BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  Kadınlar Günü - 8 Mart
 

Biz KADINLARI hiç sevmedik!

Saçlarını sevdik hele bir de “sarışınsa” daha çok sevdik... Ağızlarını sevdik hele bir de “şehvetli ve dolgun” ise daha çok sevdik...Göğüslerini sevdik... Bacaklarını sevdik hele bir de sütun gibiyse bayıldık... Kalçalarını sevdik... Gerçekten güzel vücutlu ve "çıtırsa" daha çok sevdik... 

Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep "baktık"... Her yerlerine iyice ve dikkatle! Baktık... Pekiyi görememiş olacağız ki bir daha baktık... Bir daha ve bir daha... 

Kadınların her yerlerine baktık ama GÖZLERİNE ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok GEÇ olmuştu... Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk... Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu..

Eh, yozlaşan toplum ve geç gelen adalet olunca da 13 - 14 yaşındaki ÇOCUKLARA bile dokunmaya başladık!

SAPIK damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı. Çünkü SAPIK diye haykıran ne kadar azdı!

Kimimiz "araştırmacı" oldu icraata geçemedi! Onlar CD ve DVD’ler ile idare etti! Hatta SAPIKLARA tepki bile gösterdi... Ya onlar ne yaptı?

Gerçek dünyada namuslu olanlar, sanal dünyada bu çocukları aradı... Aradı ve hep buldu!

Kadınlara "dokunmada" dünya sıralamasında üst yerlere geldik...

2009 itibariyle rakamlar oldukça "umut verici".

% 40’ını SÜREKLİ DÖVDÜK...

%45’ine DUYGUSAL ŞİDDET uyguladık (küfür, hakaret, küçük düşürme).

%16’sına ZORLA SAHİP OLDUK... Ve olmaya devam ediyoruz...

Tüm bunlara maruz kalan HER 3 kadından biri İNTİHARA kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık...(bize ne değil mi? Fener ya da CimBom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık)

%9’una daha MASUM BİRER ÇOCUKKEN bile dokunduk... Ama hep SUSTULAR...

Çünkü konuşsalar kimse inanmazdı... “Kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu AMCAN ya da KOMŞUN” bu da sana DERS olsun...

Ama bu DERS o kadar acıdır ki biz ERKEKLER bilemeyiz... 

Bizlere sorduklarında %25’imiz, "bazı durumlarda KADIN DÖVÜLÜR" demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik...

İSLAMİ ÖĞRETİ yalanları ile KADINLARI ve KIZLARI bizlerin KÖLESİ yapmaya başladık ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı... Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil!

% 50’i, erkekler ile tartışmayı bile "saygısızlık" sanıyor artık...

%36’sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış... Ya da inanmak zorunda kalmış...

% 52’si, "erkek kadından sorumludur" diyecek kadar kadınlığını unutmuş... Ya da unutturulmuş. ..

% 49’u, "erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz" diyecek konuma gelmiş, ya da getirilmiş... 

Kabul edelim biz kadınları KULLANMAYI çok sevdik...

Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde...

Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep...Onlardan VİTRİN yaptık...

İMAJ yaptık..

Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız....

Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep KADINLARDI.. Koşturan ve çabalayan hep KADINLARDI..

Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp KARANFİLLER attık üzerlerine ve iki lafın birinde anam, bacım edebiyatı yaptık....

Ama "ANANI DA AL GİT" demek bize daha çok yakıştı!

"Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük...

Ama ANALARI hep ayaklarımız altında ÇİĞNEDİK... EZDİK... TEPİKLEDİK. 

14 şubat sevgililer günü ya da Anneler Gününde bir kaç saat ara verdik! Ama sonra yine ezmeye devam ettik...

İş verirken bile onları hep düşündük! İş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile BAYAN ELEMAN ARANIYOR ilanı vermeyi çok sevdik...

2009 Türkiyesinde KADIN olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz...

Çünkü artık KONUŞMUYORLAR.... KONUŞAMIYORLAR... KONUŞTURULMUYORLAR...

İslam dinini sömüren ve kullanan KARANLIK ZİHNİYET kendi kadınlarını yetiştiriyor...Susan, itaat eden ve kaybolmuş kadınlar, kızlar hatta çocuklar..

Arada VİZYON ya da İMAJ için ortaya "sürülen" kadınlara bakmayın siz.. Onlar da biliyor "kullanıldıklarını" ama artık düzen kurulmuş...

Bu ülkenin kurucusu MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 1930’lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği HAKLARI verdiğinde umutlanmıştık.

Çünkü o ATATÜRK'TÜ...

Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmadı... İhanet etmedi... Ama BİZ ihanet ettik!

Türkiye Nereye Gidiyor? Diye soruyor herkes birbirine... 

Cevap ne kadar da açık değil mi?

Türkiye hızla ve şevkle KARANLIĞA gidiyor... Hatta KOŞUYOR...

Çünkü YARATILMIŞLARIN YARISI olan KADIN YOK OLUYOR!

Benim anam, bacım, sevgilim, kızım YOK OLUYOR. 

Kadını YOK OLAN ülkenin gideceği yol bellidir...

KARANLIK ve ONURSUZ bir gelecek....

