Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Başka Şeyler
Nasıl Müslüman Türk’ün Avrupalı olması bir hayalse, Hıristiyan Avrupalının Müslüman Türk’e kendinden diye bakması olanaksızdır. Dinler insanları hiçbir zaman bir otomobil, bir cep telefonu, hatta bir Coca Cola kadar birleştirmedi
DOĞAN KUBAN
İnsan ya insanlığını anımsayarak yaşayacak ya da kendi kendini yok edecek. Eğer gelecek kuşaklara öğütler bırakmak istersek bundan 2500 yıl önce, bilgi ve teknolojinin hiç aydınlatmadığı bir ilkel dünyada, Tao Te Ching’de söylenen sözleri yineleyebiliriz: Sevgi, özveri, hoşgörü ve yetinme.
Avrupa’da, Amerika’da Türk, Arap, İranlı, Pakistanlı herhangi bir Müslüman, o ülkenin vatandaşı olsa bile Avrupalı ya da Amerikalılar tarafından yabancı olarak algılanır. Yaşamlarında dini ikinci plana itmiş ya da tümüyle dışlamış olanların bile Hıristiyanlarla ilişkileri sorunlu olabilir. Sadece akademik ortamlarda dinsel kökenli davranışlar etkili olmaz.
Devletler, toplumlar arasındaki iletişim zorluğunu ancak laik devlet olarak gerçekleştirebilir. Bizim başbakan Araplara “Ben laik değilim ama laik bir ülkenin başbakanı olarak her inanca eşit davranıyorum” demiş. Çünkü laik bir devlet dinsiz devlet değildir. Cumhuriyetin laik oluşu Türkleri dinsiz yapmadı. Laiklik hakkında cahilleri kandıran en büyük yalan budur. Dünyanın laik devletlerinin halkları da dinsiz değildir. Amerika’da, Avrupa’da her ülkede kiliseler, sinagoglar, camiler, Budist tapınakları var. Devlet laik ama Amerika’da laik sayısı %15 civarında.
Dinler insanları ayırır. Birbirlerine düşman yapar. Tevrat Yahudi olmayanları öldürmeyi yasaklamaz. Kuran cihadı yasallaştırır. Ne var ki, devletler laik olmasalar bile başka başka dinlere mensup olanları yan yana yaşatmak zorundadır. Bunun belki de en insani örneğini Osmanlılar vermiştir. Müslüman halkla birlikte Katolik, Ortodoks, Süryani, Ermeni, Yahudi, Yezidi her cemaat kendi dini idarelerini ve ayrıcalıklarını koruyarak devlet sistemi içinde barınmıştır.
LAİKLİK, UYGAR VE İŞLEVSEL DAVRANIŞ SUNAR
İstanbul 16. yüzyılın en büyük Yahudi nüfusu barındıran kenti idi. Ermeniler, Rumlar, Levantenler, Balkan Ortodoksları, Macar Katolikleri Osmanlı devletinde birlikte yaşadı. Devletin yeniçeri ordusu Müslümandı ama Hıristiyan kökenliydi. Süleymaniye Camisi’nin inşaatında çalışan usta ve işçilerin yarısı Müslüman, yarısı Hıristiyan ve Yahudi idi.
Bugün uygar toplumlar bundan bir adım ötede, Hıristiyanlığı yadsıdıkları için değil, (Alman Başbakanı Merkel bizim başbakanın Müslümanlığını vurgulaması gibi Hıristiyanlığını vurguluyor.) daha uygar ve işlevsel davranışlara olanak verdiği için laiktir.
Almanya’daki Türkler yasa karşısında Almanlarla eşittir. Amerika’daki Yahudi ile Müslüman da yasa karşısında eşittir. İstanbul 2010 Avrupa kültür merkezi oluşu, Türklerin elli yılda yüz bin cami yapması nedeniyle değildir. Dünya tarihinde İstanbul’un özel konumu ile ilgilidir.
Bizim toplum 1550’de şimdikinden daha fazla Avrupalıydı. Dünyayı hâlâ din gözlüğünden görenlerin dünyada bir şeylerin değiştiğinin farkına varması gerekir. Yakın geleceğin ölçütleri ne Avrupalılıktır ne de Hıristiyanlık. Çinli piyanist Bach yarışmasında oratorio çalıp birinci olduğu zaman ne Hıristiyan oluyor ne de Avrupalı. Geleceğin tek ölçütü çağdaş uygarlık olacaktır. Bu 20. yüzyıl başında böyle değildi. Uygarlığı teknolojisi ve üst kültürünün içeriği ile Avrupa ve Amerika temsil ediyorlardı. Fakat Japonya çağdaş olduğu için ne Hıristiyan oldu ne de Amerikalı ve o dönem artık sona erdi.
DÜNYA EGEMENLİĞİNE YENİ ADAYLAR
Günümüzde bilimsel araştırma, teknolojik üretim ve dünya egemenliğine yeni adaylar var. Gerçi Avrupalı ve onun uzantısı olarak Amerikalı, yüzyıllarca dünya egemeni oldukları için, dünyaya hâlâ Doğu-Batı bağlamında bakıyor. Bizim gibi taklit aşamasını geçememiş toplumların aydınları da öyle bakabilir. Bu artık içeriğini yitirmiş bir kavramdır.
Yakında, başta kapitalizm olmak üzere, bütün Batılı değerler yeni bir süzgeçten geçecek. Yeni politik karşıtlıklar ırka ve dine göre olmayacak. Binlerce yıllık nefretler bir ölçüde sürüp gitse ve bazen istismar edilseler bile dünya toplumlarının tek temel sorunu, yaşamı sürdürebilmek olacak. Her ülke gibi Türkiye’nin şansı da sahip olduğu teknolojinin olanakları kadar. Daha fazla değil. Dışarıdan ithal teknoloji ve düşük bir eğitim ve araştırma performansı ile Türkiye gibi ülkelerin sürdürülebilir bir gelecek planlamaları şansı olamaz.
Sevgili Okurlar,
Bilimsel düşüncenin bir tahta oturtulduğu, özgürlüğe dayalı bir ortam gelişmeden teknolojik yeterlilik olmayacak. Onun için bilimden başka ölçütlere dayanarak kurulan üniversitelerin ya da tasarlanan akademilerin teknoloji üretimine katkıları söz konusu değildir. Bütün inançlara eşit yaşam hakkı vermeyen toplumların Budistler, Taoistler ya da Hıristiyanlarca eşit kabul edilmesi olanağı yok. Bilimde, teknolojide, sanatta ve sporda geri kalmış, uygar olduklarını kabul etmedikleri, üstelik bir tehdit olarak gördükleri fakir Müslüman toplumları uluslararası düzenin ortağı yapmaları için bir neden yok.
40 YIL SONRA ORTADOĞU VE İSLAM
Doğu’da ve Batı’da büyük güçlerin dünya jandarmalığına soyunmaları gerekmeyecek. Enerji kaynaklarının coğrafi konumu değişecek. 30-40 yıl sonra çöl Araplarının petrolü kimsenin ilgisini çekmeyecek; insanlığın yaşam savaşı verdiği bir çağda Ortadoğu önemini yitirecek. Basra Körfezi’nin gökdelenleri ilginç bir dinozor çağının iskeletleri olarak sadece arkeologların ilgisini çekebilir. Ortadoğu İslam dünyası, çölden öte çölleşecek.
İklimsel değişiklikler ürkütücü öngörülere uyarak gelişirse zaten bu günün dünyasında temel tartışma konularının çoğu anlamını yitirecek. Elli yıl sonra şimdi söylenen şeylere insanlar deli saçması olarak bakacak.
Diyelim kırk yıllık bir sömürü dönemi daha kalmış olsun. Bu sömürüyü sürdürenlerin paraları torunlarına kalmayacak. Tarih bilenler için, günümüzdeki kapitalist tüketim azgınlığı Roma İmparatorluğu yıkılmadan önceki durumu anımsatıyor. Yılda 5 milyon küçük kız evlendirildiği söylenen Türkiye’de lüks alışveriş merkezlerinin ne garip bir toplum yapısını yansıttıklarını hiç düşündünüz mü?
İnsan ya insanlığını anımsayarak yaşayacak ya da kendi kendini yok edecek. Eğer gelecek kuşaklara öğütler bırakmak istersek bundan 2500 yıl önce, bilgi ve teknolojinin hiç aydınlatmadığı bir ilkel dünyada, Tao Te Ching’de söylenen sözleri yineleyebiliriz: Sevgi, özveri, hoşgörü ve yetinme.
Bu öğütler hiçbir tarihi inanca ya da dine yabancı değil. Fakat Müslüman toplumların ve bu arada Türk toplumunun çağdaşlık gözü henüz yarı açık. Vurdumduymazlığın ve cehaletin pençesinde toplumun geleceğini düşünecek vakit bulamıyoruz.
Cumhuriyet Bilim Teknik