BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÜRETKENDİR, PAYLAŞILMAYAN BİLGİ BATAKLIKTAKİ HAZİNE GİBİDİR.
Siteme Hoş Geldiniz Adil DURUSU
   
  SİTEME HOŞ GELDİNİZ Adil DURUSU
  100 Yıllık Öykü - Atatürk'ten
 

YÜZYILLIK ÖYKÜ

ATATÜRK’TEN

 

Osman                                    İrfan

Türkoğuz                             Türkoğuz

 

ŞİİRLER

 

 

            ÖNSÖZ

           

 

          ULU ÖNDERİMİZ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN doğumunun 100 ncü yılı anısına 1981 yılında Başbakanlıkça açılan Şiir Yarışması; askeri darbe nedeniyle iptal edilmişti. Yarışma için ATAMIZIN ağzından bir uyarı olarak yazdığım şiiri, günümüzün olumsuz koşullarında gündeme getirmeyi gerekli görerek, çok değerli büyüğüm E. J. Kd. Albay Osman Türkoğuz’un da uyarı ve katkılarıyla yeniden düzenledim. Bu ortak çalışmamızın geçmişimize büyük ölçüde ışık tutacağına inanarak sunmayı yararlı görüyorum.

                                   

                                                             İrfan Konur Türkoğuz

                                                            E. Hv. Kd. Albay


“ BENİM NAÇİZ VÜCUDUM

   ELBET BİR GÜN TOPRAK OLACAKTIR;

   LAKİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ

   İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR…”

 

 

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

 

 

            ESENLEME;

 

           

            Selam kör karanlığın tutsaklığından,

            Onurlu aydınlıkların efendiliğine… 

 

            LANET;

 

 

            Onurlu aydınlığın efendiliğinden,

               Bağnazlığın,

                  Köleliğin,

                      Dogmaların tutsaklığına…

 

 

 

            SUNU 

 

            Ben Mustafa Kemal’im,

            1881 Selanik doğumlu;

            Atalarım, Rumeli’ye Anadolu’dan göçen,

Köküm köceğim belli,

Tanrı Dağı Yörüklerinden,

            Türk kızı Türk Zübeyde Kadın’ın,

            Soyak ruhlu, özgür soylu,

            Türkoğlu Türk Rıza Efendi’nin Türk oğlu…

            Soruyorsanız hangi gün doğduğumu,

            Mevsimlerden bahar deyin,

            Aylardan Samsun’da bir gün doğumu,

            Ve uzanıp gelen tarihin derinliklerinden,                       

           
Oğuzların, Üçokların, Bozokların,

Uygurların, Kıpçakların, Kırgızların,                 

            Yıldırım’ların, Fatihler’in, Yavuz’ların,

            Bükülemeyen, erimeyen çelik kolu…

 

            Ben Mustafa Kemal’im;

            Doludizgin aşıp gelmiş,

            Tarihin Anadolu Kalesi’ne uzanan,

            Beş bin yıllık bir yolu…

            Ben İzmirli, Sivaslı, Erzurumlu, Vanlı,

            Edirneli, Ardahanlı…

            Damarlarında ulus akan,

            Yüreğinde Anadolu vuran,

            Soylu kanında;

            Bozkırların toprağından, tozundan,

            Yaylaların rüzgârından bir öz olan,

            Gerektiğinde göller gibi durgun,

            Gerekince ırmaklar gibi çağlayanım,

            Türk soyunun özgürlük simgesi,

            Asker Mustafa Kemal’im,

Yurttaş Mustafa Kemal’im…

            Asyalı, Avrupalı, Makedonyalı,

            Ve yüreğinde bir tarih taşıyan,

            Uygarlıklar beşiği Anadoluluyum…

 

TÜRK olarak doğmaktan,

Bir mensubu olmaktan gurur duyduğum,

Yüce TÜRK MİLLETİ;

ZEKİDİR, ÇALIŞKANDIR,

MEDENİYET UFKUNDAN,

YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR…

Yüce ULUSUMUN,

Gizemli bir öyküsü var elbette;

Sığamadı koskoca Anayurduna,

Dar geldi kanatlarına ORTA ASYA,

Bir kartal gibi süzüldü ufuktan,

Yeni yurtlar edinmek için üç kıtada,

Bayrak açtı, kılıç vurdu,

Parçalandı devlet devlet,

Dağıldı, bozuldu, yeniden kuruldu.

Boz bulanık su oldu,

Coştu, aktı, duruldu…

Sonunda;

ON ALTI YILDIZIN ORTASINA,

Sonsuza dek sönmeyecek,

Eşsiz bir GÜNEŞ oldu…

 

 

                        SEZİ 

 

            Bir burukluk vardı ana sütümde,

            Bir tasa vardı, ezinç vardı, sızı vardı…

            Beni kollarına aldığında bilmem neden,

            Gözyaşları yanağıma ılım ılım damlardı.

            Derin, içli bakardı mavi, çocuk gözlerime,

            “Tanrı seni ulusa bağışlasın, baş etsin!” derdi,

            Çocuk usum düğüm düğüm düğümlenir de,

            Beni düşüncelere gark ederdi;

            Boşuna değildi onca tasası, kederi,

Yüreğinin yanması,

İçinin erimesi boşuna değildi…

            Anamın benden bir umarı,

Ulu bir beklentisi vardı…

 

            Daraldı Selanik yolları, daraldı:

            Küçük adımlarım yetemez olmuştu…

            Bilmediğim bir güç çekiyordu beni,

            Çocuk düşlerim uzaklarda kalan anayurda,

            Yiğitler diyarı Anadolu’ya uzanıyordu…

            Kulaklarımda ninnilerime karışan,

            Bir “Yardım” çağrısı çınlıyordu durmaksızın,

            Uzundu, engel doluydu yollar,

            Yollar birbirini izliyordu…

 

            Durmuyordu evrende zaman,

            Zaman çarkı kurtulmuş da zincirlerinden,

            Güneşi, ayı, yıldızları takmış da peşine,

            Durmaksızın dönüyor, dönüyordu,

Yollar genişliyor, yollar aydınlanıyor,

Yollar Anadolu’yu gösteriyordu…

Yollar uzun, engelli olsa da ne çıkar,

Yollar inançlı adımlarıma yetmiyordu…

 

YOLCULUK

ANADOLU’YA

           

 

            Yıl 1893, Yaş on iki,

            Askerliğe adıma atan Mustafa Kemal’im;

            Manastır Askeri Rüştiyesi yeni yuvam,

            Çözülüyor bir bir körpe belleğimde oynaşan,

            Usumu saran kördüğümler dal dal,

            Ana sütümdeki burukluk nedenmiş anlıyorum,

            Boğazımda düğümlenen tasa, ezinç, sızı,

            Yediğim lokmalara geçiyor da,

            Yüreğimi ezim ezim eziyor,

            İvecen adımlarım sabırsız,

            Yerinde duramayan bir küheylan hızıyla,

            Adımlarım Anadolu’ya doğru birbirini izliyor…

           

            Zaman çarkında dönüyor evren;

1896, 97, 98; geçiyor yıllar rüzgâr gibi,

Bu kez yuvam Manastır Askeri İdadisi,

Bu zor yıllar nasıl geçecek derken,

Savruluyor yıllar saman çöplerince,

            Sular gibi sonsuzluğa akıyor,

            Zaman 1899 Mart’ına varıyor…

            Bir umut doğuyor yüreğimde çiçeklenen,

            HARB OKULU açmış kollarını beni bekliyor,

            İstanbul gözüküyor sisli yollarımın sonunda,

            Açılıyor kapılar birbiri ardınca,

Çilekeş anayurdum, Anadolu yollarında…

 

Bir yürek olmuş Anadolu;

Vurup duruyor umutsuzca,

Çırpınıyor çürümüş Osmanlı vücudunda,

Bitiyor Anadolu, bitiyor…

Kocaman gövdede yorgun bir yürek,

Cansızlaşıyor gitgide,

Osmanlı vücuduna güç dağıtmaya çabalıyor…

 

Yıl 1902, artık Teğmen Mustafa Kemal’im;

Bir sınavdan geçiyorum besbelli…

Soru: Ulus, Vatan, Bağımsızlık, Özgürlük,

            Ulusal sınırlar içinde bölünmez bir bütünlük,

            İnsanca yaşamak, uygarlık, Türklük…

 

            Özünde duman var, ateş var,

            Kan var, can var…

            “Al, yoğur bunları,

            Ayrışmaz bir bütün kıl!” diyorlar,

            Sonunda ölmek de, yaşamak da var…

 

            Yıl 1905, Ocak ayıdır, aylardan;

            Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’im,

            Ayrılmaz bir parçayım Anadolu’dan,

            Harç olup karılmış,

            Canından, kanından,

            Ateşinden, dumanından,

            Tasasından, ezincinden, acısından,

            Ben yürek Anadolu’yum artık,

            Yüzyıllardır dost bildiği ellerce,

            Beslediği hainlerce hançerlenmiş sırtından…

 

            Kan sızıyor Anadolu’nun yaralı yüreğinden,

            Kan…

            Acı içinde çaresiz ulus,

            Acı içinde çırpınıyor vatan…

            Yedi başlı bir ejderha olmuş da dünya,

            Anadolu’yu yutmak için saldıran…

            Gün geçtikçe kararıyor Anadolu ufukları,

            Kapkara bulutlarla kaplanıyor gökyüzü,

            Daralıyor yürekler,

            Daralıyor dünya, daralıyor evren,

            Güneş doğmak bilmiyor kahrından…

            Vatanın bağrına düşman dayamışa hançerini;

            Kim demiş yoktur diye,

            Umutsuzluğa düşmek de niye,

            Kuşku duymak yakışır mı Türk’e?