Bu işi PLANLI yürütenler İSLAMİ motifler ya da örnekler ile KADININ İKİNCİ SINIF KONUMA gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar...

Bu işe KURANI KERİMİ ortak koşmaları ne acı...

Mesela miras hukuku...Erkek çocuğa 2 pay.. Kız çocuğa 1 pay...

Ya da kadının erkeğe İTAAT etmesini  empoze eden garip ayet ya da sureler...

Belli ki burada büyük bir istismar var...

Çünkü tüm alemi yaratan ALLAHIN kendi yarattığını aşağılaması söz konusu bile olamaz...

Kuran'ı kendi amaçları için yorumlayanlar KADINI ikinci plana atmayı çok seviyor olabilir ama biz hiç sevmedik...

Şunu o kalın kafanıza sokun....

KADIN=ERKEK.... ERKEK=KADIN’dır...

Bazı konularda KADIN, bazı konularda da erkek ÜSTÜN olabilir...

Ama tüm bu zayıf ve üstün yönleri bir arada düşündüğünüzde tek bir gerçek var;

KADIN=ERKEK.... ERKEK=KADIN....

Bu GERÇEĞİ kabul etmemek bize her zaman kaybettirecek ve kaybettiriyor.

 

8 MART KADINLAR GÜNÜYMÜŞ!

KADINI olmayan ülkenin kadınlar günü olmaz... Kutlanmaz.

Burada yazılanlar size ters geldi ise vah benim ülkeme...

Çünkü "sizler" sayesinde sonumuz gelecek.

KADIN benim diğer yarım ve benim diğer yarımdan vazgeçmeye niyetim yok...

Türkiye Ne zaman kurtulur?

 

Ülkenin üniter, ulus ve LAİK devlet yapısına inanan ve SAHİP ÇIKAN 550 milletvekilinin YARISI ÇAĞDAŞ TÜRK KADINI olduğu zaman bu ülke KURTULUR.

Yani 550 vekilin yarısının KADIN olmasını isteyen MİLLİ İRADE, Seçmen, oy kullanan sen ve ben. 

Buna karşı çıkanlar o KALIN KAFALARINA soksunlar bu gerçeği.

Türk Kadını benim diğer yarımdır ve ben TAM olmak istiyorum...

Çünkü onlara İHANET EDEMEM...

Tüm bunlara yürekten inanmıyorsanız lütfen "sözde" sevdiğim kadın dediğiniz kadına "SENİ SEVİYORUM" demeyin...

Çünkü çok komik ve acınası oluyorsunuz. ...

LÜTFEN artık kadınların GÖZLERİNE ve BEYİNLERİNE bakmaya başlayın... 

Türk Kadını ve erkeğinin daha aydınlık günlerde yaşaması dileklerim ile

Dr. Eray AYBAR - İZMİR

*Alıntıdır
 

Kadın ve erkek eşit değil, eşdeğerdir

“Dünya kadınlar Günü”nü idrak ederken medya; ülkemizde kadına yönelik şiddetle anılan haberlerle dolu. Oysaki Türkiye; Atatürk’ün kadınlara bakış açısından kaynaklanan ve de onun önderliğinde oluşan yasalarla Dünya’da, gelişmiş ülkeler olarak anılan ülkelerden çok daha önce kadınlara eşit şartlar ile seçme ve seçilme hakkı veren ilk ülkelerden biridir. Ne acıdır ki bugün hâlâ töre cinayetlerini, berdelleri ve de kadın erkek eşitsizliğini konuşuyoruz.

Atatürk’ün var ettiği Cumhuriyet değerlerine sahip olmaya ve hatta yitirmemeye çalıştığımız bir zaman dilimindeyiz ve acı ki bugün hala töre, berdel ve kadın erkek eşitsizliği ile kadına yönelik şiddeti konuşuyoruz. Dünya’yı bir kenara bırakalım ve biz kendi evimize Türkiye’ye bakalım. Konuştuğumuz konu şiddetse bununla birlikte tezahür eden bir de eşitsizlik durumu var demektir.

Kadın ve erkek arasında bir kıyas yapıldığında daima “veren” taraf kadındır. Doğum için “acısını”, ev işleri için “emeğini/zamanını”, çokça kere “ruhunu” ve saygısızca kullanılan “bedenini” verir ve bunların karşılığında -genelleme yaparsak- saygı ve sevgi görmez.

Buna şimdi çok sayıda erkek tepki gösterecektir. Mutlaka bu tür sıkıntılar içinde olmayan, mutlu ve huzurlu bir yaşam içinde olan kadınlar da “Nereden çıktı bu yazı” diyeceklerdir. Bu satırlar; ezilen, saygı görmeyen, kullanılan, iş gücü ve beden olarak görülen kadınlar için yazılmıştır ve acıdır ki bunların oranı azımsanamaz. Umarız ki tüm kadınlar bu yazıdaki tanıma uymasınlar ve mutlu bir oran olarak kalmasınlar. Bu sağlanmışsa, o zaman Atatürk’ün başlattığı kadın erkek eşitliği ülkemizde sağlanmış demektir. Bunu gönülden görmeyi çok arzu etsek de ne yazık ki durum öyle değildir.

“Berdel”: kadının arzularının hilafına ver onu istemediği birine “karı” olarak gitsin, Kocası öldü, “Aman namus dışarı kaçacak”. Kocasından 20 yaş ufak kardeşine nikâhı kıy! Ya da sevgisiz bir babanın eline birkaç bin lira saydılar, “Tamam al kızı senindir”. İyi ki kantara vurup bir de “canlı kadın” diye tartmadılar. Bunun misalleri çok fazla ve herkes bunları biliyor.

Peki, ya kadın; “Olmaz ben o adama gitmem. Beni berdel diye değiş tokuş yapmayın.” Ya da  “Yahu o benim kardeşim. Ben nasıl onunla nikâh kıyarım” desin ve kaçsın ya da karşı gelsin, kabul etmesin.

Bunu” hal” etmek çok kolaydır. “Alnının ortasından bir kurşun” ya da “köprüden aşağı” atılır ve “töre” yerine gelir. Tabi bu suretle “namus” da kurtulur, ailenin “şerefi” de…

Kadınlarımızın (genelde) ekonomik özgürlüğünün olmayışı da bir başka büyük sorundur. Hani erkeğin “ağız kokusu” derler ya bu hem “göreceli” hem de “reel” bir tanımdır. Ekonomik gücü elinde bulunduran, kendine ne isterse alan ve harcayan ama evine, ailesine karşı bu hususta duyarsız ya da katı olan ne kadar çok kişi vardır. Burada ağız kokusunun “göreceli” tanımı “para” için kadının verdiği taviz ve ruhundan parça parça koparılan, örselenen duygulardır. Kapıyı vurup gidememek, o bir lokma ekmeğe muhtaç olmak ne kötüdür… Bu ağız kokusunun bir de reel tarafı var ama. Karşıdakine hiç saygı duymayan, kaba hatta sadist adamın hakikaten kokan ağzı ve vücudu… “Dayak” ise üstteki anlatımla tamamen doğru orantılı olan bir başka gerçektir…

Bunu anlamak mümkün müdür? Akşam “adam” eve geldi ve sudan bir sebepten ötürü elini kaldırdı ve kadını dövmeye başladı… Ama o “adam” iş hayatında, kendi “sosyal” çevresinde o kadar çok saygın biri ki bunu duyan kesinlikle inanmaz. Kapalı kapılar ardında, duvarlar arasında bu insanlık suçu sadece bizde değil gelişmiş ülkelerde dahi o kadar yaygındır ki…

Akşam yemek öncesi “bir öğün dayak”, sonra muhtemelen küfürlerle geçen bir yemek, ama sıra yatma saatine geldi mi “yat aşağıya”… İşte bunu anlamak hiç mümkün değildir. Bu ne “menem” bir durumdur. “Döv ve sonra seviş”… Yahu o iş duygu ister, sevgi ister, ama en önemlisi karşılıklı saygı iste, özen ister. Nasıl olur bir saat evvel dövdüğün o “beden”i sevmek, sevebilmek.

Tamam, töre, berdel v.s. kendi toplumumuzda var ama “kadına şiddet” uygulanması salt bize özgü bir husus değil bu bir insanlık suçu ve Dünya genelini ilgilendiren bir acıdır…

O gelişmiş ve “çağdaş” ülkeler değil mi ki “kadın ticareti” ile anılırlar. Yahu ne oluyor kilo ile et mi satılıyor ki adında “ticaret” var? Evet, maalesef gerçek böyledir. Başta ABD olmak üzere bu bir sektör değil mi?

Dünya toplumlarının çoğu “erkek egemen” yapıdalar. Erkek egemenliğini kırmanın tek yolu ise “eğitim” ve dolayısı ile gelen “ekonomik özgürlüğün” olmasıdır. O “kadın” bir lokmaya muhtaç olmazsa bakın bakalım o “adamın” yanında, yatağında durur mu? Eğitim ve sağlık toplumlarda en önemli hususlardır. Sağlık; bu yazının bir ilintisi değil ama eğitim ve sağlıkta paran yoksa işin çok zordur. Eğitim beraberinde ekonomik özgürlüğü de getiriyor. Para, para, para!

Erkek ve kadın eşittir demek dahi bir anlamda eşitsizliği tanımlıyor. Çünkü “Tamam sen benimle eşitsin” demek dahi eşitsiz bir ortamda zuhur eden bir söylem gibidir.

Kadın ve erkek eşit değildir. Eşdeğerdir…

Kadın ve erkek birlikte, el ele, diz dize adı evlilik ya da birliktelik olan bir yaşam biçimi seçmişlerse; evvela ortada bir saygı ve sevgi olmak zorundadır. Aşk da lâzım ama bazen o olamıyor ve “mantık” da diyorlar. İşte bu mantık kesinlikle ağız kokusu dolu bir mantık olmamalı, içinde ekonomik bağımlılık barındırmamalı…

Bu fevkalade kötümser tablo maalesef tam bir “realitedir” ve etrafımızda bilmesek de “sıkça” yaşanan bir realitedir. Çok yakın arkadaşlarımızın hatta akrabalarımızın kaçının bu tür bir şiddet ve baskı altında olduğunu bizler bilemeyiz. Yapılan araştırmalar; bilinmeyen, saklanan şiddet olaylarının, çevrece bilinenlerden çok daha fazla olduğu şeklindedir.

Dünya’da bir kadın tarafından yapılamayacak hiçbir meslek yoktur. Evet, kadın vücut olarak daha narin olabilir. Ama erkekler de kadının yapabileceği çok şeyi, başta “ana” olmayı yapamazlar. İşte hayatın müşterekliği…

Kadın ve erkek eşit değil eşdeğer konumda ve birbirini bütünleyici olmak zorundadır. Yaşamın bütünselliği içinde, Yüce Yaratanın farklı canlılara yüklediği görevler gibi, her iki cins de kendi özellikleri içinde yaşamın bir parçasını sırtlar ve götürürler.

Kadınlar iş hayatında artık erkeklerden çok daha da başarılıdırlar. Bu; emeğin kadınlarca daha fazla ve cömertçe verilmesinden kaynaklanan bir tespittir.

Umarız ki yukarıdaki tüm kötümser cümleler sahipsizdir ve sadece bizim kötümser bakış açımızdandır. Yine umarız ki karşılıklı sevgi ile saygı dolu bir yaşam sergilenmektedir.

Umarız tüm erkekler; kadınları sadece bir beden değil de bir insan, duygularla dolu, sevgiyle dolu bir insan olarak görmektedirler.

Kısaca cinselliğe de değinirsek; elbette ki cinsellik tabiatın (karşılıklı) bir gerçeğidir ve olmazsa olmazıdır. Olunca da çok güzel olmalıdır ama kadın da erkek de sadece cinsel bir obje değildir, sadece bir “beden” hiç değildir.

Her iki cinsin duyguları, hisleri, arzuları ve sevgileri vardır ve umarız bu kavramların içi; her iki cins için de karşılıklı, bencillikten uzak ve başta saygı ile dolu olsun…

Kadın ve erkek eşit değil, eşdeğerdir.

Birbirini bütünleyen ve tamamlayandır.

 

Bojidar Çipof




Kadınlar ne gibidir?

 

Kadınlar termos gibidir;

Her tartışmayı ilk günkü gibi sıcak tutarlar...

...

Kadınlar kitap gibidir;

Korsanları hemen piyasaya çıkar...

...

Kadınlar otomatik kapı gibidir;

Ne zaman çarpacağı belli olmaz ve her alışveriş merkezinde bulunur...

...

Kadınlar bebek gibidir;

Önce konuşmasını istersiniz, sonra susmasını...

...

Kadınlar reçete gibidir;

Karmaşıktır, anlaşılması zordur, ama mecbur kalırsınız...

...

Kadınlar trafik canavarı gibidir;

Bir anlık dalgınlık hayatınıza mâl olurlar.

 

...

Kadınlar sigara gibidir;

Zararlıdır, ama bırakması zordur...
 

 

Türk Kadını

Dr.Muazzez İlmiye Çığ

 

İslamiyet’ten önce erkeği ile eşit olan, erkekler gibi ata binen, ok atan Türk kadını ne yazık ki, İslamiyet’ten sonra yavaş yavaş ikinci plana düşürülmüş, ötrülere kapatılarak eve hapsedilmiştir. Erkekler birkaç kadın alabiliyor, kadını istemediği zaman kapı dışarı atabiliyordu. Hiçbir çalışma olanağı olmayan bu kadınlar ne yapacaktı?

Kadın, kapıya konulmamak için erkeğin her istediğini yapmaya, dayak yemeye razı oluyordu. Uzun yıllar boyunca Türk kadını, erkeğine her konuda boyun eğmeğe alışmış ve alıştırılmıştı. Tanzimat devrinin son yıllarında (1875-) Avrupa’ya giden Türk erkeklerinden bazıları kadınlara da bazı haklar verilmesi hususunda gazetelerde yazmaya, romancılar da bu sorunları dile getirmeye başlarlar. Sonraki yıllarda kadın yazarlar, önceleri takma erkek adıyla , sonraları kendi adlarıyla kadınların eğitim almasını, çalışmasını ön gören yazılar yazarlar.

Bu çabalarla kızların ancak üç sınıflık bir eğitim almaları kabul edilir. Ancak bu eğitim dinle ilgili olacaktır.

 

KADINLAR İLK KEZ KAMU İŞLERİNDE

 

İkinci Meşrutiyet’ten sonra patlayan Balkan ve Dünya savaşı sırasında yaralan askerlerin tedavisinde, kadınlarımız gönüllü olarak hastabakıcılık yapmaya başlarlar. Kadınların bir bölümünün peçelerini, çarşaflarını atması bu döneme rastlar. O zamana kadar kamu işlerinde Ermeni, Rum kadınları çalışırdı. Savaşlar dolayısıyla bu kadınlar ülkemizden ayrıldıklarında, yerlerine Türk kadınları alınır. Ama savaşlar biter bitmez, onları işten çıkarmaya başlarlar. Bu arada ilk okullar açılır, buralarda okuyan kızların başı örttürülmez

Mondoros ateşkes mütarekesi, arkasından Sevr antlaşması ile yurdumuz her taraftan düşmanlarla kuşatılmıştı. Ülke bu durumda iken Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıyla birlikte, kadın erkek bütün millet ayağa kalkarak büyük bir vatanseverlikle çarpıştı ve düşmanlar ülkemizden atıldı, Padişah İngilizlerin gemileriyle kaçtı, Halifelik kaldırıldı, Cumhuriyet ilan edildi.

 

AİLE REİSİ ERKEK

 

Atatürk: “Savaşı kazandık. fakat bundan sonra milli, vatani görevimiz, en uygar, en mutlu ve huzurlu millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Yüksek uygarlığa karşı, ortaçağ kurumları ve hurafeleriyle yaşamaya çalışan milletler, er geç yok olmaya veya başkalarının esirliği altında yaşamaya mahkumdurlar.” diyor. Böylece Atatürk, uygarlığa adım atmamızı, daha pek çok yapılacak işimiz olduğunu açıklıyordu.

Ona karşılık 1921 yılının başında, o günün Milli Eğitim Bakanı, varolan 700 medreseye 400 medrese daha ekletiyordu. Dine uymuyor, diye okullarda resim dersini kaldırıyordu. 1924 yılında medreseler kapatıldı.

O tarihlerde, kadınların doktora muayene olması büyük tartışmalara neden oluyordu. Meclis bir aile kanunu taslağı hazırladı. Taslağa göre:

”Aile reisi erkek. Çünkü akıl ve din yönünden noksan olan kadının karakterine bu uygunmuş. Kadın okula gidemez, akılları kıt olduğundan okudukları da bir işe yaramazmış. kadın çalışırsa, hem kendisinin, hem de etrafındakilerin ahlakı bozulurmuş. erkeklern çok eşli olması hem erkek, hem kadın için iyi imiş.”

 

ERKEKLERLE EŞİT ÜCRET

 

Eski gelenekleri tekrarlayan bir taslak. Kadınların savaşta yaptıkları özveriyi unutmuş erkekler. 1926 yılında İsviçre’den alınan yurttaşlık yasası kabul ediliyor. Bununla kadın erkek ayni haklara sahip olacak. Kadınlar, erkeklerle aynı okullarda okuyabilecek. Aynı işte çalışıp aynı ücreti alacaklardı. Tek eşlilik gelmişti. Erkekler istedikleri gibi kadını boşayamayacaktı, mahkeme yoluyla boşanılabilecekti. Kadınlar seçme hakkını kazanmışlardı. 1935 yılında 18 kadın milletvekili TBMM’ne girdi..

Kızlar okullara koştular. Erkeklerin büyük bir kısmı cephelerde ölmüştü. Anneler kızlarını okutmak için uğraştılar. Okula giden kızların başları açıktı.

 

KIZLARIN BAŞI AÇIKTI

 

1923-1924 yılları Çorumda okuduğum ilk okulda, yaşları büyük kızlar olmasına rağmen hepsinin başı açıktı. Kuran derslerinde başımızı örttürmediler. 1925- 26 yıllarında Bursa’da okuduğum okulda hem kız erkek beraber okuyor, hemde başımızı örtmüyorduk. İkinci Meşrutiyet döneminde kızların, kadınların başları açılmaya başlamıştı. Halkımız yenilere hemen uyum sağlıyordu... Hiç bir şey silah zoruyla, ceza zoruyla olmuyordu. Halkın kendisi kabul ediyordu. Ne kadınların öldürüldüğünü,ne bugünkü gibi töre cinayetlerin olduğunu duyuyorduk.

 

YURDUN HER YANINA DAĞILDIK

 

1931 yılında öğretmen okulunu bitip Eskişehire atandım. Okulu benimle bitiren arkadaşlarım, yurdun çeşitli bölgelerine atandılar. Aynı şekilde İzmir, Konya gibi şehirlerimizde olan öğretmen okullarını bitirenler de yurt içine dağıldılar. Bunların hemen hepsi bulundukları yerlerde öğretmen olarak saygı gördü ve korundu. Sonra da onlar, o yerlerden ayrılmak istemediler Bir arkadaşım İzmir’den ağlayarak gittiği Urfa’da, diğeri Diyarbakırda 30 yıl emekli oluncaya kadar başka yere tayinleri çıktığı halde ayrılmadılar.

 

DİN BEZİRGANLARI

 

İlk olarak 1950 yılları içinde din bezirganları ortaya çıkmaya başladı. Çünkü yeni kurulan Demokrat Parti, oy alabilmek için kapanan medrese artıklarına, yüz verdi. Ülkemizi en az yüz yıl ileri götürecek Köy Enstitülerini ve Halk Evleri’ni kapattırıp, yerine Kuran Kursları ve İmam Hatip okullarını açmaya başladılar. Buralarda Kuran Arapça okutuldu ve cumhuriyet devrimlerine karşı fikirler aşılandı. Bu işler bugüne kadar katlanarak geldi. Her siyasetçi onlardan rey almak için olanlara göz yumdu. Kızlar küçük yaşta bu kurslara götürülerek başları örttürüldü. Daha fazla okumak isteyen kızlara İmam Hatip kapıları açıldı. Halbuki bizim dinimizde bir rahibe sınıfı yok. Ama bu yol ile başları örtülen kızları devrime karşı yetiştireceklerdi. Daha sonra bunlar üniversiteye girmek istedi.

 

HOŞGÖRÜYÜ KULLANDILAR

 

Önce kimse “laik devletin kurumlarına din kıyafeti ile girilemez” demedi. Bunun için kanun olduğu halde. Aydın geçinenlerin kimi hoşgörü, kimi demokrasi diye onları savundu. Hele bunların arasında kadınlarımızın da olması beni deli etti. Hiç biri bunun sonunun neye varacağını düşünmedi, hala düşünemiyorlar. Şu son zamanlarda eşi görülmemiş kadın cinayetleri, töre cinayetleri bu göz yummaların sonucu.

Hükümet de devrim karşıtı olduğundan bu işler daha çoğalacak ve yavaş yavaş sokaktaki kadınlara sıra gelecek. Çünkü erkekler din baskısı altında kadınlara gözleriyle değil , bilmem nereleriyle bakıyorlar. Ulaşım araçlarında kadın erkek yerleri ayrılmaya başladı. Bu ayrım gittkçe sinemaları, tiyatroları saracak. Lokantalarda, parklarda kadın erkek yan yana oturamayacak. Böylece 100 yıl öncesine dönülecek.

Buna karşılık şimdi bu uygulamaları kabul etmeyen, çağdaşlıktan geri dönmeyi asla istemeyen insanlarımız da pek çok. Şimdi 100 yıl önceki tümü ile cahil eğitimsiz halk yok. Dünya çapında bilim insanlarımız, yazarlarımız, sanatçılarımız var. Onları destekleyen büyük bir halk tabakası var. Bu ileride bir iç savaşa götürür ülkeyi. Bir iç savaş büyük kan kaybı ile gavurlara yem olmayı da getirir. Bu da camilerin yıkılması, ezan seslerinin durması demektir.

 

DEVRİM KANUNLARI UYGULANSIN

 

Bu nasıl önlenebilir? Bugün kolay değil, ama bu millet kolay olmayan neleri başardı? Bunu da başarabilir. Yeter ki, el ele verebilelim. Bence camilerde dini ve çağdaşlığı çok güzel anlayıp anlatan İlahiyat profesörlerimiz var. Onları camilerde, televizyonlarda konuşturmalı. Prof.Yaşar Nuri bir zaman hakiki dinimizi televizyonlarda anlattığında, ona inanan ne kadar çok insanımız olmuştu. Onun gibi kadın-erkek, çok akıllı, gerçeği anlatacak hocalarımızın yolu açılsa, devrim kanunları tatbik edilse, kuran kursları kapatılsa, İmam Hatipler kuruldukları zamanki durumuna, yani yalnız gereği kadar din adamı yetiştirme durumuna getirilse bu iş kan dökülmeden, iç savaş olmadan çözülebilir, Yeter ki el ele verelim.

Yalnız şunu unutmamak gerek, tarihte geriye dönüş yoktur. Nasıl olursa olsun, başlanan devrim yeniden canlanacak, aydınlık karanlığı alt edecektir.


 

KADIN ANA

 

Feza Tiryaki
İLK KURŞUN

 


( Kadınlar üzerine söylenen atasözlerimiz, deyimler, kahraman kadınlar, Atatürk’ten kadınla ilgili önemli sözler.)

 

Toplum, kadın ve erkekten oluşur.

Neden kadınlar günü var da erkekler günü yok diye soran sorana son yıllarda.

Yasa çıkarırken neye göre çıkarılır? Eksiğe ihtiyaca göre. Eksiği tamamlamak için. Kadınların hakları yeterince korunmamış, erkekle eşit sayılmamış ki dünyada böyle bir güne gerek duyulmuş.

Kadınlar beden gücü yönünden erkeğe göre daha güçsüz oldukları için tarih boyunca pek çok kültürde yeri erkeğe göre geride sayılmıştır. Osmanlı’da tamamen ikinci sınıf vatandaştı. Mirasta yeri eşit değildi. Toplumda arkalardaydı.

Kadını sözlüklerimizde şöyle tanımlamışlar: Erkeğin eşi. Yetişkin dişi insan.

Erkek nasıl tanımlanmış? Kadının eşi mi dendi sanıyorsunuz? Hayır. Dişi olmayan kişi demişler. Zıt anlamı, kız, kadınmış. Mecaz anlamı, sözüne güvenilen.

Gördünüz mü sözlükte bile yapılan ayrımı? Kadın, annelik sıfatını alabilen insanmış.

Bayan, hanım yerine de kullanılan sözmüş. Ayşe Kadın, Fatma Kadın gibi.

Yine evlerde çalıştırılan hizmetlilere eğer kadın iseler adlarının arkasına kadın ekleniyormuş. Çamaşırcı kadın. Bakıcı kadın. Hizmetçi kadın.

Kadınca demek de, kadına yakışır demekmiş. Analıkta, ev yönetiminde erdemleri olan kadınların bu davranışı kadınca sayılıyormuş. Kadın ol da… diye söze başlandı mı, bunu anlayacakmışsın. Erkekçe , yiğitçe demek. Kadınlık, kadınlar anlamında, kadın olma demek. Erkeklik , yiğitlik, mertlik.

Daha sözcüklerde başlıyor ayrım.

Yabancı dillerden gelen feminist sözünün Türkçesi ise kadıncı demek. Feministlik, kadıncılık…

Kimi sözlük, kadını evlenmiş dişi insan diye tanımlıyor. Karşıtlığı erkek demekmiş.

Kadın nine, büyükanneye deniyor.

Kadın olmak, kocayı, evini iyi yönetmek anlamına geliyormuş.

Kaynana, oğlunu veya kızını evlendiren kadın. Kadın kadına bunu der mi? İşte bir sözümüz:

“Kaynana öcü, oğlu cici.”

“Kadının fendi erkeği yendi. “ sözü kadın kurnazlığını anlatır. İyi yönünden alırsanız iyi, kötü yönünden alırsanız kötü bir söz. “Kadının kırk çırağı var, biri sönse biri yanar.” da derler.

“Erkeğin şeytanı kadındır!” da der bir atasözümüz. “Kadının sofusu şeytanın maskarası.” Sözü biraz daha insaflısı. Burdaki sofuluk, cahillik, biçimsel olarak hareket eden, kafasını kullanmayan anlamında.

“Kadının şamdanı altın olsa mumu dikecek erkektir.” İşte yine ayrım yapan bir söz. Kadını yetersiz gösteren, ev geçimini erkeğe yükleyen…

“Kadın malı kapı mandalı” diye kadının malını mülkünü bile hafife alan sözlerimiz varmış. “Kadın kısmının saçı uzun aklı kısa” niye dediler ki?

Bu da kadınları tutan bir söz:

“Erkek aslan aslan da, dişi aslan aslan değil mi?”

Buna ne diyeceksiniz peki?

“Erkek sel, kadın göl.” Kadının üreticiliğini belirten bir sözdür bu.

Haydi, yine kadına çok şey yükleyen sözler:

“Kişiyi vezir eden de karısı, rezil eden de…” “Kadın var ev yapar, kadın var ev yıkar.” “Yuvayı yapan dişi kuştur.” “Hanım hanımcık “ denir, evine, eşine, çocuğuna iyi bakan kadına, eğriye doğruya karışmayana, ağırbaşlı olana… Kadınlar, “kadın kadına” oturur dertleşirler bazen. “Erine göre bağla başın, tencerene (harcına) göre pişir aşın.” Yine kadının erkeğe uyumuna söz atan, erkeğe göre hareket etmesini öğütleyen bir atasözü.

Aynı iş, aynı davranış, “Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası” oluverir bizim memlekette. “Kadını sırdaş eden tellâl aramaz” sözü nasıl da bir büyük yalandır! Sır tutamayan kadın olmuş, erkek olmuş farkeder mi? ”Kızı olan tez kocar.” “Kızın oldu kırmızı donunu çıkar.” “Kızını dövmeyen dizini döver!” “Kızı kendi havasına bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya!” sözleri de epey insafsız sözlerimizdir.

“Allah belâsını veresice, sersem, meret!” deneceğine “Anasını sattığım!” niye denir ki? Açıkgöz insana, ”Anasının gözü”, gürültülü yere, “Kadınlar hamamına döndü!” denmez mi?

Aslında her kadın anadır. Doğurmak, doğurmamak bir ölçü değildir. Nice doğuran kadın ana olamaz, nice doğurmamış baştan ayağa anadır…Analık kadının doğasında vardır. Analık, koruma , kollama içgüdüsü… Kadın toprakanadır. Kadın anavatandır. Anayurttur. Anadolumuz , ana doludur.

Kurtuluş Savaşı’nda Türk insanı kadın erkek birlikte zafer kazanmıştır, birlikte düşmana karşı savaşmışlardır.

Kurtuluş Savaşı’nda bütün Türk kadınları kahramanlık göstermiştir, hepsi isimsiz kahramanlardır ama onlardan bazılarının adı bize kadar ulaşmış, tarih kitaplarımıza geçmiştir:

Nezahat Onbaşı, cephelerde subay babasıyla birlikte savaşmış.

Şerife Bacı bebeğinin örtüsünü, ıslatmamak için cepheye taşıdığı mermiye örten, soğuktan ölen bebeğinin acısına, vatan sağolsun diye göğüs geren, vatanı evlâdından üstün gören bir Türk anası. Kimi kaynaklar bu Kastamonulu ananın çocuğuyla yolda can verdiğini yazar.

Bu günümüzü borçlu olduğumuz gönlü yüce kadınlar!

Osmaniye’den Rahmiye Hanım, Tayyar Rahmiye adıyla bilinir. Tayyar yani uçan Rahmiye anlamında. Fransız işgalinde Fransız zulmüne karşı erkeklere öncülük etmiş, korkup kaçanları geri döndürmüş: “ Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?” diye erkekleri yüreklendirdiği anlatılır. Bu çarpışmada alnından kurşunlanarak şehit olmuştur.

Kara Fatma’yı kim bilmez? Büyük Taarruz’a katılan Türk kadınını…Hele Domaniçli Habibe hiç unutulmayan bir Türk anasıdır. Yunan’a yol gösteren öz oğlunu düşmanla işbirliği ettiği için, vatanı sattı diye gözünü kırpmadan kurşunlamıştır.

Nene Hatun’u duymayan var mıdır acaba? Küçük çocuğunu evde bırakıp köyüne sinsice, kalleşçe, vahşice saldıran Ruslara, Ermenilere karşı elinde satırla dövüşmeye gitmiştir. Ozan boşuna mı bu türküyü yakmış:

“Benim anam, analardan baş idi /Şehit vermiş, iki gözü yaş idi /Sırtında cepheye mermi taşıdı”

Gördesli Makbule, efe eşiyle birlikte Yunan’a karşı durmak için dağa çıkmış, bir çatışmada şehit olmuştur. Nazife Kadın’ın öyküsü hepsinden acıdır. Askerimizin yerini Yunan’a söylemediği için Yunanlılar onu fırına atarak yakmışlardır.

Klavuz Hatice Pozantı’da Fransızlara yanlış yol göstermiş, sonra askerimize haber verip Fransızlara baskın yaptırmıştır.

Ayşe Hatun’un diğer adıyla Tayyibe Hatun’un öyküsü en acıklısıdır. En iç yakandır. Cepheye sırtında mermi- cephane taşıyor, kucağında bebeği. Yolda çocuk ağlar, karşıdan düşman geliyordur, yakalanınca elimden cephane alınacak, cephede askerim ölecek diye ağlayan çocuğunun ağzını eliyle kapar, başını göğsüne bastırır. Düşman geçip gidince bakar ki çocuğu ölmüş.

Kastamonulu Halime Çavuş, erkek kılığına girerek Kurtuluş Savaşı’na katılan bir Türk kadınıdır. Savaşta ayağından sakat kaldı. Satı Hanım 1934 yılında Atatürk’ün Türk kadınına verdiği seçme seçilme hakkını kullanarak 1935 yılında meclise giren unutulmaz kadın vekillerimizden biri. 18 Kadın milletvekilimiz olmuştu o yıllar. Avrupa’da pek çok ülkede kadın oy kullanamazken,seçilemezken…

Atatürk , Türk kadınları için:

”Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye( söylemeye) imkân yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet( gayret) gösterdim.” diyemez.” demiştir.

Cumhuriyet kurulduktan sonra, bir gezide yere kapanan Türk kadını için:

“Kahraman Türk kadını! Sen, yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye lâyıksın.” diyerek onu yerden kaldırmıştır.

Atatürk, kadın erkek ayrımına şu sözleriyle karşı çıkmıştır:

“Bizim toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise, bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın iktisap etmesi (edinmesi) lâzımdır.”

Kadını toplumun temeli görmüştür:

“Milletin kaynağı, toplumsal hayatın temeli olan kadın, ancak faziletli olursa görevini yerine getirebilir.”

Örtünmeyle ilgili sözleri:

“Din icabı olan tesettür, kadınların külfetini mucip( yüke sebep olma) ve adaba (ahlâka) aykırı olmayacak basit şekilde olmalıdır. Tesettür şekli kadını hayatından, mevcudiyetinden (varlığından) tecrit (ayırma) edecek şekilde olmamalıdır!”

Dinimizde kadın ve erkeğin yeri üzerine:

“Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir! Allah’ın emrettiği şey erkek ve kadın müslümanların ilim ve irfan(anlayış, biliş) edinmeleridir. Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak( donanmak), mecburiyetindedir.” demiştir.

Toplumda kadın:

“Kadınlar içtimai ( sosyal) hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kadınımızı Avrupa kadınıyla kıyaslama:

“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle (erdemle) süslenip donanmaktır. Ben muhterem (saygıdeğer) hanımlarımızın avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.”

Atatürk’ün bu sözü kadınlar için söylenebilecek en güzel sözdür:

“ Şuna inanmak lazımdır ki, dünya üzerinde gördüğümüz herşey kadının eseridir.”

Doksan yıl önce Türk kadınını böyle yücelten, bu kadar önem veren, toplumda erkekle eşit bir duruma getiren büyük Atatürk’ün dediklerini tuttuk mu? Yolundan gittik mi?

Bir kadın olarak şimdi ne durumdayız? Nereye gidiyoruz? Ne yapmalıyız?

Bunların yanıtını da siz veriniz…

 

Kadın

Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim,
Hayat arkadaşımdır.

 

Nazım Hikmet RAN


 

Türk Kadınına

Ey Türk kadını, kulak ver bana!
Neler neler borçlusun aziz Ata’na.
Ece iken düşmüştün köleliğin ağına,
Din, gelen bir nimetti erkeğin ayağına

Baban seni mal yaptı, kocana ırgat sattı.
Ağzın, dilin bağlandı, kafan uyuya kaldı.

Uyandırmak için seni bu derin uykudan,
Kurtarmak için kafeslerin ardından,
Özgür yapmak için kara çarşaflardan,
Eşit olman için erkeğinle her haktan,
Bilir misin uğruna baş koymuştu Ata’n

Becerini sen de göresin, diye
Bilimde simge yaptı Afet’i inan!
Uçurdu göklere, Gökçen’i ardından

Artık döndürmesin kimse bu yoldan seni!
Aldığın hakları sakın ha! Verme geri!

Muazzez İlmiye Çığ

 

 
  Bugün 1470337 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol