü olmazdı; insanların ahlak ölçüleri dışına çıkmaları temelde yanlış bilgilenmenin sonucuydu. Dolaysıyla doğruları öğrenen her insan ister istemez iyi olacaktı. Sokrates “dinsiz”likle, “gençleri saptırmak” ve “devletin tanrılarını yok sayarak yeni tanrılar uydurmak”la suçlanır. Savunması süresince hep dik durdu. 220’ye karşı 280 oyla suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. 24 saat içinde baldıran zehrini kendisi içerek, hayatına son verdi.
Yaklaşık 2400 yıl önce yaşanan bu olayda, 500’e yakın savcının hiç birinin adı bilinmez. Ama Sokrates adı, asırlar boyu anılmaya devam edecektir.
GALİLEO’NUN YARGILANMASI
İnsanlık tarihinde unutulmayan diğer bir önemli dava, Galileo’nun yargılanmasıdır. Deneysel yöntemin kurucusu kabul edilen İtalyan matematikçi, astronom ve fizikçi. Modern bilimsel düşünceye önemli katkılarda bulunmuştur. Göğü teleskop kullanarak inceleyen ilk bilim adamı olarak Yer’in, o zamana değin inanıldığı gibi evrenin merkezi olmadığına ve güneşin çevresinde dolandığına ilişkin kanıtlar ortaya koymuştur. Bu görüşün gittikçe yaygınlaşması ve geniş kitleleri etkilemesi, bazılarının çıkarlarını sarsmaya başladı. Bu düşüncenin (Kopernik kuramı) kutsal kitapla (İncil) çeliştiğini öne sürdüler ve Galileo’yu dinsizlikle suçlayarak, Engizisyona gizlice şikayet ettiler.
“Dünya Güneş’in etrafında dönüyor” dediği için, “din dogmalarına karşı geldiği” gerekçesiyle suçlandı.Kilisenin baş ilahiyatçısı Papalık tarafından özel olarak kurulan Roma Engizisyon Mahkemesi’nde yargılandı.
Galile, savunmasında “hasta, yaşlı ve acınacak” durumda olduğunu söyledi. Engizisyon mahkemeleri çok gaddarca ve zalimce kararlar alıp, insanların didi diri yakılmasına gözlerini kırpmadan karar verebiliyorlardı. Dolaysıyla Gelileo’dan bu düşüncelerini reddetmesini istediler.
Diri diri yakılmaktan kurtulmak isteyen Galileo, diz çökerek mahkemenin isteğine uymak zorunda bırakıldı. Galileo, 20 günlük yargılanma sonunda (1633) diz çöküş durumundan ayağa kalkarken ayağını sessizce yere vurmuş ve sessizce “Ama yine de dünya dönüyor” demişti. Mahkemeye boyun eğdiği için diri diri yanmaktan kurtulan Galileo, ömür boyu hapse mahkum oldu. Konuşmaları ve yapıtları yasaklandı ve yakıldı.
Galileo’nun o gün dediklerinin bugün tersini söylemek en büyük cahilliktir ve aptallıktır.
CALAS DAVASI
İnsanlık tarihinde dinsel bağnazlığın sebebp olduğu cinayetlerden biridir. Protestan giyim tüccarı olan Calas, en büyük oğlunu öldürmekle suçlandı ve 1762 yılında idam edildi. Calas’ın en büyük oğlu, babasının dokuma atölyesinde asılı olarak bulundu. Olay kentte Protestan karşıtı Katolik cemaatin çok sert tepkisine yol açtı. Dinsel bağnazlığın kışkırttığı bir iftira kampanyası sonucunda Calas tutuklandı ve Katolikliğe dönüşünü engellemek ve cezalandırmak için oğlunu öldürmekle suçlandı.
Calas önce suçu atölyeye zorla giren meçhul bir kişiye yükledi, ama daha sonra ısrarla oğlunun intihar ettiğini öne sürdü. Calas suçlu bulundu ve ölüm cezasına çarptırıldı. Ertesi günü halkın gözünün önünde teker şeklinde bir işkence çarkına gerilerek bağlandı. Bir yandan tekerlekle sıkılıyor, bir yandan da elinde demir çubuk bulunan cellat tarafından boynu kırılıncaya kadar sopalandı, ardından da yakıldı. Oğlu ise bir Katolik şehidi olarak gömüldü.
Ailenin Cenevre’deki nüfuslu dostları Voltaire’in davayla ilgilenmesini sağladılar. Voltaire, basında yürüttüğü yoğun bir kampanyayla, Calas’yı cezalandıran yargıçların Protestan karşıtı önyargılarla karar verdiğine Avrupa kamuoyunun büyük bir bölümünü inandırdı. Sonuçta davaya yeniden bakmak üzere 50 yargıçtan oluşan bir jüri atandı. Mahkeme, Calas’yla ilgili hükmü iptal etti ve devlet Calas’nın ailesine tazminat ödedi. Olayın, Fransa’da ceza yasasında reform ve dinsel hoşgörü hareketine büyük katkı sundu
DREYFUS DAVASI
1894 yılında Fransa’da üçüncü Cumhuriyet’in siyasal ve toplumsal tarihine damga vuran bir olay yaşanır. Fransa’da Savaş Bakanlığı’nda çalışan Alfred Dreyfus isminde bir yüzbaşı, Fransız ordusunun sırlarını
Alman askeri ataşesine satmakla suçlanır ve suçlu bulunarak tutuklanır. Fransız Guyanası açıklarındaki ünlü ceza yerleşmesi Şeytan Adasında ömür boyu hapse mahkum edilir.
Yetersiz kanıtlara dayanan yargılamada izlenen yöntem çok olağandışıdır. Dreyfus’ün suçlamayı reddetmesine ve ailesinin de kendisini yılmadan desteklemesine karşın hem kamuoyu, hem de karşıt bir kesimin başını çektiği Fransız basını, mahkeme kararını ve cezayı olumlu karşılar. Özellikle La libre Parole gazetesi Dreyfus’ü bir hedef simge olarak göstermeye çalışır.
Zamanla kuşkular ortaya çıkmaya başlar ve Dreyfus’ün suçlanmasına neden olan mektubun başka bir subay tarafından kaleme alındığını ortaya çıkaran kanıtlar bulunur. Ve yazıyı yazan kişi görevden alınır. Bu şahsın görevden alınması üzerine elde edilen bulguların üst makamları çok tedirgin ettiği kanısı yaygınlaşır.
Bu gelişmeler üzerine Dreyfus yanlılarının sayısı gittikçe çoğalır. Buna karşın Dreyfus karşıtları birtakım uyduruk söylentiler yayması, bir takım sahte belgeler düzenlenirken bazı belgelerin de hasıraltı edilmesiyle, olay inanılmaz ölçüde karmakarışık bir hale gelir. Mektubu yazdığı anlaşılan şahıs tutuklanır. Bu durum karşısında Dreyfus’ün yeniden yargılanmasını isteyen kesim birden bire güçlenir. Romancı Emile Zola’nın konu ile ilgili bir mektubu gazetede yayınlanır. Dreyfus Davası kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırır ve Fransa karşı iki kampa ayrılır. Sorun, Dreyfus’ün suçluluğu ya da suçsuzluğu gibi kişisel boyutları çoktan aşmıştır.
Davanın yeniden görülmesine bağnaz ve otoriter Dreyfus karşıtları karşı çıkar ve Emile Zola hakkında dava açılır. Zola bir yıl hapis ve 3 000 frank para cezasına çarptırılır.
Çok kısa bir süre içinde Deryfus yanlıları gittikçe çoğalır. Yazıyı yazan kişi, suçunu itiraf ettikten sonra intihar eder.
Dreyfus Davası’nın yeniden görülmesi artık kaçınılmaz olur. Suçlu bulunur ama cumhurbaşkanı tarafından affedilir. Daha sonra tamamen aklanır ve hakkındaki bütün mahkumiyet kararları bozulur. Rütbesi yükseltilir ve eski görevine geri döner..
NESİMİ (ENEL HAK)
Şair, düşünür ve mutasavvıf olan Nesimi 15. yy yaşamıştır ve Vahdet-i vücut (varlığın birliği) görüşünü savunmuştur. Zerice yazdığı lirik-didaktik şiirleriyle en büyük tasavvuf şairi olarak tanınmıştır. Bir inanç sistemi olan Hurufilik inancını benimsedi. Şiiri düşüncelerini yaymak için kullandı ve Anadolu’nun geniş bir kesiminde etkili oldu. Hallac- Mansur’un “Enel Hak” düşüncesi için “Mansur Enelhak söyledi/ Haktır sözü Hak söyledi” gibi şiirler yazmaya başladı. Şiirleri şeriata aykırı görüldü. Halep’te tutuklandı. Uzun süre (1404-1418) tutuklandı ve tutukevinde derisi yüzülerek vahşice öldürüldü.
YILDIZ MAHKEMESİ VE MİTHAT PAŞA YARGILAMASI
Ziraat Bankası’nın kuruluşuna öncülük eden büyük devlet adamı Mithat Paşa (1822-1884), daha da önemli olarak Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan “Kanuni Esasi”yi hazırladı ve 1876’da ilan ettirerek 1. meşrutiyet dönemini başlattı. II. Abdulhamit bu anayasaya bir madde (113. madde) ilave ettirdi ve Mithat Paşa’yı da sadrazam yaptı.
Divan katipliği, müfettişlik, Meclisi vala (bakanlar-vekiller) başkatipliği, vezir, Şûrayı devlet reisliği, Tuna, Bağdat, Edirne, Selanik, Suriye, Aydın valiliği, Adliye nazırı oldu. İdare, maliye ve eğitim alanında çeşitli reformlar yaptı, Mutlak monarşiden anayasalı monarşiye geçişte önemli rol oynadı.
II. Abdulhamit 1. Meşrutiyet’in ilanında sadrazam yaptığı Mithat Paşa’ya hiçbir zaman güvenmedi. O’nun anayasa hazırlamasına ve meşrutiyeti savunmasına hep kinlendi. Bir fırsatını Bularak ve 113. maddeye dayanarak Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi
Mithat Paşa’nın gücünden ürken II. Abdulhamit, yalancı şahitler ayarladı. Abdulaziz’in intihar etmeyip öldürüldüğüne ilişkin soruşturma ile ilgili olarak Mithat Paşa tutuklandı ve İstanbul’a getirildi. Yıldız Sarayı bahçesinde kurulan bi çadır mahkemesinde Özel Görevli mahkeme tarafından yargılandı. Hakkındaki suçlamaları çürütmesine rağmen Abdulhamit’in emriyle hareket eden Özel Görevli Mahkeme, 2 günlük yargılamadan sonra Mithat Paşa hakkında idam kararı verdi. Yıldız Sarayı’nda toplanan temyiz mahkemesi kararı jet hızıyla onayladı. Ama Mithat Paşa’yla ilgili ölüm cezası büyük tepki yaratınca, Padişah tarafından cezası ömür boyu hapse çevrildi ve sürgüne gönderildi. Önce Cidde’ye, ardından da Taif’e göndeildi. Baskı altında geçen sürgünlerden sonra Abdulhanit’in emri ile boğduruldu.
Kemikleri 1951 yılında Türkiye’ye getirildi ve Şişli’deki Abide-i Hürriyet Meydanı’na gömüldü.
İşte böylesine değerli ve yararlı bir devlet adamı, padişahın emir ile hareket eden Özel Görevli Mahkemeler tarafından ölüme mahkum edildi ve boğduruldu.
Mithat Paşa asırlar geçtikçe anılacak, ama O’nu ölüme mahkum eden “Özel Görevli” yargıçlar, şose kanarında gebermiş kediler kadar bile anılmayacaklar
NEMRUT MUSTAFA DİVANI
Damat Ferit Hükümeti vatanseverleri yargılamak için Divan-ı Harb-i Örfi isimli bir mahkeme kurdu. Mahkeme’nin ilk başkanı Hayret Paşa Ermeni Patriği Zaven Efendi’nin bizzat hazırladığı idam listesi İngiliz İŞGAL komutanı tarafından Damat Ferit Paşa’ya verildi. Bu listedeki insanları yargılamayı kabul etmeyen Hayret Paşa, görevinden çekildi.
Ama “ben bu işi yaparım” diyen Mustafa Nazım Paşa, bu “Sıkıyönetim-Devlet Güvenlik Mahkemesi” başkanlığına getirildi.
Papazlar, patrikler, işgalciler, idam edilecekler listesi verdi. Mustafa Nazım Paşa idam etti. Bu şekilde nice vatanseverler asıldı. Bu nedenle halk bu mahkemeye Nemrut Mustafa Paşa Divanı adını verdi. Ermenilerin bi türlü yakalayamadıkları Kazım Özlap’ı, bu mahkeme gıyabında bir günde yargıladı ve idam kararı verdi.
Nerede vatansever varsa gıyabında yargılanıyordu ve bir celsede hakkında idam kararı veriliyordu.
Nemrut Mustafa Paşa’nın astırdıkları arasında Boğazlıyan Kaymakamı kemal Bey’de vardı. Kemal Bey’in hiçbir suçunun olmadığı bilinmesine rağmen; ecnebi devletlere yaranmak için hemen yargıladılar ve astılar. İdam edildiği gün 13 günlük çocuğu olan Kemal Bey’in son sözleri “Allah devletimize, milletimize zeval vermesin” oldu.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk’ün önerisiyle, Kemal Bey ilk ‘milli şehit’ kabul edildi
Nemrut Mustafa Paşa’nın idam listesinde Mustafa Kemal, Kazım Karabekir Paşa, Rauf Orbay, Urfa Valisi Nusret Bey gibi hepsi Türk, hepsi bağımsızlıkçı, hepsi vatansever bir çok şahsiyet vardı. Ziya Gökalp, bu mahkemede “Türklüğü savunduğu için” bölücülükten yargılandı
MADIMAK YANGINI
Sivas Katliamı ya da Madımak Olayı olarak da anılır 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından Pir Sultan Abdal Şenlikleri düzenlendi. Aralarında Sivas Valisinin özel davetlisi olan Aziz Nesin’in de bulunduğu çok sayıda aydın, yazar, sanatçı, ozan bu şenliğe katıldı. Şenliğe katılanlardan bir grubun kaldığı Madımak Oteli, şeriatçı yobazlar tarafından yakıldı. Otelde bulunanlardan 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanı 35 güzel insan! yanarak ya da dumandan boğularak hayatlarını kaybettiler. Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtuldu. Aziz Nesin'i linç girişiminden araya giren polisler kurtardı. SüperNATO’nun tezgahladığı ve şeriatçı yobazları kullanarak organize ettiği olayların hazırlığına aylar öncesinden başlatıldığı bilinmesine rağmen hiçbir tedbir alınmadı. İtfaiyenin su sıkmış olması halinde dağıtacak kalabalık her nedense dağıtılmak istenmedi. Hatta kalabalığın daha da kalabalıklaşması (yaklaşık 15 bin kişi) için beklendi. Yangından önce bitürlü sağlan(a)mayan(!) güvenlik; yangından sonra kısa süre sonra sağlandı ve her kontrol altına alındı.
Olaydan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190'a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124'ü hakkında "laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma" suçlamasıyla dava açıldı, geri kalanlar serbest bırakıldı.
26 Aralık 1994'te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15'er yıl, 3 sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında 3'er yıl, 6 sanık hakkında 2'şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.
Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını "taraflı, hukuka ve adalete aykırı" olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunmayla temyize gittiler. Temyizde, "Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğunu" belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını esastan bozdu; yargılama yeniden başlatıldı.
28 Kasım 1997'de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası'nın 146/1 maddesine göre İDAM ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay Aralık 1998'de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000'de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi. Geçen bu zaman zarfı içerisinde sanık sayısı tahliyelerle 33'e düştü. Firardaki 8 sanık ise hiç yakalanamadı.Yargılama sürecinde hiçbir resmi görevli, görevi ihmalden ifadeye bile çağrılmadı. Katliamın perde arkası hiç aydınlatılmadı. Pek çok sanık yargı önüne getirilmedi
Yasalarımıza göre, milletvekili seçilen bir avukat, ülkeye ve devlete karşı işlenen suçlarda avukatlık yapamaz. Bu yasaya rağmen, sanıkların avukatlığını üstlenenler arasında RP’li Şevket Kazan’da vardı. Bu milletvekili daha sonra Adalet Bakanı oldu. Ve bakanlığı sırasında Madımak’ı yakanları ziyaret etti. Sivas katliamının avukatlığını yapanların çoğu bugün AKP’den milletvekili seçildiler.
Soruşturma ve kovuşturma suresince müdahil avukatlara ve ölenlerin yakınlarına müthiş baskı yapıldı. Katiller değil de yakınlarını kaybedenler, devletin her kademesinde neredeyse “suçlu” olarak görüldü, hakarete uğradı, tartaklandılar
SüperNATO’nun/Gladyo’nun şeriatçı yobazları kullanarak gerçekleştirdiği bu katliam! Bir şenlik için Sivas’ta bulunan aydınlara ve sanatçılara duyulan tepkiden dolayı yapılmadı; Cumhuriyet’e karşı bir şeriatçı başkaldırıdır. Çünkü saldırganlar “Cumhuriyet burada kuruldu; burada yıkılacak” diye slogan atıyorlardı.
Madımak Davası Cumhuriyet’e başkaldırının yanında bir insanlık davasıdır. İnsanlık davasında zaman aşımı olamaz. Buna rağmen Madımak Davası zaman aşımından dolayı 15 Mart 2012’de düştü. Pir Sultan’ın Davası “Divan”a kalmıştı Madımak Yangının davası da Milli Hükümete kaldı
ERGENEKON TERTİBİ VE SİLİVRİ DAVASI
İnsanlık tarihinde dünyada eşi görülmemiş ve bundan sonra da görülmesi mümkün olmayan Ergenekon tertibi, operasyonları ve tutuklamaları, 5 kasım 2007’de ABD Başkanı George W. Bush ve Türkiye’de başbakanlık koltuğuna oturtulan Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılan görüşmeden sonra başladı.
Ergenekon davası bir dış düşman devlet (ABD)operasyonudur ve ve bu dava kesinlikle siyasi bir davadır. Soruşturmayı başlatan Savcı Zekeriya Öz’un Sabah gazetesine ve ATV’ye yaptığı özel açıklaamda: “Bu soruşturmanın merkezinde İşçi Partisi var” demişti. İP Genel Başkanı Perinçek ise ilk sorgusundan sonra yaptığı yazılı açıklamada, “tertibin hedefinde Türk Ordusu var” demişti.
Bu tertibin hedefinde İşçi Partisi ve Türk Ordusunun olmasının gerisinde asıl hedef Türkiye’dir. Türkiye’nin birliğine, bütünlüğüne, bağımsızlığına, geleceğine karşı bir saldırı yapılmıştır ve bu saldırıda silah olarak “yargı” kullanılmış ve Gladyo hukuku uygulanmıştır.
En önemli siyaset adamları, dünyaca ünlü bilim adamları, üniversite kuranlar, kahraman komutanlar, gazeteciler, yazarlar, sendikacılar… kanunsuz ve hukuksuz bir şekilde tutuklanmış, itibarsızlaştırılmış, iftira atılmış ve zindanlarda çürütülmeye çalışılmıştır. Hastalanan tutukluların zamanında hastaneye gönderilmeleri bile engellenmiştir.
İnsanlık tarihindeki tüm önemli davalar genelde ülke içi davadır, ama Ergenekon tertibi emperyalist bir saldırı ve operasyon olduğundan; uluslararası bir nitelik kazandığı açıktır.
Gladyo-mafya-tarikat tertibi ve operasyonu sonucunda Türkiye’nin en temiz, en vatansever ve en kahraman insanları, işgale uğramış bir ülkedeki tutuklamalar gibi gece yarısı operasyonlarla gözaltına alındılar ve kanunsuz bir şekilde tutuklandılar.
İçinde hiçbir somut suç delili bulunmayan hepsi uyduruk, bir çoğu “sehven” onlarca CD, binlerce klasör, milyonlarca sayfa dava tutanaklarıyla… ‘Bitirilmemek’ kastıyla sürdürülen bir dava!...
Mahkum koğuşlarını lağım sularının bastığı, musluklarından pis suların aktığı, ne zaman soğuk ne zaman sıcak olacağının belli olmadığı, yemeklerde zehir şüphesi bulunduğu, soruşturmanın ve kovuşturmanın birlikte sürdürüldüğü, tutukluları çıldırtacak şekilde bilinçli gürültü çıkarıldığı, savcıların dediklerini tekrarlamanın ve katile “katil” demenin büyük “suç” olduğu, iddianamede suç bulamadıkları, ama illaki ceza vermek istendiğinden, savunmanın suç sayıldığı savunma avukatlarının savunma esnasında “mahkemeyi etkilemek” suçlamasıyla tutuklandığı ya da duruşmalardan men edildiği…Tertibin çökmesinden korkulduğu için, duruşmaların televizyonlarda canlı yayınlanmasının iktidar tarafından asla istenmediği… Dünyanın en haksız, en hukuksuz, en kanunsuz, en vicdansız, dosyaları en kabarık ama hiçbir somut suç unsuru bulunmayan tek davası denilebilir. Yargıçların tutuklama yetkisi olduğu ama beraat ettirme yetkisinin olmadığı her duruşma sırasında net olarak anlaşılıyor.
Onca haksızlığa, kanunsuzluğa, iftiraya, tertibe, baskıya, işkenceye ve olumsuzluğa rağmen Ergenekon tertibi ile tutuklananların hiç birine, bırakın boyun eğdirmeyi, diz bile çökertemediler. Bu mahkemede yargılananlar yargılanmaktadır
Ergenekon tertibi ve Silivri davası; hakkında en çok kitap yazılacak, araştırma yapılacak ve filmlere konu olacak bir davadır. İleride bugünlerin tarihini yazacak tarihçiler, hukukçular, hukuk fakülteleri, siyaset bilimciler davanın çeşitli yanlarını inceleyecek; kanunsuzluk, hukuksuzluk ve insan hakları başta olmak üzerte her türlü olumsuzluğa en büyük ‘örnek’ olarak gösterilecektir. Sokrates savunması 2400 yıl, Silivri Davası ve özellikle Perinçek’in savunması! 2400 asır sonra bile anılacaktır.
Sokrates Davasından bugüne baktığımızda, kimlerin insanlık tarihinin baş köşesine yazıldığını… kimlerin lanetle anıldığını… açıkça görebiliyoruz. Bu durum, Ergenekon davasında kendini daha net olarak gösteriyor.