            Destanlar yaratan, tarihler yazan,

Yedi düvelde at koşturan, kılıç sallayan,

Bir ulusun son ferdi ölmedikçe,

Ve üzerinde tüten en son ocak sönmedikçe,

Bulunur elbette kurtaracak bahtı kara maderini… 

 

ANADOLU’DAN

AYRILIK 

 

            Yıl 1906;

            Sıcak bir Şam gecesinde,

            Yıllar sonra yine,

            Anadolu için ıraklardayım Anadolu’mdan,

            Yurt, ulus sevgisiyle dopdolu,

            Özgürlük alevleriyle yanıp tutuşan,

            Bir yürek gibi çarpıyorum orada, burada,

            Kurtuluş yolunu bulmak için çırpınan…

 

            1908’ de Selanik’teyim,

            Doğup büyüdüğüm güzel şehrim,

            Buralara bin bir umutla geldim;

            Birdim, onlar olduk, binler olacağız…

            Sönmez bir umut kıvılcımı var avuçlarımızda,

            Onu Anadolu’nun dört bir yanına taşıyacağız,

            Aşacağız tüm engelleri yılmadan,

            Kıracağız bizi tutsak edecek zincirleri,

            Kurtaracağız Yurdu ve Ulusu karanlıklardan…

 

            Yıl 1911;

            Dur durak yok ezinç dolu yüreğime,

            Bu kez bir başka yerde: Trablusgarp’tayım;

            Bir başı buraya uzanmış yedi başlı ejderhanın,

            Oradan sokulmak istiyor Anadolu’ya;

            Hepsi birden üşüşecekler paylarını kapmaya,

            Sonun da yine iş düşecek biliyorum,

Anadolu’nun soylu ve çilekeş analarına…

           

            Yıl 1913;

            Ejderhanın ateşli nefesi yakıyor,

            Tutuşturuyor Balkanları alev alev…

            Yedi başlı ejderha ateş kusuyor, ölüm kusuyor,

            Bir avuç Türk yiğidi dört bir yanından,

            Anadolu’ya çıplak göğüslerini siper ediyor…

 

            Yıl 1914, Aylardan Mart,

Yarbay Mustafa Kemal’im,

            Sorumluluklar artmışsa da omuzlarımda;

            Görevimin, yapacaklarımın bilincindeyim…

            Yine daralsa da yollar;

            Daralsa da alanlar,

            Daralıp köz bağlasa da yürekler,

            Cepheler eklense de ucu ucuna,

            Büyüdükçe büyüyor umutlu adımlar… 

 

                        ANADOLU

              DUMAN DUMAN

 

 

            Yıl 1915;

            Dünya tarihi tutuşmuş, yanıyor bu kez,

            Yedi başlı ejderha sardı Anadolu’yu,

            Tek vücut olmuş da dikilmiş karşımıza,               

           
İnsanlığın en acımasız, en sapık soyu…

            Hırçındır, soğuktur Çanakkale’nin suyu, denizi;

            Göz gözü görmez olmuş ateşten, dumandan,

            Yıllardan 1915, Mart’ın on sekizi,

            Düşman acımasızca kurmuş en kanlı pusuyu,

            Üç beş adım ötemizde dikilmiş duruyor,

            Sıra dağlar gibi demirden ve çelikten,

Agamemnon, Goliath, İrresistible, Bouvet,

İnflexible, Ocean, Majestic,

Triumph, Gueen Elizabeth zırhlıları…

Kimi ararsanız orada,

Ve hazırda bekliyor daha niceleri...

 

NUSRAT MAYIN GEMİSİ az ileride,

Cüssesi küçük ama heybeti,

Heybeti düşman gözünde dev misali,

Yağız küheylan gibi duramıyor yerinde…

Süzülüyor sisler içinde umut dolu,

KARANLIK LİMAN’a döküyor ateşten toplarını,

Ancak böyle kurtarılacaktır ANADOLU

Çok geçmiyor, alıyor boylarının ölçülerini,

Mehmetçiğin çelik azmi dağlaşmış da,

O utanmaz yüzlerine,

Yumruk indirir gibi indiriyor mermilerini,

Birer birer gönderiyor denizin dibine,

O batırılmaz, karşı durulmaz dedikleri,

Karşımıza dağlar gibi diktikleri gemilerini…

 

NUSRAT’ın ateşten çiçekleri açıyor,

Buluyorlar yerlerini bir bir,

Korku yok, biliyorlar,

Bu denizler sonsuza dek NUSRATLARINDIR

 

Öte yanda bir başka cehennem,

Çaresiz, düşmüşler de içine,

Joule, Mariotte, Saphir, Turquoise,

Kurtulmak için umutsuzca çırpınmaktalar,

Ne yapsalar boşuna:

Geçmelerine izin vermiyor,

TÜRK’ün pençesi gibi sağlam çelikten ağlar…

 

Yirmi Beş Nisan şafakla birlikte,

Üzerimize ateş kusuyor, kan kusuyor,

Devlerin çelik ağızları kapanmak bilmiyor,

Conkbayırı sahillerinde Azrail kol geziyor.

Şimdi KEMAL’İN YERİ dedikleri tepede,

Tamı tamına on dokuz gözcü neferi;

Cephanesi bitmiş de geri çekilmek üzere,

Bir anda karşılarında buldular beni.

 

“Niçin çekiliyorsunuz?” diye sordum,

“Düşman!” diyerek bir tepeyi gösterdiler.

“Düşmandan kaçılmaz!” dedim,

“Cephanemiz bitti komutan!” dediler,

“Cephaneniz bitmişse süngünüz var!” diyerek,

  Ve vakit geçirmeden,

“Süngü tak, tam siper!” komutunu verdim…

Sonra da;

YİĞİTLER YİĞİDİ,

ELLİ YEDİNCİ ALAYI,

Koşar adımlarla sürdüm yanlarına,

Kazandığım zaman işte bu andı,

Ve Tarihe geçecek,

Bize zaferler getirecek tarihi emri verdim:

“Ben size ölmeyi emretmiyorum;

Görevimiz sadece ölmek değil, bunu bilin!

Yerimizi alacaklara zaman kazandırmaktır,

Onlar gelinceye dek dayanmaktır!” dedim.

 

Bir savaş ki, kanla canla ödeniyor bedeli,

Tarih; tarih olalı böylesini görmedi.

            Siperlere dalmış da Mehmetçiklerim,

            Vuruyor, vuruluyor…

            Kan fışkırıyor süngülerin ucundan,

            Öte yanda başka bir cehennem,

            Topların çelik ağızları kan kusuyor…

 

            Gönlümüzde barış yatsa da;

            Vatanımız söz konusu olunca,

            Tutamazlar, durduramazlar bizi,

            Yel oluruz ecel ile yarışan…

Savaşmak onurların en yücesi,

Düğün bayramdır bizler için,

Ata yadigârıdır yüreğimizdeki inanca,

Damarlarımızdaki soylu kana karışan…

 

YAHYA ÇAVUŞ dimdik ayakta,

Ancak üç beş yiğidi kalmış yanında,

Vatana siper etmişler çıplak gövdelerini…

Bir yandan da;

İçmeye hazırlanıyorlar şehadet şerbetini…

Özlemişler Allah’larını,

Biliyorlar, er geç kavuşacaklar akşama,

Paklanmış ve alınları ak, huzur içinde,

Çıkmak için yüce huzura,

Kefen yapmak için kurutulmakta,

Çalılıklara serdikleri yamalı giysileri,

Geçit vermeyecekler ateş toplarına,

Göğüslerinde sönecek düşman mermileri…

 

            Öte yanda MEHMET oğlu SEYİT ONBAŞI;

            Kara yağız, tam bir Anadolu yiğidi,

            İki yüz on dört okkalık mermisi kucağında,

            Top arabasının merdivenlerini tırmanıyor,

            Gözlerinde öfke, gözlerinde hınç,

            Uygarlık canavarlarına ölüm yağdırıyor…

 

            Analar yiğit yağdırıyor Çanakkale’ye,

            Yer yarılıyor, gök deliniyor,

            Tunç göğüsler üstüne ateş yağıyor,

            Çanakkale’de inanç yeniyor,

İnanç uygarlık canavarlarını durduruyor…

 

Gelibolu, Conkbayırı, Anafartalar;

            Bir ateş halkası içinde yanıyorlar,

            Başlar gövdeden ayrı, savrulmuş kol ve bacaklar,

            Böylesine hınç dolu bir savaşa,

            Tanrı bile tanık olmamıştır bugüne kadar.

            Benzer görüntüler her cephede, her yerde,

            Pes etmek bilmiyor ölen de öldüren de…

            Şimşekler çakıyor topların ağzında,

            Tunç göğüsler üstüne yıldırımlar düşüyor,

            Yer yerinden oynuyor,

            Çanakkale geçilmiyor, geçilemiyor…

 

            Varsın sis bassın, duman sarsın çevremizi,

            Ne gam, ne keder;

            Güneşten önce doğmuştur Mehmet,

            Dosta da düşmana da yeter.

            Düşman geliyormuş diyorlar,

            Varsın gelsin, görürüz elbet…

            Boğazın suları soğuktur, mavidir,

            Boğazın suları coşkun akar;

            Topunun başındadır Hasan ile Mevsuf,

            Mavi sulara dikmişler de gözlerini,

            Batarya dürbünüyle ufka bakar…

            Saz olmuş Mehmet’imin mavzeri,

Yanık türküler çığırır,

            Koynunda yavuklusunun işlemeli mendili,

            Bir kolu Anadolu, bir kolu Rumeli…

            Ulusunun derdiyle uyanan,

            Ulusunun derdiyle yatan,

            Geliyor ufuklardan,

            Geliyor bir insafsız armada…

            Sözüm ona;

            Topları gözü kulağı olmuş uygarlığın,

            Öldürülecek Türk yiğitleri aramakta…

 

            Gün doğmadan başlıyor kanlı boğazlaşma,

            Başlıyor insanla çeliğin acımasız cengi,

            Bir tarafta tunç yürekli kınalı kuzular,

            Öte yanda İngiliz’i, Fransız’ı,

Avustralyalısı, Yeni Zelandalısı,

Ve de bilmem nerenin Zencisi…

            Ölüm olmuştu da yağmakta,

            Siperlerden taşan başlar, kollar, bacaklar,

            Gökten Bolayır’a sicim gibi yağmakta…

            Akşam güneşinin ışıdığı yerlerde,

            Batmıştır onlarca haşmetli gemi;

            Medeniyet denilen çeliği,

            Yenmiştir etten, kemikten oluşan inanç gücü,

            Uygarlığı dize getirmiştir sonunda,

            Türklüğün tunç göğsündeki erimez direnci.

            Hektor’un intikamıdır ayrıca,

            Çanakkale’deki büyük zaferi…

 

            Yıl 1915 sonları;

            Albay Mustafa Kemal’im artık,

            Ulusa hizmetlerim ödüllendirildi,

            Omuzlarıma ağır sorumluluklar yüklendi.

            Yayılıyor ejderhanın kolları,

            Her baş bir başka yörede şimdi,

            Sarılmak, boğmak için fırsat kolluyor…

            Anadolu bittikçe,

            Anadolu eridikçe,

            Düşman taze kuvvetler yolluyor…

 

            Bir coşku yükseliyor yüreklerde,

            Bir ses dalgalanıyor umutlu gönüllerde:

            “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

            Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var,

            Ulusun, korkma; nasıl böyle bir imanı boğar

            Medeniye dediğin tek dişi kalmış canavar…”   

 

            Şimşekler çakıyor, gökler gürlüyor,

            “Bu sese kulak ver ey Türkoğlu Türk!” diyor,

            “Tarih sonlanır sen tutsak olursan,

            Düşün geçmişini, güç al, eğer zorlanırsan…”

 

            Çanakkale Destanı senin olsun ey tarih,

            Bizler bize düşeni yaptık;

            Tamı tamına yarım milyon insanımızı,

            Kara toprağın koynuna kefensiz bıraktık…

            Kan akıttık oluk oluk, can verdik,

            Yılmadık ölümlerden, zorluklardan,

            Nam aldık, ün saldık…

 

            Yıl 1916, aylardan Nisan;

            Ben; Mustafa Kemal’im generalliğe adım atan,

            Çanakkale’de doğan,

            Yıldırım Orduları’na uzanan…

            Adana’da, Diyarbakır’da, Bitlis’te, Van’da,

            Kafkaslarda kalkan gibi dimdik duran,

            Ben hâlâ Anadolu’mun güçlü yüreğiyim,

            Gittikçe daha inançlı, daha azimle vuran…

 

                 EY YİĞİTLER,

   KAHRAMANLAR!

 

 

            Uzak diyarlardan gelip de,

            Bu topraklar üstünde kanlarını döken,

            Canlarını veren KAHRAMANLAR;

            Sizlere de bir övgü borcumuz var…

            Burada;

            Bir dost vatanın toprağındasınız,

            Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz,

            Sizler MEHMETÇİKLERLE yan yana,

            Koyun koyuna yatmaktasınız…

            Canınızı dişinize takarak,

            Ülkeleriniz, uluslarınız için savaştınız,

            Vuruştunuz mertçe,

Kiminiz yaralandı, can verdi kiminiz,

            Yiğit gençler olduğunuzu kanıtladınız…

 

           

                        ANALAR

                        ANALAR… 

 

 

            Analar, ey cefakâr analarımız;

            Ey yürekleri yaralı, gözleri yaşlı,

            Bağırları yanık,

Bahtı kara analarımız…

Yürekleriniz birdir tasadan yana,

Duygularınızla aynı taraftasınız,

            Farklı cephelerde vuruşsa da oğullarınız…

 

            Unutamayız sizleri,

            Irkınız, ulusunuz, inancınız, renginiz;

Fark etmez bizler için,

            Verdiğiniz emekleri,

Çektiğiniz acıları biliriz…

 

            Analar, ey yürekleri yaralı,

Uzak diyarlardan evlatlarını,

Harbe gönderen soylu analar;

Artık gözyaşlarınızı dindiriniz,

Evlatlarınız bizim bağrımızdadır,

Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır…

Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra,

Artık bizim evlatlarımız olmuşlardır… 

 

                        SAMSUN’A

DOĞRU…

 

            Dünya dönüyor,

Durmak bilmiyor evrende zaman,

Yıldızlar ışık yerine,

Sanki kara bulutlar savuruyor üzerimize.

            Yıl 1919, aylardan Mayıs,

            Güneş yok gökyüzünde,

            Yayılmış Anadolu ufkuna kapkara bir duman.

            Ejderhanın bir kolu uzanıyor batıdan,

            Bir haber ulaşıyor acı mı, acı;

            Yunanlı ayak basmış İzmir’e…

            Saplandı Anadolu bağrına bıçak gibi

Ateş gibi yakan dinmez bir sancı.

 

            ON BEŞ Mayıs sabahı sisli bir hava,

            Tanrı bilmez mi, karartmaz mı gökyüzünü…

            Yepyeni bir güneş doğacaksa sonunda,

            Eskiye ne gerek?

            Sana sevinç olsun karanlıklar,

            Yıkılacak saltanata dert…

 

            Sahipsiz değildir bu vatan,

            Ecdat kanlarıyla sulanmış bu kutsal topraklar,

            Elbette sonsuza dek özgür kalacaklar.

            İşte bir yiğit verdi ilk işareti:

            Efsun adımlarıyla patladı Hasan Tahsin’in silahı,

            Bir başka yiğit;

            Bahribaba Parkı’nda yere diz çökmüş de,

            Bir başına düşmana karşı koyuyordu,

            Mermisi bitmişti de sonunda,

            Yakınındaki yaşlı bir anaya dert yanıyordu:

            “Mermim bitti ana, gidiyorum,

            Tanığım ol yarın mahşerde!” diyordu…

            İzmir coşmuştu, İzmir baştanbaşa,

            Kurtuluş bayrağında dalgalanıyordu… 

 

               EJDERHANIN KOLU

        İSTANBUL’DA

            Kanlı ağızlar Dolmabahçe’ye dönük,

            Sisli dağlar gibi dalgaların üstünde,

            Yenilmez sandıkları armadalar duruyor,

            Her yeri düşman sarmış,

            Her yeri düşman çizmeleri çiğniyor,

            Dayanabilirsen dayan gel de…

            Onlar da bir gün elbet,

            Geldikleri gibi giderler de…

 

            Gel, BANDIRMA VAPURU gel,

            Varsın pusulan bozuk,

            Dümenin kopuk olsun,

            Gidecek halin varsa düş önümüze;

            Durulmaz artık bu payitahtta,

            Durulmaz İstanbul denilen bu yerde…   

 

            Yol ver bize ey Karadeniz,

            Merhem ol kanayan yaramıza,

            Lacivert sularınla kucakla bizi…

            Özgür soylu, soyak ruhluyuz ikimiz de,

            Yüzyıllardır anlarız, severiz birbirimizi…

 

            Söyleyin ey dalgalar,

Samsun çok ırakta mı?

Samsun’da evler denize mi bakar?

            Açılın önümüzden dalgalar,

            Bir büyük dert taşıyoruz yüreğimizde,

            Bir bilseniz bu dert ondurmaz bizi,

            Bu dert bir ulus gibi sizi de,

            Can evinizden tutuşturup yakar…

 

            Doğa da dinledi sesimizi,

            Yürekten yankı verdi dağlar:

            “Ya istiklal, ya ölüm” sesleri yükseldi,

            Şahlandı deniz, şahlandı dalgalar…

            Karadeniz ufkundan,

            Bir güneş doğuyor Samsun’a,

            Umutlar üç mızrak boyu yüksekte,

            Anadolu’nun yüreği Samsun’da atıyor,

            Bir kıvılcım çakıyor, eller tetikte… 

 

ANADOLU

BAŞTANBAŞA 

 

            Uyanın Samsunlular, uyanın!

            Bugün bağrımızdan aydınlık bir gün doğacak,

            Bu yeni gün ulusuma ışık, özgürlük,

            Düşmanlarımıza ateş olup yakacak…

            Doğacak aydınlık gün Türk’ün günü,

            Yeniden doğuş günü ulusumuzun,

            Dünyaya duyurmak günüdür ünümüzü…

            Yürüyün inançlı adımlarınızla,

AMASYA’ da bayramımız var,

            Vatanın tümü üzerine gerin kanatlarınızı,

            Göksel buyruklar sızmasın aşağıya,

            Ulusun yazgısını öz yargısı kurtarmalı,

            Gidelim, yayılalım bunu tüm Anadolu’ya,

            Duyuralım sesimiz tüm dünyaya…

 

            AMASYA; ilk durağımız,

21/22 Haziran 1919 gecesinde,

SARAYDÜZÜ KIŞLASI olacak mekânımız,

Bu gece burada şekillenecek Ulusal Andımız:

“Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikede,

Ve İstanbul Hükümeti yüklendiği sorumluluğu,

Artık yerine getirememekte…

Milletin bağımsızlığını,

Kendi azim ve kararı kurtaracaktır,

İş başa düşmüştür yine…

Kurtuluş müjdesini verelim yürek Anadolu’ya…

 

Sırada ERZURUM var,

            Dört Eylül’de SİVAS;

            Dağılıyor dertlerimiz azar azar.

            “Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür,

            Tarih değişse bile Anadolu Türk’ündür…”

            Yazın ey tarihçiler kazınmaz biçimde bunu,

            Toplandı burada dünün cihan devletleri,

Göktürk’ü, Uygur’u, Hun’u,

            Öyle bir ulus ki, devlet oldu her başa,

            Söz geçirdi denizlere, çeliğe ve de taşa…

 

            Zaman durulacak zaman değil,

            Anların önemi var bizim için,

Ulaşmak için aydınlık yarınlara,

            Koşun yiğitler koşun,

Bir an önce varalım Ankara’ya,

Kavuşalım bize kucak açan,

Bu yeni ve fedakâr yuvaya…

 

            Yol verin SEYMENLER,

            Coşkunuzun şavkı göklere vursa da,

            Yüreğimiz daraldı, acelemiz var,

            Bir adım ötemizde egemenlik duruyor,

            Gelip görün ey uygar geçinenler,

            Egemenliği bilen,

Özgür yüreğinde hisseden,

Onu nasıl kuruyor, koruyor…

Yıl 1920, aylardan Nisan,

            Hem de tam yirmi üçüncü günü;

            Henüz başlıyor Ankara’da bahar,

Bereket yağdırıyor kırkikindi yağmurları,

Coşturuyor acılı yürekleri,

Coşturuyor taşı, toprağı…  

            Bir karar alınıyor inançlı yüreklerce,

Bir ant içiliyor hep bir ağızdan,

            Ancak böyle hür yaşayabilir insanoğlu insan:

            “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!”

            Ancak budur Türkoğlu Türk’e yaraşan,

            Budur Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temeli,

            İşte; Ulusun kendi,

            Yine kendi kendisinin efendisi… 

            Bir başka ejderha Doğu’da,

            Baş vermiş de uzanıyor sinsice,

            Kâh Van’da, kâh Kars’ta, kâh Erzurum’da,

            Yuvalanacak yer arıyor Anadolu’da…

            Kazım Karabekir Paşa ordusunun başında,

Geçit vermiyor düşmana,

            Bir destan yaratıyor dağlarda, yaylalarda…

 

            Bileniyor kılıçlar,

            Yürekler hınç dolu.

            Kadınıyla, erkeğiyle,

            Genciyle, yaşlısıyla ayaklanmış da,

            Taşmaya hazır bir sel olmuş Anadolu…

 

            5 Ağustos 1921 günü;

            Mümkün mü hatırlamamak, mümkün mü?

            Omuzlarıma yüklenen o ağır sorumluluğu,

O onurlu ağır yükü?

Türkiye Büyük Millet Meclisi,

            Sonunda kesin kararını vererek,

            Beni Başkomutanlığa yaraşık gördü…

           

            Bu can, bu bedende durdukça,

            İnanç dolu yüreğim can evimde vurdukça,

            Bana yetki veren,

Bana güç, inanç veren,

            Yüce Ulusum bana inandıkça,

            Yeterli cephanem, silahım olmasa da,

            Yüreğim, pençelerimdir silah,

            Yüzlerini kara çıkartmam evvel Allah!

 

            İşte; yiğitler diyarı,

            Uygarlıklar beşiği Anadolu’mun göbeğinde,

            İNÖNÜ’nde; METRİS TEPE denilen yerde,

            Bir destan yaratılıyor imkânsızlıklar içinde,

            Başlıyor silahla, inancın amansız cengi…

            ALBAY İSMET vatana göğsünü siper etmiş de,

            Yalnızca düşmanı değil;

            TÜRK’ün makûs talihini de yendi…

            Dosta, düşmana ve tüm dünyaya;

            TÜRK ULUSU’nun yenilmezliğini,

TÜRK ULUSU’nun tutsak edilemeyeceğini,

Yadsınmaz biçimde bir daha gösterdi…

 

            Eskişehir, Aslıhanlar, Sakarya, Dumlupınar;

            Başladı hesaplaşma günü,

            Tarih sayfalarına yazılıyor yeni destanlar,

            Peş peşe,

Her biri bir başka cephede yaşanıyordu…

            Bir ordu olmuştu da tarih şimdi,

            Bozkır şafağından geleceğe bakıyordu;

            Bir öç olmuştu da Türk Ulusu,

            Karanlıktan aydınlığa çığ gibi akıyordu…

            Durulur muydu bu selin önünde,

            Böylesine haklı,

            Bu denli mahşeri bir sınav gününde,

            Baştanbaşa hınç olmuş, intikam olmuş,

            Böyle bir Ulus çağlıyordu ki, yüzyıllardır

            Dost bildiği ellerce sırtından vurulmuş…

 

            Düşman her yerde,

Dağda, taşta, ovada…

Düşman almış da mevzideki yerini,

Her daim ayrı bir pusu kurmakta…

 

Geniştir Sakarya ovaları,

Hırçındır, sarptır tepeleri, dağları,

Aşılmak bilmez kan dökmedikçe,

Ele geçmek bilmez can vermedikçe,

Elbette bulunacaktır bir kolayı…

 

Sonunda tarihi bir emir daha verdim:

“Çekilin Sakarya Nehri doğusuna,

Kıyamet kopmaz ya!

Hattı müdafaa yok,

Sathı müdafaa vardır,

            Ve o satıh bütün vatandır,

            Her karış toprağı vatandaş kanıyla ıslanmadıkça,       

            Terkedilemez!” dedim…    

 

            İki ettirmedi emrimi yiğitlerim,

            Kara çıkarmadılar yüzümüzü,

            Umduğumuz hedeflere eriştik,

            Düşmanı elbirliğiyle bir daha yendik…

 

            Şafağın aydınlığı vurmuş da kırçıl yüzüne,

            Kollarını iki yana açmış da,

Yavrularının kokusuna özlemli bir ana gibi,

Karşımızda, dimdik ayakta,

Mehmetçiğini bekliyor ÇİĞİLTEPE

 

Gururlu mu, gururlu, alımlı mı, alımlı;

Ve çok geçmeden,

Başında taçlar ışıyacak güneşten,

Yer yarılsa, gök çökse,

ÇİĞİLTEPE mutlaka alınmalı,

Zira savaşın kaderi buna bağlı…

 

ALBAY REŞAT gözlerini dikmiş de,

Pusuya yatmış da yiğitleriyle birlikte,

Uygun anı kollamakta,

Gerekirse hiç çekinmeden verecek canını,

Düşmansa var gücüyle karşı koymakta…

 

Gecikmek demek savaşın kaderini,

Zaferin geleceğini etkilemek demekti…

Sonunda kesin emrini verdi:

“Yiğitlerim; daha fazla gecikemeyiz,

Sözümüz var Başkomutanımıza,

Gerekirse cansız bedenimi çiğneyin,

Yeter ki; ÇİĞİLTEPEY’i düşmana yâr etmeyin!”

 

            DUMLUPINARda bir tepe,

SAKARYA OVASI’na bakar,

Soluğunu dinler de bozkır rüzgârlarının,

Ölümsüz yiğitlere ağıtlar yakar…

            Eskiler:

            “Dağ dağa kavuşmaz da,

İnsan insana kavuşur,” derler ya!

İşte öyle;

Bir başka kahraman, yiğit asker,

Adı üstünde, KARA ALİ ÇAVUŞ;

Cepheden cepheye koşmaktan,

Yıllarca yüzünü göremediği,

Sekiz yaşındayken yuvada bıraktığı oğluna,

Savaş meydanlarında kavuşmuştu,

On sekizine basmıştı da,

Bir yiğit olmuştu da oğlu,

Kanıyla, canıyla vatanının,           

Yiğitler yiğidi babasının yardımına koşmuştu…

Üstelik en büyük onurdu onun için,

Yiğidinin kucağında son nefesini vermiş,

Oğlunun kollarında Allah’ına kavuşmuştu…

 

            Bir başka gün savaş meydanında,

            Yaşlı bir ana çıkıp gelmişti otağıma,

            Meraklı bakışlarımız altında,

Elinde tuttuğu iki yumurtayı sunmak istiyordu…

Usulca yaklaştı yanıma,

Çelik gibi,

Yüreklerimize işleyen bir sesle:

“Paşam!” dedi,

“Al, kır, ye bunları,

Anamın ak sütü gibi helâl olsun,

Tanrı güç kuvvet versin yüreğine, bileğine!

Bunlar benim son gücüm,

Elimde avucumda başka bir şey kalmadı,

İki yiğit oğlum vardı hayatta,

Birbiri ardınca,

            İkisini de vatanıma kurban ettim,

            Tanrı’ma şükürler olsun ki,

Şimdi boşa gitmedi emzirdiğim sütüm!”

 

            Can derdine düştüler,

            Kaçmak istediler tabana kuvvet,

Kurtarmak istediler tatlı canlarını…

Anlamışlardı işin sonunu şimdiden,

Tarih yüzlerine vuracaktı soysuzluklarını…

 

Kolay değildi bu hesaplaşma;

Yaşlı, çocuk demeden öldürmek,

Kadın, kız kirletmek kadar zevk vermiyordu;

Kirlettiği kadınların kocaları, oğulları,

Çiçeği burnunda gelinlerin erleri,

Hınçtan bir ordu olmuşlardı da şimdi,

Karşı yamaçlarda yalçın kayalar gibi,

Geçilmez kaleler gibi dimdik ayakta duruyordu…

 

“Hesap!” dediler, “Haydi hesabını ver,

Önce vatanıma göz dikişinin hesabını soracağım,

Seni süngümle, seni kılıcımla değil de,

Seni hınçtan kilitlenmiş dişlerimle,

Seni şu çıplak pençelerimle boğacağım…

 

SAMSUN’dan, İZMİRe uzandı yolumuz,

Her adımda biraz daha kısalarak;

Dağlar taşlar dümdüz oldu sanki

Baş eğdiler yürekten zaferimizi alkışlayarak…

 

Bir başka coşkuluydu yüreğimiz,

Bir başka aydınlıktı gönlümüz,

Bir başka görkemliydi,

Yolun sonunda güneş gibi parlayan,

Zafer güneşi, Özgürlük güneşi,

Güneşlerden de aydınlık olan,

OTUZ AĞUSTOS ZAFERİMİZ…

 

            Şimşekler çakıyor birbiri ardınca,

Yıldırımlar savruluyor boşalmış oklar gibi,

Kulakları sağır eden top-tüfek sesleri,

İnletiyor göğü, yeri:

Ben Başkomutan,

TÜRKOĞLU TÜRK,

GAZİ MUSTAFA KEMAL,

Gururla veriyorum ordularımıza son emrimi:

ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ’DİR, İLERİ!”

 

            Bir çığ gibiydik geçtik dağları aşarak,

            Ulaştık Samsun’dan Akdeniz’e

            Bazen koşarak, bazen uçarak…

 

            DOKUZ EYLÜL sabahı İzmir’de

            Şafakla birlikte kararmıştı gökyüzü,

            Kentin her yanında damanlar tütüyordu;

            Deniz azmıştı, deniz;

            İnsan denilemeyecek yaratıkları yutuyordu.

           

            Kuşluk vakti KADİFEKALE’de;

            Bir ay-yıldız gülümsüyordu göklere,

            Güneş dumanlar arasında parlaktı şimdi,

            Deniz yatışmış, bayrağı selamlıyordu…

 

            Güçlü bir yürek olmuştu ANADOLU,

            İzmir’de vursa, Kars’ta duyuluyordu.

            Kahırlı çehrelerden,

            Sızılı yüreklerden eser yoktu;

            Kime baksan coşkulu,

            Kime baksan sevinçten kabına sığamıyordu…

            Bana GAZİ,

            Bana MAREŞAL unvanı vermişler,

            Önümde saygıyla eğilmişler umurumda mı?

            ULUSUMUN mutluluğunu görmekten öte,

            Daha ulu bir unvan yoktur yeryüzünde…

 

            Yıl 1923, EKİM’ in YİRMİ DOKUZU,

            Yeni bir bayrak altına topladık ulusumuzu…

            Haykırın yürekten,

            Haykırın duysun tüm insanlık,

            Tanısınlar yeni TÜRK DEVLETİNİ;

            Saygıyla baş eğsin bayraklar,

            Selamlasınlar “TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni…

            Bir bütünüz yine, DEVLET olduk, BAŞ olduk,

            Yarım yüzyıl boğuştuk düşmanlarımızla,

            Kan ve ateşle yoğrulduk…

 

            Üniter yapı, Ulus Devlet,

            Akıl ve bilimin ışığında çağdaşlaşabilmek,

            Gelişmektir Cumhuriyetin kuruluş felsefesi;

            Ekonomik ve siyasal bağımsızlıktır,

            Kurtuluş ve kuruluşun vazgeçilmez ilkesi…

 

            Ey ULUSUM, yetmiyor seni övmeye sözüm,

            Gel, bakalım tarihlere, öğrenelim bir daha,

            Nerelerde başlamış, nerelere uzanacak özün…

 

 

 

                        İNSANLIK

ANDIMIZ…

 

 

            Savaş istemesek de zaferler sever bizi,

            Süslerler dizi dizi gönül gönderimizi…

            Tarihe ışık tutan bir soydan geliyoruz,

            Geçmişi de geleceği de gün gibi biliyoruz.

            İleriye, insanlığa dönmeliyiz yüzümüzü,

            Simgesi olmalıyız bir mutlu ilkenin:

            YUTTA SULH, CİHANDA SULH” diyerek,

            Yaymalıyız bunu dört bir yanına evrenin,

            Gerekirse gezerek karış karış…

            Unutulmasın ki,

Dostluğa ve barışa giden yol iyi niyettir,

VATAN ve ULUS özgürlüğü gibi,

Meşru bir temele dayanmayan savaşlar,

            Tam anlamıyla bir cinayettir…

 

            Kin gütmeyiz biz,

            Barış isteyenle kucak kucağa yaşarız,

            Kimsenin toprağında yoktur gözümüz;

            Toprağımızda gözü olanın gözlerini oyarız,

            Bir karışlık toprağımız için,

            Gerekirse dünyayı kökünden sarsarız,

            Bilsinler, tanısınlar bizi,

Dosta da düşmana da budur son sözümüz… 

            Yıl 1924;

            Anayasa’dan başlamalıyız işe,

            Sonra devrimlerimiz gelecek birbiri ardınca,

            İlkelerimin ışığında aydınlık, duru;

            Dosdoğru yollar gösterecek ULUSUMA,

            Öğretecek gerçek hayatı,

            Öğretecek gerçek mutluluğu…

 

            Öz dilimiz, güzel TÜRKÇEMİZ;

Durulaşmalı, özüne uygun olmalı,

            Yabancı diller boyunduruğundan kurtulmalıdır...

            Uygarlığa yaraşır, anlaşılır olmalı alfabemiz,

            Öğrensinler neler olup bittiğini dünyada,

            Yarışta geri kalmasın soylu milletimiz…

            TÜRK’ün sarsılmaz azmi, yüce iradesi,

            Her zorluğu aşmalı, her güçlüğü yenmelidir…

            Ülkesini,

Yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti,

Dilini de,

Yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır…

           

            Yeniliklere, sanata yönelmeli gençlerimiz,

            Resimler, heykeller yapmalı,

            Çağdaş edebiyatla, müzikle uğraşmalı,

            Aşmalı geri kalmışlığı, bağnazlığı aşmalı.

            Sanat çağdaş dünyayı tanımak,

            İnsanlığın yüce ruhunu keşfetmeyi bilmektir…

            Unutmayınız ki;

            Sanatla uğraşmayan milletlerin,

            Hayat damarlarından biri kurumuş demektir…

 

                 İLKELERİM

 

            Masal değildir söyleyeceklerim;

            Her sözümün altında bir gerçek yatar,

            Bunlara uyunca yüceleceksiniz,

            Uymaz da bildiğinizi okursanız yine,

            Adım adım, geldiğiniz başa dönülecektir!          

            Senin özünden gelen, yüce ruhuna uyan,

            İlkelerimi iyi belle, öğren,

            Birbirinin tamamlayıcısıdır onlar,

            Anlat kim varsa bilmeyip de soran,

            Uygarlaşabilmek için öğrenmek isteyen…

 

            Zorluklar, engeller,

Akılla, bilgiyle, çalışmakla aşılacaktır…

            Unutmayın ki ey ULUSUM!

            SÖZ KONUSU VATAN İSE;

GERİSİ TEFERRUATTIR…

 

            CUMHURİYETÇİLİK ilk ilke:

            Senin soylu ruhuna uyan,

            Yaraşacak tek yönetimdir TÜRK’e;

            Tarih boyunca bundan böyle,

            Senden alacağı güçle,

            Kendi kendini yönetecektir ülke…

 

            Demokrasi diyoruz buna,

            HALK YÖNETİMİ’dir anlamı;

            Demokrasi ikiz kardeşidir Cumhuriyetin,

            Birbirini tamamlar her hususta,

            Değişmez bir yasa olarak tanıdık, tanıttık,

            “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” dedik,

            Sana en büyük payı, şanı, onuru verdik…

 

            Milli hâkimiyet deyin isterseniz ona;

            O öyle bir nurdur ki,

            Onun karşısında zincirler erir,

Taş ve tahtlar batar, mahvolurlar…

Milletlerin esirliği üstüne kurulmuş müesseseler,

Her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar…

 

İyi biliniz ki;

Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,

Müritler, meczuplar memleketi olamaz.

En doğru, en hakikat tarikat,

Medeniyet tarikatıdır,

Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak,

İnsan olmak için kâfidir…

 

Toplumların mihenk taşlarıdır bireyler,

Onların mutluluğu için olmalı çabalarınız,

İhmal edilmeye, kandırılmaya gelemezler,

Onlara hizmet en kutsal ibadettir…

Ferdin saltanatı ve onun temsil ettiği,

Meşum bir idare şekline karşı,

Çevrilen her silah mukaddestir…

 

            Yer yerinden oynasa, gök kubbe yıkılsa,

            Unutma bu ulu kavramı,

            Kimselere verme sakın bu kutsal hakkını…

            Cumhuriyet demek:

            Tam bağımsızlık, ulus devlet,

            Devrimcilik, aydınlanma, birey olabilmek,

            Eğitim ve dil bilinciyle çağdaşlaşmak,

            Akılcılık, bilimsellik demek,

Dahası;

            Kimsesizlerin kimsesidir CUMHURİYET

 

            MİLLİYETÇİLİK bir büyük ilke,

            Başına sorun olur onu yanlış anlarsan.

            Seni baş sayan,

            Gücünü, kudretini tanıyan,

            Senden kuvvet alan, dirlik uman,

            ULUSAL SINIRLAR içinde özgür,

            İnsanca yaşamak isteğiyle çırpınan,

            Dünya uluslarına saygılı,

            Onları kendine saygılı kılan,

            Üstün ırk düşüncesinden ırak,

            Yalınca;

            VATANDAŞLIK BAĞLARIYLA devlete bağlanan,

            Herkesi almalısın Ayyıldızlı Al Bayrağın altına.

            Bir ulu inançtır bu,

            Güç doğar, inanç doğar birlikten,

            Sana dosttur; çekinme, tut elinden,

            Kim haykırabiliyorsa;

            NE MUTLU TÜRKÜM!” diyerek yürekten…

 

            HALKÇILIK senin bir başka ilken,

            Yine senin soyak ruhundan esinlenen…

            Seveceksiniz birbirinizi,

            Varsıl, yoksul ayrımı gözetmeden.

            Çalışınız birlikte;

            HALK için, YURT için çalışınız var gücünüzle,

            Herkese mutluluk,

            Herkese varsıllık dağıtın,

            Bir avuç insan yerine,

            Bundan büyük erdem olur mu yeryüzünde?

            Güven içinde, dayanışma içinde yaşamak;

            Birlikte göğüs germek zorluklara, sorunlara,

            Olası engelleri birlikte aşmak…               

           LAİKLİK İLKESİ’nde bulacaksın gerçeği:

            Dindar olmak sanma ki, yobazlaşmak…

            Din neymiş, neymiş Devlet?

            Öğrenmelisin elbet…

            Ayıracaksın din ve devlet işlerini,

            İnançlarını özgürce yaşayacaksın,

            İlmi araştırarak, geliştirerek ilerleyecek,

            Gerçekleri arayıp bularak,

            Uygarlaşacak, yüceleceksin,

Yobazlığı, bağnazlığı aşarak,

            İnsan olmanın onuruna erişeceksin…

 

            Aklın eline vereceksin imanı,

            Ve erdemin emrinde olacak akıl:

            İmanın eline düşerse yargı,

            Arabistan’da kılıç olur,

            Paris’te giyotin olur insanlık,

            Bilmem nerede kurşun olur da,

            Özgürlüğü can evinden vurur…

            Sefalet ve ölüm,

            İnsanlığa mutluluk diye sunulur…

            Tanrısal dogmalar silinmelidir;

            Aklın ve bilimin önünde,

            Hurafeler yerle bir edilmelidir…

 

            Kavramlar zamanla değiştirilir;

Şarap bile içilen kan sayılır bazen,

Dünyada içilmesi dahi haramken,

            Cennette kutsallaştırılır birden,

Adından Kevser diye övgüyle söz edilir,

Armağan olarak sunulacağı övgüyle belirtilir.

 

Değişmiyor kurallar iki yanda da;

Tanrısal buyruklar bile yanlı,

Nedense hep yoksulu, cahili vurur…

Dogmalar tutsağı insanlık,

Toprak olur, çakıl olur, taş olur da,

Bir arpa boyu ilerleyemez bilimde,

Mumyalanmış Ramses ölüsü gibi,

Zamanın koynuna gömülür de,

Çağlar değişse de öylece yerinde durur…

 

Oysa farklıdır gerçekler;

İnsan sevgisi, Yurt ve Ulus sevgisi,

İnsan onuru belirlemelidir kuralları,

İnsan çaresizliğinin sınırıdır,

Kolayca ulaştığı sığınağıdır yasaklar,

Aslında yasakları ancak ve ancak,

Gerektiğinde akıl,

Gerektiğinde sadece bilim koymalıdır…

 

Yaratanın yarattığını;

O’nun adına, O’nun buyruğuyla,

Kesmek, koparmak ve almak,

Ve değişmek bilmeyen katı kurallarla,

Çağları ve kötü yazgıları aklamak,

Hatta saygın büyükleri, peygamberleri,

Doğuran anaları dahi hor görmek,

Aşağılamak ve Tanrı adına,

Kara bezlere sarıp sarmalayıp,

Kara yazgılarla bezemek:

Ekmek çalanın elini,

En büyük hırsızların emriyle kesmek…

Tüm bu uyumsuz uygulamalar;

Asla din, asla iman,

Asla dindarlık sayılamazlar…

 

Laisizm aklı kullanarak,

Tanrı adına yapılan soytarılıklara dur demektir…

Laisizm bir onurlu yürekle,

Durduran, körelten, tutsak eden,

Sözüm ona göksel buyruklarla savaşmak,

Tanrısal yazgıyı bilgi ışığıyla aşabilmektir… 

 

            Sözüm bitmedi daha,

            Şimdi de dört aç gözlerini,

            DEVLETÇİLİK İLKESİ’ne iyi kulak ver ki,

            Boşuna kapılma kuşkuya!

 

            Gücünün yettiği yerde sen,

            Yetmediği yerde Devlete öncelik versen,

            Çözümlenecektir sorunların ona güvenirsen.

            Yatırım yapsın, iş bulsun sana,

            Sadece jandarman değildir Devlet Ana…

            Deşele yurdunun toprağını pençelerinle,

            Dök madenlerini bir bir ortaya,

            Sen de çıkar dünyanın keyfini doyasıya…

            Yardımlara dayanmadan ayakta duracaksın,

            Sorunların çözümünü kendinde bulacaksın,

            DEVLETÇİLİK budur, ne var bunda korkacak?

            İlk devlet sen değildin,

            Sonuncusu da olmayacaksın,

            Bu kuralla ayakta kalacak…

 

            DEVRİMCİLİK son ilkemiz;

            Kötünün yerine iyiyi,

            Yanlışların yerine doğruları koymalısın,

            Ve güzele yönelmelisin sürekli,

            Bağnaz, çağdışı düşüncelerden,

            Yapay engellemelerden korkmamalısın!

 

            Kan dökmek değildir devrim,

            Yakıp yıkmakla sonuca varılmaz;

            Akılcı olun, mantıklı olun biraz,

            Ancak böyle sağlanacaktır devrim…

 

            Her esen rüzgâra kapılma;

            Hangi yönden eserse essin…

Sen beş bin yıllık köklü ağaç,

Sen yıldızlar gibi yüce ve parlak,

Sen güneş gibi aydınlık,

Sen engin denizler gibi süreklisin...

 

Olaylara bitmiş gözüyle bakmayın;

Su uyur da düşman uyumazmış!

Uygun fırsatı kollarlar sürekli,

Güçlü ve uyanık olun her zaman,

Tarihler örnekleri boş yere yazmamış… 

 

     DEVRİMLER

 

Çıkalım artık yola doludizgin,

Yüzlerce yıldır geriyiz uygarlık düzeyinden.

Önce eğitimden başlamalıyız işe,

Her işin başıdır eğitim,

Çözmeliyiz güçlükleri ana düğümünden…

Yollar boyunca okullar, fabrikalar, tarlalar,

Verim sağlasın şehit kanlarıyla sulanan topraklar,

Altın sarısı başaklar gibi süslesin yurdu,

Bilgiyle dopdolu gencecik başlar…

 

Aydınlanma karanlığa meydan okumaktır,

İrticaya, bağnazlığa, geri kalmışlığa,

İlim kalkanıyla karşı durmaktır…

Yüzyıllardır kapatılmış gözleri, kulakları,

Açıyor teknik, açıyor ilim,

Değişiyor kurallar yeri geldikçe,

Gerçek söz artık çağdaş bilimin…

 

KADINLARIMIZ;

Analarımız, eşlerimiz, kızlarımız,

Öncelikler onlar aydınlatılmalı,

Uygarlık yarışında hak ettikleri yeri almalı.

Kurtuluş Savaşımızı birlikte kazandık,

Sırtlarında bebekleri, kucaklarına mermilerle,

Her zaman dimdik yürüdüler en önde,

Örnek olmalılar dünya kadınlığına şimdi,

Söz sahibi olmalılar ülke yönetiminde,

Seçebilmeliler de, seçilebilmeliler de…

 

Düşüncelerimizle, giysilerimizle,

Bizler de uygar olmalıyız bundan böyle.

Kadın, erkek, yaşlı, genç

Herkes eşit olmalıdır yasalar önünde,

Tıpkı uygar uluslarda olduğu gibi

Çağdaş ilim okunmalı,

Çağdaş sorunlar tartışılmalı özgürce,

İlim irfan yuvası özerk üniversitelerimizde…

 

Öğrenmek için birlikte,

Kimmişiz;

Nerelerden göçüp gelmişiz buralara,

Kaç kola ayrılmışız dünyayı sarmak için?

Öğrenelim ve öğretelim diye yansızca,

Güzel dilimizi, onurlu geçmişimizi,

Yüce ve cefakâr ULUSUMA,

TÜRK DİL KURUMU’nu,

TÜRK TARİH KURUMU’nu armağan ettim…

 

Görevlerin en zorlarındandır tarih yapmak,

Ulusların kaderleri gerçeklere bağlıdır…

Yazan yapana sadık kalmazsa;

Değişmeyen hakikat,

İnsanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır…

 

Görevlerimiz var hepimizin;

Kaçamayız bunlardan,

Geliştirilmeyi bekleyen bu yurt,

Yıllardır ihmal edilen,

Kanı, canı emilen, varlığı sömürülen,

Aydınlatılmayı bekleyen bu ulus bizim…

 

Bilimin, ilimin ışığı öğretmenler;

Cumhuriyet sizlerden,

Fikri hür, vicdanı hür,

İrfanı hür nesiller yetiştirmenizi ister…

 

Herkes çırpınacak var gücüyle,

Yapabileceğinin en iyisini yapacak.

Bu güzel yurdumuz,

Bu soylu ulusumuz,

Daha fazla Ortaçağ karanlığında bırakılamaz;

Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,

Müritler ve mensuplarının memleketi kalamaz!

 

Herkes adı gibi bilmelidir ki;

CUMHURİYET, yüksek ahlaki değer,

Ve niteliklere dayanan bir idaredir.

CUMHURİYET İDARESİ,

Faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir…

Her fert istediğini düşünmek,

İstediğine inanmak,

Kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak,

Seçtiği dinin icaplarını yapmak veya yapmamak,

Hak ve hürriyetine maliktir…

 

ORDUMUZA gelince;

ORDUMUZ MİLLETİMİZİN göz bebeği,

MİLLETİMİZİN özüdür…

ORDUMUZ;

TÜRK BİRLİĞİNİN,

TÜRK VATANSEVERLİĞİNİN,

TÜTK TOPRAKLARININ GÜVENCESİDİR…

 

 

            AYRILIŞ

 

 

Mensubu olmaktan gurur duyduğum,

İnandığım, güç kuvvet aldığım,

Desteğiyle amansız uğraşlara daldığım,

Sayende her zorluğu başarıyla aştığım,

Soylu ve yüce ULUSUM;

Beni ata bildin, baş bildin,

Bana dünyanın en büyük onurunu,

ATATÜRK soyadını verdin.

On beş yıldır birlikteyiz Cumhuriyetimizde,

Bir avuç kalmışken yeryüzünde,

Yeniden dirildik, on yedi milyon olduk,

Mutluyuz, kıvançlıyız hepimiz,

Sevgiyle kucaklaşıyor köylümüz, kentlimiz…

 

 

Yıl 1938, aylardan Kasım,

Ben de sizler gibi bir insanım.

Görevlerim vardı yaptım,

Ülkeme, yüce ULUSUMA,

Minnet borcumu ödemek için,

Didindim, çırpındım, çalıştım,

Gecelerimi gündüzlerime kattım…

Çocuk Mustafa Kemal’dim;

Yıllar geçti büyüdüm, asker oldum,

Yıllarca ulusumun sorunlarıyla yoğruldum.

Her zaman dopdolu oldum sizlerle,

Her zaman inandım, güven duydum.

Başlatmak için KURTULUŞ SAVAŞIMIZI,

Soydum sırtımdan üniformamı,

Gurur duyarak, kıvanç duyarak,

Ben de yurttaş Mustafa Kemal oldum…

 

Yoruldum artık soylu ULUSUM,

Birlikte büyük işler başardık.

Bir yanda düşmanlarımızla,

Bir yanda cehaletle, cahillerle,

Bir yandan sizi cahil bırakanlarla savaştık…

 

On Kasım; bugün, saat sıfır dokuz,

Artık sizlere veda ediyor,

Gönül huzuruyla ayrılıyorum…

Kan dökerek, can vererek kurduğumuz,

ON ALTINCI TÜRK DEVLETİNİ,

ON YEDİ MİLYON TÜRKE,

Ve GENÇ CUMHURİYETİMİZİ,

SOYLU TÜRK GENÇLİĞİ’ne armağan ediyorum!

 

Saat sıfır dokuz beş, vakit tamam,

Artık gözlerimi yumuyorum.

EY TÜRK GENÇLİĞİ, KUTLU VARLIĞIM;

Temelim sensin, güvencem sen,

Yine sırtımı sana dayardım,

Yine sana inanç duyardım,

Dünyaya yeniden gelsem,

Yeniden amansız savaşlara girsem,

Yine senin yardımınla,

Cehaletin gözünü parmağımla oyardım…

 

Yücelmelisin sürekli, yenilemelisin kendini,

En önde olmalısın uygarlık yarışında,

Güçlü kıl ulusunu barışta ve savaşta,

Başka güçler arama, aldanma kimselere,

Güçlü olursan dostun çoktur.

Unutma ki aslında;

Sana senden başka,

Sana senden yakın dost yoktur…

 

SOYLU TÜRK GENÇLİĞİ sana son öğüdüm:

Olaylar karşısında şaşırmayacak,

Çanakkale de, İnönü’ de, Sakarya’da,

Dumlupınar çarpışan ataların gibi,

Kaleler gibi dimdik duracaksın,

Ve muhtaç olduğun kudreti,

Damarlarındaki ASİL KANDA bulacaksın…

 

Bir sözüm daha var;

Duysun ulusum,

Dostlarımız, düşmanlarımız,

Ve tüm insanlık duysun:

“Milletimin bağımsızlığı yolunda canımı vermek,

Benim için vicdan ve namus borcu olsun!”

 

 

 

     ULUSUMA

   UYARI!

 

 

 

İlkeler bıraktım sizlere,

Yolunuzu aydınlatan…

Sorunlarınıza ışık tutsun diye,

Gereksiz görürseniz bunları,

Dalarsanız kendi bildiğinize,

Emekler, didinmeler, çabalar,

Dahası kanla, canla beslediğimiz umutlar;

Harcadığımız yıllar uçup gider boş yere…

Hatta ve hatta

Kanlı bıçaklı düşmanlar olursunuz da,

Hiç yoktan düşersiniz birbirinize,

Kılı kırk yarın, düşünün, taşının,

Ancak o zaman başlayın işlerinize…

 

Çözümler üretin ivedi,

Apışıp kalmayın çaresizlikler karşısında,

İş işten geçmeden,

Girmeden dönüşü olmayan yollara,

Son vermelisiniz sağa, sola yalpalamaya…

 

Yurttaş olmak gerektiğince,

Devlet yönetmek kolay iş değildir,

“Adam sende” diyerek geçip gitmeyin!

Bir kez daha uyarmam gerek ey ULUSUM,

Usumun erdiği, dilimin döndüğünce,

Açın kulağınızı da bu kez iyi dinleyin!

 

Anlattım uzun uzun,

Nasıl ve nice zorluklarla ulaştık Cumhuriyete,

Kan ve ateş ile yoğrulduk yıllarca,

Birlikte vererek el ele…

 

Gerektiğinde gece gündüz demeden,

Bir yudum su içmeden,

Bir lokma yemek yiyemeden,

Yıllarca didinip durduk,

Var gücümüzle, yiğitçe vuruştuk,

Sonunda yepyeni bir devlet kurduk…

Utandırdık bizden umut kesenleri,

Karşı çıkan tüm sesleri susturduk…

 

 

  YILLAR SONRA

       BAŞA DÖNÜŞ…

 

 

Ya şimdi, ya şimdi neden böyle,

Ne oldu da duraksadınız birden bire?

Gözlerim kapansa da ruhumla duyumsuyorum,

Yine sıkıntıya düşmüşsünüz,

Yine başınız darda,

Yüzlerinizden düşen bin parça,

Durum hiç de iyi değil, biliyorum,

Aymazlığınızın nedenlerini bir daha sıralıyorum:

 

Çok övündünüz geçmişinizle,

Çağa daha fazla uymalıydınız.

Övün,

    Çalış,

        Güven!

Demiştim sizlere,

Yalnızca birincisini uyguladınız…

Bayramlar yaptınız günler süren,

Söylevler verdiniz üzerime,

Hani benim devlet adamlığım,

Örnek yurttaşlığım nerede?

Niçin uygulanmaz ilkelerim,

Devlet yönetimiyle ilgili kurallarım nerede?

                       

Laik bir ülke,

Çağdaş bir ulus olun dedim,

Saygı gösterdim inançlarınıza.

Her şeyden önce bilmelisiniz ki;

Kuralına göre oynamadıkça oyunu,

Bu iş yürümez böyle!

Din ayrıdır,

Ayrıdır devlet işi,

Görün artık aradaki farkı, yüceliği,

Anlayın artık bu soylu işi sizler de…

 

Gerçek ilime,

Çağdaş bilimlere yönelin,

Çağdaşlığı tartışın okullarda,

Bilinçsiz yurttaş kalmasın yurdumuzda.

 

Ortak bir tutku olmalıyım sizler için,

Ortaklığı düşünmeli herkes,

Tarladaki çiftçi de,

Sürüsünü güden çoban da,

Var gücüyle çalışmalı, çabalamalı,

Hem kendisi, hem yurdu, hem de ulusu için…

 

Okullara adımı vermeniz yetmez,

Bakarsınız devran değişir,

Gün gelir onları da değiştirirsiniz.

Köprüler, yollar bensiz de geçilir,

Kime sorsanız herkes Atatürkçü,

Dünya âlem Atatürkçü geçinir de,

Mustafa Kemal’ siz kimse su içmez…

Böylesine baş tacı ediyorsanız beni,

Böylesine düşkünseniz,

Böylesine bağlıysanız ilkelerime,

Neden geçersiz kurallarım,

Ülkemiz, Ulusumuz niçin yücelemez?

 

Beni sevmek, beni anlamak,

Bana tutkun olmak, bağlılık göstermek,

Destanlarla, şiirlerle,

Övgüler düzmekle olası değildir,

Fikirlerimi anlayabiliyorsanız bu kâfidir…

On Kasımlarda yas tutmayın sakın,

O günü kendinizle bir hesaplaşma günü sayın,

Gelin manevi huzuruma,

Açık yüreklilikle tartışın,

Neler yaptınız, nerelerde yanıldınız anlayın,

Benimseyin gerçeği açık yüreklilikle,

Göreceksiniz nasıl olurmuş şahlanmak,

Gerçekleri yadsımanın vakti, sırası değil,

Kendinizi boş yere kandırmayın!

Beni seviyorsanız gerçekten,

Beni anlayın, benimle onurlanın,

Sakın ola övgüler düzmeyin ardımdan,

Alın, güncel yaşamınıza sokun beni,

Ben de sizlerden biriydim,

Toprak oldum artık gerçeği benimseyin,

Benden ölümsüzmüşüm gibi söz etmeyi,

Benden yardım ummayı beklemeyin!

 

Bir şey daha kalsın kulağınızda,

İnsan olduğunuzu düşündüğünüz sürece,

Özgürlüğünüzden sakın ödün vermeyin,

Aç kalınır, susuz yatılır da,

Esaretin acısı farklıdır,

Özgürce ölündüğü sürece,

Onun da doyumsuz bir onuru vardır…

 

Yollarla örün güzel yurdumuzu,

Yollar balık ağlarınca sık olmalı…

Her köşesini yaşanacak hale koyun,

Işık girmemiş köy kalmasın sakın,

Bu uğurda kanını döken, canını veren,

Huzur bulsun şehitlerimizin yüce ruhları…

 

Tüm kafalar bilgiyle aydınlansın;

Bir yarış başlatın kaldığımız yerden,

Karadan, Havadan ve Denizlerden,

Nasıl yararlanıyorlarsa çağdaş uluslar,

Alın payınıza düşeni sizler de,

Koparın ekmeğinizi taştan ve demirden…

Budur var olmanın kutsallığı,

Budur yaşamanın en güzel yanı,

Güçlü, sözü geçen bir ulus olmak,

Ve sonsuza dek güçlü bir devlet kalmak,

Yaşamak tarihin onurlu sonsuzluğunda,

Yer yerinden oynasa,

Yıkılsa evren;

Özgürce yaşamak,

Özgür ülkende ölmek, insan gibi...

Bunu gerektirir Türklüğün soylu kanı…

 

       Bu sesler de nedir?

Yine kızılca kıyamet kopuyor ortalıkta,

Şunun şurasında birkaç yıl oldu ayrılalı…

Öyle ya;

Göz açıp kapayıncaya dek geçiyor zaman,

Yıl 1959 sonları…

İki partili bir demokrasi denemesi,

Oh ne ala, ne iyi!

İyi olmasına iyi de,

Nedir paylaşamadığınız yine?

Herkes ayır telden çalışıyor,

Farklı yorumluyor bildik türküleri, şarkıları,

Belli ki, herkesin düşüncesi ayrı,

Herkes farklı değerlendiriyor zamanı…

 

Yıllardır tanırım hepsini de,

Kursaklarında kalmış olmalı gizli amaçları,

İsim babalığı yaptım hepsine de,

Çoğu büyüyüp adam oldu dizlerimin dibinde. 

Laiklikten mi yakınıyorlar,

Öz Türkçemizle okuduğumuz,

Adımız gibi anladığımız,

Ezanı mı beğenmiyorlar?

Yapabilirlerse iyisini yapsınlar,

Neymiş zorları?

Gün gelir, değişir devran,

Dini siyasete alet etmenin acısını yaşarlar,

Hayra yorulmaz dinle, imanla oynamalar!

Bunlar anlamazlar mı?

Bilmezler mi göksel buyrukları?

“Tanrı’yla kul arasına girilemeyeceğini”

Kutsal Kitaplar açık seçik anlatmazlar mı?

 

Dirlik, düzen mi kalmadı ülkede,

Adınıza görev yapmakla onurlandırdığınız,

Koltuklarında beyler gibi yaşattığınız,

Seçip yolladığınız vekilleriniz nerede,

Eğriyi, doğruyu göstermek için,

Niçin yol göstermezler ulusa,

Niçin düşmezler önünüze?

 

Hele bir de yabancı eller girmişse içinize,

İki de bir karışıyorlarsa işinize,

Durumunuz kötüden de kötü ey halkım;

Bir de anlayıp dinlemeden,

Üyesi olmuşsunuz Emperyalist Cemiyetlere,

Tanrı yardımcınız olsun, ama

Her zaman ödül verilmiyor iyi niyetlere…

 

Canımızın bedeli genç Cumhuriyetimizi,

Yüce Türk Gençliğine emanet ederken;

            “Ey TÜRK GENÇLİĞİ,

Gözümün bebeği,

Senin için dile getirdim tarihsel hitabemi,

Aç kulağını da bir daha dinle beni!” demiştim;

TÜRK İSTİKLALİNİ,

TÜRK CUMHURİYETİNİ,

İlelebet muhafaza ve müdafaa etmesini,

Birinci ödevi olarak salık vermiş,

Mevcudiyetinin ve İstiklalinin temeli olan,

Bu hazineye sahip çıkmasını istemiştim!

 

Dahası;

Onu bu hazineden mahrum etmek isteyecek,

Dâhili ve harici bedhahların olacağını,

Üzerine basa basa dile getirmiş,

Bununla da yetinmeyip;

Memleket dâhilinde iktidara sahip olanların,

GAFLET,

DALALET,

Ve hatta

HIYANET içinde bulunabileceğini,

Şahsi menfaatlerini,

            Müstevlilerin siyasi emelleriyle

Tevhid edebileceğini söyleyerek;

Her koşulda yalnızca kendisine güvenmesi,

Muhtaç olduğu kudretin,

Damarlarındaki ASİL KANda mevcut olduğunu,

Tüm yüreğimle inanarak müjdelemiştim…

 

     … Yıl, 1980 sonları;

Neredeyse yarım yüzyıl olmuş ayrılalı,

Sizin için geçmek bilmeyen yıllar,

Didişmeli, çekişmeli, boğuşmalı,

Başıboş, amacını yitirmiş uluslar gibi,

Darmadağınık ve perişan,

Aklını başkalarının emrine veren,

Ve tutanın elinde kalan…

 

Bu mudur sizlere vasiyetim,

Hiç mi anlayamadınız beni,

Hiç mi özümseyemediniz fikirlerimi?

 

Yine mi oyuna geldiniz,

İçinizdeki hainler yine mi azdılar,

Yine mi gemi azıya alarak,

Genç Cumhuriyeti yaralamak istiyorlar?

İkiye mi bölünmüş gençlerimiz,

Ayrı tellerden mi çalıyorlar,

Unuttular mı kendilerini var edenleri,

Bu uğurda gözünü kırpmadan ölenleri?

Yeni önderler mi arıyorlar başka uluslardan,

Köklerine kıran mı girmiş bizdekilerin?

Nerede benim aydınlarım,

Aklıselim sahibi, sağduyulu köylülerim,

Nerede aydınlık, ilim irfan yuvası,

Işık kaynağı özerk üniversitelerim?

 

Demek bu da oldu sonunda;

Sağ, sol diye didişirken,

Akılsız yaratıklar gibi birbirinizi yerken,

Bir kez daha sekteye uğradı demokrasi,

Yani sizlerin anladığı demokrasi;

Aslında belli de değildi ne olduğu,

Anlaşılamamıştı, bilinememişti, neyin nesi…

 

Artık rahatlamış olmalısınız,

Adınıza iş yapanlar, düşünenler,

Yerinize aklınızı kullananlar varken,

Sevinçten, coşkudan bayram yapacaksınız,

            Ayırtına dahi varamadan gerçeklerin,

Geleceğinizi kendi ellerinizle yakacaksınız…

 

Bırakmazlar sizi bu yollara itenler,

Düşmek bilmezler yakalarınızdan,

Gün gelir yakın gözükürler dostlarınızdan,

Gün gelir daha tehlikelidir can düşmanlarınızdan!

Açın gözlerinizi, aklınızı kullanın,

Bölmek, parçalamak,

Kolayca yönetmek isterler sizi,

Unutmayın ki;

Yüzyıllarca boğuşarak, kan dökerek,

Can vererek kurtulmuştuk onlardan! 

                                

                                     “Ey ulusum; onca uyarımdan sonra,

                                           Dönmüşsünüz yine en başa!”

 

       SİL BAŞTAN! 

 

Düşe kalka da olsa,

İki Binli yıllara ulaşmışınız sonunda…

İki darbe, birkaç muhtıra,

İşleriniz yine arapsaçı;

Kimler kışkırtıyor sizleri böyle,

O sütten çıkmış ak kaşıklara karşı? 

Top tüfek sesleri geliyor dağlardan, ovalardan,

Sokaklarda bombalar patlatılıyor,

Yine kimse kimsenin umurunda değil,

Ölen ölüyor, kalan kalıyor,

Yine ağıt sesleri yükseliyor,

Gözleri yaşlı, yürekleri yaralı analardan… 

Yoksa iç savaş mı başladı?

Bir kolunuz diğerine karşı mı?

Kerkük ve Musul da,

Böyle bir oyunla yitirilmişti bir zamanlar,

Yoksa yine aynı hainler mi tezgâh kuranlar,

Aynı satılmışlar mı başkaldıranlar? 

Çuval mı geçirdiler Mehmetçiklerimin başına,

Kimlerdir onlar,

Hangi zebanilerdir buna cüret edenler? 

Şimdi de;

Ulusal bayramlara mı göz diktiler,

On Dokuz Mayıs’lar, Yirmi Üç Nisan’lar,

Otuz Ağustos’lar, Yirmi Dokuz Ekim’ler,

Artık anlamını yitirdiler mi birer birer?

Kandiller mi aldı yerlerini,

Daha bu dünyayı yaşayamadan,

Tadamadan uygarlığın nimetlerini,

Sizi ahirete mi hazırlıyor birileri? 

Ya ülkeyi yönetenler,

Nerede her gün söylev verenler,

Ölü toprağı mı serpildi üzerinize,

Sesi soluğu çıkmıyor kimsenin,

Herkes razı mı bu kötü kaderine,

Nedir böylesine suskunlaştıran sizi,

Neden korkuyorsunuz söylesenize? 

Nerede benim komutanlarım,

Vatan, Ulus onuru için yedi düvele,

Çıplak elleriyle demire, çeliğe karşı gelenler,

Ve bu uğurda gözünü kırpmadan can verenler,

Şimdi NE-RE-DE-LER? 

Yoksa sütre gerisine çekilerek,

Sonunda birbirine mi düştüler,

Göğüslerindeki komutanlık forslarından,

Kabartmamı sökmekle mi meşguller?

Dahası, Genç Harbiyelilerimin;

ŞANLI HARBİYE’ ye girişimi,

ANKARA’ ya gelişimi kutlamalarını,

Hitabemin okunmasını da mı yasak ettiler? 

Ya öğretmenlerim;

Aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür

Nesiller yetiştireceklerine inandığım,

Güneş gibi aydınlık öğretmenlerim neredeler? 

Biliyordum bunlarla da yetinmeyecekler,

Gemi azıya almışlarsa bir kez,

“Dur” diyen olmadıkça,

Sonuna dek gidecekler…

Dişimizle, tırnağımızla kurtardığımız vatanı,

Tasa da, kederde ve sevinçte bir,

Onurlu bir ulus yaptığımız halkımı,

Alicengiz oyunlarıyla bölmek isteyecekler…  

Sonunda her şey bitti de;

Tırnaklarımla kazıdığım, hazırladığım,

Ot bitmez dedikleri çorak topraklarda,

Cennet gibi bir orman yarattığım,

Yerlere mi geldi sıra?

Satılmadık yer de kalmamış,

Taşla, sopayla, süngüyle kovduğumuz,

Düşmanlarımız almışlar hepsini de,

Ağla, dövün ey ulusum, ağla! 

Sakın sitem ettiğimi, darıldığımı sanmayın;

İçiniz rahat edecekse,

Doyurulacaksa karınlarınız durduk yerde,

Durmayın, hiç durmayın,

Bugünden tezi yok unutun yaptıklarımı,

Duvarlardan indirin resimlerimi,

Yıkın, atın çöplüğe heykellerimi,

Silinsin kitaplardan zaferlerimiz, ilkelerimiz,

Bilinmesin yaptıklarımız bu vatan için,

Anımsanmasın yoksulluk içinde çektiklerimiz… 

Mutlu edecekse sizi;

Dönün sırtınızı güneşe, aydınlığa,

Bilime, akla sırtınızı çeviriniz,

Belki karanlıkta rahat eder gözleriniz,

Bizler görevimizi yaptık sadece,

Bundan sonrası sizlerin bileceği iş… 

Dinlemiş olmalısınız son öğüdümü;

Okul kitaplarından adımı,

Sınıf duvarlarından resimlerimi atarak,

Görmezden geliyorsunuz yaptıklarımı,

Ve her sabah coşkuyla haykırdığınız,

Andımız da söylenmiyor öyle mi?

Üstelik bunu;

Emperyalist dostlarınız istediler diye,

Onları mutlu etmek için yapıyorsunuz değil mi? 

Bakıyorum da çok şey değişmiş,

Büyük adamlar yetişmiş yurdumda,

Adımı bile unutanlar çoğunlukta.

Kiminiz Mustafa diyorsunuz,

Kiminiz Mustafa Kemal;

Sadece Kemal diyerek büyüklenenler var.

            Adımı dahi doğru dürüst öğrenemediniz,

            Halkım gibi bana:

            Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK diyemediniz,

            Ya aklınız kıtlaştı, ya da çok cin fikirlilersiniz… 

Ben kimim bilir misiniz?

Öyle ya, adımı kitaplardan,

Yaptıklarımı tarihlerden sildikten sonra,

Kim olduğumu nerden bilecek,

Nasıl öğreneceksiniz?

Ben sizi yok olmaktan kurtaran,

Özgür, saygın bir ulus yapan,

Size şu cennet vatanı bırakan,

Sırça saraylarda yaşamanız,

Ceylan derisi koltuklarda oturmanız için,

Kızgın çöl kumlarında, karlar üzerinde,

Parkasına sarınıp yatan biriyim,

Ben işte o Mustafa, o Mustafa Kemal’im,

Diliniz varıp da söyleyemediğiniz,

Ulusumun atası olarak ödüllendirdiği,

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’üm… 

Başka huzurlarda el pençe divan durdukça,

Benden uzaklaştıkça zordur işiniz!

Adımı tarihlerden silmekle,

Huzuruma gelmemekle beni küçültemezsiniz!

Benimle yüzleşmekten midir korkunuz,

Yoksa dediklerinizden mi utanıyorsunuz?

Kaç kez dedim; akıl ve bilim olsun rehberiniz,

Demokrasinin kötülüğe araç değil de,

Soylu bir amaç olduğunu bilmelisiniz… 

Kırk karılı sultanlar yaratmaksa amacınız,

Saraylarda onları baş tacı yapacaksanız,

Hâlâ şalvardan, kavuktan, festen yanaysanız,

Ve ille de CUMHURİYETİ yıkmak,

Ortaçağı tekrar yaşamaksa muradınız,

Durmayın, deneyin mertçe, açıkça,

Gücünüz yetiyorsa, kendinize güveniyorsanız! 

Dokunmayın gözbebeğimiz gençlerimize;

Tanısanız da, tanımasanız da gerektiğinde,

Onlardır canlarını verenler hepinizin yerine,

Gençler yegâne güvencesidir ülkemizin,

Artık bana güvenmekten vazgeçin,

Ben CUMHURİYETİ de,

Sizleri de o soylu gençliğe emanet ettim…

Hiç kuşkunuz olmasın ki;

Düşmanlar dört bir koldan gelebilirler yine,

Ancak kıyamet kopsa,

Ben bir daha asla dönmeyeceğim… 

Bunun için mi çırpındık yıllarca,

Bunun için mi didindik, uğraştık?

Yedi düvelle düşman olduk savaştık,

Kazanınca dost olduk, barıştık… 

YURTTA SULH; CİHANA SULH dedim size,

Yine kanlı bıçaklı olmuşsunuz yedi düvelle.

Vah, benim zavallı ülkem,

Oyunlarla cahil bırakılmış halkım vah!

Yokluğumda sizi ne hallere getirmişler…

Mütareke yıllarındaki gibi birbirine düşmüş,

Yummuşlar gözlerini gerçeklere,

Modaya uyan, rahat düşkünü sözde aydınlarım,

Kendilerine başka öğretiler edinmişler… 

Ellerinden geleni artlarına koymasınlar,

Kaldırsınlar tüm bayramlarımı,

Kurtardığım yurdumu geri satsınlar,

Söksünler ördüğümüz demir ağları,

Çiğnetsinler ninelerin, dedelerin, bebelerin,

Korumasız kadınlarımızın vücutlarını bir daha,

Düşman çizmeleri altında çiğnetsinler,

Sonra da kurtarmayı denesinler;

Görsünler bu işlerin kolay olmadığını,

Halkımı kandırmak için özel günler de,

Huzuruma boş yere gelmesinler,

Hasta olsunlar, başka ülkelere atsınlar kapağı,

Canlarının istediği yerlere gitsinler… 

Ancak inanmış yürekler için,

Yadsınmaz bir gerçek daha vardır:

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen Alsancak,

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak!”

Diyen ulu şairimizin haykırdığı gibi,

ALBAYRAĞIMIZ da, ALSANCAĞIMIZ da,

Sonsuza dek özgürce dalgalanacaktır…

Benim naçiz vücudum bir gün toprak olsa da,

Kurduğumuz TÜRKİYE CUMHURİYETİ,

İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR! 

 

            SONSÖZ 

 

Ey TÜRK GENÇLİĞİ!

Senin için dile getirdiğim hitabemi,

Usanmadan bir daha yineleyeceğim,

Aç kulağını da iyi dinle beni…

Unutulmasın ki;

Altmışında aydınlığa açık bir beyin,

Yirmisinde aydınlığa kapalı olandan,

Çok daha gençtir benim için…

 

  Ey TÜRK GENÇLİĞİ! 

 

            Birinci vazifen;

            Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini,

            İlelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

            Mevcudiyetinin ve istikbalinin

Yegâne temeli budur.

Bu temel senin en kıymetli hazinendir.

 

İstikbalde dahi,

Seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek,

Dâhili ve harici bedhahların olacaktır.

Bir gün, istiklal ve cumhuriyetini,

Müdafaa Mecburiyetine düşersen,

            Vazifeye atılmak için,

            İçinde bulunacağın vaziyetin

            İmkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.

            Bu imkân ve şerait,

            Çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.

            İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,

            Bütün dünyada emsali görülmemiş

            Bir galibiyetin mümessili olabilirler.

Cebren ve hile ile

Aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş,

Bütün tersanelerine girilmiş,

Bütün orduları dağıtılmış

Ve memleketin her köşesi

Bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şeraitten daha elim

            Ve daha vahim olmak üzere,

            Memleket dâhilinde iktidara sahip olanlar

            GAFLET ve DELALET,

            Ve hatta HIYANET içinde bulunabilirler.

            Hatta bu iktidar sahipleri,

            Şahsi menfaatlerini,

            Müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.

            MİLLET, fakr ü zaruret içinde,

            Harap ve bîtap düşmüş olabilir.

            Ey TÜRK İSTİKBALİNİN EVLADI!

            İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen,

            TÜRK İSTİKLAL ve CUMHURİYETİNİ kurtarmaktır.

            Muhtaç olduğun kudret,

            Damarlarındaki ASİL KAN’da mevcuttur! 

            Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 

 

 

   SÖZÜMÜZ

  SÖZ! 

 

            ÖVÜNÜYORUZ,

                ÇALIŞIYORUZ,

                     GÜVENİYORUZ…

            Sıkıntılarınız mutluluğumuz oldu,

            Sıkıntılarımız mutluluğudur yarınların,

            Sen bizim için hâlâ tanyerisin,

            Biz de tanyerinin erleri,

            Getireceğiz ülkemize inan,

            Özlediğin o mutlu günleri…

 

 

 

      OSMAN TÜRKOĞUZ 

     1931 Hatundere Köyü/ Menemen doğumlu. İlkokulu Helvacı Köy’de, Ortaokulu Menemen’de, Lise öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi’nde tamamladı. 30 Ağustos 1953’de Kara Harp Okulu’ndan Jandarma Subayı olarak mezun oldu. Piyade Okulu, Jandarma Subay Okulu, Ordu Yabancı Diller Okulu, Besançon Üniversitesi (Fransa)  CDL. Dil Kursu ve Komando Okulu’nda eğitim gördü. 30 Ağustos 1985’ de emekli olduktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Yayımlanmış ve yayımlanacak birçok yapıtları var.

 

      İRFAN TÜRKOĞUZ 

       10 Haz.1942 Hatundere Köyü/Menemen doğumludur. İlkokul öğrenimini köyünde, Ortaokul öğrenimini Menemen’de, Lise öğre- nimini Askeri Hava Lisesi’nde tamamladı. 30 Ağu.1965 tarihinde Hava Harp Okulu’ndan Asteğmen rütbesiyle mezun oldu.  Hava Lisan Okulu’nda İngilizce Dil Kursu, Hava Savunma Okulu’nda Meslek Kursu gördü. ABD’de Hava Savunma Öğretmen Kursu dönüşünde; Hava Savunma Okulu’nda yedi yıl öğretmenlik yaptı. 1980’de Hava Lisan Okulu’nda İngilizce öğretmen Kursu, 1981’de de ABD’leri Hava Savunma Lisan Enstitüsü’nde İngilizce Temel öğretmen Kursu,1987’de İngilizce Tekâmül Kursu gördü. Hava Lisan Okulu’nda on iki yıl öğretmenlik, Test Analiz ve Eğitim Şb. Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Son görev yeri Genelkurmay Tercüme Şb. Müdürlüğü görevinden kadrosuzluk nedeniyle emekli oldu. Yayımlanmış şiir kitapları, tefrika edilmiş romanları vardır.

 

 

 
  Bugün 1477357 ziyaretçi buradaydı! Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu

ANA SAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 
 
Siteme Hoş Geldiniz Adil Durusu SAĞLIK VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE......
Kapadokya Eğlence Merkezi Başvuru Kaynakları Başvuru Kaynakları Submit Your Site To The Web's Top 50 Search Engines for Free! ÜRGÜP Esbelli Mahallesi Butik otelleri  Create FREE graphics at FlamingText.com

Image by FlamingText.com Check  Out My Rank On PRTracking.com! Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol